29- RUHLAR GEÇİDİ

8 3 0
                                    


Gün söndü, aydınlık yok oldu, karanlık ve sis her yana doldu. Geriye sadece saf kırmızı bir ışık ve zifiri bir karanlık kaldı. Sanki büyük bir kaos başlamak üzereydi de henüz kimse fark etmemişti. İlayda'nın ellerini tutarak kızaran gökyüzüne baktım. Kırmızılık yerini grimsi sise bırakırken ayağımızın altındaki yol dikenli güllerle süslenmiş, kenarındaki ıssız arazide siyah ağaçlar belirmişti. Şimdi gidilecek tek bir yol vardı o da önümüzde duruyordu.

İlayda, "Barış, Özge, Amara, Ateş, Helena... Beni duyuyor musunuz?" dedi. Bir şekilde onlarla bağ kurmaya çalıştığı belliydi. Ellerimi İlayda'nın başının yanlarına koydum ve "İzin ver." dedim İlayda gözlerini yummuş zihninin tüm perdelerini kaldırıp kendini bana açarken, zihninden diğerlerinin bölük pörçük anı parçalarına odaklandım ve hepsine aynı anda seslendim. Bunu yaparken bir an görüşüm bulandı ve düşüncelerim dağıldı İlayda'nın sadece anılarına girmemiş, benliğini yakalamıştım. Şimdi aklının içindeyken anılarında dolaşıp hissettiği her şeyi hissedebiliyordum. Beni ilk gördüğünde, elini ilk tuttuğumda, ilk sarıldığımda, ilk öptüğümde, ilk kez tenine dokunduğumda hissettiği her şey... Biz ayrıyken beni kaybettiğini sanırken, onu öldüreceğimi, ondan nefret ettiğimi düşünürken yaşadığı tüm acılar... Arkadaşlarına karşı hissettiği tüm o bağlar... Şimdi benim de içimdeydi. Onunla ilgili her şey artık bana aitti. Duygusql yoğunluğun şiddetiyle ellerimi ondan çektim ve dizlerimin bağı çözülmeden önce ayakta durmak için direndim. Bunlar çok fazlaydı. Bir evreni yakıp kavurmaktan bile daha çok acı veren bir şey varsa o da sevdiğin insanın canını yakabilecek tek kişi olduğunu bilmekti.

Çevreme baktığım herkes buradaydı ve dikkatle bana bakıyordu. İlayda tedirginlikle, "Zihnime ne yaptın?" dedi. Farkında değil miydi? Yoksa inkar mı etmek istiyordu? O sırada gözleri doldu ve her şeyi anladı. Tek kelime etmeme bile gerek yoktu. Birbirimize bakarken ikimizde tek kelime düşünmedik çünkü kimsenin bizi duymasını istemedik. Bunların hepsi şu an yalnızca ikimize aitti. Acı verici ama muazzam bir histi.

Ateş, "Bu garip!" deyince düşünceli düşünceli onun gözlerinin geçtiği şeylere baktım. İlayda baştan aşağı kırmızıydı ben siyahtım, Ateş bordoydu, Açelya yeşil, Barış açık mavi, Gizem beyazlar içindeyken, Amara sarıydı. Babam açık kahverengiyken annem Helena mavinin en koyusuydu. Özge ise, griydi. İlayda, "Cidden neden bu kılıklardayız?" dedi. Babam, "Ruhlarımız rengi bunlar. Belli değil mi? Hepimiz ruhuz kıyafete ihtiyacımız yok. Bu yolculuk acı verici olacaktı. Bir ruhun en acı verici anı kendini olabildiği gibi gördüğü andır." dedi. Amara devam etti; "İlayda kırmızı tutkunun rengi her şeyde tutkulusun öyle değil mi?" dedi. İlayda gülümsedi ve bana bakarak, "Siyah asiliğin ve asaletin rengi bahse girerim ki asiliğin daha ağır basıyordur." dedi. Gülümsedim ve Ateş'e bakarak, "Bordo siyah ile kırmızının karışımı asi bir tutkunsun bahse girerim kendine tutkunsundur." dedim. Ateş, "Hah çok komik. Tamam belki biraz. Yine de kendimden sonra Açelya gelir." diyerek Açelya ile göz göze geldi. Amara, "Açelya yeşil doğanın enerjinin rengi. Gizem beyaz saflığın ve doğallığın, Barış mavi umudun rengi. Helena daha koyu demek ki kararlı biri. Bilgin'in güvenilir kahverengisi ve Özge..." diyince duraksayarak, "Diplomatik biri olmalısın." dedi. Özge sahte bir sırıtış atarak, "Politik demeyi tercih ederim." dedi.

Amara'ya baktım ve "Peki sen Amara neden sarısın?" dedim. Amara, "Ben cehennemin çocuğuyum şeytan tüyü var. Sarı zenginliğin rengi. Ne diyebilirim ki?" dedi. Vay be ruhu renklerin yansıtması cidden ilginçti. İlayda, "Peki tamam karakterlerimiz de ortaya çıktı sırada ne var. Delilik yollarından sonra bunlar bundan sonra..." sorusunu tamamlayamadan gök yarıldı ve içinden bir şey düştü. Çevreme baktım. Herkes buradaydı. Ateş, Açelya, Barış, Gizem, Helena, Bilgin, Özge, Amara ve İlayda. Eksik biri yoktu. Merakım benden önce davrandı ve yere düşen şeye doğru yol boyunca koştum. İlayda benden önce konuşarak, "Baş Muhafız senin cehennemde yanman gerekti ne işin var burada?" dedi. Baş muhafızın rengi de yoktu şekli de sadece muhafızken giydiği pelerinli cüppe. Bu garipti. Amara'ya bakarak, "Kişiliği bile olmayan biri nasıl bu kadar ilerleyebilir ki?" dedim. Baş Muhafız, "Zihni hala benimkine bağlıydı, ben onun baş muhafızıyım. Sizi buraya kadar takip ettim ve sizden önce dirilip hepinizi gömeceğim ki sonsuza kadar ölü kalabilesiniz." dedi. Yakasına yapışarak, "Seni iki yüzlü hain, muhafızların yüz karasısın. Acınası bir yaratıktan başka bir şey değilsin." dedim. İlayda zorla beni ondam ayırdı ve "Savaş, dur bunun için burada değiliz." dedi.

Baş muhafızın düştüğü yer bir mağaranın önüydü ve yol burada bitiyordu. Bu tek bir anlama gelebilirdi. Herkes ne olduğunu fark edince muhafızdan önce koşmaya başladı. Ben de hızla muhafızın ardından mağaraya dalınca Amara'nın sesi arkadan yankılandı, "Ruhunuz duygularınızın bütünü unutmayın. En güçlü duygunuza tutunun. Bu mağara ruhlar için bir geçitte olabilir, bir mezarlıkta."

İşte bu varlığımı, duygularımı, benliğimi sorgulamama yetti. Tutunabileceğim en güçlü şeye tutundum. İlayda'nın benim için hissettiği tüm o hislere... Ve beni çekmesine izin verdim.

Ruhum savrulurken, benliğim aydınlandı. Tüm gerçekler, yalanlar, oyunlar ve yarım kalmışlıklar... Hepsi oradaydı, bana aitti. Yapmam gereken belliydi. Bilmeliydim, seçmeliydim. Kendimi tam anlamıyla olduğum gibi kabul etmeliydim. Ben zaman yolcusu, zamanın çocuğu, Helena ve Bilgin'in oğluydum. Evreni yok ettim, gezegenleri dağıttım, lanetli ruhlarla ortaklık yaptım. Aşkın arkasına sığınıp kinimi aktive ettim ve güç hırsımla her şeyi yerle bir ettim. Oysa her zaman başka bir yol olurdu. Bunu İlayda ve babamdan öğrenmiştim. Ben en büyük korkumu gerçek kıldım ve kendimle verdiğim bu savaşta kendime yenildim. Herkes için bir tehlike olmamın nedeni kendimdim. Onu bile başkalarının üzerine atmaya yeltendim. Kim ne yaparsa yapsın ne derse desin olacak olan oluyordu. Kader her daim orada duruyor ve sinsi bir tebessümle beni izliyordu. Biliyordum. Bu sefer düştüğümü, yenildiğimi, tüm doğru bildiğim şeylerin yanlışlığını, yanlış şeylerin doğru olabilme ihtimalini değerlendirdim. Bu sefer kinle kibirle değil kabulleniş ve benimseyişle gidiyorum. İlayda için kendim için ailem için var olmak istiyorum. Benim yolum bu. Artık bunu iliklerime kadar hissediyorum.

Kabullenişin verdiği özgürlük beni hafifletirken gitmem gereken yere hızla götürüverdi ve gözlerime sarı bir ışık akın etti.

DÖNGÜ 3 / ZAMANIN MUHAFIZLARI (Tamamlandı)Where stories live. Discover now