On sekizinci Bölüm

24.7K 1.6K 1.2K
                                    

Medya: Meriç Altun

İyi okumalar :D

•••

Öğle arasını fırsat bilerek içinde bulunduğum erkek sürüsünden sıyrılarak kendimi direk müzik sınıfına atmıştım.

Son birkaç derstir ciddi manada neden kız arkadaşımın olmadığını sorguluyordum.

Bir grup erkek bir araya geldiğinde ister istemez girdikleri saçma erkek muhabbetleri gerçekten sıkıcıydı. Hayır, aslında bir süreye kadar eğlenceliydi. Abimlerin içerisinde büyüdüğüm için çoğu konuya hakimdim. Yani yabancılık çekmiyordum.

Aslında bakarsanız ben kız muhabbeti nedir onu da bilmiyordum

Sadece benim dilim daha çok her şeyi kapsardı. Hele ki egoş'la bir araya geldiğimizde muhabbetimizin bir sınırı yoktu. Yeri geldiğinde maçta konuşurduk, dibine kadar dedikodu yapardık, okuldakileri çekiştirir, bir film ya da dizi hakkında saatlerce tartışabilirdik.

Çoğu insanın hayatında asla çekinmeden her şeyini konuştuğu çok yakın biri vardır ya sanırım benim için Ege de oydu.

Abimleri ve toprağı zaten saymıyordum bile. Onlar benim için her zaman vazgeçilmez olanlardı.

Fakat sabahtan beri konuştukları tek şey oyun ve maç olan canım arkadaşlarım beni yeterince bıktırmışlardı. Üstüne üslük bu uğurda Ege'yi de kaybetmiştim. Sabah sakın onlarla benden daha yakın olma diyen Ege bile beni takmıyordu.

Bu gidişle benden daha iyi anlaşacaktı onlarla, yeşil gözlü antilop.

Aslında buna pekte üzüldüm diyemezdim. Çünkü içimden bir ses bu grubun geleceğe dair kopmayacak çok sağlam temeller attığını söylüyordu.

Umarım gerçekten de öyledir.

İçlice derin bir nefes alarak düşüncelerimden sıyrıldım. Önümde ki piyanonun kapağını kaldırdım. Gülümseyerek parmaklarımı hemen tuşların üzerine yerleştirdim.

Piyona çalmak her zaman benim için daha anlamlıydı. Çünkü poyraz abimin söylediğine göre annem her akşam piyona çalarmış. Bebekken biz huysuzlandığımızda ya da ağladığımızda piyona çalarak bizi sakinleştirirmiş.

O çalmaya başladığında toprakta bende ağlamayı keser ve onu dinleyerek huzurla uyurmuşuz.

Evimizde salonun en güzel köşesinde o büyük siyah piyona hala duruyordu. Genelde o piyondan hiç çalmazdım. Dokunmaya kıyamıyordum ki. Annemden yadigardı o bize. Sadece onları çok özlediğimde oturur çalardım.

Ya da abimler ve toprak istediğinde çalardım. Onlar bana çal derdi ben anlardım özlediklerini.

"Let Her Go'yu çalar mısın?"

Arkamdan gelen sesle yerimden irkildim. Ne zaman aktığını bile fark etmediğim gözyaşlarımı hızla yanaklarımdan silerek arkama döndüm.

Meriç'ti.

Kaşlarını çattı "Ağlıyor musun sen?" Diyerek yanıma geldi. Kafamı hızla iki yana sallayarak önüme döndüm "Saçmalama, tabiki de ağlamıyorum, meriç. Ben ve ağlamak?" Dedim sanki çok inanılmaz bir şeymiş gibi.

Yanıma oturdu. Kafasını eğerek, gözlerime baktı "Ağlamışsın işte gözlerin kıpkırmızı." İki damla göz yaşı döksem hemen kızarıyordu gözlerim. En sinir olduğum şey.

Omuzlarımı silktim "Kaşıdığım içinde kızarmış olabilir sonuçta. Hem sen beni boşver de..." diyerek ona kafamı kaldırıp ona döndüm tamamen "Sen neden buradasın?"

𝗗𝗶𝗸𝗸𝗮𝘁: 𝗔𝗯𝗶𝗹𝗲𝗿𝗶𝗺 𝗩𝗮𝗿!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin