1.9

277 40 15
                                    

Duyulmayan Ses

Vakit, bekleyenlerin dahi niçin geçmediğine şaşırdığı bir yavaşlıkta akıp gidiyordu. Evin alışılageldik soğuğunda dolabında ne var ne yoksa üzerine geçirmiş genç bir kadın donmuş burnunu kabanının içine gizlemiş, önündeki denemeye odaklanmaya çalışıyordu. Saymaktan korktuğu haftalar boyunca, sınavda çözdüğü kitapçığın fotokopisini almış kontrol ediyordu. Bu, aynı kitapçığın bilmem kaçıncı fotokopisiydi. Genç kadın, sırf bir soruyu doğru hatırlamak, cevabının doğruluğundan emin olmak için yatıyor kalkıyor denemeye bakıyordu. Her anlamda, altın biletti bu deneme. En öncelikli bilet, elbette üniversiteye yerleşmek ve hayatını idame ettirebilmek için kendini garantiye almaktı. İkinci öncelikli bileti, KYK yurdunda kalarak sabah ve akşam midesine yemek girmesi ve sıcak bir alanda konaklamaktı. Üçüncü öncelikli bileti ise, Emine idi. Esasında, Emine tüm bunlara baskın çıkacak denli kuvvetli bir öncelikti fakat genç kadın, tüm bu buhranı arasında yüreğini masaya koyarsa diğer her şeyi bırakıp yeni bir buhrana gireceğini düşünüyordu. Zira karşısındaki zırh gibi kuşanmış, güçlü bir karakterdi. Su, bu yürek zayıflığında onunla baş edemeyecek ve şüphesiz ki yenilecekti.

Onunla en son dershanenin önünde konuşmuşlar ve Su, en azından bir umudum var diyecek cesareti gösterebilmişti. Fakat bu cesaret kendisine pahalıya mal olmuştu. Zira umut, kendisi gibi bir kadın için tehlikeli bir şeydi. Kendi lağımının sidik kokulu duvarlarında sürünmeye alışmış bedeninin, bir an da olsa gökyüzü umuduyla başını havaya dikmesi demek, göt deliğine burnunu dayamak demekti. Yeterince bokun içinde değilmiş gibi tekrar sıçılacaktı üzerine. Ve Su, tiksinmeye fırsat bulamadan gömülecekti. Tüm bunların kendinde yarattığı kuvvetli bilinçle denemeyi kontrol etmeye kalkıştı. Hatırladığı tüm cevapların doğruluğundan emin olmaksızın bir istatistik çıkardı ve bir siteye girerek puanını hesapladı. Defalarca gördüğü puan aşağı yukarı telefonunun ekranında belirdiğinde umut denilen gökyüzüne başını dikmeye kalkıştı fakat henüz bağırsaklarındaki pisliği bırakmamış temiz bir göt deliğiyle karşılaşmaktan kaçınarak anında çıktı bu fikirden. 

Gece tüm ağırlığıyla üzerine indiğinde denemeyi kontrol etmeden hazırladığı sıcak su torbasını gözlemledi. Yatağın içerisine koyduğundan dolayı şişkin olan varlığına şöyle bir bakarak üzerindeki ağırlıklardan kurtulmaya başladı. Zihinsel buhranı arttıkça hareketlerine sinen yavaşlığın altında "Varlığımın küf kokulu ölüm çukuru boşluğundan da böyle sıyrılabilsem..." dedi dalgınca. "Üzerime geçirdiğim naylondan kumaşı bir anlık tahammülden sonra atar gibi ellerimde büküp bir kenara fırlatabilsem ve son diyeceğim bu hışırtıya ilk defa böyle göğüs gererek bir köşeye bırakabilsem..."

Dakikaların, birbirlerini hiç sevmeyen azılı tilkiler gibi kuyruklarını ısırdıkları noktada pijamalarına değin üzerindekileri attı Su. Yerde küçük bir dağ görünümü alan kıyafetlerine şöyle bir baktığında bir yanılgıyı daha sahiplenmenin kendisini ne denli zorladığını düşündü. "Şimdi hangi yanılgıyı benimsemeli sorgusu içerisinde öyle yoğruldum ki sorgulamam bir yanılgı halini alarak beni meşgul tutmaya başlamış." dedi dalgınlıkla. Gözlerinin önündeki kıyafetler çıkardığı naylondan bir elbiseye bürünmüş gibi irkildi usulca. Zira derisini değiştiren bir yılan dahi kendisine ait eski deriyi hatırlayabilmeliydi ve Su, naylonun kendi bedeni yetmezmiş gibi varlığını da reddedip rahatsız edici bir sessizlikte gevşeyen hışırtılarında boğulmayı göğüsleyemezdi. Derin bir soluk aldı ciğerlerine. Yatağın ağır yorganını açarak içine doğru girdi fakat "Sanki girmiyorum da gömülüyorum kendi bedenimin kemik kokan mezarlarında..." demeyi ihmal etmedi. Elleri, yorganı toprak gibi avuçlayarak boğazına değin çekerken istemsizce gevşedi genç kadın. Bir an güçten kuvvetten düştü. Zira hakikaten gömüldü Su ve öldü cesedinin boşluğunda. Elleri boğazını sararken ölümle kafa kafaya verip yaşam üzerine bir düelloya girmişçesine sıktı nefes borusunu. İnsanın kendi kendisini boğarak öldüremeyeceğinin bilinciyle ölüme kafa tuttu. Zira ne zaman ölmek dese, yaşam olup çıkıyordu Ölüm. Ne zaman yaşamak dese, ölüm olup dikiliyordu Yaşam. İkisi de birbirinin çelişkisi içinde yoğrulan iki kadim dostun düşmanlığında yıpranmaktaydı. Gözlerinin önü kararana kadar devam etti genç kadın. Nefesi yaşamı çağıran kuvvetsiz bir ıslık halini aldığında bacaklarını birbirine bastırdı. Tüm bedeni ölümle ne kadar inatlaşabilirse o kadar ölüme yakınlaşacakmış gibi kendi kendiyle savaştı genç kadın. Fakat telefonuna gelen bildirim sesi tüm bunlara son noktayı koydu. 

KILIK DEĞİŞTİREN MELANKOLİK (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now