⁸👑 '𝑷𝒓𝒊𝒏𝒄𝒆𝒔𝒔 𝑵𝒊𝒏𝒈𝒏𝒊𝒏𝒈'

Start from the beginning
                                    

"Senin ne işin var burada? Sıradan bir öğrencimisin sen? Gel benimle."

Kolumdan tutarken ne olduğunu bile anlamamıştım. Jungkook'un yanında ki ondan daha minik tahtları gösterdi.
"Bak oraya, incilerin yeri orasıdır. Sen özelsin Lalisa. Jungkook'a daha yakın olan tahtı senin için boş bıraktım hadi git otur."

"Çok saol Seulgi." Seulgi de olmasa ne yapardım ben. Tahta oturduğumda Mina olduğunu bariz belli eden kız gözleriyle beni yiyiyordu resmen. Jungkook bana dönerek 'Hoş geldin.' demişti. Elime tütsü uzattığında alırken elini çekip yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Gülümsedim. "Törenden sonra sarayı gezeceğiz değil mi?"

"Evet gezeceksiniz. Bir an önce bitse keşke. Ha bu arada göze batmayın. Altıncı ve yedinci katlara da asla çıkmayın." kafamı sallayıp geri çekildim. Mina'ya baktığımda sinirden suratı kırmızı olmuştu. Gülümseyerek önüme döndüm. Gözümle Hyunjin'i ararken yoktu. Evet ikizinin anma törenine gelmemişti. En garip olay bu olabilirdi. Eunwoo, tahtından kalkıp kürsüye çıktı.

"Melek misaliydi suratı. Etrafa neşe saçar, sarayın ışığı olurdu. Onu bizden koparan şeytanlara lanet olsun. Prensesimi,Prensesimiz Yeji'yi kalbimizde yaşatıp asla unutmayacağız." öğrencilerde bir ağızdan 'Unutmayacağız.' demişti.

Arkasında duran tavana kadar olan perde bir anda açılmıştı. Arkasında ise Prenses Yeji'nin bir tablosu vardı. O kadar güzeldi ki. Melek gibi. Şimdi sırada Ütopya'nın kutsal suyunu içmek vardı. Hizmetçiler herkese dağıtıyordu. Dünya'da ki en tatlı en güzel su budur. Su krallığının akan nehirlerinden geliyormuş. İçen Tanrı tarafından kutsanır ve korunurmuş.

Birden Chungha'nın çığlıkları kulağıma gelmişti. Çığlık atarak ağlıyordu. Ama sanki kızı için değildi. O tarafa bakarken Jungkook elini gözümün önüne getirdi. "Bu atmosfere bakma. Üzülmeni istemem."

Tanrının şanslı kulu olmak böyle bir şey herhalde. Daha demin beni mi düşmüştü? Jungkook? Beni?

"Haklısın. Bakmamak daha iyi."

Bir çok kişi neredeyse gitmişti. Kral,Kraliçe prensesler herkes etrafa dağılmıştı. Jennie ve Rosé yanıma geldi. Tahtımdan kalkarak yanlarına gittim. "Gidelim mi artık?"

"Evet. Jimin'i göremesemde. Neyse belirten odasına rastlarız. Bu büyük sarayda o da imkansız gibi duruyor."

Rosé üzgünce etrafa baktı. Jennie gülümseyerek bana döndü.
"Bence ikinci kattan başlayalım direkt. Hem artık birinci katı halk bile biliyor."

"Jen haklı. Hadi gidelim."

Rosé, heyecanla merdivenlerden hızlıca çıkıyordu. Jennie ve bende arkasından geliyorduk. Hâlâ küçük bir çocuğu andırıyordu bana. Jennie ona göre daha akıllı ve daha kurnazdı.
Rosé saf olsada insanları çabucak manipüle edebilirdi. Bense ikisinden de beterdim. Her neyse artık.

İkinci katta pek bir şey yoktu. Uzun koridorlar odalar ve büyük salonlar.
Üçüncü kata geldiğimizde daha dar koridorlar olduğunu fark ettim. Jennie,mumu yanmayan karanlığa gömülü olan bir koridoru işaret etti.
"Buraya gidelim mi? Garip duruyor."

"Olur gidelim." Rosé dediğime karşıt bir cevap vermişti.

"Ya yasaklı yerse? Bu saray hakkında bir sürü efsane var. Şeytanlar basmıştı bir ara."

Jennie umursamazca omuz silkti.
"Emin ol şeytanlar buradakileri görünce kendilerini melek sanıp geri gitmiştir."

Ben gülerken Rosé Jennie'nin koluna vurmuştu. Yanan mumu elime alarak diğer mumlara tutuşturdum. Koridor aydınlanmaya başladığında yıllardır ayak basılmamış gibiydi. Kraliçe ile bir alakası olabilirdi o yüzden burayı kontrol etmem gerekiyor. Rosé, tozdan hapşurup duruyordu. Jennie cebindeki renkli peçeteyi ona uzattı. Rosé ağzını ve burnunu kapatarak yürümeye devam etti. Mumu etrafa tutarak burasının eskiden nasıl kullanıldığını anlamaya çalışıyordum.

Gözüme bir tablo takılmıştı. Mumu tablonun önünde ki sehpaya koyarak taploya üfledim. Etrafı çizilmişti ve fazla yıpranmıştı. Bir kadın vardı tabloda. Gördüklerime inanamazken bunun nasıl olabileceğini anlamaya çalışıyordum.
Gözlerimi avuşturup tekrar açtım.
Jennie'nin kolundan tutarak yanıma çektim.

"Jennie bu..sensin?"

"Ne?" Jennie tabloya bakarken adeta şok geçirmişti. Rosé şaşkınlıktan elinde ki peçeteyi yere düşürmüştü.
"Aman tanrım."

"Kızlar bu ben değilim. Gerçekten. Hem nasıl ben olabilirim? Hiç tablo yaptırtmadım."

"Öyleyse kim bu?" dedim şaşkınlığımı bastırmaya çalışarak.

Rosé tablonun altına bakıp altın yazıların tozunu parmaklarıyla sildi.

"Prenses Ningning?"

"Prenses Ningning?"

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.


ꪊ𝓽ꪮρ𝓲ꪖWhere stories live. Discover now