9//Yosun Çorbası

1.1K 187 187
                                    

İyi akşamlar👋🏻👋🏻

Kısa, geçiş bölümü gibi bir şey ama hoş ve biraz önemli ipuçları içeriyor🙃

İyi okumalar dilerim~~~

...

    Junghyun zaman algısını kaybettiği, günü ya da saati bilmediği bir vakitte gözlerini aniden açtı. Nerede olduğuna dair hiçbir fikri yokken önce etrafına bakındı ve korkutucu bir geçmişle birlikte alışıldık olan kapkaranlık yeri gördü. Zifiri karanlıktı. Görebiliyordu ama gözünün alabildiği yerde katran karası bir siyahlıktan başka bir şey yoktu. Öncesinde, bedeninden koparıldığı o vakitte bu tarz bir yerdeydi. 

Nefesleri hızlandı genç çocuğun. Geriye doğru bir adım attı panikle ancak hiçbir şey değişmedi etrafında. Kalbi göğsünde fırlayacakmış gibi hissediyordu. Uğuldayan kulaklarında yalnızca kendi kalbinin sesi yankılanıyordu. Yutkunurken ani bir dürtüyle başını eğdi ve bedenine baktı. Ellerini önüne getirip inceledi. 

Üzerinde yatmadan önce giydiğini şimdi hatırladığı beyaz pijamalar vardı. Geçen günler sonrasında alıştığı Jeongguk'un bedeni hâlâ ondaydı ve bu bir umut geri döneceği fikrine kapılmış olan zihnini hayal kırıklığına uğratmıştı. Omuzlarını düşürürken başını kaldırdı ve etrafında bir tur döndü. "Kimse var mı!" Sesi dalgalar halinde ondan uzaklaştı. Herhangi bir karşılık alamamıştı. 

Böylece elini kaldırıp yanağına sert denilebilecek bir kuvvetle vurdu Junghyun. Eğer bu son zamanlarda içinde bulunduğu stresli durum yüzünden gördüğü komik bir rüyaysa şimdi uyanmak istiyordu. Burada olmak ona garip hissettiriyordu. Sevmemişti. Zaten hiçliğin ortasında yapabileceği hiçbir şey yoktu. 

Kendisine attığı tokat rüyada olan biri için bile fazla canını acıttığında inledi genç çocuk. Öne doğru eğildi ve yanağını ovalarken, "Acıdı." diye fısıldadı. Uyanmasına yardımcı olmasa da canını yakan bu tokat bir nebze de olsa nefeslerini ve kalp atışlarını düzenlemişti. Şimdi biraz daha sakindi. Mantıklı düşünebiliyordu. Yeniden doğrulup derin bir nefes aldı ve gözlerini sakince kapatıp açtı. Ardından herhangi bir hedef noktası yokken bu boşlukta rastgele yürümeye başladı. 

Gözleri yürüdüğü süre boyunca hep etrafında geziniyor, ilk seferde olduğu gibi beyaz bir ışık huzmesi arıyordu. Eğer uyanamadığı bu kabus ilk gün gördüğüyle aynıysa buradan kurtulmanın tek yolu ışığı takip etmekti. Tek sorun, ışığın olmamasıydı. Ne kadar yürürse yürüsün ilgisini çeken yeni bir şey görmekten uzaktı. Açıkçası, yürüse bile ilerliyor muydu onu da bilmiyordu. Daireler çiziyor bile olabilirdi. 

Yanaklarını şişirip ofladı. Ellerini yüzüne kaldırdı ve ağzına siper edip, "Kimse var mı!" diye seslendi yeniden. Bir kez daha sesi yankılanarak hiçlikte dağıldı ancak bir cevap gelmedi. Böylece gözlerini devirmiş, "Neden bunlar hep benim başıma geliyor?" diye söylene söylene yürümeye devam etmişti. 

İlerlemeye devam ederken yatmadan önce oyun oynarken dinlediği şarkılardan birini mırıldanmaya başladı. Ellerini arkasında birleştirmiş, Jeongguk'un şaşırtıcı bir şekilde kulağına güzel gelen sesiyle şarkıyı söylemeye başlamıştı. Gerçekten geleceği parlak bir çocuktu. Junghyun şarkıcı olmaya karar verse bile onun boşta kalmayacağından emindi. Kendisinin aksine, seçebileceği çok fazla kariyer yolu vardı. Eve döndüğünde, ki döneceğine inanıyordu, kendi yeteneksizlik abidesi bedenine alışmak biraz zor olacaktı. 

Zaman kavramının olmadığı o boşlukta ne kadar yürüdüğünü bilmiyordu Junghyun o sesi duyduğunda. Belki on dakikaydı, belki yarım saatti belki de iki saati çoktan geçmişti. Ve en sonunda, hiçliğin içindeki kendi sesinden başka bir ses kulağına çalınmıştı. Ve bu ses, tanıdıktı. Ellerini bir anlık panikle kulağına kaldırıp kulaklarını kapatmaya çalışacağı kadar tanıdıktı ve pek hoş şeyler hatırlatmamıştı kendisine. 

dreaming life Where stories live. Discover now