26.Bölüm💫

93 14 24
                                    

Karanlığın benliğimi ele geçirip beni minicik bedeni rüzgarda savrulurken fırtınada kaybolan bir kelebek gibi perişan bir hâle getirmesini istiyordum. Uyuyunca geçeceğini düşünmem aptallıktan başka bir şey değildi. Acım geçecek kadar önemsiz değildi ki. Ben, kaybolmuştum. Annem ölünce Hector'a tutunmuştum ben. Bana ne yapmıştı? Beni aldatmıştı. Kraliçenin uyurken yüzündeki o mutlu ifade gözümün önüne gelince kapalı olan gözkapaklarımı sıkıca kapattım. Gözyaşları yanaklarımdan durmadan süzülüyordu. Yüzüme güneş ışığı vurunca duvara döndüm. Carmen gelip yanıma oturdu.
"Lütfen, Carmen. Hiç halim yok. Yalnız kalmak istiyorum." Dedim ruhsuz bir sesle. Saçlarımı okşamaya başladı.
"Abla, dün eve geldiğimizden beri yemek yemiyorsun. Hatta Mısır'da en son iki gün önce yemiştin. Hasta olacaksın."
Ona dönüp gözlerimi açtım. Gözlerini kocaman açtı. Perişan bir halde olmalıydım. Gece uyandıkça sürekli ağlamıştım. Carmen'in gözleri doldu.
"Sence hasta olmak umurumda mı sanıyorsun? Aç değilim. Uyumak istiyorum. Beni yalnız bırak."
Carmen nefesini huzursuzca dışarı verdi.
"Benim için abla. Hasta olursan ve beni bırakıp gidersen ne yapacağım? Benim hatrım için birazcık ye. Lütfen."
Dediklerini düşünüp zorla da olsa biraz yemeyi kabul ettim.

Mutfak camına vuran yağmur damlalarını seyrederken aklım anılarda dolanıyordu. Geçen sene bu zamanları düşündüm. Ayın kaçıydı bugün? On biriydi. Aylardan hazirandı. On iki Haziran. Yarın Hector ile nişanlanmamızın birinci yıldönümüydü. İlk yıldönümümüzde bana güzel bir hediye alacağını anlatıp dururdu. Bana layık bir hediye.
"Abla, gözyaşın kaldı mı hâlâ? O kadar çok ağladın ki bittiklerini düşünmeye başlamıştım." Dedi Carmen önüme tabağımı iterken. O diyene kadar ağladığımın farkında değildim. Elime çatalımı alarak sebzeli omletimi didiklemeye başladım.
"Bana bağlı değiller. Kendiliğinden akıyorlar."
Gerçekten de öyleydi. Çoğu zaman ağladığımın farkında değildim. Omletten küçük bir lokma kopartıp ağzıma attım. Gayet lezzetli olmuştu. Çiğnedim, çiğnedim. Ağzımda büyüyordu. Meyve suyumdan içtim hızlıca ve sonunda yuttum. Yemek yemeyi unutmuş gibi hissediyordum. Biraz daha yiyince midem bulandı ve yemeyi bıraktım. Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Halimi anlayan Carmen kalkıp pencereyi açtı. Pencereye vuran yansımamla göz göze gelince ürperdim. Gözaltlarım siyaha yakın bir mordu. Saçlarım karmakarışık bir şekilde omuzlarıma dökülüyordu. Bakışlarımı yansımamdan çekip usulca yağan yağmuru izlemeye başladım. Yağmur, anılarımı hatırlatıyordu.

Büyük bir su birikintisine bastığımda kahkaha attım. Spor ayakkabım tamamen suya gömülmüştü. Saçlarımdan süzülen yağmur suları yere damlarken arkamdan gelen Hector'a döndüm. Yüzünde memnuniyetsiz bir ifade vardı. O, yağmuru hiç sevmezdi.
"Hadi ama. Eğlenceli tarafını kaçırıyorsun. Gel, buraya." Dedim yanına gidip çekiştirerek.
"Ne eğlencesi Lavinia'm? Sırılsıklam olduk. Arabaya az kaldı ama. Hemen şu köşeye park etmiştim."
Dediklerine aldırmadan bir elimi omzuna koydum. Diğer elimle de elini tuttum. Bize dans pozisyonu aldırmıştım. Hector kaşlarını yukarı kaldırdı. Gülümseyerek başımla onayladım. Evet, yağmurda dans edecektik. İlk adımlardan sonra tempomuzu iyice tutturduk. Yanımızdan geçenler durup bize bakıyorlardı ama onları görmüyorduk bile. Biz, ruhumuzda çalan şarkıyı dinliyorduk ve adımlarımızı ona uyduruyorduk. O gün yeterince dans ettiğimize karar verince arabaya bindik ve bizim eve gittik. Mevsim yazdı ama yağmur havayı serinletmişti. Hırkalarımıza sarınmış bir halde koltukta oturup film izlerken başım onun omuzunda sıcak çikolatamdan minik yudumlar alıyordum.

Anıların içinde süzülürken bir an daldığım o mutlu anlardan çıkıp kendime geldim. Carmen, mutfağı toparlamıştı ve gitmişti. Ne yapacağımı bilemiyordum. Daha doğrusu hiçbir şeye enerjim yoktu. Sadece uyumak veya bomboş oturmak istiyordum. Yerimden kalktım yavaşça. Odama gidecektim. Salonun kapısının önünden geçerken Carmen'in kitap okuduğunu gördüm. Artık beni neşelendirmeye çalışmaktan vazgeçmişti sanırım. Ben olsam ben de vazgeçerdim. Bir ölüden farksızdım neticede. Odama girip kapıyı kapattım. Doğruca yatağıma gittim. Perdem açıktı ve yağmur pencereye vuruyordu. Şimdi Hector ne yapıyordu acaba? Pişman mıydı? Beni özlüyor muydu? İçi benim gibi yanıyor muydu? O da şu lanet zamanda yolculuk hiç olmamış olsaydı keşke diyor muydu? Bilmiyordum. Uzanıp komodinin üzerinde duran telefonumu aldım. Biz zamanda yolculuk yaparken telefonum arabamda kalmıştı ve şarjı hâlâ bitmemişti. Otuz iki cevapsız arama, elli beş mesaj.. Hepsi Hector'a aitti. Mesajları açıp okumaya başladım. Hepsinde özür diliyordu. Hızlıca geçerken en alttaki mesaj dikkatimi çekti.
"Eğer beni birazcık bile sevdiysen saat beşte tanıştığımız köprüye gel. Çok önemli. Her şey buna bağlı. Ya sonsuza dek vedalaşacağız ya da sonsuza dek birlikte kalacağız."
Ne demek istemişti ki? Yine her şeyin göründüğü gibi olmadığı bahanesine sığınacaksa inanmayacaktım. Hem görmüştüm ben. Kraliçeyi ve onu. Odaya daha önce girseydim onları... Bu düşünceyi uzaklaştırmak için hemen başka bir şey düşünmeye başladım. Telefonumdaki saate baktım. Saat ikiye geliyordu. Hector'un ne diyeceğini merak etmiştim ama affetmeyeceğim için gitmeme gerek yoktu. Telefonu komodinin üzerine koyup yatağa uzandım. Hava kapalıydı ve yine uykum gelmişti. Uykunun beni ele geçirmesine izin verdim. Elimden başka bir şey gelmiyordu ne yazık ki.

LAVINIA~Zamanın KülleriWhere stories live. Discover now