04

728 107 42
                                    

Beynim düşündükleri olasılıkları hesaplarken, yüzlerindeki tepkiyi taradım. Hatice teyzenin yüzü pek bir şeyler düşünüyor gibi değildi, sanırım o şuan sadece benim yarama üzülüyordu. Ama bu tepkiyi doktorda gördüğümü söyleyemem.

Doktorun yerdeki bakışları çatık ve dikti. Bana bakmıyordu fakat baksa kem küm ederek salakça kendimi açığa verecektim. Ortada bir suç yoktu ama kasten silah yaralaması, düğünde atılan sevinç atışlarının yaralamasından oldukça farklı bir konuydu. Kasten demek ortada bir olayın olduğu demekti ve kasten adam öldürmek polise görünülmesi gereken bir konuydu. Elimi alnıma çarpmayı arzuladım. Sadece istek olarak kaldı çünkü karşımdakilerin 'napıyor bu' bakışlarıyla daha fazla ezilemezdim. Fakat hata yapmıştım. Bu yaraya "Hatayla oldu" dememekle hata yapmıştım.

"Polise gittin mi?" kalın sesi yüzüne bakmama sebep oldu. Hatice teyze yanıma gelirken biraz daha doğruldum.

"Evet." İşte şimdi yalan söylemiştim.

"O zaman şikayetçi olmuşsundur. Sorun yok." dedi rahat bir sesle. Dişlerimin arasında bir nefes verirken ne yapmam gerektiğini kestiremedim. "Tabii." demekle yetinsem doğru olacaktı. Doğruluğu tartışılan bir şekilde.

"Ben gidiyorum anne. Bir durum olursa çağırabilirisin." dedi ve kapıdan çıkarken "Sağol Mert'im." dediğinde doktorun ismini de öğrenmiş oldum. Hatice teyze yanımdan ayrılıp oğlunun peşinden gitti.

Sıkıntılı bir nefesi odaya doldururken kendimi yastığa bıraktım. Bugün bir şey yapmamıştım ama içten içe gizlenen bir korku vardı. Aklımda veya içimde bir yerlerde.

"İsmin nedir?" Kaşlarım havalandığında kirpiklerimin altından bana yaklaşan kıza baktım. Onun varlığını unutmuştum. Şaşkın yüz ifademi hemen toparladım.

"Hafsa. Senin?" Başında Hatice teyze gibi örtüsü vardı.

"Zehra." Belki aynı yaştaydık, belki benden küçük veya minyon göstererek benden büyüktü. Her halükarda genç biriydi. Gülümsedim.

"Merak ediyorum." dedi. "Bu yaralanma nasıl oldu." Boğazımdan bir yutkunma geçtiğinde gözlerimi duvara kaçırdım. Yalan söylemek hoşuma giden bir şey değildi. Aksine yalan denilen şeyden tiksinirdim. Ama böyle bir duruma düştüğümü görene kadar. Şuan beni kurtardığı bir neticeydi. Beynimin algıladığı en uç noktada, sonuçta bir yalan makinesine bağlı olmadığımı kendime hatılatarak bir şey bulmaya çalışmalıydım. Ama ani bir beyin sarsıntısıyla, neden açıklamalıydım ki?

"Aslında tam olarak hatırlamıyorum. Silahın bana doğrultulmasından başka." dedim kısık sesimle.

"Anladım. O zaman çok geçmiş olsun." Gözlerimi yavaşça kırptığımda cevap yerine geçmişti. Göz hizamdan çıktığında gideceğini anladım. Kıyafetlerini ve fiziğine bakarken, ah tabi sapık değildim ama halimi düşününce beynimin düşünecek başka bir şeyi yoktu. Odanın kapısını açtı, çıkacakken duraksadı. Omzunun üstünden bana döndüğünde bir şey söyleyecek gibiydi, gözlerine baktım kaşlarım havalanmıştı.

"Yarın kahvaltıyı beraber yapıyoruz o halde." dediğinde en acilinden samimi bir kafa sallama ile cevapladım. Ağzımı açacak halim vardı ama üşeniyordum sanırım. Benim kendi ortamımda yüzüme bu kadar gülen ve samimiyet kavramını içime kadar hissettiren insanların sayısı bile çok azken, onların ilk defa gördükleri birine böyle davranmaları acayipti doğrusu.

Pekâlâ artık uyumalıydım. Yoksa zihnimde tepinen süvarilerin okları beynime batacak ve ben çokta akıllı olmayan beynime doktor bulmakta bu kadar şanslı olamayacaktım. Gözlerim mantığıma inat kapansa da uyku denen o şey zihnime yerleşmiyordu. Gözümün önünde beliren bir sürü senaryo ve bir sürü görüntü, bu geceyi acı bir film gecesi ilan etti. Ve bir sürü düşünce zihnime dolarken, bunu kaldıramayan beynim uykuyu evine davet etmiş, oda seve seve kabul etmişti davetini.

MUHÂFIZWhere stories live. Discover now