dağ gibi kaç benden

Start from the beginning
                                    

Cihan gözlerini benden çekip kimin geldiğine bakmak için gittiğinde rahatladım.

"Baba? Bu saatte neden geldin?" Arkamdaki saate dönüp baktığımda saatin henüz öğlen üç olduğunu gördüm. Epey zamandır buradaydım fakat Cihan'ın babasının gelmesi için yine de yeterli değildi.

Cihan kapıyı açmak için giderken telaşla bana doğru seslendi,
"Çabuk odama geç."

"Ne?" Oturduğum yerden kalkıp ona doğru gittim.
"Ne oluyor?" Sebebini bilmesem de kalbim göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atmaya başlamıştı. Cihan böylesine telaşlandıysa, kesinlikle bir şeyler dönüyordu.

Ben hâlâ ondan cevap beklerken o, kapının önündeki ayakkabılarımı bana doğru fırlattı. İki ayakkabıyı da havada yakalarken bana doğru sertçe bakmasıyla odasına doğru koşturdum. Peşimden gelip kapıyı üzerime kapatırken, sadece benim duyabileceğim şekilde sessiz ol demişti.

Ne olduğunu ve bir anda neden delirmiş gibi davrandığını anlayamamıştım ama onun dediğine uymak şimdilik tek çaremdi.

Babasının eve girdiğini tasdikleyen sesiyle odaya iyice sindim.

Ne oluyordu lan?

"İşten mi kovuldun?" Cihan'ın babasına sorduğu soruyla iyice şok olmuştum. Aslında soruya değil, soruş şekline. Onun için biraz... Fazla kabaydı.

"Aklına ilk bu mu geldi?" Cihan'ın mesafeli sesini aratmayan babasınınki, ikili arasında bir gerilim olduğunu söylüyordu. "İş yerinde bayılmışım, eve gönderdiler. Bedduaların tutuyor galiba."

Bu duyduğum konuşmalar, birbirlerine sonsuz sevgiyle bağlı olan ve hep özendiğim baba oğula mı aitti? Mümkün olabilir miydi böyle bir şey? Bugün daha ne kadar şaşırabilirdim bilmiyorum.

"İyi." Cihan'ın nispeten daha yakından gelen sesi, bana doğru yaklaştığını söylüyordu. "Ben odamdayım."

Babasının sinirle homurdandığını duysam da ne dediğini anlayamamıştım. Onun yerine, sonraki dediklerinin duyabildim.

"Bu laptop kimin?" Bana doğru gelen ayak sesleri kesilince Cihan'ın duraksadığını anladım.

"Bir arkadaşımın." Eğer içerisinde bulunduğum durum çok garip olmasaydı, beni arkadaşı olarak nitelendirmesi çok hoşuma gider ve eriyor olurdum ancak anlayamadığım bir şey vardı, neden beni zaten çocukluğumdan beri tanıyan Murat amcaya laptopun benim olduğunu söylememişti?

Babasının en az benim kadar süphelenmiş sesi duyuldu:
"Üzerinde Furkan yazıyor?" Ah, Enes'in hediyesi olan Furkan the pussy magnet stickerı... Neyse ki babasının İngilizcesi yoktu. "Yoksa bu..."

Cihan, babasının diyeceği şeyi bitirmesine izin vermeden hızla sözünü kesti, "Üniversiteden arkadaşım Furkan."

Dur, ne?
Ne alakaydı ulan şimdi?
Neden sadece benim olduğumu söylemek yerine türlü türlü yalanlar uyduruyordu?

"Öyle olsun bakalım."

Cihan odaya girdiğinde, ellerimde ayakkabılarla öylece ona bakıyor ve az önce yaşananların gerçek olup olmadığını düşünüyordum. Benden utanıyor muydu? Belki de ben tüm o eşcinsel damgalarının lisede kaldığını düşünürken olay herkesin kulağına yayılmıştı. Bu her şeyi açıklardı. Sadece Tolga abinin ısrarıyla benimle görüşmesi, babasına burada olduğumu bile söyleyememesi...
Ona doğru sinirle döndüğümde en azından biraz suçlulukla bakacağını düşünmüştüm ancak o yine beni yanıltabilmeyi başarmış ve hiçbir şey olmamış gibi odasının diğer ucundaki bilgisayar sandalyesine kurulmuş öylece telefonuna bakıyordu. Karşısında hâlâ şok içinde olan beni ise umursadığına dair bir belirti göstermiyordu.

Ondan bir adım gelmeyeceğini anlayınca en azından ben denemek istedim,
"Az önce..."

Gözlerini telefonundan bile çekmeden cevap verdi,
"Sana bir açıklama yapmak zorunda değilim."
O kadar sinir bozucuydu ki kendimi kaybetmemek için zor duruyordum. Ulan bu kadar mı nefret ediyorsun benden?

"İyi, babanın diyecek bir şeyleri mutlaka vardır."
O beni umursamıyorsa, ben de onun isteklerini umursamayacaktım. Yeterdi artık sikimsonik umursamaz tavırları.

Kapıya doğru uzandığım sırada Cihan'ın bir hışımla ayaklandığını gördüm.
"Dur,"

Eliyle kapı kulbundaki elimi çektiğinde onu hızla ittirdim.
"Anlatacak mısın?" Aslında sadece bugünün değil, yıllar öncesinin de hesabını sorduğumu biliyordu. Beni neden yüz üstü bıraktığını hiçbir zaman anlatmamıştı, bana kalan en yakın arkadaşımın en büyük düşmanıma dönüşmesini izlemek olmuştu.

"Çok geç değil mi?"
Yıllar sonra, ilk defa gözüme bakarak konuşuyordu. Üstelik bir hayli sakindi. Ani ruh hali değişimleri karşısında ne yapacağımı bilemezken yutkundum. Çok yakındık. Aramızda o kadar az mesafe vardı ki, benden birkaç santim uzun olmasına rağmen nefesini hissedebiliyordum.

Yakınlığımızdan rahatsız olmuş olacak ki uzaklaştı. Bense düşüncelere dalmıştım.

Çok geç değil mi?
Benim gibi, geçmişe vurgu yaptığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Sahi, hiç sormuş muydum ne olduğunu? O benden uzaklaşmış olsa da, ne kadar kovalamıştım peşinden? Onun beni el üstünde tutmasına o kadar alışmıştım ki, yine bana gelmesini beklemiştim. Evet, on yıldır. On koca yıldır. Gerçekten de çok geçti.


Görmüyorsun Hiç | Gay [Tamamlandı]Where stories live. Discover now