7.Bölüm💫

174 16 13
                                    

Arven cep telefonuna gelen mesajı heyecanla okumaya başladı.
'Bugün yaşamak için sebebin ne?'
Gülümseyerek cevap yazmaya başladı.
'Bugün hava çok güzel. Güneşin nasıl parladığını görüyor musun? Ölmek için fazla aydınlık bir gün.'
Cevap kısa sürede geldi.
'Güneşin sarılığı saçlarını hatırlattı. Pekala, güzel kız. Bugün de ölmekten vazgeçtim.'
Arven neredeyse telefonun ekranını öpecekti. Hector kalbini bir kelebek gibi pır pır ettiriyordu. Gözlerini kapatıp onun yanında olduğunu hayal etti. Kokusunu alabiliyordu. Kahverengi gözlerinin ona bakarken nasıl parladığını görebiliyordu. Gülümsediğinde dudaklarının kıvrımına vuran güneş ışığının sıcaklığını hissedebiliyordu. Arven, Hector'u çok seviyordu. Her şeyden çok.

Uyandığımda gözlerimi açmak istemedim. Bu, burada Hector'u ikinci kez rüyamda görüşümdü. Her gece onu görebilmek için uyuyordum ama sadece iki kez görebilmiştim. Şimdi ne yapıyordu acaba? Beni arıyor muydu? Evimize gitmiş miydi? Polise mi gitmişti yoksa? Hiçbir şeyi bilmemek canımı sıkıyordu. Bilinmezliğin karanlık denizinde yüzmekten yorulmuştum. Gözlerimi açıp tavana baktım. Aklımdan buradan bir bıçak alıp ağacın altına gitmek ve günümüze dönüp profesörleri öldürmek geçiyordu. Böylelikle her şey son bulurdu. Onlardan tamamen kurtulurduk. İçimi çektim. Ne kadar öfkeli olsam da bunu asla yapamazdım. İçimdeki merhamet buna engel olurdu. Ben düşünceler içindeyken Carmen uyanıp bana baktı.
"Ne zaman maaş alacağız?"
"Yarın. Buradaki son günlerimiz. Nora ve babasını yakınlaştırmayı başardım. Onun için aklımda başka bir şey de var. Kendisini yalnız hissetmeyeceği bir şey."
Carmen gözlerime baktı.
"Abla profesörlerden kurtulmalıyız. Bu evde iyi insanlara rastlamış olabiliriz ama diğer iki yerde başımıza neler geleceğini bilemeyiz. Bu arada diğer iki yer neresi?"
"Antik Yunan ve Eski Mısır. İkisini de çok iyi biliyorum. Carmen, lütfen profesörleri öldürmekten bahsetme. Bunu yapamayız. Hapse gireriz ve emin ol orası burası gibi geçici de değil. Kötü insanlarla dolu. Üstelik ölene dek hapiste kalma ihtimalimiz de var."
"Biliyorum." Dedi düşünceli bir şekilde. Yataktan kalkıp tek elbisemi giydim. Sarı saçlarımı topuz yaptım. Carmen de giyinince odadan çıkıp aşağıya indik. Nora masada tek başına oturmuş sütünü içiyordu. Bizi görünce gülümsedi. Yanına oturduk.
"Ben de bugün geç kaldığınızı düşünüyordum. Babam erken çıktı. İşleri varmış. Geçende gideceğimiz tiyatro iptal olmuştu ya bu geceye alınmış. Akşamüzeri hazır olun, oraya gideceğiz dedi. Akşam yemeğini de dışarda yiyecekmişiz."
Bu habere sevinmiştim. En azından bu devirde bir tiyatro izlemiş olacaktık. Birlikte yemek yiyip sohbet ettik. Yemekten sonra Nora bana bakarak konuşmaya başladı.
"Hep aynı elbiseyi giyiyorsun. Anneminkilerden bir tane giyebilirsin." Carmen'e baktı. "Sen de."
"Geçen sefer baban çok kızmıştı. Güzel geceyi berbat etmeyelim." Dedim atağa geçerek. Nora gülümsedi.
"Giymenizi babam söyledi."

Akşamüzerine dek ne giyeceğimize karar vermeye çalıştık. En sonunda Carmen lila bir elbisede karar kıldı. Ben de kırmızı bir tanesini tercih ettim. Nora da pembe giyecekti. Üçümüz yan yana aynanın karşısına geçtik. Çok güzel görünüyorduk açıkçası.
"Prensesler gibi olduk." Dedi Nora hayranlıkla. Hakkı vardı.
"Senden çok iyi bir prenses olurdu." Dedi Carmen Nora'ya bakıp. Nora aynadaki yansımasına bakıp gülümsedi.
"Senden de çok güzel bir prenses olurdu Carmen abla."
İlk defa ona adıyla seslenmişti. Carmen'in gülümsediğini görünce ben de gülümsedim. Saçlarımızı güzelce toplayıp Isabelle'den kalan takıları taktık. Gitmeye hazırdık. Bay Bruce gelince hemen aşağıya indik. Bizi görünce ıslık çaldı. Hepimiz güldük.
"Hanımlar bence yanımıza bir iki erkek daha çağırmalıyız. Hepinizi koruyamayabilirim. Bütün Londra'nın başını döndüreceksiniz." Dedi şakacı bir tavırla. Bu dediğine epey güldük. Birlikte bizim için hazırlanan faytona bindik. Daha önce hiç binmemiştim. Carmen de öyle. Hoşuma gitmişti. Her ne kadar ağır gidiyor olsak da havadardı. Uzun bir yolculuktan sonra fayton durdu. Bay Bruce hepimizin inmesine yardım etti. Bakışlarımı önümüzde yükselen koyu gri renkli binaya kaldırdım. Londra Şehir Tiyatrosu yazıyordu. Bu kadar eski halini görmek bir arkeologun başına gelebilecek harika bir şeydi. Yan yana yürüyerek içeri girdik. Bay Bruce bize salonun en iyi locasını kiralamıştı. Yukardaydık. Sahne çok güzel görünüyordu. Yerlerimize oturduk.
"Fantastik bir film iyi olurdu ama dramla idare edeceğiz artık." Dedi Carmen kulağıma fısıldayarak. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım.
"Sinema devrine yetişemedik ne yazık ki." Dedim abartılı bir üzüntüyle. Carmen kıkırdadı.
"Siz ikinize neye gülüyorsunuz?" Dedi Nora oturduğu yerden bize bakarak. Hemen bakışlarımı etrafta gezdirdim. Öndeki kadının çok tuhaf bir şapkası vardı.
"Şu kadına bak, şapkasını bir karga zannetmiş Carmen. Ona gülüyorduk."
Nora gösterdiğim kadına bakıp sessizce güldü.

Ardından hemen tiyatronun ilk perdesi başladı. Oyuncular gayet iyi oynuyordu. Hikayenin içine dalıp saraylarda gezindiğimi hayal ettim. Prens bana doğru geliyordu. Prens, tabi ki Hectordu. Evliydik ve bana düğün hediyesi veriyordu. Ucunda yıldız olan güzel bir kolye. Biri dürtünce az kalsın düşüyordum.
"Nereye daldın abla?" Dedi Carmen gülerek. Omuzlarımı silktim.
"Hiç. Dalmışım öyle."
Dikkatimi tekrar oyuna verdim. Güzel bir aşk sahnesi oynanıyordu. Aklım yine Hectordaydı. Onu öyle çok özlemiştim ki. İçimi hasretle çektim. Bakışlarım bir anlığına Bay Bruce'a kaydı. Nora başını onun omzuna yaslamıştı. Babasının sol kolu onu sarıyordu. Bay Bruce boşta kalan eliyle gözyaşlarını aceleyle sildi. Ölen karısını düşünüyor olmalıydı. Onun için daha zordu. Benim Hector'u görme şansım vardı ama o Isabelle'yi asla göremeyecekti. Çaresizliğin en hüzünlü hali buydu. Beni görmemesi için hemen bakışlarımı sahneye çevirdim. Bir süre sonra tiyatro bitti. Dışarıya çıkanları takip edip biz de dışarı çıktık. Bizi bekleyen faytona bindik. Karnım çok acıkmıştı. Kısa bir yolculuktan sonra eski tarzda bir restoranta girdik. Her şey eskiydi ama çok güzeldi. Böyle bir yerde yemek yiyor olmak benim için güzel bir tecrübeydi. Bütün bunları arkeoloji son sınıftaki ödevlerimde kullanabilirdim. Profesörler ödevlerimi çok beğenecekti.
"Ne yemek istiyorsunuz bayanlar?" Diyen Bay Bruce'a bakıp gülümsedim.
"Tavuk olabilir." Dediğimde Carmen de başıyla onayladı. Nora da tavuk yemek istiyordu. Yemekler gelene dek restorantı inceledim. Duvarlarda altın işlemeli freskler vardı. Kraliçe Victorya'nın bir portresi karşıdaki duvarı süslüyordu. Zenginlerin gelebileceği bir dükkandı. Bu demek oluyordu ki Bay Bruce bize dolgun bir maaş verecekti. Belki kolyenin yerine yakut bir kolye alabilirdik.
"Yarın maaşlarınızı vereceğim. Kişi başı beş yüz sterlin diye düşündüm." Dedi Bay Bruce yemeğimizi yerken. Aklımdan hemen bir hesap yaptım. Toplamda bin sterlin oluyordu ve yakut kolye sekiz yüz sterlindi. Yakut kolyeyi alabilecektik. Carmen'e bakıp imalı bir şekilde gülümsedim. O da aynı şekilde gülümsedi.

Yemeğimiz bitince eve döndük. Nora'yı odasına götürdüğümüzde yatağına uzandı ve bize baktı.
"Ben büyüyünce de görüşürüz değil mi?" Dedi bir bana bir Carmen'e bakarak. Boğazıma bir yumru oturmuştu sanki. Biz yakında sonsuza dek gideceğiz diyemezdim. Carmen cevap veremeyeceğimi anlayınca konuşmaya başladı.
"Elbette. Sen şimdi uyu. Geç oldu."
Nora gülümseyerek gözlerini kapattı ve biz de odamıza gittik. Kendimi yatağa bıraktım. Carmen de yanıma oturup bana döndü. Üzgün hissediyordum.
"Keşke Nora bizim zamanımızda yaşasaydı. Birlikte vakit geçirip onu eğlendirirdik. Biz gidince yalnız kalacak. Bizi unutmuş olacak. Buna çok üzülüyorum." Dedim üzgün bir şekilde. Carmen içini çekti.
"Ona geride bir şey bırakabiliriz. Biz gitsek de bizi hatırlatacak bir şey. Ne olabilir?"
Bir süre düşündüm.
"Bir mektup olabilir ama kimliklerimizi belli edemeyiz. En sevdiği kitabın arasına koyarız. Annesinin arkadaşları olduğumuzu söyleriz."
Carmen bana bakıp gülümsedi.
"İyi ki senin gibi bir ablam var." Dediğinde ona sarıldım.
"İyi ki benim kardeşimsin." Dedim ben de. Geceliklerimizi giyip yatağa uzandık. Aklımda Hector vardı. İlk kez onu düşünmek acı veriyordu. Kalbimi heyecana boğan sureti şimdi gözlerimi yakan gözyaşlarına dönüşüyordu. Şimdi ne yapıyordu acaba? Bunu hep düşünüyordum. Şimdi ne yaptığını. Beni arıyor muydu? Evimize gitmiş miydi? Belki de kaçırıldığımızı düşünüyordu. Belki de öldüğümüzü. Eğer böyle olacağını bilseydim ona mesaj atardım. Keşke profesörlerin yanına beraber gitseydik diye geçirdim içimden. Bir sorun olduğunu hemen anlardı. Beni kurtarırdı belki de. Sağıma dönüp gözlerimi kapattım. Canım uyumak istemiyordu. Canım evimde uyumak istiyordu. Hector'un yanında. Yine de uyumak bir yandan iyiydi. Rüyamda onu görme ihtimali vardı ve ben bu ihtimale tutunuyordum. Gözlerim kapalıyken iyice uyku bastırdı ve uykuya daldım.

Rüyamda istediğim gibi Hector'u gördüm. Birlikte sahilde yürüyorduk. Carmen ile olan rüyam gibi hissettiriyordu. Onunla konuşurken beni gerçek hayatta duyabilecekmiş gibi. Denemeliydim.
"Hector ben zamanda sıkıştım. Profesörler beni zorladı. Kardeşini öldürürüz dediler. Bizi kurtarmalısın." Dedim ona bakarak. Kaşlarını çattı.
"Sen ciddi misin?" Dedi. Başımı salladım.
"Adresi tam olarak hatırlamıyorum. Bizim evden uzaktı. Carmen eve bıraktığım nottan bulup yanıma geldi. Bir şeyler yap ve bizi kurtar. Lütfen."
Bana sarıldığında bunun rüya olduğunu biliyordum ve bu canımı acıtıyordu.
"Merak etme. Yanına geleceğim. Bir yolunu bulacağım Lavinia'm. Seni çok özledim." Dedi sevgi bir sesle. Kokusunu içime çektim.
"Ben de seni çok özledim. Gelmeni bekliyor olacağım."
Etraf karardı ve rüyamın biteceğini anladım. Rüyalarım cennetim, hayatım cehennemimdi artık.

LAVINIA~Zamanın KülleriTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang