29

1.8K 202 171
                                    

*

bölüm şarkısı:

disturbed - down with the sickness

*

Karşıdan gelen insan sürüsünün yüzlerini seçebilmek güçtü. Ağır adımlarla ilerliyorlardı ve bu onları daha ürkütücü yapıyordu. Ellerinde levye, bıçak, sopa gibi çeşitli aletler vardı. Kavga edileceğini biliyordum ama işin bu kadar ciddileşebileceğini düşünmemiştim sanırım. Gafil avlandım. Gökalp'in beni şu ana kadar bu çeteye bulaşma konusunda ne kadar uyarısı varsa hepsi kulaklarımda çınladı. Vazgeçtim. Sessize aldım hepsini. Dinlemedim.

Önceden verilen uyarılara uymak için artık çok geçti.

Aden öne çıktı. Bu hareketliliğin ardından bizimkilerde de herhangi bir silah var mı diye bakmak için açımı değiştirdim. Yoktu. Herkesin eli boştu. Emindim ki ceketlerinin cebinde ya da pantolonlarına asılı birkaç şey olmalıydı ama güç gösterisi yapmaları için silaha ihtiyaç duymuyorlardı. 

Karşımızda yaklaşık otuz kişi duruyordu. Onların sayısına yakın olan sayımız, insan niteliği itibariyle çok daha farklı gözüküyordu. İki çetenin daha hiç ses çıkarmadan birbirinden nasıl bu kadar farklı gözüküyor olabildiğini düşündüm. Karşı taraf ne kadar agresifse bizimkiler o kadar moderndi. Giyim tarzlarından surat ifadelerine kadar nasıl pis bir şeye bulaştığımızı okuyordum. Başıma bir şey gelirse, ki gelmesi muhtemeldi, planlarımın suya düşmesinden çekiniyordum. Dayak yemekten değil, hatta ölmekten bile değil, sadece bu yüzden bu kavganın en hasarsız şekilde sona ermesini istiyordum.

Gecenin karanlığı fikrini değiştirip ayla bir anlaşma yaptı. Karşıma dizilen öfkeli yüzleri bize yaklaştıkça görebilmeme olanak tanıdı. Yatay şekilde dizilmiş, kimisi önlü arkalı bu tarafa doğru aynı hızda yürüyorlardı. Biz sabit kaldık. Bir tek Aden öndeydi. Askerlerini yarı yolda bırakmayan, hatta onlardan da önce savaşa katılan bir lider gibi.

Bir köpek havlaması duyulduğunda sesin nereden geldiğini çözmeden önce Rüzgar'a baktım. Dolunay da aynısını yaptı. Rüzgar'ın yüz ifadesi değişti. Arkalara, otuz kişilik Güney Cephesi'nin görünmeyen taraflarına doğru bakındı ama yerinden kıpırdamadı. 

"Bizden olanı çalmak ne demek, iyi biliyorsunuzdur diye düşünüyorum," diye seslendi Aden ortaya. Aden'in beni buz gibi kesen sesi önce tankerlere çarptı, oradan tüm tersanede yankılandı. "... Bildiğiniz şeyleri tekrar ederek vakit kaybetmek istemiyorum. Yeterince kaybettim."

Bir havlama sesi daha. Hafif güçsüz, yabancı ama Rüzgar için şu an her şey demek olan.

"Ben de aynısını sana soracaktım," dedi sonunda konuşmasını beklediğim ses.

Güney Cephesi'nin en arkasından, elinde tuttuğu tasmayı çok daha sert şekilde düzelterek öne çıktı. Diğerleri kenara açıldıktan sonra büyük köpekle ortaya çıkan adam, bunca zaman zerre değişmemiş olduğuna an itibariyle karar verdiğim kabus adamdı. Midem bulanmaya başlamıştı.

Aden'in solunda ve sağındakilere baktı. Tüm çeteyi tek tek, saklı bir inciyi arar gibi gözleriyle didik didik etti. Bakışları Serkan'a kaydı. Sıra bana geldiğinde ve beni tanıdığında neler olacağını kestirmek güçtü. Bir planım vardı fakat o kadar fazla alternatifli sonla bitebilirdi ki, bana dair her şeyin kaderini bu an belirleyecekti.

Serkan'ı süzdükten sonra Dolunay'a geçti, önceden gördüğünü düşündüğü kişiler üstünde çok beklemiyor gibi bir hali vardı ki gözlerimiz buluştu. Dondu. Dudakları aralandı. Anında tanımıştı. Konuşmadan evvel gülümser gibi oldu. Ağzından Eylül kelimesi çıkmadan önce onu durdurmam gerekiyordu. Senaryolardan ilkini uygulamaya koyma zamanıydı.

Arkada KalanlarWhere stories live. Discover now