03

868 109 49
                                    

Dudaklarım düşüncelerimle çelişiyordu. Hoş muydu yoksa saçma mı? Kıvrılmak ve öylece kalmak arasında tereddütlüydü. Yavaşça dişlerimin arasına yuvarlarken gözlerimi kaçırdım. Bana bakmayan gözlerinden gözlerimi kaçırdım. Doğruyu söylemek gerekirse utanmaktan değildi. Ben, aşk gibi güzel bi' duyguyu tadabilecek bir insan değildim. Bana yakışmazdı öyle güzel bir şey. Kaçmalıydım. Ona yakışır mıydı bilmiyorum, bu gözlerin aşkla baktığını hayal etmek benim için epey zor bir durum olurdu. Onun gözleri birine böyle bakardı belki, fakat bana olmayacağı kuvvetle muhtemel.

Hemen kaptırmak saçma olurdu ama arkadaşımdan duyduğum kadarıyla kalbe engel olamıyormuşsun ve daha ne olduğunu anlamadan olayın ortasında hızlı bir nabızla kalakalıyormuşsun. İronik olansa sevgili arkadaşım karşısına çıkan bütün erkeklere aşık olduğunu savunuyordu. Aşk konularında ders alınacak en son kişi bile olamazdı. Aşk, aşık olduğunu bilmemek olabilir miydi? Ama o, aşık olduğunu diline destan ediyordu, hemde her defasında. Komikti.

Zaten kalsın. Bu mevzular benlik değil.

Kasayı duvar dibine yerleştirip üstüne çıktım. Hala çok yetişebilir sayılmazdım ama en azından duvar artık belimin üstüne kadar geliyordu. Fermuarı açık montumun içindeki tişörtümü hafifçe kaldırıp yaramı kontrol ettim. Bandın açılan ucunu tenime yapıştırdım. Sızlamasının geçmesini beklemek için ne kadar sabredebilirdim bilmiyorum. Fakat dayanabilirdim.

İki elimi de duvarın üstüne koydum. Epey kalın bir tuğladan yapılmış olduğu belli olan duvarın karşı tarafına atlamak beni sakat bırakabilirdi. İçimde bir yerlerde böyle maceralara gerek yok diyen bir ses olsa da, peşimde canavarların olduğunu unutmamalıydım. Hala asansörü hatırladıkça tüylerim ürperiyordu.

Duvarın üstüne koyduğum ellerime bir güçle asılıp bedenimi kaldırdım. Aynı zamanda ayağımın ucunu duvara yaslayıp tırmanmaya çalışıyordum. Bütün bedenimi zorladığım için fena bir acı kendini belli etmeye çalıştı. Ve başarılıydı. Dişlerimi acıyla sıktım. Bütün vücudumu taşıyan kollarıma daha fazla yük olmadan sol bacağımı duvarın üstüne attım. Evet, şuan bir ata binmiş gibiydim. Saçlarım duvarın iki tarafına dökülüyordu. Başımı kaldırıp Ali'nin varlığına bir baktım. Göz göze geldiğimizde dudaklarım kıvrıldı. Onun dudaklarıysa ne kadar mimiksiz olabilirse o kadar düzdü. Arada gülmeyi bilmiyor mu diye geçiriyordum içimden. Yine de dudaklarımı bozmadım. Garip bir şekilde içime güven yüklüyordu.

Bundan sonra yollarımız ayrılıyordu. Elbette onu daha fazla görmek isterdim. Fakat o bir polisti. Ve demin içimden geçirdiğim o cümle geldi aklıma. O gerçekten polis miydi?

Diğer bacağımı da atlayacağım tarafa attım, ve omzumun üzerinden ona baktım.

"İsmini tam olarak hatırlayamıyorum ama A ile başladığından eminim." dedim yüzünü son bir kez daha incelerken. Aklıma resmini çizmek ve unutmamak istiyordum. Çatılı kaşları düzeldi. Etrafta dolaşan ela gözleri yüzümü buldu. Gözlerinin hedefi olmak garip hissettirdi.

"Ali." dediğinde histerik bir gülüş bıraktım. Sigara içenler geri hastaneye giriyordu. Gülüşüm sonlandığında dudaklarım dişlerimi kapattı. Ve konuşmak için açtım, "..İsminin Ali olmadığını ikimizde biliyoruz bence." dedim sadece. Gözlerinden bir an şaşkınlık geçse de çabuk toparladı.

"Söylesene A, sen gerçekten bir polis misin? Yoksa polis kılığına bürünmüş bir mafya falan mı?" Son kelimem ile beklemediğim bir şey gerçekleşti. Güldü. Evet, dudakları gerildi. Böyle sahte bir gülümsemenin bendeki etkisini sorguladım. Ne kadar sahte de olsa yapmacık durmuyordu gülüşü. İtici olması gerekmiyor muydu? Böyle güzel bir gülüşe sahip olup bunu kendine yasaklamak haksızlıktı. Hayran gibi değil de, şaşkın bir kız çocuğu gibi bakıyordum. Bir anda dudakları eski halini aldığında onu bu kadar incelememem gerektiğini farkettim.

MUHÂFIZWhere stories live. Discover now