Şimdiyse buradayız. Kim bilir yine ne kadar para harcandı benim için. Kim bilir Dolunay kaç antrenmanını öteledi burada, beni bile göremezken koridorda bekleyebilmek için. Rezalet bir insandım ben. Yaşamayı hak etmiyordum.

Ama o küçük çocuk hak ediyordu.

Bir yumruk daha. Aynı yere. Önceki kırıklar parmaklarımın arasına saplandı bu sefer. Etkisi daha büyük oldu ama daha az acıttı. Uyuşmuştum. Hemen bağıramadım. Acıyı artık hissetmiyordum ama lavabonun kan göleti olması beni korkutuyordu. Bir dakika içinde kapı açıldı. İki hemşire vardı beni tutan, sonra üçüncüsü geldi. Onlar elime bakıyordu, bense kendi bencilliğime. Aynadaki çatlakların üstüne yapışan çirkin, pis canavara. Şimdi de üç hemşirenin kıymetli vaktini çalıyordum işte!

Elimi kurtarmaya çalıştım onlardan. Kurtarmalıydım ki bir yumruk daha atmalıydım karşımda gördüğüm lanet varlığa. Ne hastaları kurtarabilecekken şu anda benimle ilgilenen üç kişi. Kayıp vaka olduğumu göremeyen diğerleri gibiydi onlar da. Hazal mesela. Hala bende ne gördüğünü bilmiyordum. Dolunay, faydamdan çok zararım dokunmuştur hastalıklarımla. Abim değil, kardeşim değildi ama öyle hissettiriyordu. Hazal'ın da, Dolunay'ın da, Aden'in de üzerime bu kadar titriyor oluşu muhtemelen Sahra etkisiydi. Yine, hak etmediğim kadar iyi bir muameleydi.

"Babamı aramayın."

Fısıltımı duyduklarından emindim. Hemşire beni yatağıma yatırırken elimi sabit tutmamı sağlıyordu.

"Aramak zorundayız Rüzgar."

Gözümden damlayan bir yaş, yaşadığım müdddetçe daha ne kadar ona zorluk çıkaracağımı hesaplamaya çalışan vicdanımdan armağandı. Öte yandan ağlanacak daha önemli konular da vardı. Bir düşünceyi benden daha çok hak eden.

"Çocuk... Öldü mü? Ne oldu?"

Doktor geldi. Önüne dizilen aletler, makaslar, sargılar vardı. Elime giren camları tek tek çıkaracaklarını söylediler.

"Öldü mü? Lütfen söyleyin, yaşıyor mu?"

Doktor kadın yine o esnada yapabileceği bir ton daha iyi işin yanında benimle ilgileniyor, üstelik bir de cevap vermeye çalışıyordu. Ah, ne iyi insanlar vardı ve ben hiçbirini hak etmiyordum.

"Hangi çocuk?" diye sordu doktor kadın erkek hemşireye. Hemşire birkaç kemik saydı, bir tarih söyledi. Doktor bana döndü. "Kendisi çok iyi. Taburcu ettik iki gün önce," dedi. Elimle ilgilenmeye döndü. Cam kırıklarını steril şekilde yerleştikleri yerden ayırmaya başladı. "Psikiyatri ile konuştuk mu?" diye sordu yanındakilere.

Sonrasını dinlemedim. Bir anda uykum gelmişti. Elimi zaten hissetmiyordum. Oradaki uyuşukluk önce koluma, ardından beynime yayılmıştı. Uyku bastırmaya devam etti, kazanmaya meyilliydi. Engel olmadım. Kendimi kötü ve işe yaramaz hissetmektense uyuyacağım 2-3 saat içinde hiçbir şey hissetmeyeceğimi bilmek güzel geldi. Uyanınca vereceğim hesaplar, babamın göz yaşı ve pişmanlık dolu bakışları, annemin benden çoktan vazgeçtiği için hastaneye bile gelmediği bilgisi yine oturacaktı göğsüme. Öylece, hastane yatağıma tırmanarak, her zamanki yerine geçecekti. Orayı seviyordu. Belki de sıcak buluyordu. Yıllardır yuvasıydı. Ne kadar derin nefes alırsam alayım asla yetmeyen temiz havayı benden önce sömürüyordu.

Yutkunduğunda bile yediği yemek kaşığını hak etmediğiyle çalkanan bir beyni susturmak ne kadar zordu, en ufak fikirleri yoktu.

Sesler önce çok yükseldi, sonra bir anda kesildi. Kabuslara kavuşmaya hazırdım. Yalnızca on dakika önce onlara veda ettiğimi düşünürsek beni çok da özlememiş olmaları lazımdı. Ya da en azından ben öyle umuyordum.

Arkada KalanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin