XVI - İMTİHANDA ÇİÇEK AÇAR

645 50 2
                                    

Seslenen sesin kulağımı dibinde olması irkiltti. Hamza, bana anlamsız gözlerle bakıyor, sonra ise telefona... Elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefon avuç içimi acıttı. Ne zaman gelmişti, ne kadar süredir bana sesleniyordu bihaberdim.

"Hamza, ne zaman geldin?" Kaşları çatıldı. Benim bembeyaz olmuş yüzüme karşın onunki kıpkırmızıydı. Hareleri daha bir koyulaşmış, gözleri kısılmıştı. Telefonu elimden aldığı an engel olmadım. Ekranda Burhan Bey'in mesajını görmesi bütün sakinliği ortadan kaldırdı; hayatının bu kadar rahat gitmesi seni alıştırmasın.

Ve altta ismi... Olmadık bir anda, olmadık mesajıyla kendini hatırlatmıştı aklınca. Son zamanlarıydı ve köşeye sıkışmıştı. Hamza, onun için deliller arıyordu, mahkeme günü bu lafları bir bir soracaktı bilirdim.

"Ne zaman geldi o mesaj?" Aslında ne zaman geldiğini biliyordu ama bir çift kelam etmemi istiyordu. Sesindeki gazap yüklü tonu ben karşısındayken sakinleştirmeye çalışıyordu ama sakin konuşması bile öfkeliydi.

"Şimdi." Onun aksine benim sesim titredi. Hamza, yüzüme baktığı an çatılmış kaşlarını düzeltti. Şu an karşısında kırılgandım. O da bana kıyamaz gibi başını eğdi ve yüzüme baktı.

"Tamam, sen aldırma o mesaja ben halledeceğim." Biraz önceki ses tonu tamamen yumuşadı. Çenemi sevip, "Şimdi telefonunu alabilir miyim?" dedi. Başımı salladım. Telefonla beraber odadan çıktığında birini aradığını gördüm. Son işittiğim isim Fatih'ti... Fatih'in iş yerinden arkadaşı olduğunu biliyordum. Büyük ihtimal o da davadan haberdardı. Hamza'nın bu işle epey uğraştığını bildiğimden ona fazla soruda soramıyordum.

Koltuğa oturdum. Şu an üzerime bir kasvet binmiş gibi hiçbir şey yapasım gelmiyordu. Düşündüm, düşündükçe daha dibe battığımı fark ettim. Burhan Bey'in amacı belliydi. İntikam almak istiyordu. Oğlunun acısını bana yaşatmak, kaybettiği mal varlığının hesabını sormak istiyordu. İşin ucu Hamza'ya da dokunduğu için kendimi fazlasıyla kötü hissediyordum.

İç çektim. Kendime gelmeyi zor da olsa başardığımda Hamza içeriye geldi. Elindeki telefonu bana uzattığı esnada ne yaptığını sorgulamak istedim ama, "Daha sonra, tamam mı?" deyişi sözleri ağzıma tıkadı. Ben de sormadım zaten. "Tamam." diyerek konuyu kapattım. Burnuma hafif bir fiske vurup, "Hadi artık gülsün o güzel yüzün," dediğinde zor da olsa gülümsedim. Başka ne yapabilirdim ki zaten?

...

Dizlerimi karnıma çekip, elimdeki kahveyi yudumladım. Hamza, yorgun olduğu için biraz uyumak istemiş ben de zihnimi biraz dinlendirmek adına balkonda boşluğa bakıp düşüncelerimi bir tartıda tartmak istedim. Birkaç gündür mutluluktan ayağım yerden kesilmiş olsa da içimde bitmek tükenmeyen o hissi atamıyordum. Ailem, annem ve yüzleştiklerim. Mezar taşının o kasvetli görünümünü unutamayacaktım. Mezara gitmeye korkuyordum. Tekrar o isimle yüzleşmem beni nasıl bir hâle bürüyecekti bilmediğimden kendimi hep bir köşeye çekmek istiyordum. Bazen resme bakıyor bazen de bakmaya korkuyordum.

Gözlerimi kapattım ve cırcır kuşlarının seslerini dinledim. Vakit akşam vaktine yaklaştığı için bu sesi böyle sessizce karşılamam huzur gibi geliyordu. Seviyordum bu sesi sanırım.

Gözlerimin dolmasına engel olamadım. İç çekişim titrek, nefesim yüreğimi yakacak kadar acı doluydu. İmtihan dedim kendi kendime, imtihan. Başımı dizlerime yasladım.

Yanımda bir hareketlenme olduğunda Hamza daha ona bakmama kalmadan beni kendine çekti. Kokusu ciğerlerimdeki acıyı yok edecek kadar güzeldi. Bana uydu, konuşmak yerine başıma uzun uzun öpücük kondurdu. Başım omzunda karşıyı izliyordum. Akşam güneşinin batışını, uçan kuşların kanat çırpışını... Onunla izlemek ayrı güzeldi.

GECENİN NEZDİNDEKİ AY Tahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon