5

2.2K 89 149
                                    

Kitaba geçmeden önce şunu belirtmek istedim; minsung ile ilgili bir fic yazıyorum. Konusu biraz polisiye bir konu. Başarılı bir avukat ve zorlu bir müvekkili ele aldığım konuda adalet ve ihanetin çelişkileri gibi durumları ön planda tutmaya çalıştım. Uzun zamandır kitap yazmadığım için çok fazla okuyucu kaybettim... Eğer ilginizi çekerse göz atabilirsiniz, kitap adı; Rosetta Stone. Profilimden kitaba ulaşabilirsiniz. Şimdiden teşekkürler...
.
.
.

Arkama baktığımda o an görebildiğim tek şey; uzun, mor saçlara sahip, orta boylu, zayıf ve aynı zamanda bir ölüyü andıran kadının suratıydı.

Kan kaybediyordum ve bunun farkındaydım. Sanzu da farkındaydı. İşitme duyum bulanıklaşmışken Sanzu'nun bağırışlarını zar zor duyuyordum. Kadına, "Peşimi bırak." tarzında bir şeyler söylüyordu. Fakat kadın pek oralı değildi. Yalnızca bir psikopat gibi sırıtarak bakıyordu.

Sanzu, beni olduğum yerden kaldırırken arabaya doğru hızla ilerlemiştik. Kurşunun çok fazla derinde olmadığını biliyordum. Eğer fazlasıyla derin olsaydı kan kaybından dolayı çoktan bayılırdım ne de olsa.

Arabaya binmiştik. O, arabayı son gaz, en yakın hastaneye sürerken ben ise şoför koltuğunun yanında oturmuş, kafamı cama yaslayarak bir yandan da açık yaraya elimle baskı uyguluyordum.

"Çok yakınlarda bir hastane var, sakın varana kadar bırakma kolunu." demişti endişeyle. Ben ise 'peki' anlamında mırıldanmıştım.

Çok kısa bir süre içerisinde hastanedeydik. Hâlâ sesler boğuk ve bulanık geliyordu. Aynı zamanda artık üşümeye de başlamıştım. Doktorlar başımıza üşüşüp bir sedye getirirken hastane girişinde beklemiştik.

Hızla alındığım ameliyat yaklaşık iki buçuk - üç saat sürmüştü. Gözlerimi açtığımda serum şişesi tepemde durarak karşılamıştı beni. Kafamı sağa çevirdiğimde Sanzu'nun dik bakışlarına maruz kalmıştım. Bekleyeceğini hiç düşünmemiştim açıkçası...

Benim gözlerimi açtığımı fark ettiği an doktora seslenmiş, ardından da hemen, "İyi misin?" Diye sormuştu. "Evet, sanırım." diye karşılık vermiştim. Sesim gayet normal çıkıyordu ve nedense rahat bir uyku çekmiş gibi enerjik hissediyordum.

"İlk defa mı oldu böyle?" Kaşlarını kaldırmış, endişeli ve biraz da korkmuş gibi bakıyordu suratıma. "Yok, Kyoto'da her gün kurşun yiyorum böyle pat pat." Dalga geçmiştim.

"Ne...?" Endişeli ifadesi yerini tamamen bir korkak görünüme bırakmıştı. Gülmemi tutamamış, kıkırdayarak onunla dalga geçmeye devam etmiştim. "Amma aptalsın!"

"Bu sözü sana hatırlatacağım." bunu söylerken ciddileşmişti.

Doktor yanıma geldiğinde birkaç kontrol yapmış ve notlar almıştı. Geçmiş olsun dileklerini de eksik etmemişti odadan çıkarken.

...

Sonunda taburcu olmamın vakti gelebilmişti. Hastaneden ayrılırken de Sanzu yanımdaydı.

Beni otele kadar götürmüş ve otelin kapısına kadar da eşlik etmişti. Sırtımdan beni desteklerken, "Eşyalarını toplamaya başla, taşınıyorsun." demişti. Bunu demesiyle heyecan kaplamıştı içimi. Sonunda kendi evimi tutacaktım!

Odama vardığımda kendimi yumuşacık yatağa bırakmıştım. Kemanıma uzanıp bir şeyler çalmak istesem de kolumun acısından hiçbir şey yapamamıştım. Olduğum yerde örtüyü üstüme çekerek kıvrılmış ve gözlerimi yummuştum.

Sahi... O kadın neden beni vurmuştu...? Ve niçin Sanzu, peşini bırakması için bağırınıyordu? Evli falan mıydı yoksa??

Kafamı iki yana sallayıp düşüncelerden kurtularak tekrar uyku haline geçiş için gözlerimi yummuştum.

Sabahın köründe, güneş henüz doğmamışken telefonumun çalmasıyla fırlamıştım yataktan. Arayanın kim olduğuna bakmadan telefonu açıp kulağıma dayamıştım.

"Alo?" Demişti tanıdık bir ses.

"Buyrun?" Diye cevaplamıştım onu kısık sesimle.

"Yuna Hyera ile mi görüşüyorum?"

"Evet...?"

Bir kıkırdamanın ardından derin nefes alarak konuşmasına devam etmişti, "Güzel... Güzel. Tanıdın mı beni?"

"Tanıyamadım, kusura bakmayın. Kimsiniz acaba?" Bu konuşma uykumu açmıştı. Yatağımda doğrulmuş, sırtımı yatak başlığına dayayarak konuşuyordum.

"Kurokawa. Tanıdık geldi mi şimdi?"
Söylediği şeyle göz bebeklerim küçülürken korkuyla açmıştım gözlerimi. "I..Izana...?"

"Hmh..? Geri döneceğimi söylemiştim. Ee, ne zaman buluşuyoruz?"

"Psikopatsın sen. Uzak dur benden, buluşma falan yok."

"Kalbimi kırıyorsun, Yuna-chan. Ne zaman buluşuyoruz?"

"Buluşmuyoruz." Bastıra bastıra söylemiştim.

"Yuna-chan, sırf benimle buluşmadığın için küçük Haru'ya zarar verseydim çok komik olmaz mıydı? Huh, komik olmaz mıydı~?"

"Haru-? Haru'yu nereden buldun?" Haru benim tek dostumdu, sadece yazları bir araya gelebildiğim ve beni ben olduğum için seven tek kişiydi. Üvey de olsa kardeşimdi Haru. Blöf yapıyor olmasını ummuştum.

"Aah! Yuna, çok sıkıcısın. Sorularıma doğru düzgün cevap bile vermiyorsun. Soruya - soruyla - cevap - verme." Son cümlesinin her kelimesini tek tek vurgulamıştı.

Telefonu yüzüne kapatmamak için zor dayanıyordum. Blöf yapıyorsa niçin Haru'yu kullanıyordu ki? Babamı değil de neden Haru'yu? O halde, gerçekten elinde olmalıydı. Eğer blöf yapıyor olsaydı babamı kullanırdı. Ona karşı olan nefretini en iyi ben biliyordum. 

"Yarın, saat ikide. Attığım konuma gelirsin."

"Ha şöyle!"

"Ama..."

"Hm?"

"Yanında Haru'yu da getireceksin. Uzaktan izliyor olacağım, onu yanında görmezsem asla senin yanına da yanaşmam."

"Hai Haii~"

Telefonu yüzüne kapatıp bir kenara fırlatmıştım. Ondan ölesiye nefret ediyordum! Her hücresine kadar. Geçmiş umrumda bile değildi. Her şeyiyle beni suçlamasından bıkmıştım.

                      ************

Izana's perspective
30 Ağustos 2007

"İyi ki doğdun Yuna!"

Herkes yalnızca onun doğum gününü kutluyor. Güzel bir mekan, iyi süslemeler, süslü bir pasta... üzerinde beş dikili mum.

Duvarın arkasında durmuş ufak delikten onu, ailesini izliyordum. Babamın beni değil de onu seçmesi beni yıpratıyordu.

~~~~~~~~~~~~~~~~~
Yaklaşık 1 ila 2 bölüm Izana hakkında yazacağım aslında atlamanızı önermiyorum, olayları kavrayabilmeniz adına ama çok sıkıcı gelirse geçebilirsiniz de.

 Artist  ||Sanzu X Fem Reader Where stories live. Discover now