Buğra hakkında az da olsa bilgi sahibi olan biri tam karşımda benimle konuşuyordu. Ona, Buğra'yı sorup bir şeyler öğrenebilirdim. Buğra hakkında bilgi sahibi olmak istiyordum. En azından neden böyle garip biri olduğunu öğrenmek istiyordum.

''Buğra'yla hiç konuştun mu?'' Cevabını veremeden İmge içeri girdi. Efe, gözlerini kısa bir an İmge'ye çevirip sonra yeniden bana döndü, tekrar ona baktığımda yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu.

''Sonra devam edebiliriz,'' dedi kinayeli bir şekilde. Kafasını İmge'ye çevirip kısa bir selam verdi, daha sonra ayağa kalkıp odanın çıkışına yöneldi. Bir süre sonra gözden kayboldu.

İmge, bir süre kapıya bakıp, daha sonra bakışlarını bana çevirdi.

''Arkadaş edinmişiz,'' dedi Efe'yle benden bahsediyordu. ''Güzel bir başlangıç.''

''Öyle,'' kaçamak bir cevap verdim. ''Biraz sohbet ettik.''

''Ne sohbeti?'' diye sordu İmge. Ona açıklama yapmamam gerektiğini biliyordum. Bana karışmazdı ve ona kızgındım. Buğra konusunda. O yüzden cevap vermek yerine sessiz kalmayı tercih ettim.

Sessizlik güzeldi fakat rahatsız edici bir hal almaya başlamıştı. Yaklaşık beş dakikadır ne İmge'den ne de benden bir ses çıkıyordu. Odada duyulan tek ses mutfaktan gelen çatal kaşık sesiydi. Bakışlarımı ellerimden kaldırarak İmge'ye çevirdim.

''Ben odama gitsem iyi olur.''

''Tamam.'' Dedi İmge ifadesiz bir şekilde.

Cevap vermeden ayağa kalktım ve kapıya doğru yürümeye başladım. Çıkışa geldiğim sırada arkamdan İmge'nin sesi geldi.

''Buğra göründüğü gibi biri değil.''

Duyduğum ses karşısında yürümeyi kestim fakat arkamı da dönmemiştim. Vereceğim cevap belliydi.

Duruşumu değiştirmeden, ''Göründüğü gibi biri olmaması, ölmüş birini kullanmasından iyidir.'' Dedim ve hızlı bir şekilde odama çıktım.

Tanrım, ikisi de birbirini kötülerken gerçek olayları kimden ya da neyden öğrenecektim? Yatağımda oturarak bunu öğrenemezdim. Evdekilere de henüz soramazdım. Samimiyetimiz tam olarak yoktu. Ama Efe'ye sorabilirdim. Ya da Buse'ye. Buse odaya gelince ilk işim ondan laf almak olacaktı. Pencereye doğru yürümeye başladım. Perdeyi çektim ve görüş alanıma karlar girdi. Tanrım kar yağmıştı. Kar, en sevdiğim havaydı. Küçükken kışları evde yalnız kalınca pencereye koşar, karı seyrederdim. Kar, bana her zaman huzur verirdi. Küçük kafamın içinden, evde yaşadığım sorunlar kısada olsa uzaklaşırdı. Küçükken hep, 'Büyüdüğüm zaman çocuklarımı hiç üzmeyeceğim. Kocamı da asla aldatmayacağım. Karşıma ne zorluk çıkarsa çıksın, o benim beyaz atlı prensim ve çocuklarım ilk aşkımdan olmalı. Eğer bu dediklerime büyüdüğümde uymazsam, dilim tutulsun.' Derdim. Bir çocuğun saf ve temiz düşünceleri, beyaz atlı prensi, şimdi ki düşüncelerime ne kadar uzaktı oysa ki. Hayat düşünceleri kirletiyor. Büyüdükçe zihnimizin içi pis düşüncelerden geçilmiyor. İlk öpücüğümü de hep farklı bir şekilde hayal etmiştim. Ama hayal ettiğimin tam tersi bir şekilde, kafam yerinde değilken Alp ile gerçekleşmişti. Alp ile neredeyse daha ileri gideceğimiz zamanlarda olmuştu. Tanrı'ya gitmediğimiz için şükrediyordum. İlk öpücüğümde hissettiğim şeyler yoktu. Zaten uçuyorken, Alp'e, cinsel anlamda bir şey hissetmem imkansızdı. Ona bir kere, merak ettiğim için, 'Kafamız yerindeyken öpüşmek istiyorum' demiştim. Bana sadece ne fark eder bakışlarını sunmuştu. Tam bir pislikti. İlişkimiz boyunca en az beş kere ayrılıp, barışmıştık. Sadece ona karaktersiz diyemem, bende onu beni aldatırken, bir erkekle beni aldatırken, yakaladığım halde sonradan mal alacak param olmadığı için barışmıştım. Uyuşturucu satın almak için yapılan şeyler beni ilk başlarda dehşete düşürüyordu. Kardeşini satanlar, evindeki eşyaları satanlar, kendini satanlar...

YOSMADove le storie prendono vita. Scoprilo ora