"Şimdi nereye gidiyoruz?" Diye sordu Bulut önündeki ağaç dalını çekerek.

"İnsan şehrine" dedim. "Geceyi evimde geçirip krallığa gideceğiz"

Bulut kaşlarını çatarak parmağındaki yüzüğe baktı. "Yüzükler zaten bizde. Şimdi gitsek olmaz mı?"

Hera sıkıntıyla iç çekip Bulut'un ilerlemesi için onu sırtından ittirdi. "Bu halde Savaş'lara bir yararımız dokunmaz"

"İnsan şehrine gitmek ne kadar sürer?" Diye sordu Bulut bu sefer önden ilerleyen Batu ve Berk'e seslenerek.

Batu ona bakmadan cevap verdi. "Atlarla birlikte iki saat sürerdi" dedi. "Artık üç saat"

"Ben sizi bıraktıktan sonra Driad Krallığına geri döneceğim" dedi Berk. "İnsan dünyasında at bulabilir miyim?" Diye sorduğunda başımı olumsuzca salladım.

"Geri dönmeyeceksin" dediğimde bana anlamaz bir şekilde baktılar. Derin bir nefes aldım. "Yiğit'in kullandığı geçitle krallığa geleceksin"

"Madem geçit var biz niye bu yüzükleri bulmak için günlerimizi harcadık?" Dedi Bulut.

"Çünkü geçit iki kişilik ve tek kullanımlık, velet" dediğinde Yiğit, Bulut ona sinirle baktı. Yiğit ise onun bakışlarını umursamadan gülerek ilerlemeye devam etti.

Ormanın içindeki çamurlu toprak yoldan ilerlerken, düşüncelerime dalmıştım çoktan. Beni duyup duymadığını bilmiyordum ama şeytanla konuşuyordum. İyi hissetmemi sağlıyordu.

"Dayan sevgilim, bak geliyorum az kaldı, yine birlikte olacağız..."

Aramızdaki bağda küçük bir çekiştirme hissetmeye bile razıydım. Yeter ki bana cevap versindi. Günlerdir yoktu. Bağımızın açık olduğunu biliyordum ama onu hissedemiyordum. Karanlık ve sis... Tek hissettiğim bunlardan ibaretti.

Bir saatlik yürüyüşümüzün sonunda hava kararmaya başlamıştı. Tahmin edersiniz ki, zehirde etkisini göstermeye. Midem bulanıyor ve başım dönüyordu ama yürümeye devam etmem gerekiyordu. Burada hiçbir şey yapamazdık. Bayılırsam, işte o zaman öteki dünyayı boylardım.

Bütün yol boyunca az sohbet etmiş, genellikle Bulut'un sızlanmalarını dinlemiştik. Şimdiki amacımız bu ormandan çıkmak ve bir insan görüp ona şehrin yolunu sormaktı. Tabi üzerimizdeki bu orta çağ kıyafetleriyle deli olduğumuzu sanmasa iyiydi.

"Ben açım" Bulut konuştuğunda Hera gözlerini devirdi.

"Sen hep açsın Bulut" dediğinde, Yiğit Bulut'a bulaşmak için konuşmaya başlamıştı ama onları dinleyememiştim. Başım döndüğü için yere düşmekten, Yiğit'in son anda kolumdan yakalamasıyla kurtulmuştum. 

"Neyin var?" Diye sordu kaşlarını çatarak. Hava karardığı için etrafı görmekte zorlanan arkadaşlarım konuşmamızla bize dönmüşlerdi. "Bütün yol boyunca ölü gibiydin Dolunay"

Çünkü ölüyorum.

Kolumu elinden kurtarıp üzerini işaret ettim. "Pelerinini ver" dedim kısık çıkan sesimle. Batu'nun eşyalarımızı kaybetmeden önce ona verdiği siyah pelerini hızlıca çıkartıp bana uzattı. Soru sormamıştı.

Pelerini üzerime geçirip yaramın olduğu yeri kapattım. Onlara söylersem şehire gitmemiz daha uzun sürerdi. Ormanda da yapabileceğimiz bir şey yoktu. "Devam edelim" dediğimde diğerleri ilerlesede Yiğit durdu. Yanıma gelip kolumdan tuttu ve beni kendine doğru çevirdi. Yaramı görüp kaşlarını çattı.

"Şimdiye kadar kanamasının durması gerekiyordu" dediğinde gözlerimi devirdim. O ise hızla başını kaldırıp yüzüme kızgınlıkla baktı. "Bize hançerin zehirli olduğunu neden söylemedin!"

Dolunayın AltındaWhere stories live. Discover now