''Buğra asla beni kurtarmayacak,'' dedim. Doğruluğu canımı acıtsa da emindim. ''Benden nefret ediyor.''

Ayağa kalktı. Gözlerimle onu takip ettim. ''Dua et dedim ya,'' öksürdü. ''Dua et seni kurtarsın.''

Kaşlarımı çattım. ''Dua falan etmiyorum,'' diye tısladım. ''Beni serbest bırak. Ne olacağını sanıyorsun? Değersiz bir kız için o kadar paradan vazgeçeceğini mi?''

Sandalyelerde sessizce oturan iki genç adama kafasıyla işaret verdi. Genç, iki adam işaretleri karşısında ayağa kalkarak çıkışa yöneldiler. Oda da yalnız kaldığımızda bana döndü. Yüzünde alaycı bir ifade vardı. ''İhale yarın saat 10'da,'' Kolundaki oldukça pahalı duran saate baktı. ''Yani 7 saatin kaldı.''

Yüzüne öfkeyle baksam da sesimi çıkarmadım. Ne yapabilirdim ki? Buradan kaçmamın imkânı yoktu. Başkasının faturasının bana kesilmesine dehşet derecesinde üzülsem de beni kurtarmayacağını bile bile Buğra'nın gelmesini ümit ediyordum. Ben cevap vermeyince odadan yavaş adımlarla odadan çıktı.

Bu karanlık odada artık yalnızdım.

Gözlerimi kapatarak bütün bunların bitmesini diledim. Üzerimdeki stres yoğunluğundan kafa derim karıncalanıyordu. Koltukta ters dönerek yüzümü deri koltuğun ön kısmına dayadım. Uyuyunca hiçbir şey geçmeyecekti. Ama yapacak başka hiçbir şeyim yoktu. Gözlerimi kapattım. Uyuyamayacağımı biliyordum. Yine de kapattım.

Kafamda türlü türlü kurtarılma senaryosu çizdim. Bazı hikâyelerimde Rapunzel, bazılarında Pamuk Prensestim. Avcının bana acıdığını, saçlarımın bir anda birkaç metre uzadığını düşündüm. Gerçek olamayacağını bile bile içimdeki küçük kızla beraber gezintiye çıktım hayal dünyamda.

Duyduğum tıkırtı sesiyle gözlerimi açtım. Önce yön duygumu kaybederek şaşkınlıkla etrafıma baksam da nerede olduğumu kestirince yattığım deri koltuktan kalktım. Uzun zamandır hareket etmeyen bacaklarım uyuşmuştu. Açılmam birkaç dakikayı alsa da duyduğum ikinci tıkırtı sesiyle ürkerek kapıya yürüdüm. Kapının koluna asılarak kapıyı sertçe zorladım. Kilitliydi. Öfkeyle ışığı aradım. Buralarda bir yerde yanan sarı ışık artık yoktu. Gözlerimi kapatarak odayı kafamda canlandırdım. Koltuğa ve masaya olan mesafemi biliyordum ama arka taraftaki yüksek camlara olan mesafeyi anımsayamıyordum. Karanlık ürkmeme neden oluyordu. Koltuğa yakınlığımı bildiğimden koltuğa yürümeye karar verdim. Sert bir şeye çarpıncaya dek yürüdüm. Burada ne olduğunu anımsayamadığımdan, ''burada kolon falan da yoktu neye çarptım ki,'' diye mırıldandım.

Ürkerek ellerimi kaldırdım ve çarptığım şeye dokundum. Elim bir kıl birikintisiyle karşılaşınca ürkerek geri çekildim. Karşımda nefes alan, canlı bir şey vardı. Karşımda duran şey kıkırdayınca koşarak kapıya ulaştım ve tiz bir çığlık attım.

''Ahsen,'' dedi bir ses. ''Sakın bağırma.''

Duyduğum tanıdık ses karşısında ürksem de dediğini yaparak elim kapıda sessizce bekledim. Birkaç adım sesinden sonra Buğra cebinden telefonunu çıkardı ve fenerini açtı. Feneri yüzüme tuttuğunda yüzüne gözlerimi kısarak baktım. Feneri kendine çevirdi. Karanlığın içinde yalnızca onun güzel yüzü görünüyordu. Siyah gözleri hala hatırladığım sert ifadeyi koruyordu.

''Sen,'' titrek bir nefes aldım. ''Beni kurtarmaya mı geldin?''

Feneri hala kendine tutuyordu. Dudaklarını sarkıttı. ''Benim yüzünden ölmene izin vereceğimi düşünecek kadar saf mısın?''

''Benden nefret ettiğini sanıyordum.'' Dedim şaşkınlıkla.

Feneri yüzünden çekti. ''Sana karşı ne hissettiğimi konuşmaya gelmedim,'' dedi ve elimi tuttu. Rahatsız olarak elimi çektim. Umursamadı. ''Hadi çıkaralım seni buradan.''

YOSMADonde viven las historias. Descúbrelo ahora