Bölüm 11 : Zirve

9.3K 1K 854
                                    

Multimedia: Bear McCreary : Constellation of Fireflies

İyi okumalar Zamansızlar:*

-

Güneş alçalırken ahenkle ışık oyunları yapıyor, rüzgâr açık balkon kapısından içeri süzülüyordu. Perdelerin hafif dalgalanmasını izlerken dizlerimi kendime doğru çekmiş, bundan sonra ne yapacağımı düşünüyordum.

Blue gün aydınlanırken beni odaya bıraktığından beri yerimden kıpırdamamıştım.

Kapım kilitlenmemişti, kaçış maceram sanki hiç yaşanmamış gibi davranılıyordu. Blue, Rem, Kaidan ve Gölge kaçtığımı Efendilerinden gerçekten saklayacaklar mıydı?

"Bugün olanlar Prenses... aramızda sır."

Cümleyi hatırladığımda perdeleri dalgalandıran bir rüzgâr, Gölge'nin yanağıma asla dokunmayacağı nefesiymiş gibi hissettirdi.

Ellerim boynumda asılı duran şeytanminaresinde gezinirken gözlerimi kapatma isteğime karşı koydum, onu hayal etmekten korkuyordum. Önce hayalini kurardım, sonra yanımda olmasını arzulardım ve bunlar asla olmaması gereken şeylerdi.

Nasıl biri olduğunu bile bilmiyordum.

Ne olduğunu bile bilmiyordum.

Eylemlerini neden yaptığını, amacının ne olduğunu bilmek de oldukça güçtü. Kaçtığımı Efendi'ye söylemeyeceklerse, Blake'e karşı mutlak bir itaat içinde olan diğerlerinin Gölge'ye hürmeti de oldukça fazla olmalıydı.

Derin bir nefes alıp kalenin bahçelerinden gelen nemli çiy kokusunu içime çektim ve aklımı kurcalayan başka şeyleri de düşündüm.

Elbisem hâlâ çamurluydu, ayağımdaki babet ayakkabıların altı aşınmıştı. Pistim, bitkindim ve uyumaya ihtiyacım vardı ama gözüme uyku girmiyordu. Bu kaçış girişimimin getireceği sonuçlardan kurtulmuş gibi görünsemde, Gordion Hanımı Rhea buraya geldiğinde neler olacağına dair hiçbir fikrim yoktu.

Bir kurgu yazmak için bilgisayarın başına oturduğum günleri düşündüm, kahve kupam elimdeyken saatlerce ekrana bakardım ve bazen yazacak tek bir kelime bile bulamazdım. Şimdi ise dolu dolu bir kurguyu yaşıyordum. Olaylar benim etrafımda dönüyordu, yazmak istediğim kötü karakterin kalesinde kalıyordum ve bir Prenses'tim.

Eğer ben olsaydım, Prenses'in bu işten kurtulmasını nasıl sağlardım?

Dudaklarımı dişleyerek düşünmeye devam ettim. Artık kaçmaya çalışmak gibi bir planım yoktu, hüsrandan çok bir vahşetle sonlanıp duruyordu.

Bir yaratık öldürmüştüm.

Dizimde duran elimi kaldırıp, parmaklarımı ışık huzmelerinde dolaştırdım. Bu parmaklarla o bıçağı tutmuş, yaratığın çenesinin altına saplamıştım fakat yaptığım bir şey daha vardı. Tüm gün düşündüğüm şeylerden biri de o andı.

Yaratığın karşımda donup kaldığı an.

Dünyanın durduğu, tek hareket edenin ben olduğumu hissettiğim an.

Hayır, duran dünya değildi. Duran zamandı.

Ve aklımı kaçırmadıysam, komada olduğum için hayal âleminde değilsem ve gerçekten bu zaman içinde yaşıyorsam... bunu ben yapmış olabilirdim.

Zamanı durdurmuş olabilirdim.

Güler gibi bir ses çıkarıp nefesimi verdim, komik gelmişti. New York'ta bir apartman dairesinde oturup üniversite okuyan, kitap yazmakla uğraşan sıradan bir kızdım. Şimdi ise kendimi yazmak istediğim şeylerin içinde bulmuştum ama yaşadıklarım kurgularken olduğu kadar haz vermiyordu.

ZAMANSIZWhere stories live. Discover now