37. • Araf •

12.3K 1K 99
                                    

Savaşı Routhelia’ya götürecektik. Peki ya sonra?

Korku damarlarımda cirit atıyordu. Liel kadim bir varlıktı ve söylenene göre o yalnızca büyük yapbozun küçük bir parçasıydı. Liel gibi onlarcası bekliyordu bizi orada. Hatta yüzlercesi.

“Yalnızca Mensis’in bedenini alacağız,” dedi Ashriel.

“Diğerleri pek de öyle düşünmüyor,” dedi Lucian. Gerginliğini hissedebiliyordum.

Malikânenin çevresi hiç olmadığı kadar kalabalıktı. Lucian Evelyn’i teslim etmesi karşılığında Routhelia’dan sorunsuz ayrılabilmişti ancak aynı şey bizim içim geçerli olmayabilirdi. Artık kaybedeceğim çok fazla şey vardı. Ama Mensis’e verilmiş bir söz de vardı, asla göz ardı edemeyeceğimiz. Benim için, bizim için büyük bir fedakârlık yapmıştı. Bu karşılıksız kalamazdı.

“Diğer yarın nerede?” dedi Lucian manidar bir ses tonuyla. Sorusunun adresi Ashriel’di hiç şüphesiz.

Ashriel, tırabzanlara yasladı ellerini. Düşünce yüklü bakışlarını hemen aşağıdaki kalabalıkta dolaştırdı. “Hiçbir fikrim yok ama onu beklemeyeceğim. Önünde sonunda bizi bulacaktır.” Lucian’a döndü. “Hadi başlayalım.”

Lucian, komutanından emir almış bir asker edasıyla başını sertçe eğdi. Dikey bir şekilde havalandı. Geride bıraktığı rüzgâr daha dinmeden gökyüzündeki yerini aldı. Kanatlarını ritmik bir şekilde çırpıyordu. “Geride kimseyi bırakmayacağız!” diye bağırdığında kalabalıktan tezahüratlar yükseldi. “Çocuklara asla dokunmayacağız!” dedi Lucian. “Savaşı başlatan biz olmayacağız! Kardeşlerim, bizimle misiniz?” Kalabalık yine coşkuyla karşılık vermişti. Lucian keyifle gülümsedi. “Hadi evimize kısa bir ziyaret gerçekleştirelim.”

Birden herkes göğe doğru yükselmeye başladı. Ashriel beni kendine çekip alnıma bir öpücük bıraktı. Hiçbir şey söylemedi. Söylemesine gerek de yoktu. Birlikte kalabalığın arasına karıştık. Bu sıradan bir yolculuk değildi. Bir gezegenden diğerine gitmek için bir uzay gemisi gerekmiyordu türümüz için. Yeni öğrendiğim her bilgiyi özümsediğim gibi bunu da aynı şekilde bilgi hazineme katmıştım. Tek yapmamız gereken atmosfere kadar uçup orada bir kapı açmak ve Routhelia’ya geçiş yapmaktı. Söylemesi ne kolaydı böyle.

Routhelia’ya kapı açmak kolay değildi tabii. Her İmperium yapamıyordu. Özel bir büyü gerekiyordu. Leona bizim için bir kapı açmıştı ve benim ısrarım üzerine geride kalmıştı. Bununla bitmiyordu, eşikten herkes geçemeyecekti. Yalnızca buna dayanacak güçte olanlar yapabilirdi. Eşikten geçemeyenler ise Routhelia’dan onlar için kapı açılmadıkça oraya gelemezdi.

Ekvatora geldiğimizde tam karşımızda büyük bir yarık vardı. İçinden ışık sızan ve beyazlık dışında hiçbir şey görünmeyen bir yarıktı. Herkes öylece havada duruyordu. İlk adımı kimin atacağı merak konusuydu.

Lucian, “Benim geçebildiğimi herkes biliyor,” diyerek öne doğru uçtu ve beyazlığın içine karışarak gözden kayboldu.

Ashriel’le birlikte harekete geçtik. Bizim peşimizden Damien ve Freya da geliyordu. Gözlerim kamaşıyordu. Işığa doğru ilerlediğim her an gücün bedenimden çekildiğini hissediyordum. Sanki tüm hücrelerim ayrışıyor ve yeniden bir araya geliyordu. Nihayet eşikten geçip bir boşluğa vardığımızda gördüklerim karşısında şaşkına dönmüştüm. Şeffaf bir bariyer vardı önümde, her an dalgalanan. Hemen ardında ise nefes kesen bir mavi şölen. Şatoyu andıran yapılar ışıl ışıl taşlarla süslüydü. Büyük bir şehir havası hâkimdi ancak otantik bir yanı da vardı. Sanki geçmişe gitmiş gibiydim. Havada uçuşan su damlacıklarını görmek mümkündü.

"Crysea Hanedanı," dedi Ashriel. "Kapının Letha'ya açılması gerekirdi. Bir tuhaflık var."

Çevreme bakındım. Koca beyaz boşlukta görebildiğim sadece Lucian ve Ashriel'di. "Damien ve Freya da geçmeliydiler," dedim hızla. "Onlar da güçlüydüler."

Ashriel, "Bir terslik var," dedi. "Kapı buraya açılmamalıydı."

Lucian uçarak etrafı dolaştı. Sonsuz beyazlık ve Routhelia’nın geçidinden başka hiçbir şey yoktu. "Geldiğimiz kapı nerede?"

"Elismera..."

"Kim seslendi?" diye sordum panikle.

Ashriel ve Lucian bana boş gözlerle baktı.

“Biri seslendi. Duymadınız mı?”

"Elismera..."

Ashriel bana yaklaştığı sırada, "Biri zihninde dolaşıyor," dedi. Bakışlarını bariyere çevirdi.

"Elismera..."

"Ben duymuyorum," dedi Lucian. Bariyere yaklaştı. “Orada gördüğüm şey da yalnızca Crysea.” Başını yana eğdi. “Fazlasıyla boş. Sanki hayat yok gibi.”

Zihnimde yankılanan sese odaklandım. "Neredesin?"

"Hemen karşındayım ancak sen beni görmüyorsun. Bariyerden geçmelisiniz. Sizi koruyacağız."

“Sana neden inanayım?”

Ashriel, kim olduğunu bilmediğim kişiyle aramda geçen iletişime şahitlik ediyordu, kafamın içindeydi. “Bu sesi tanıyorum,” dedi.

“Büyük bir oyunun içindesiniz Elismera. Evelyn herkesi kandırdı. Geçitleri kapattı. Leona kapıyı açmış olsa da Evelyn’in büyüsü sizi buraya taşıdı. Letha’ya varmanızı, Liel’e gitmenizi istemiyor.”

Ashriel’in gerginliği uğursuz bir rüzgâr gibi çevremizde dolaşıyordu. “Araftayız.” Öfkeyle bir küfür savurdu. “Nasıl anlamam?”

“Lucian’ın Evelyn’i bize teslim etmesi her iki taraf için de felaketle sonuçlandı. Crysea tamamen boşaltıldı. O taraftan gördükleriniz bir yanılsamadan ibaret. Gerçek bambaşka. Bariyerden geçmelisiniz.”

“Neden yalnızca biz?” diye sordum. “Diğerleri neden geçemedi?”

“Ben izin vermedim. Veremezdim. Geçitten çok fazla kişi geçerse bu diğer hanedanlarda hissedilir. Onların hepsini geri gönderdim. Zihinlerini manipüle ettim. Buraya geldiklerini bile hatırlamayacaklar. Savaş arzularını da öyle."

“Neler oluyor?” diye sordu Lucian. Her şeyden bir haberdi.

Ona olanları hızlıca anlattım. Tanımadığım kişiyle aramdaki sesiz diyaloğa ait detayları öğrenen Lucian epey öfkelenmişti. Bilinmezlik gerçekten kasvetliydi.

Ashriel’e döndüm. “Ne yapacağız? Ona nasıl güveneceğiz? Kim olduğunu bile bilmiyorum.”

Ashriel yüzümü ellerinin arasına aldı. “Ona güvenebiliriz.”

“Nasıl?” diye sordum telaşla. Kaşlarımı çatmıştım.

“Hâlâ anlamadın mı Elismera?" dedi. "Ona kim olduğunu sor.”

Zihnimdeki istilası devam eden yabancıya odaklandım. "Sen kimsin?"

"Ben... Navy."

Karanlık BağWhere stories live. Discover now