25. • Saklı Kalanlar •

4.2K 466 17
                                    

Türümüz için imkânsız diye bir kelime yoktu. Bizler özel birçok donanıma sahip yaratıklardık. Kendimize özgü güçlerimiz olduğu kadar hemen her birimizin sahip olduğu güçler de vardı ve bir ölüyle iletişim kurmak, bunlardan yalnızca biriydi. Çok fazla güç gerektiren bir iletişim yöntemi olduğu için her İmperiumun tercihi sayılmazdı. Liel gibi kadim İmperiumlar bile bu yönteme pek sıcak bakmazdı.

Bizler öldüğümüzde gömülmezdik. Bedenimiz hiçliğe karışırken ruhumuz bilinmez bir diyara göç ederdi. Şimdiye dek hiçbir ölü bulunduğu yeri tarif etmemişti. Sanki bunu konuşmaları mümkün değil gibiydi. Yani yaşayan hiçbir İmperium sonunun ne olacağını bilmiyordu.

"Ne yapacağız?" diye sordu Ashriel. "Beni gecenin bir vakti bu vahaya getirmenin sebebi tam olarak nedir?"

Ona doğru dönüp siyah kanatlarına baktım. Aralara karışmış birkaç kan kırmızısı tüy dikkatimi çekti. Elismera'nın dokunuşunu hâlâ taşıyorken onu yatağından çıkarmayı ben de istemezdim ama bu eski iletişim yöntemini kullanabilmek için güçlü birine ihtiyacım vardı.

"Biriyle konuşmam gerek," dedim ona bakarken. Gölün kıyısına yaklaştım sonra. Eğilip elimi suya daldırdım ve elementin gücünü içime çektim.

"Kimi çağıracaksın?" diye sordu Ashriel.

"Galatriel," dedim yalnızca.

Ashriel yanıma yaklaşırken ayaklarının altında ezilen kurumuş dallar ve yapraklar çıtırdadı. Elini omuzuma koyduğunda, "Pekâlâ dostum," dedi. "Gücüm senindir."

İmperiumların bedeninden gücünü çekmenin tek yolu kan paylaşımıydı ve türümüz arasında kan paylaşımı mümkün değildi. Yalnızca ruh eşleri birbirinin kanını içebilirdi. Başka biri için kanımız zehirden farksızdı. Kudretli bir kandı ama birkaç damladan fazlası, tüketen kişiyi yok edebilirdi. Yine de gücümüzü kendi isteğimiz doğrultusunda başka bir bedenle paylaşabilirdik. Bunun için güç paylaşımı yapacak kişilerin güç bakımından birbirine yakın ya da denk olması gerekirdi. Aksi takdirde bu eylem ölümle sonuçlanabilirdi.

Ashriel'in gücü bedenime dolarken ayağa kalktım. Eli hâlâ omuzumdaydı ve beni desteklemeye devam ediyordu. Göreceğim şeyler o göremeyecekti, o bir çeşit transta olacaktı. Ayakta dikilen bir golemden faksız olacaktı. Gözlerimi kapattım. Ölüler Diyarı her zaman burnumuzun dibindeydi. Ölüme çok yakınken ya da bu iletişim yöntemiyle ruhları görebilirdik ancak bulundukları evreni göremezdik. Aynı yerde bulunan, iç içe geçmiş iki ayrı diyar vardı ve yalnızca ruhlar birbirini görebilirdi bu iki boyut arasında oluşan bir çatlakta. Benim yaptığım, o çatlağı oluşturmaktı. Bunu ya ölüme yakınken yapabilirdim, ya da olabilecek en güçlü anda.

Bedenimin hafiflediğini hissettim. Bir rüzgârın tenimi okşadığını, fısıltıların çevremde dolaştığını hissettim.

"Galatriel..." dedim nefesimi bırakırken.

Çevremde oluşan ışık patlaması kapalı göz kapaklarımın ardında dans ediyordu. Gözlerime sızan ışık öylesine yoğundu ki, göz kapaklarım kapalıyken bile kör olabileceğimi düşündüm. Işık giderek azalırken gözlerimi açtım. "Anne..."

Gölün hemen üzerinde, havada durmakta olan siluet giderek netlik kazanırken bana doğru yaklaştı. Yüzü bulanık kadının belli belirsiz gülümsemesi gözüme çarpan ilk şeydi. Hemen sonra oldukça yakınıma geldi. Şimdi her şey daha netti. Sarı saçları hatırladığım gibiydi, oldukça uzun. Üzerinde beyaz bir elbise vardı. Teni solgun olsa da güzelliğine gölge düşürmemişti. Benimkine çok benzeyen gözleri ışıl ışıldı.

"Lucian..." dediğinde sesi çevremde yankılandı. "Demek beni görmeye geldin." Ellerini uzatıp yanağıma dokundu ancak hissettiğim tek şey soğukluktu. Bu his canımı acıtmıştı. Kalbimi acıtmıştı.

Routhelia'nın KalbiDove le storie prendono vita. Scoprilo ora