18. Bölüm "Yol"

130 23 51
                                    

Şarkı | peppina - mademoiselle noir

●●●●●●●

Düşünecek pek bir şey yoktu. Evin içinde sessiz sessiz oturup birbirimizin yüzüne bakmaktan kaçınmaktan başka yapacak bir şeyimiz de yoktu. Rhino'yu diğerleriyle çok nadir de olsa konuşurken görmüştüm ama benden kaçıyordu ve bunu gizliyor da değildi. Ben de onunla konuşmak için herhangi bir hamlede de bulunmamıştım zaten. O gün Edin'le buluşmam gerektiğini tamamen unuttum. Bu yüzden bugün hava karardıktan sonra Edin'le ilk karşılaştığımız sokağa gitmek için hazırlanmaya başladım.

Üstüme dolaptan bulduğum bir ceket giydim. Sırt çantasına telefonumu, bir şişe su ve yedek fener koyarken elime de bir tane fener aldım. Saçlarımı bileğimdeki lastik tokayla bağladıktan sonra kapıya doğru ilerliyordum ki Ruth bileğimden tuttu ve nereye gittiğimi sordu. Diğerleri de merakla bana bakıyorlardı.

"Dönünce açıklayacağım sanırım."

Dedikten sonra nazikçe Ruth'un elini bileğimden çektim ve kapıdan çıktım. Normalde beni engellerlerdi, özellikle de Ruth en azından tek gitmeme izin vermezdi ama herhangi bir şey söylemelerine fırsat vermeyecek kadar hızlı davranmıştım.

Sokakta ayağımdaki asker botlarının çıkarttığı sesten başka hiçbir ses yoktu, en azından şimdilik.

Dün sinyallerin yeniden çalıştığını fark etmiştik. Biraz geç de olsa. Ben ve John sinyallerin komutlarından kendi telkinlerimizle kurtulmayı başarmıştık. Gerçi bunu kendimiz mi başarmıştık yoksa sadece şans mıydı orasını bilemiyordum.

"Demek ki hala yaşanacak harika günler beni bekliyor." diye mırıldandım kendi kendime.

Ruth ve Lewis ise başaramamıştı. Lewis'i kaybetmiştik. Geri döndüğümüzde Ruth hala kendinde değildi ama nasıl uyandığını bilmiyorum sanırım onunla John ilgilenmişti. Dün akşama dair hatıralarım bölük pörçük. Bu sabah sinyaller hakkında konuşmak için ben ve Sam Min Jae'yi aradık. O zaten bizi daha önce aramıştı, muhtemelen Lewis olayından önce, ancak telefonlarımızı dışarı çıkarken sessize aldığımız için duymamıştık.

Normal saatimizden önce uyumasaydık, sanki herşey normale dönmüş gibi davranmasaydık, tedbiri elden bırakmasaydık, en azından telefonlarımız sessizde olmasaydı... Lewis belki şu an yaşıyor olabilirdi. Bunları düşünmekten kendimi alamıyordum. Ve düşündükçe de keşkelerim artıyordu. Bu yüzden kendimi engellemek zorundaydım.

Sokağın ortasında durdum ve etrafa bakındım. Hava kararmıştı ve bu sefer ay ışığı da bulutlar tarafından engelleniyordu bu yüzden el fenerini açmıştım. Işığın dairesel bir şekilde yolu aydınlatışı, önünde uçuşan toz tanecikleri ve sadece yola odaklandığım zaman etrafımı göremediğimde sanki bir iki hafta önce evimde elektrikler gittiği zamanki gibi hissediyordum.

Bir kaç gün önce hiçbir ses olmadan bu sokakta yürürken hissettiğim hislerin hiçbirini hissetmiyordum şu an. Huzurlu değildim. O gün rüzgarın mırıldandığı şarkı yoktu. Bugünki rüzgarın şarkısı çok farklıydı. Geriliyordum. Üşütüyordu, yalnız hissettiriyordu. Birini görene ya da bir ses duyana kadar öylece yürüdüm. Yakın sokaklardan adım sesleri duyunca durdum. Işığı sokağın karşısına tuttum, kimse yoktu. Edin'le daha önce buluştuğumuz yere gelmiştim. Bir süre etrafıma bakındım ancak gelen giden olmayınca sokağın ortasında durmak yerine kaldırıma oturdum. Bir süre feneri açıp kapatarak, oraya buraya tutarak vakit geçirmeye çalıştım. Bu karanlık içimi bunaltıyordu, üstüne üstlük rüzgar da dinmişti. Aniden gök gürleyip yağmur başlayacakmış gibi bir sessizlik oluşmuştu.

Ne kadar oldu bilmiyorum. Ben düşünce dünyamın kapılarını açtığım zaman içinde kaybolup etrafındaki seslere veya görüntülere duyarsız kalan bir insandım. Dalgın olduğum için tüm temkinliliğimi de kaybetmiştim. Edin yanıma gelip oturana kadar da burada olduğunu fark etmemiştim. Başını eğip yüzüme baktığında irkilerek ona baktım.

Zifiri Karanlıkta Gezinenler (Düzenleniyor)Where stories live. Discover now