Bazı eski liderlerden bahsettiler. Demir diye biri varmış, Aden'den çok önce. Buzdan bir kral gibi olduğunu anladım. Kalbi yokmuş ve bu sayede ayakta kalmış, etrafındakileri korumuş. Ona zarar vermek isteyenler Demir'in değer verdiği şeyleri arayıp durmuşlar ama başaramamışlar, çünkü yokmuş. Gökalp de abisi Cenk'ten dinlemiş. Daha sonra maalesef Aden'e gelince işler bu kadar kolay olmamış. Bir kız kardeş mevzusu varmış. Kim, aramızda mı, Güney Cephesi'ne mi geçmiş hala bana söylenmedi. Yüksek ihtimalle söylenmeyecekti. Ben birbirlerine bu kadar kenetlenen hiçkimseyi birarada görmemiştim. Kimi zaman yetimhaneyi andırıyordu bana içine düştüğüm tablolar. Birbirlerini kollayanlar ve kimi zaman sırtından bıçaklayanlar... Bazense hiç benzemiyor uyandığım sabahlar. Dünyanın en rezalet geçmişlerinden geliyor olsalar da gülümseyebiliyorlar çünkü. Arkadaşları var.

Başta Aden'in yönettiği bir köle sürüsü gibi etiketlemiş olsam da asla tahmin ettiğim basitlikte bir düzenin olmadığını anlamıştım. Saygı duyuyorlardı ona. Bu yüzden takip ediyorlardı. Korkudan yaptıklarını ya da yapmadıklarını düşündüğüm ne varsa yanılmıştım. Korku faktörü çetede hemen hemen kimsede yoktu. Saygı. Aden'e, fikirlerine ve karakterine duyulan saygı, ekip içindeki ikili ilişkilerde yer alan, örneğin Hazal ve Rüzgar ya da Dolunay ve Rüzgar ikilisindeki gibi, sevgiyle harmanlanıyor; kırılmaz, yıpranmaz bir bağ yaratıyordu.

İşte bu yüzden birine edilen tehdit, herkese edilmiş demekti.

Ve ben de o "herkes"ten biriydim.

Sonunda.

"Uyuyakalırsın sanmıştım," dedi Dolunay gözlerime bakarak. İstanbul'un en sapa yerlerinden birinde altı kişiydik. Diğerlerini beklerken gittikçe çoğalıyorduk.

"Uyku zayıf olanlar içindir. Bunu hiç duymadın mı?" Ona bakmadan konuşuyordum. Karşımdaki boş araziye odaklanmıştım. Tankerlerin arasında, kulaklarım tersaneye çarpan dalga seslerindeydi.

O da odağını karşıya çevirdi. "Uyurken hücrelerde daha fazla protein üretilir. Oluşan moleküller hasarların onarılmasına yardımcı olur." Bunu derken gerginliğini gizlemeye mi çalışıyordu yoksa gereksiz bilgiler verip çokbilmişlik taslamak yeni bir huyu muydu çözmeye çalışıyordum.

"Fen lisesine gitmeliymişsin. Karanlık Lise'de harcanıyorsun."

Güldü. Güldüğünü duymuştum.

"Bil diye söylüyorum, belki arada denersin ve moleküller kalbini iyileştirir. Daha iyi bir insan olursun, belli mi olur?"

"Olmayan şeyi iyileştiremezler Dolunay."

Sessizlik oldu.

Söylediğim şeyi destekleyebilecek herhangi bir backstory yani arka plan hikayesi ona çizmediğimi ancak hatırladım. Hata yapmıştım. Anlık bir boşluğa düşüp gerçekten aklımdan geçenleri söylediğim kaçıncı andı bu Dolunay'layken?

Gözlerimi kapatarak sıktım. Verdiğim falsonun havada kalmayacağından o kadar eminim ki, söze girdi:

"Ne demek bu?"

Derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi açarken ona çizeceğim arka plan hikayesi çoktan hazırdı. "Kedim," diye konuya girdim. "... Küçükken annemle ne zaman kavga etsem beni kapının önüne koyardı. Tahta kapıya ne kadar vurursam vurayım, ne kadar ağlarsam ağlayayım saatlerce beni orada bırakır ama açmazdı. Sokağa ayakkabısız ve montsuz atılan küçük bir çocuk olurdum. Savunmasız, korkak ve aptal." Beni dinlediğinden emin olmak için gözlerimi bir anlığına tersane arazisinden ayırıp ona bakmayı düşündüm ama bu hareketimin anlattığım hikayenin dramatikliğini bozacağını düşündüğüm için yapmadan anlatnaya devam ettim. "Sonra onun pati seslerini duyardım. Annem açmazdı kapıyı, ufacık kedi de açamazdı ama en azından çabalardı. Benim dışarıda kötü bir halde olduğumu o hayvan aklıyla bile anlayıp kapıyı aşmaya çalışırdı."

Arkada KalanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin