Kadırga

352 39 1
                                    

KADIRGA

İtile kakıla, zorla bindirildikleri kadırganın, gayet düzgün bir işçilikle meydana getirilmiş güvertesindelerdi. Geminin düzgün döşenmiş tabah tahtaları, bu barbar görünümlü tayfalardan beklenmeyecek bir işçilikle pırıl pırıl parlıyorlardı. Kadırganın pruvasındaki ejderha başı ve gövdesi çok etkileyici duruyordu. Ichin, cücelerden daha marifetli sanatkârlar da varmış, diye düşünmüşyü. Ichin'in kadırgaya binerken dikkatini çeken kürekler, neredeyse geminin pupasına kadar devam ediyordu. Ichin, bu gemide küreklere asılacak köleleri düşünerek sarsıldı. Belki de sonları öyle olacaktı. Hoş, bu yaşta, ihtiyar görünümlü bir adamı kürek mahkumu yapmayacak kadar akılları vardır, diye düşünmüştü. Kadırganın devasa bir yelkeni vardı. Kırmızı, beyaz yelkenlerine şiddetle dolan rüzgar, Fırtına Denizi'nin her zamanki azizliğini yapacağı haberini, yelkenlere dolduruyordu.

Denizin kabarmaya başladığını haber vermeye çalışan dalgalar, kadırganın yan duvarlarını delice dövüyor ve kadırgadan garip gıcırtılar yükseltiyordu. Ichin, güvertede yere serilmiş oturan 50 kadar kişiye baktı. İçlerinde, kadınlar, çocuklar ve güçlü görünen erkekler vardı. Hepsi korkmuş ve sefil gözlerle kadırganın önünde dikilen ve elindeki garip bir şeyle oyalanan kadını izliyordu.

Ichin, yavaşça ayağa kalkarak Kodar'ın bakışlarına aldırmadan pruvaya yakın duran Gejfon'a doğru ilerledi. Gejfon, Ichin'in ona doğru geldiğini nasıl anladığını şokunu yaşattıracak bir sesle sordu;

“Ne oldu ihtiyar, kusacak mısın?”

“Hayır, elinizdekini merak ettim. Bu arada size doğru geldiğimi nasıl farkettiniz?”

“Elimdeki bir kristal, sayesinde arkamı da görüyorum.”

Şaşırmıştı Ichin:

“Neden havaya tutarak elinizde evirip çeviriyorsunuz?”

“Ah şu meraklı büyücüler... Öğrendiğinde ne yapacaksın? Bu kadar merakla fazla yaşamazsın sen.”

“Neden küstahça davranıyorsunuz? Sadece merak ettim. Benim işimin doğasında var bu? Bir gün rahatsızlanır ve şifalı bir ilaca, merheme ihtiyaç duyarsanız, bu sözlerini hatırlatmaktan alaycı bir zevk duyardım.”

“Tamam ihtiyar, kızma. Güneş taşı bu. Yönümüzü bulmamızı sağlıyor.”

“Güneş taşı mı?”

“Evet, bulutlu havalarda, ışığın kırılmasından güneşin yerini tayin ediyor ve yönümüzü buluyoruz.”

“Burayı da mı böyle buldunuz?”

Gejfon, cevap vermemiş, bunun yerine yelkenlerin altında bekleyen tayfalara bağırmıştı, güneş taşından gözünü ayırmadan.

“Yarım dümen, iskele tarafına çevirin!”

Kara parçaları artık görünmez olmuştu. Ichin, kadının verdiği komuttan, kuzeye doğru yönlendiklerini anlamıştı. Peşlerinden gelen diğer gemilere göz gezdirdi. Hepsinin güvertesinde, küçük kalabalıklar göze çarpıyordu. Kadının yanında durarak, sonsuz gözüken denize baktı. Bir ifrit çukuru gibi karanlık görünen ve kendilerine doğru gelen bulutları göstererek konuştu.

“Bu deniz, çok tehlikelidir. Kadırganız bu fırtınalara dayanabilecek mi?”

“Sen bizi balıkçı sandın galiba?”

“Ne kaptanlar gördüm ben, bu fırtına denizi'nden canını zor kurtarmış. Umarım, sayenizde balıklara mama olmayız.”

Kadın, kahkahalarla gülmüştü:

“İlginçsin ihtiyar, ama Tanrı Loki bazen kötü şakalar yapar böyle ama Tanrı Odin bizi korur.”

“İlginç bir ırka benziyorsunuz. İsminizi sıkça duyduğum söylenemez. Ancak yazıtlardan bildiğim kadarıyla.”

“Yazıtlardan mı? Kimmiş bizi yazılarına yazacak kadar büyük bulan?”

“Eledor'lu bir cüce. Bundan asırlar önce yazılmış. Sizin ne kadar vahşi ve gaddar olduğunuzdan bahsetmeyi de ihmal etmemiş.”

“Bizi yanlış anlatmış o cüce. Biz savaşın gerektirdiğini yapacak kadar asiliz.”

“Siz masum ırkları öldürmeye asillik mi diyorsunuz?”

“Fazla konuşuyorsun ihtiyar. Fazla konuşanları sevmem. Karşı koymayan sağ kalır. Bize göre bu gayet asil bir hareket.”

Ichin susmuştu. Bu münasebetsiz tavırlar sergileyen kadınla konuşmasının bir anlam ifade etmediğini anlamıştı. Yine de merakını giderecek sorular beynini kemiriyordu.

“Ne kaygınız var? Toprak desen değil, para desen değil ki bunu farkediyor insan. Kadırgalarınız, sağlam ve güçlü. Yaptığınız sadece güç gösterisi mi? Neden uzak diyarlardan kıyılarımıza, krallığımıza kadar geldiniz?”

“Mecburiyet diyelim.”

“Neden bilmece gibi konuşuyorsun kadın?”

Gejfon, Ichin'e sertçe dönerek dişlerini sıktı.

“Bana bak, gerçekten kellen seni rahatsız ediyor olmalı. Bir kraliçeyle konuştuğunu hatırlatmamı ister misin,” dedi çıplak bacaklarına sürtünen geniş kılıcının kınını tutarak.

Ichin, çaresizce geri dönmüş ve büyücü dostu Ethelroc'a gönderdiği minik dokumacı kuşunun yolda bir baykuşa veya şahine yem olmamasını umut ederek, Kodar'ın yanına oturmuştu.

“Ne oldu büyücü bozuntusu, ölseydik daha iyiydi değil mi? Yoksa ilan-ı aşk mı ediyordun o barbar güzele?”

“Sus be cüce, sinirim alt-üst. Kıyıdan epey uzaklaştık. Nereye gittiğimize dair hiçbir fikrim yok. Ayrıca güzelliğiyle içinin alakası yok, mendeburun teki.”

“Peki yemek verecekler miymiş, sordun mu?”

“Ben de tam onu düşünüyordum, bu cüce ne zaman acıkacak diye? Birazdan geminin tahtalarını, halatlarını kemirmeye başla da batır gemiyi.”

“Bari gemiye binerken avuçlarına konan kuşu salmasaydın, biraz da olsa midemi tutardı.”

“Git cüce tanrılar aşkına, o kuş bizim durumumuzdan krallığı haberlesin diye dua et bence. Akibetimizi bizden başka bilen yok.”

Kodar, burnuna damlayan yağmur damlasıyla homurdanmıştı.

“Bir de banyo yapacağız hee?”

“İyidir yağmur, hiç olmazsa şu kokuşmuş sakalların ve saçın temizlenir.”

“Heyt be kaçık ihtiyar, şu durumda bile komiksin.”

“Asıl sen kendine bak aptal cüce, yaşlı kıçını düşüneceğine, hâlâ mideni düşünüyorsun.”

“Aç ölmekten, tok ölmek iyidir. Hiç olmazsa cesedimi taşıyanlara ağır gelirim,” bunu söyledikten sonra neşeli bir kahkaha patlatmıştı Kodar, hızlanmaya başlayan yağmur damlalarının serinliğinde.

Lord Fearless - EltaninWhere stories live. Discover now