4/Üçüncü Saat

1.7K 132 47
                                    


İyi okumalaaar

Katın ortasında bulunan koltuklara oturmuştuk ve ortamızda yer alan masaya da tezgahın arkasından buldukları su şişelerini koymuşlardı. Sanki saçma sapan ve yüzyılda bir görülebilecek bir durumun içerisinde değilmiş de sıradan bir üniversite partisindeymiş gibi şişeyi çevirecektik ve kendimizle ilgili bilgi verecektik. Hala itiraz ediyor değildim ancak bulunduğumuz durumun feci derecede trajikomik oluşu da inkar edilemezdi.

'Bir çoğumuz birbirimizi tanımıyoruz. O yüzden basit başlayalım. Şişenin ucu,' Namjoon, uzun parmaklarını şişenin ıslak ucunda gezdirip masada yatay konuma getirdi. 'kime gelirse o kişi kendisiyle ilgili bir şey söylesin. Mümkünse sıradan şeyler olmasın.' Suho, başını sallayıp onu onaylayan ilk kişi olmuştu.

'Sıkıcı olur yoksa.' Sehun gülüp Suho'ya öpücük attığında gerçekten bulunduğumuz durumdan soyutlanmam ve mahsur kaldığımız bu yerin ve bu insanların çekilebilir taraflarına bakmam gerektiğine karar verdim. Gözlemlerime göre birçoğu sevimli ve arkadaş olmak isteyeceğim insanlardı.

Oyuna başlamanın öncesinde buradaki en küçük kişinin ben ve en büyüğümüzün Suho hyung olduğunu öğrenmiştik. Ona hyung denilmesinden nefret ediyormuş ve Sehun'u çok seviyormuş. Bulduğu her fırsatta onu çok sevdiğini dile getirmesi komik gelse de aralarındaki bağı onları tanıdığım üç saatte bile anlayabilmiştim. Tabii Yoongi en yakın iki arkadaşının sevgili olmasından fazlasıyla rahatsızdı.

Seokjin ise dışarıda olan arkadaşlarına ulaşmış ve buraya bir ekip gönderilmesini istemişti. Öğrendiğimize göre dışarıdaki durum televizyonda duyduğumuzdan çok daha beterdi. Bu nedenle bizi kurtarmak üzere buraya bir ekibin gelmesi ne kadar zaman alırdı bilemiyorduk.

Seokjin ve Namjoon çalıştıkları mimarlık ofisinde tanışmışlar ve en yakın arkadaşlar olmuşlardı. Birbirleriyle çok fazla vakit geçirdikleri tamamıyla belli oluyordu. Zaman zaman Seokjin daha Namjoon bir şey söylemeden onu anlıyor ve cevap veriyordu. Tıpkı Mingyu ve benim gibi görünüyorlardı.

Hoseok, mahsur kaldığımızdan bu yana çok nadir konuşuyor ve konuştuğu her an birilerine laf atıyordu. Günlük hayatında fazlasıyla gergin biri olduğunu düşünüyorduk. Bulunduğumuz durumun kötü olduğu hakkında durmadan yakınıyor olması hiçbirimiz için tercih edilesi olmadığından Hoseok'la fazla konuşmuyorduk.

Jimin ve Taehyung ise birbirleri dışında kimseyle ilgilenmiyorlardı. Birbirlerini öpüyor, arada elleşiyor ve bir şeyler konuşup gülüşüyorlardı. Gözlerimin sürekli onların üzerinde olmasını nasıl açıklayabilirim bilemiyordum. Taehyung'un uzun ve ensesini kapatan siyah saçları tam olarak sevdiğim gibiydi. Jimin'in ise dudaklarının arasından sıklıkla çıkardığı diline taktığı piercieng aylardır yaptırmak istediğim ancak cesaret edemediğim bir şeydi. Üstelik bana, ona yakıştığı gibi yakışır mıydı emin olamamıştım. Aynı zamanda tüm bu olayların arasında bir çift hakkında bu kadar detaylı düşünmek ve itiraf etmekte zorlansamda onları beğenmek akla yatkın sayılmazdı. Hayatımda dönüp duran problemlere bu derece alıştığım için umarım ileride sorun yaşamazdım.

Ne yönden bakılırsa bakılsın birbirlerinden bir an bile ayrılmayan bir çifte sürekli bakmak hoş değildi. Henüz bakışlarımı fark etmemiş olabilirlerdi ancak bu imalı gözlerin hedefi olmayacağım anlamına gelmezdi. Hoseok, sessizliğinin arasında sürekli beni onlara bakarken yakalıyor ve imalı bir gülüş atarak kafasını çeviriyordu. Yaptığım veya düşündüğüm herhangi bir yanlış olmamasına rağmen kendimi kötü hissetmiştim.

Pekala, onların sahip olduğu özelliklerden hoşlanmam onlardan hoşlandığım anlamına gelmezdi. Bunun açıklığa kavuşması lazımdı. İlk olarak onlar sevgiliydi ve ikinci olarak hayattan öğrendiğim ve uygulamaktan çekinmediğim; imkansıza yaklaşma mottomu sonuna kadar savunuyordum. Hadi ama birbirinden güzel iki adam, üstelik sevgili olan iki adam bana yan gözle bile bakmazdı. Çirkin değildim ancak durumun çirkin olup olmamakla bir alakası olmadığı kesindi. Ve onlar sevgiliydi.

pour nous trois//vminkookWhere stories live. Discover now