8-ZAMANIN MUHAFIZLARI

30 18 9
                                    

Baltalar hareket ettikçe saat parçalanıyor, parçalanan saat her yana savruluyordu. Güneş parlamaya devam ederken gezegenler birer birer duruyor, duran her gezegen yörüngesinin bir noktasında esir kalıyordu. Diğer bir deyişle zaman bir türlü geçmiyordu.

Saat parçalara ayrılınca tik tak sesi durur gibi olmuştu ama bu sadece bir yanılsamaydı. Açelya, "Sesi hala duyuyorum." deyince Özge kulağını kutuya dayadı ve "Ses buradan geliyor." dedi. Kutuyu tekrar açıp, kolyeyi eline aldı ve birbiri içine geçen iki yuvarlağın arasındaki akrep ve yelkovana baktı. Arkasını çevirince de aynı şekli gördü. Nereden bakarsa baksın aynı görünüyordu. Özge, "Belki biraz çevirmeliyim böylece..." derken İlayda, "Hayır, yapma!" diye bağırdı ama artık çok geçti. Saat dönmüştü, akrep ve yelkovan hızla on ikiye gelmişti ve etrafta nereden geldiği bilinmeyen çanlar çalıyordu. Savaş öfkeyle, "Ne yaptın sen?" dedi. Özge dudak büzerek, "Hiçbir şey..." dedi. Herkes yargılayan gözlerle Özge'ye bakarken Özge, "Sadece aklımdan geçirdim ama çevirmedim. Kendi kendine döndü yemin ederim." dedi. İlayda, "Belki de telepatiktir." deyince bir anda her şey durdu. Çan sesleri geçmişti. Yine o rahatsız edici sessizlik kalmıştı geriye.

Bazen gözlerimiz bir noktada dalıp gider, bazen ruhumuz orada değil gibi hissederiz, bazen ensemizde bir nefes hissederiz. Geceleri tik tak sesleriyle deliririz, gündüzleri ise o tik takları takip etmekten kendimizi alamayız. Tüm gücümüzü zaman kullanabilmek için harcarız aslında zaman bizi kullanır anlayamayız.

Evrenin yasaları, zamanın kuralları vardır. Hepsi büyük bir itina ile saklanır ve korunur. Kuralları çiğneyenler sürgüne vurulur. Yasalara uymayanlar hiçliğe hapsolur. Bunları yapmak tek bir canlı türünün görevidir. Onlara Zamanın Muhafızları denir.

Ellerinde uzun kılıçları, üstlerinde geceden bile siyah pelerinleri, yüzlerini göstermeyen kapşona benzer şeyleri ile üç yaratık salonun tam ortasında duruyordu.

Elleri dikenli, taşlı ve siyah olan yaratıklardan sağdaki beş metre uzunluğundaki kılıcını kaldırdı ve hızla salladı. Özge'nin bedeni ikiye bölünürken elindeki kolye yere düştü ve kız tuzla buz oldu. Atomlarına kadar ayrılıp bir anda kayboldu.

İlayda, "Hayır!" diye bağırınca ortadaki yaratük taş ve dikenlerle kaplı elini kaldırıp baş parmağıyla İlayda'yı işaret edince İlayda olduğu yerde kaldı. Açelya öne atılarak, "Ona sakın dokunma." deyince soldaki yaratık kılıcını Açelya için salladı ve kız ortadan ikiye ayrılarak atomlarına kadar dağıldı ve hiçliğe karıştı. Ateş, "Hayııır!" diye bağırıp yaratığın üzerine atlamak için hamle yaptı ama tek bir kılıç darbesiyle kendini yok olurken buldu.

Kalanlar korkudan kımıldayamıyor, ağızlarını dahi açamıyordu. Savaş, "Siz kimsiniz?" diye sorunca ortadaki muhafız bir adım öne çıktı ve derin, tok, iç gıcırdatan sesiyle, "Zamanın Muhafızlarıyız" dedi. İlayda ve Savaş gözgöze gelince muhafız konuşmaya devam etti, "Zamanı manipüle edip, onunla oynadınız, evrenin yasalarını çiğnediniz ve olası kıyamete meydan okudunuz. İlahi güce karşı geldiniz ve sürgününüze karar verildi." dedi. Savaş şaşkınlıkla, "Yanılıyorsunuz." deyince muhafız, "Zaman yanılmaz, evren her şeyi hatırlar. Hiçbir insanoğlunun zamanda ve mekanda yolculuk etme hakkı yoktur. Lanetleneceksiniz." dedi. Savaş yutkunarak, "Svarlaslılar için bir kural var mı?" diye sordu. Muhafız bir adım daha öne çıkarak Savaş'ın birkaç santim ötesinde durdu ve "Var." dedi. Savaş gözlerini kırpmadan, "Adı her dilde Savaş anlamına gelen Svarlaslı bir savaşçı için bir kuralınız var mı?" dedi.

Aradan geçen birkaç saniye bir ömür gibi gelmişti. Muhafız iki adım geriledi ve diğerleriyle birlikte, "Saygı." dedi. Savaş, "Bu da ne demek?" diye sorunca muhafız, "Sen zamanın kayıp çocuğusun." dedi ve diğer muhafızlarla birlikte ortadan kayboldu.

İlayda'nın kaskatı kesilen vücudu çözülünce yere düştü ve gözlerini kapatarak nefes almaya çalıştı. Savaş onun yanında diz çökerek, İlayda'nın yüzünü ellerinin arasına aldı ve alnını öptü. İlayda, Savaş'a sarılarak hıçkırıklara boğuldu. Barış ve Gizem ayakta birbirine tutunmuş dururken, yer sallanmaya başladı.

Deprem şiddetiyle gelirken, taş üzerinde taş bırakmıyordu. İlayda zorlukla kolyeyi kutuya koyup ayağı kalkmıştı ve Savaş'a tutunarak dışarı çıkmıştı. Gizem ve Barış'ta koşarak dışarı çıkarken sadece birkaç dakika içinde ev yerle bir olmuştu.

Herkesin kafası o kadar karışıktı ki ne yapacaklarını bilemediklerinden bir ağacın altına oturup yıkılmış eve bakakalmışlardı. İlayda, "Muhafız, sen zamanın kayıp çocuğusun derken ne demek istedi acaba?" diye sordu. Gizem, "Sanki Savaş'a saygı duyuyorlardı, sadece onunla konuştular." dedi. Barış ise "Sanki ondan korkmuş gibiydi nasıl geri çekildi görmediniz mi?" diye ekledi. Savaş, derin bir nefes alarak sadece "Bilmiyorum." diyebildi.

Aradan yarım saat geçmişti ki Havalı yolun ortasında durdu ve Helena arabadan indi. Diğerlerinin yanına koşarak, "Siz iyi misiniz?" diye sordu. Kimseden ses çıkmıyordu. Hepsi yaşayan ölü gibiydi. Helena tedirgin bir şekilde, "Diğerleri nerede?" diye sordu. Hala bir ses çıkmayınca Helena dizlerinim üzerine çöktü ve titrek bir sesle "Ateş nerede?" diye sordu. İlayda'nın gözünden bir damla yaş akmıştı. Ne söyleyebilirdi ki?

Helena gözyaşları içinde öylece dururken Savaş, Helena'nın ellerini tuttu ve gözlerinin içine baktı. Helena'nın lapis lazuli rengi gözleri yaşlarla dolmuş, uzun siyah saçları dağılmış elleri ıslanmıştı. Savaş gece kadar derin gözleriyle annesine baktı ve sadece "Üzgünüm." diyebildi. Babası kim bilir neredeydi, kardeşi ise gözünün önünde yok olmuştu. Annesinden başka ailesi kalmamıştı. İlayda, "Bu haksızlık." dedi. Herkes ona bakınca sesli bir şekilde düşündüğünü fark etti. Helena, "Neler oldu?" diye sorunca Barış her şeyi anlattı. Diğerlerinin konuşmaya bile hali kalmamıştı.

