29.BÖLÜM

605 75 103
                                    

Yorumlarda buluşalım!

Keyifli okumalar :)

Birkaç saniye olsa da Çetin Bayraktar'ın suskunlukla yüzüme bakması zihnimdeki milyonlarca düşüncenin fitilini ateşledi. Ne olursa olsun inkar etmesini bekliyordum. Ne kadar kötü biri olsa da bir cana kıymadığını ve bu canın da Poyraz'ın babası yerine koyduğu adam olmadığını söylemesini istiyordum. 

Dik bakışlarını sanki mümkünmüş gibi daha da sertleştirdi ve birkaç adım yaklaşıp işaret parmağıyla uyarır gibi birkaç kez omuzuma vurdu.

''Sen!'' dedi duraksayarak. ''Çok tehlikeli sularda yüzüyorsun.'' Yüz ifademi aynı umursamazlıkta sabitleyebilmek için oldukça zorlansam da başarılı olmuşa benziyordum çünkü Çetin Bayraktar aynı içeri girdiği gibi bir hışımla odadan çıkmıştı. 

Kapının hızlı çarpışıyla birlikte büyük bir ses kopmuştu. Artık ayaklarım bedenimi taşımakta zorlandığı için kendimi yorgun bir savaşçı gibi koltuğa attım.

Sanki birkaç dakika içinde yaşadıklarım, bedenimde ve zihnimde büyük bir enkaz bırakmıştı. Hem hiçbir şey düşünemiyor hem de bir çok düşünce ile savaşıyordum.

Aslında Çetin Bayraktar son raddede beklediğim kadar büyük bir tepki vermemişti. Ve bu durum şuan benim galip olduğum yönünde bir algı yaratsa da suskunluğunun büyük bir fırtınanın habercisi olduğunun farkındaydım.

Ayağa kalkıp köşedeki kabanımı ve çantamı aldım. Şirketten bir an önce çıkmalıydım. Bugün onunla bir kez daha karşılaşmaya dermanın kalmamıştı.

Titreyen ve yorgun bedenimle sadece bir ruhtan ibaretmişim gibi dışarı çıktım. Arabama binmek istemiyordum. Saatlerce nereye gideceğimi düşünmeden yürümek ve kaybolmak istiyordum. Kaybolmak ve sonsuza dek yolumu bulmamak...

Hiç istemeden büyük bir sırrın pençesine düşmüştüm. Dedemin öldürdüğü o adamın Poyraz'ın amcası olması yanı sıra senelerce varlığını bile bilmediğim halde bizi koruyup kollamaya çalışmış olması acımı iki katına çıkarıyordu. Her şeyden önce sırf bunun için bile günlerce ağlamak istiyordum.

İki aile arasındaki savaşın sebebinin bu olmadığı aşikardı. Çünkü eğer tek sorun bu olsa annem Yıldırımları suçlamaz aksine onlara karşı büyük bir mahcubiyet hissederdi. 

Düşüncelerimi bir bıçak gibi kesen telefonumun zil sesiyle cebimdeki telefonu çıkarıp arayana baktım. Sanki tüm olanları hissetmiş gibi Poyraz arıyordu. Telefonumu tekrar cebime koydum. Eğer aramasını cevaplandırırsam sesini duyduğum an ağlardım.

Kabanımın önünü sıkıca kapayıp ellerimi ceplerime koydum. Etrafıma dikkatle baktığımda şirketin az ilerisindeki parka geldiğimi bile yeni fark ediyordum. İki tarafı uzun ağaçlarla kaplı yolda yürürken derin bir iç çektim. Sanki içimde büyük bir ateş yanmaya başlamıştı. Beni yavaşça kavuruyor ve her bir hücreme yayılıyordu.

Sağ tarafımda kahkahalar eşliğinde sohbet eden çifte baktım. Ne kadar da mutlu görünüyorlardı. Tıpkı Poyrazla ben gibi. Acaba onların da bizim gibi neredeyse distopik diyebileceğim boyutlarda sorunları var mıydı? Hiç sanmıyorum.

Bedenim çok fazla titremeye başlamıştı. Üşüyor muydum yoksa vücudum kendi diliyle bana bir tepki mi vermeye çalışıyordu emin olamadım. Kabanıma biraz daha sarılıp sakinleşmeye çalıştım. Temiz havayı bir kez daha içime çektim. 

Ağaçlardan yola savrulmuş yapraklar daha fazla içimi sıkıyor sanki bu hayatta kimsesizmişim gibi derin bir hüzne boğuyordu. 

Poyraz'a her defasında aramızda bir sır olmaması gerektiğini söylerken şimdi ona öğrendiklerimi nasıl söyleyecektim? Söylediğim anda hiç düşünmeden Çetin Bayraktar'ı öldürürdü ve bu her şeyden önce iki aile arasındaki bitmek bilmeyen nefreti körüklerdi ve biz biraz daha imkansızlaşırdık.

BEKLENMEYEN YOLLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin