2. Bölüm: 'Umursamaz'

En başından başla
                                    

Ona düz düz baktım. "Konu ablamın zihniyetiyse evi bok götürüyor o zaman?"

"Burada bir şeyi bok götürüyorsa o da senin iğrenç, acınası hayatındır, Mayıs. Beş dakika içinde evden çıkmış ol!" Küstah annem ona cevap vermeme izin vermeden odamı terk ettiğinde gözlerimi ağır çekimle devirmekle yetindim.

Benden gerçekten nefret ediyordu fakat bu önemli değildi çünkü bende ondan gerçekten nefret ediyordum. Lanet olası kadın. Benim mükemmel yüzümü, harikulade fiziğimi, zehir zekamı ve sayamadığım birçok şeyimi kıskanıyordu!

"Buruşuk suratlı, yılan kadın." dedim ayağı kalkarak. "Her şeyimi kıskanıyorsun! Her şeyimi..."

Halıdaki kıyafetlerime tekme ata ata kendime bir yol açtım. Evet biraz dağınık bir insandım. Biraz değil bayağı dağınık bir insandım. Bir çöplükten farkı olmayan odamı uzmanlar inceleseler eminim ki yeni virüs çeşitleri keşfederlerdi. Ki bu da benim işime gelirdi. Keşfettikleri virüsler öldürücü olduğu taktirde ailedeki herkese bulaştırana kadar evden çıkmazdım.

Aile sevgimi(!) tartışmayalım isterseniz?

Kıyafet dolabıma ulaştığımda içinden rastgele birkaç parça temiz kıyafet aldım ve üzerime geçirdim. Dün iç çamaşırlarıyla uyuduğum için ekstradan kıyafet çıkarmamış, üşengeçlikte bir level daha atlamıştım. Bu kutlanılacak bir şeydi!

Galiba...

Üzerime geçirdiğim siyah tayta ve siyah V yaka kazağa bir bakış attıktan sonra dalgalı uzun saçlarımın dağınıklığını düzeltmeden telefonumu ve deri ceketimi yanıma aldım ardından odamdan çıktım. Salondan sesler geliyordu. Annem ya teyzemlerle dün yaşanan kız isteme faciasının dedikodusunu yapıyordu ya da direkt olarak benim dedikodumu yapıyordu. İki şekilde de durum bana bağlanıyordu yani. İlgimi çeken bir şey yoktu.

Dış kapının önünde duran bağcıklı botlarımı giyip binadan hızlıca çıktım. Hava o kadar soğuk değildi fakat hatrı sayılır bir soğuğu vardı. Bu da demek oluyordu ki hasta olmamak için kapalı bir alanda takılmalıydım. Hemde akşam sekize kadar...

Sitenin önünde takılan Abuzer abiye kafa selamı verdikten sonra üzerime geçirdiğim deri ceketin ceplerini kurcaladım. Bulduğum tek şey on liraydı. Bu da beni değil bir mekanda akşam sekize kadar geçindirmek, on dakika bile sokakta geçindirmezdi. Maddi bakımdan sıkıntılı bir durumdaydım. Her ne kadar babam parayla oynayan bir oto galerici olsa da bana beş kuruş para vermiyordu -ki versede o pis parasını almazdım zaten-

O yüzden on altı yaşımdan beri paramı kendim kazanmaya çalışıyordum. Bunu da genelde sosyal medya aracılığıyla yapardım. Aşk, flört ve ilişki başlığı altında gelen bütün sorulara cevap verdiğim bir sosyal medya platformu vardı. Oradaki insanlar benim hesabıma soru bırakıyorlar, yanıt verdiğim anda da beş, on lira hesabıma yolluyorlardı. Aslında eğlenceli bir şeydi bu. Hem eğlendiğim hem az da olsa para kazandığım bir yerdi fakat bazen işin dozajı gerçekten yükseliyor, yükselen dozaj boka sarıyordu.

Sorulara olabildiğince pozitif(!) ve saçma cevaplar vermeye çalışıyordum ama bazen bazı insanların ilişki soruları beni gerçekten çok üzüyordu. Aşka inanan ya da aşk başlığı altında takılan yoğun duyguları sikleyen bir insan değildim. Lakin içimde aşk denilen şeye inanmasamda gramlık bir saygım vardı ve o da bu yaptığım iş yüzünden uçup gidiyordu.

Birazdan söyleyeceğim şeyi anlayacaksınız bence.

Evime çok yakın olan stüdyo binasına girdiğim gibi beni karşılayan ilk kişi Dora olmuştu. Dora bu işin içine girdiğimden beri yani yaklaşık dört beş yıldır bana yardımcı olan iyi(?) kalpli bir adamdı. Kendisi ukala, sinsi, boşboğaz aynı zamanda içten pazarlıklı bir adam olsa da özünde zararsızdı. Hatta o kadar zararsızdı ki bazen ona arkadaşım diyordum; kolay kolay kimseye arkadaşım demezdim. Barlarda tanıştığım anlık arkadaşlar hariç...

MaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin