0.2

330 43 18
                                    

Yağmur Yağar Taş Üstüne

Gün, göğe asılı duran gri kayıklarına vakit geçtikçe yağmur yüklüyor ve gök birbirinden ayrılınca yeryüzüne damlaları salıyordu. Sınıfın boğucu havasında tahtada yazan matematik problemlerine odaklı olan Emine'nin çatık kaşları bir anlık pencereye yöneldiyse de silgisine uzanırken dikkatini tekrar tahtaya yöneltebilmişti fakat Su için yağmur demek, oradan oraya dolaşırken içinde olduğu sancılı düşünceleri tıpkı bulutlar gibi yeryüzüne salıp ıslanarak eve dönmek, ve hatta hasta olmak demekti. Bunu yapamayacağı bir ortamda bulunduğu için içi hemen sıkıntıyla dolmuş ve çözebileceği matematik sorusunu dahi çözmekten vazgeçivermesine neden olmuştu. Derse olan tüm ilgisini yitirince gözü pencereye yöneldi; camı döven, dışarıda dokunduğu her yüzeye göre müziğin başka bir tonunu çalan damlalara bakıyordu. Öylece ne kadar kaldı bilemedi fakat bir an sonra matematik hocasının "Çıkabilirsiniz arkadaşlar." sözünü duyduğunu sandı. Gözünü pencereden çekip sınıfa şaşkın şaşkın bakarken herkesin ayaklandığını fark edip kendisi de kalktı. Demek, ders bitmişti! Nerelere dalmıştı zihni, hangi dehlizlerde oyalanmıştı da böyle uzaklaşmıştı sınıftan, hatırlayamadı. Kaşlarını çatarak gözlerini önüne dikti, ne düşündüğünü anımsamaya çalıştı fakat gözünün önünde belirip duran Emine'nin hayali bir türlü derinlere inip hazineyi bulmasına izin vermedi. Bugün ikidir olan bu meseleden dolayı hem şaşırdı, hem sinirlendi. Bu kızda kendi zihninin hem sancılı hem dingin derinliklerine erişememesine neden olan şey neydi? Onun gizemli havası mı yoksa etrafa yaydığı üstün ve soğuk umursamazlığı, umarsızlığı mıydı? Sabahki konuşmalarının üzerinden bir daha ağzını ona açmadığı gibi yüzünü de Su'ya dönmeyen bu kızın, üzerindeki tesiri neydi böyle? Bu düşüncede oyalanmasına izin veren durumdan dolayı derin bir iç sıkıntısıyla adımlarını hızlandırdı. En azından yağmurun sonunu yakalayabilecekti, bu bile kendini dinginleştirmesine yetti.

Sabah geldiği yolu gerisin geri giderken alışık olduğu bakışlar ve görüntüler içinde dalgın dalgın yürümeye başladı Su. Gri bulutlar arasında kendi kafasına usul usul damlayan yağmurun ya bittiğini ya da hemen sonra öncesinden daha şiddetle başlayacağını tahmin ederken ayaklarını neredeyse sürüyordu. Geride bıraktığı bir şey mi vardı da ayakları bu denli ağır çekiyordu yolu yoksa ev mi çekmiyordu ruhunu, kavrayamadı. Oysa evini de seviyordu, kendisine pekâlâ yettiği gibi tek başına tadını çıkardığı yalnızlık ve sessizlik senfonisinden dolayı huzur buluyordu. O hâlde geride bir şey bırakmış olmalıydı. Fakat ne? İçi sıkıntıyla doldu genç kızın. Çantası yanındaydı ve her şeyi eksiksiz aldığını da biliyordu, telefonu yanındaydı, cüzdanı, anahtarları, bileti, süs niyetine elinde tuttuğu şemsiyesi, şapkası...  Herhalde evden çıkarken tüm ışıkları kapatmış, tüm fişleri çekmiş kimselerde olduğu gibi kendinde de sadece bir kuruntu meydana gelmişti. Kurutusundan kurtulmak için olduğu yerde durup bir yere oturup çantasını kontrol etmeyi düşündü. Fakat kafasını kaldırır kaldırmaz, biraz ileride durmuş ona bakmakta olan ve elinde tuttuğu simiti usul usul yiyerek içeceğinden yudum alan Emine'yi gördü. Birden, tüm kuruntusu gitti; oturup çantasını karıştırsa dahi en fazla azaltabileceği bu bir şeyin eksikliği hissinden hemen arınıverdi. Sanki aradığı Emine'ydi de eliyle koymuş gibi bulmuştu onu. Su, bu düşünceyle bir an duralasa da, Emine'yi neden kuruntu haline getirmiş olabileceğini düşünüp afallasa da fazla üzerinde durmayıp, zaten yolunun üzerindeki bankta oturmakta ve oraya doğru ilerlese garip durmayacak olan kaldırımda kararlı adımlarla Emine'nin yanına yürüdü. Şemsiyesini sivri burunlu ayakkabısının ucuna dayayıp askerlerin silahını tuttuğu gibi hafif eğik tutarken gülümsedi.

"Merhaba." dedi selam vermek için. Şayet konuşmasaydı Emine'nin genç kadına hülyalı hülyalı bakmasına neden olan dalgınlığı hala kendini koruyor olacaktı. Tüm bu kıyafeti içinde genç kadının bu denli düşünceli, afallamış, isteksiz ve mutsuz görünüşü Emine için bir seyir keyfi halini almıştı. Uzun ve yorucu bir gösteriden çıkan neşeli bir palyaçonun herkes gittikten sonra yüzündeki boyaların akmasına neden olacağı gözyaşlarını özgürce dışarı taşırması gibiydi tıpkı, sessiz sinemadan çıkmış Charlie Chaplin kostümlü genç kız, herkesi güldürdükten sonra intiharı düşünüyor olmalıydı. Bu de Emine için ilginç bulduğu bir duygu durumu demekti, gözlemlemek ve seyretmekse hoşuna gidiyordu. Oysa şimdi tüm bu hislerden arınmış, az önce içinde olduğu zevke ket vurulmasından dolayı biraz da sinirli hâlde başıyla Su'nun selamını alıp ayaklanmak istedi.

Fakat karşısındaki mutsuz palyaço, çoktan oturmuş onunla konuşmak için çaba gösteriyordu.

"Açıkmış olmalısın. Sahi seni hiç yemek yerken görmüyorum. Dersten çıktıktan sonra parkta mı yiyorsun?"

Emine, konuşmamak için elindeki simiti büyük lokmalarla yuttu. Çiğnerken yere koyduğu çantasını alıp kucağına bıraktı. Elindeki içeceğini yine büyük yudumlarla içerken neredeyse soluksuz kalıyordu. İnsanlarla muhatap olmak, üstelik böyle samimiyetsiz diyaloglarda bulunmaya dayanamıyordu. Gireceği her türlü ilişki onda tiksinti uyandırıyordu, zaten mecburi olarak katlandığı pek çok ilişki biçimleri içinde rolden role girerken bir de arkadaşlık saçmalığı içine girecek değildi ya! Bu kabalıksa kabalıktı, yine de insanın hiç istemediği samimiyetlerde sırf incelik etmek için bulunması da ona samimiyetsiz geliyordu. Yoksa Su ile konuşmanın onun için ne gibi bir sakıncası olabilirdi. En basitinden belki başı ağrır, çenesi yorulur ve istemediği pek çok karışıklık içinde bulunabilirdi fakat diğer insanlar bunlarla baş edebiliyorsa kendisi de pekala bunlarla baş edebilir ve arkadaşlıkta bulunabilirdi. Yine de bunu canı istemiyordu, çok beklemeden de kalktı. Yanındaki bedenin hareket ettiğini görünce kendisine gelen ve bir an yanındaki Emine'yi unutup yine sancılı düşünceler içinde ağaçları seyre dalan genç kız hemen silkelendi. Birden içine bir korku düştü. Onunla konuşmuştu da duymamış mıydı, zaten pek ağzını açıp samimiyet kurmayan Emine'nin kendisine sunduğu arkadaşlığı istemeden geri mi çevirmişti; kabalık mı etmişti yoksa yanına gelip onu yok saymayı hakaret mi kanul etmişti Emine? Oysa soru sormuştum, en azından cevabı duyana kadar dalmasaydı düşünceler içine! Demek cevap vermişti ve Su bunu dalıp duymayınca kalkıp gitmişti!

Hemen ayaklandı Su. Neredeyse koşar gibi giden Emine'ye sadece seslenmekle yetindi. Fakat sesini bulamadığı için fazla yüksekten bağırmıştı. Bunu fark edemeyerek bir süre kendisine öfkeyle bakan Emine'nin yanına ilerledi. Onun bu surat ifadesinin günde hiç yoktan bir defa yüzüne yerleştiğini bildiğinden üzerine alınmadı hiç. Oysa Emine, zaten kıyafetleriyle yeterince dikkat çekici olan Su'nun bağırarak daha çok dikkat çekmesine sinirlenmişti. Şimdi insanlar ikisine bir göz atıp çekiliyordu, üzerine inen bu bakışlardan dolayı tiksinti duydu. Tam ağzını açacaktı ki Su'nun elinin hareketlendiğini gördü.

"Şurada, şey kalmış..." dediğini duydu bir tek. Daha sonra dudaklarının etrafında usulca gezinen parmaklar hissetti. Bir an donakaldı, kaşlarını dahi çatamadı. Serin bir rüzgar eserken gök gürleyerek biriken yağmur damlalarını bulutlara bırakmasını emretti. Su'nun tahmin ettiği gibi öncekinden daha şiddetli gelen yağmura karşın hareketsizce oldukları yerde dikilen bir ikisi vardı. Su, Emine'nin dudağının kenarından simit kırıntısını alırken birden ne yaptığını fark etti. Hemen toparlamak için ağzını araladı fakat daha sonunu getiremeden Emine'nin yüzündeki donukluğu fark etti.

"Ben... Affedersin, iznin olmadan... Dudağının kenarında kırıntı vardı da..."

Kalbi göğsünün ortasından gümleyerek tüm bedenini bir davulun üzerine konmuş kum tanesi gibi tir tır titretirken yutkunarak kendisine gelen Emine'ye dikti gözlerini. Derin bir soluk alarak neredeyse burnunun dibine giren genç kızla beraber yüreği daha çok gümlemeye başladı. Nefesini tutarak kulaklarını soluğuna yasladı. Emine'nin dudaklarından hızla dökülen kelimeleri yutar gibi aldı.

"Zaten yeterince dikkat çekici değilmişsin gibi daha fazla ilgi bekliyorsan insanlardan, bunu işin içine beni dahil etmeden yap."

Diyeceklerini diyip arkasını dönen genç kızın ardından hayal inkisarına uğramış ve yağmurun altında hüznüyle kalakalmış olarak baktı Su. Emine ise, bedeninde meydana gelen bu titremenin, bu kalp çarpıntısının ve bu afallamanın kendine bu denli fütursuzca dokunan kıza karşı öfkeden başka bir şey olmadığını bilerek yürüyor ve ardına bakmadan Su'ya karşı "Hadsiz!" diyordu. Ona dokunulduğu an elektrik çarpmış gibi geriye sıçrayan genç kız, bu defa bunu yapmadığını ve öylece kalıp dokunuşun büyüsünü sindirdiğini hiç hesaba katmıyordu.

KILIK DEĞİŞTİREN MELANKOLİK (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now