Helena, neye uğradığını şaşırmıştı. Biraz durup bekledikten sonra Savaş'a dönerek, "Hatırlıyorum, Svarlas'ta bir efsane dolaşırdı. Çocukken insanların kulaklarına fısıldanırdı. Efsaneye göre Svarlas'ın bir varisi vardır. Gezegenin yöneticileri bir araya gelerek onu zamanın muhafızlarına satmıştır. Doğru an gelene kadar büyümesine izin verilmiştir. Doğru zaman geldiğinde zamanın muhafızları ona görev verecek ve yerine getirmesini isteyecektir. Bu öyle bir istektir ki yer inleyecek, gök yarılacak, zaman birbirine karışacak, kıyamet gibi bir an olacak, çocuk isyan edecek daha sonra muhafızlardan kaçmayı başaracaktır. İçinde öyle büyük bir güçle kaçacaktır ki tüm kainat onu zamanın kayıp çocuğu diye adlandırıp adını söylemeye cesaret edemeyecektir. Gezegenleri istila edip, evreni yerle bir edecektir. Öfkesi uğruna doğduğu gezegeni yakacak, Zamanın Muhafızlarını tarihten silecektir. Onu bilenler öfkesinin lanetine tek bir isim verecektir." dedi. İlayda, "Ne ismi?" diye sorunca cevabı veren Savaş oldu: "Aşk."

Gizem, "Yani efsanedeki kişi sen misin? Bu mümkün değil sen öyle biri olamazsın." dedi. Savaş kafasındaki sorularla boğuşurken Gizem'in sesi bir uğultu gibi gelmişti. Savaş'tan ses çıkmayınca Barış, "Svarlas yöneticileri gezegenin varisini neden satmış? Hem de o iğrenç yaratıklara." deyince Helena, "Tabii ki iktidar meselesi. Eğer varis büyürse Svarlas'ın kralı olur ve tüm gezegeni kendisi yönetir. Böylece diğer yöneticilere ihtiyaç kalmaz ve yerinden olur." dedi. Gizem, "İyi de Savaş senin ve Bilgin'in çocuğu. Nasıl Svarlas'ın varisi olabilir ki?" diye sordu. Savaş gözlerini boşluğa dikmiş otururken "Yüce Marna Svarlas'ın en üstün yöneticisidir ve çok yaşlıdır. Geleceği önceden gördüğünü söyleyenler var. İsim töreninde bana adımı verdikten sonra, beni yanına çağırmıştı ve zamanın gizeminden bahsetmişti. Daha sonra kimsenin göremeyeceği gizli mührü koluma uyguladı ve beni mühürledi." dedi. Helena, "Aman tanrım, gerçekten de seni mühürledi mi?" doye sorunca İlayda, "Bu ne demek oluyor?" diye sordu. Helena, "O mühür sadece tek bir kişiye tek bir kez uygulanır. Yüce Marna sırlarla dolu biriydi. Kaç yaşında olduğunu bilen yoktu. Ölümsüzlüğü aşıp, sonsuzluğa ulaştığını ve her şeyin sonundan tekrar başına döndüğünü söyleyenler vardı. Asla ölmediği için asırlarca yaşayıp gidermiş ta ki son gelene kadar sonra tekrar başa dönene kadar ama zamanın kayıp çocuğu, zamanı delip arasından geçince o da mutlak yok oluşa ulaşıp huzura erebilirmiş. Bu yüzden varisi sadece o seçebilirmiş. Yani her şeyi bilinçli yaparmış çünkü neler olacağını hep bilirmiş." dedi.

İlayda Savaş'a bakarak onun elini tuttu ve "Öyle biri olmak zorunda değilsin öyle değil mi?" dedi. Savaş gece karası gözlerini İlayda'ya dikti ve "Eğer sana dokunmaya çalışırlarsa daha fazlasını bile yaparım." dedi. İlayda ilk kez Savaş'tan korkmuştu çünkü ciddi olduğunu çok iyi biliyordu.

DÖNGÜ 3 / ZAMANIN MUHAFIZLARI (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin