Zifiri Karanlıkta Gezinenler...

By bnsarac

5.6K 692 1.4K

"Tik." gözlerimi anında açtım ve önümdeki boş sokağa baktım. Bu sesi çıkarabilecek hiç bir şey yoktu sokakta... More

Giriş
2. Bölüm "Kan ve Yalnızlık"
3. Bölüm "Güven"
4.Bölüm "Gecikme"
5. Bölüm "Hatalar ve Çözümler"
6.Bölüm "Vazgeçiş"
7. Bölüm "Kurşunlar Ve Gözyaşı"
8. Bölüm "Beklenmedik"
9. Bölüm "Yeniden"
10. Bölüm "Yanlışlık"
11.Bölüm "Ölü Meydan"
12. bölüm "Kabus Diyarı"
13. Bölüm "Şifreler"
15. Bölüm "Rüzgar Senfonisi"
16.Bölüm "Hata (1)"
17. Bölüm "Hata (2)"
18. Bölüm "Yol"
19. Bölüm "Renkler"
20. Bölüm "Zaman Kapanı" (1)
21. Bölüm "Zaman Kapanı" (2)
22. Bölüm "İsyan"
23. Bölüm "Karşı-t-laşma"
24. Bölüm "Koca ormanda bir biz (1)"
25. Bölüm "Koca ormanda bir biz (2)
26. Bölüm "Bildiklerimden"
27.Bölüm Mitler ve Gerçekler
28. Bölüm Mitler ve Gerçekler 2

14. Bölüm "Kitaplar ve Delilik"

167 21 56
By bnsarac

Şarkı | Dvwn - Phobia

++++++++++

Kitapların arasında kaybolmuştuk. Ne kadar sürmüştü bilmiyordum ama kafamı kaldırdığımda etrafta uçuşan harfler görmeme yetecek kadardı. Sistemli ve düzenli olması için herkese bir kitaplık verilmişti. Kitapları tek tek inceliyor ve yerine geri koyuyorduk ki baktıklarımız ve bakmadıklarımız karışmasın.

Bir kitaplık dediğimde kulağa çok geliyordu ama tüm filoloji bölümünü düşününce bu çok azdı. İlk başlarda bir şey kaçırabilirim düşüncesiyle tek tek sayfaları incelerken an itibariyle bu titizliğimizden vazgeçmiş, kitabı açıp göz gezdirdikten sonra geri yerine koymaya başlamıştık. Ve kötü haber şuydu ki hepimiz daha yeni bir kitaplık bitirmiştik.

En üst raftan Sam'e aldırttığım kitapları zar zor yerine koymaya başlamıştım. Çok kısa bir kız olduğum söylenemezdi hatta ortalamanın üstündeydim bile ama yine de bu kitaplıklar çok uzundu. Parmak ucuna kalkıp son kitabı yerine sokmaya çalıştım ancak bir türlü sığmıyordu. Diğer kitapları biraz yana bastırıp kitaba yer açmam gerekiyordu ama oraya bastırırsam da parmak ucunda duramıyordum. Tam üfleyip kendimi geri çekmiştim ki biri arkamdan uzanıp elimden nazikçe kitabı aldı.

Hafifçe kafamı yana çevirdiğimde o kadar yakındı ki gözlerimi kırpıştırdığımda kirpiklerim Sam'in çenesine değdi. O sırada kitabın sadece ucunu yerine sokabilmiş olan Sam de kafasını yana eğip aşağıya, bana, baktı.

Öğlenin sıcak ışığı, kitaplık sırasının en ucundaki kahverengi kenarlı pencereden bizi aydınlatıyordu. Güneşin ışıldattığı siyah saçları kahvemsi bir renk almıştı. Gözleri kehribar rengiydi. Sıcacık ve pasparlak. Işıktan dolayı gözlerini kıstı.

O esnada Rhino "İnanamıyorum kütüphane romantizmi!" diye bağırınca gözlerimiz birbirinden ayrıldı. Yanında duran Chris'de "Birileri burada Kore dizisi çekiyor!" dediğinde aniden birbirimizden uzaklaştık.

2 saniyelik bir sessizlikten sonra Sam'in üzerinden aniden elini çektiği ve tam yerleştiremediği kitabın köşesi "tak" sesiyle kafama çarptı ve kitap yere düştü.

İstemsizce ağzımdan çıkan bir 'ah'lamayla ellerimi kafama koyup rafa yaslandım. Başım dönüyor gibiydi ya da aşırı derecede zonkluyordu, ne hissettiğimi bile anlayamamıştım.

Sam "İyi misin?" Diyip ellerini telaşla ellerimin üzerine koyunca ani bir sinirle ellerini ittim.

Az önceki yanlış anlaşılmayı ve yaşadığım rezilliği unutturmak istercesine söylenmeye başladım.

"Evet iyiyim. Sadece beyin kanaması geçiriyorum Sam. Bak ne diyeceğim ben kitapları okumayayım artık sen böyle kafama fırlat daha iyi anladım sanki şu an. Allahım, iyi misin diyor ya..." diye mantık dışı konuşmalar yaparken bana bakan arkadaşlarımın arasından sıyrıldım.

Ruth arkamdan "Beyni şey oldu herhalde." dedi.

"Ama nasıl basıldınız öyle".

"Yüzlerindeki ifadeyi görmeniz lazımdı. Böyle şey gibi..."

"Ney gibi?"

"Far görmüş tavşa-"

"Hayır hayır daha çok 'aha basıldık' bakışıyd-"

"Mia nereye gitti?"

Sesler uzaklaşırken çoktan kütüphaneden çıkmıştım. Dışarı adımımı attığım anda hafif bir rüzgar saçlarımı selamladı. Bu kütüphaneye gelmişliğim yoktu ama genelde kütüphane önleri bankta oturan ve çalışmalarına mola vermiş kahve ya da sigara içen insanlarla dolu olurdu.

Ama şu an bu bankları sadece ben ve derin bir sessizlik paylaşıyorduk. Bankta aşağı kayıp başımı gökyüzüne rahatlıkla bakacak şekilde kaldırdım.

Normalde de gökyüzüne bakmayı severdim ama şimdi bilerek böyle durmuştum. Bu hiçlikle dolu, cansız sokakları görmek istemiyordum.

Az önce yaşadığım olayı hatırlayınca hızla başımı iki hana sallayıp düşüncelerimi başka yere yönlendirmeye çalıştım. Ve düşüncelerim çok tanıdık bir kapıda durdu.

Aynı düşünceler ve teoriler beynimin içinde milyonuncu kez toplantı yapıyor gibiydi. Artık ben konuşmuyordum. Bu öyle bir tekrara dönüşmüştü ki, düşüncelerim ezberledikleri metni tekrar tekrar okuyorlardı. Telefonumu çıkartıp FHT uygulamasını kontrol ettim. Min Jae'den mesaj gelmiş olabileceğini düşünüyordum.

Bir süre herhangi bir mesaj olmayan ekrana baktıktan sonra omuz silktim. Min Jae kendi başının çaresine bakabilirdi. Ki çok büyük ihtimalle bu konuda benden daha fazlasını biliyordu. Bunu ondan şüphelendiğim için ya da kötü bir şey yaptığını düşündüğüm için söylemiyordum. Eminim ki onun da kendine göre sebepleri vardı. Saflık mı yapıyordum emin değildim ama Min Jae önem verdiğim bir insandı. Şüphelenmeden önce ona güvenmek istiyordum.

O sırada sanki beni duymuşçasına ekranda Min Jae'nin aradığını gördüm. Aramayı yanıtladığımda kuru bir sesle selam verdi. Onu bir süre azarlar gibi konuştum. 2 gündür bizimle iletişime geçmemişti. Delirdiğim ve bayıldığım anları abartılı bir şekilde anlatığımda kıkır kıkır güldü. Benimle bir süre alay ettikten sonra meraklı bir sesle konuyu değiştirdim.

"Ama anlamadığım bir şey var Min Jae. Ben uyuduğum halde onlardan olmadım. Ruth ve Chris'i ise bayıltarak uyandırabildim. Bir de Sam var tabii. Bu nasıl olabilir ki?"

"Ah" dedi bunu soracağımı beklercesine. "Ben de seni öğrendiğim bir şeyi söylemek için aramıştım. 2 ya da 3 gündür sinyal verilmiyor. Büyük ihtimalle bu nedenle bilincinizi kaybetmediniz."

"Ne?" dedim inanamamazlıkla. "Ciddi misin?" diyip duraksadım. "İyi de sen..." diyordum ki ben sormadan yanıtladı.

"Biliyorsun sinyalleri göndermelerinde yardımcı olmuştum. Bu yüzden sinyallere tekrar erişebileceğimi düşündüm. Beni baya uğraştırdı ama malum başka yapacak işim olmadığından..." dedi alayla. "...bunu başarabildim. Gerçi hala tam erişim sağlayamıyorum. Yani sinyalleri kontrol etme gibi bir yetim yok. Ama en azından etkin olup olmadıklarını görebiliyorum."

"Ama insanların bilincini devamlı olarak kontrol edebilmek için insanları da düzenli olarak uyutmaları gerekmiyor mu? Sinyallerin etkisi uyumadıkları sürece kalıcı olmadığını düşünmüştüm." dedim kararsızlıkla.

"Dediğin şeyde haklısın ama artık sinyale maruz bırakılması gereken çok fazla insan olduğunu düşünmüyorum." dedi tüm gerçekliği acımasızca söyleyerek. Fakat haklıydı. İçime kocaman bir sıkıntı dolarken daha sonra umutla konuştum.

"Ne yani? Artık uyuyabilir miyiz?"

"Sanırım evet." dedi tam emin olmayan bir sesle. "Yine de nöbetleşe uyumanızı öneririm. Sinyallerin yeniden etkinleştirilmeyeceğinden emin değiliz. Eğer böyle bir şey farkedersem hemen sizi uyaracağım. Tamam mı?"

"Ama peki ya sen? Seni kim uyaracak?"

"Ah, benim için endişelenmene gerek yok. Etrafımda bana yardım edebilecek bir kaç uyanık var. Merak etme yani." dediğinde biraz da olsa içim rahatladı. Uyanık arkadaşlarının kim olduklarını sormayı düşünsem de vazgeçtim. Tanıyacaktım sanki.

"Yalnız olmadığına sevindim o zaman."

Biraz daha konuştuktan sonra bu haberi diğerlerine vermeye gideceğimi söylerken banktan zıplayarak kalkıp içeri seğirttim. Telefonu kulağımdan çekip başımı telefonu kapatmak için eğdiğimde loş koridorda biriyle sertçe çarpıştık. İkimiz de zıt yönlere doğru düşerken elimdeki telefon da farklı bir yere fırladı.

İkimiz de koşuşturduğumuz için öyle sert çarpışmıştık ki, göğsüne toslayan başım ve yere düştüğümde kırıldığını düşündüğüm bel kemiğim feci şekilde acıyordu. "Hangi salak-" diye doğrulmuştum ki düştüğü yerden kalkmayan John'u gördüm.

Başımı kaldırdığımda ise John'un arkasından koşarak geldiği belli olan nefes nefese Sam ve Chris duruyordu. Hemen arkalarından diğerleri de koşarak geldiler. Ben nefesimi düzene sokmaya çalışırken kaşlarımı çatıp tekrar Sam'e döndüm. Dudağı patlamıştı ve kanıyordu. Ayrıca Chris'in üzerindeki kazak da boyun kısmından yırtılmıştı.

Sonra bir şeyler mırıldanan John'a döndüm. Ellerini başına doğru götürdü. Sanki acıyla kıvranıyor gibiydi. Alnından boynuna doğru terden bir yol oluşmuştu. Dudaklarını daha fazla nefes alma ihtiyacıyla araladı. Hala bir şeyler mırıldanıyordu. Dizlerimin üstüne oturup John'un üzerine eğildim.

"Sorun ne John?" dediğimde sorumu cevapsız bıraktı. Elleriyle saçlarını çekiştirmeye başladığında hızla ellerimi ellerinin üstüne koyup ellerini gevşetmeye çalıştım.

Sam'de hemen yanıma oturup onu omuzlarından sarsarak kendine getirmeye çalıştı.

"John, kendine gel artık!" dediğinde John daha da hırsla ellerimi ellerinin üzerinden itti. Sam'in omzuna çarptığımda bir an bakıştık. Ne yapacağımızı bilememezlik temalı bir bakışmaydı bu.

John kaçmak ister gibi kalkmaya çalıştığında Sam önümden eğilip onu omuzlarından yere sabitledi. O çıldırmış gibi çırpınırken ciğerlerini parçaladığını düşündüğüm bir sesle "Bırakın beni!" diye haykırdı.

Sesiyle irkilip yerimden sıçrarken Sam de bir an duraksadı. Biraz daha geri çekilip Sam'in John'u daha kolay tutması için yer açtım. Kısmi olarak John'un üstüne çıkıp onu tuttu. "Beni...özgür...bırakın." derken havada savuşturup durduğu ellerini yakaladım. Çekmeye çalışsa da sıkı sıkı tuttum. "Zaten özgürsün John." diyerek gözlerinin içine baktım. Duraksayarak bana baktı. Bir süre nefes seslerimiz koridorda yankılanırken, öylece bekledik.

Sam yavaşça John'un üstünden çekilirken "Ama sakinleşmen gerek tamam mı? Hem biz yabancı değiliz John, arkadaşız değil mi?" dediğimde yutkunarak bakışlarını benden çekti.

Daha sonra biraz daha kendine gelmişlikle ellerimi sıkı sıkı tutan elleri gevşedi. Yüzümüze bakamazken gözlerinin yavaş yavaş dolduğunu görebiliyordum. Ellerimi tamamen bırakıp yavaşça bize sırtını döndü.

"Özür dilerim." dedi kısık bir sesle. Diğerleriyle birlikte derin bir nefes aldık. Omzunu elimle patpatlayarak "Önemli değil. Ama ödümü kopardın." diyip nefes verir gibi güldüm.

Diğerleri de beni onaylarken onlar da bizim gibi yere çöküp oturdular. Rhino normal bir şey söylermişçesine "Bu manyak hepimizi öldürecek sandım." dedi. Lewis Rhino'ya omuz atıp kaşlarını çatarak baksa da Rhino ellerini iki yana salladı. "Kötü bir şey söylemiyorum. Hem bilinçli olarak yapmadığını hepimiz biliyoruz. Daha bir kaç gün önce Lewis ve ben de kavga ettik." diyip güldü.

Chris de gülerek başını iki yana salladı ve kazağının boyun kısmını işaret ederek "Bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordum, bu kazağı nasıl yırtmış olabilirsin ki?" dedi hayretle.

Sam "Sürekli kaslıyım diye övünüp duruyordun. Al Cılız dediğimiz John'u bile durduramadın." diyerek göz devirdi.

Chris ise hemen savunmaya geçmişti. "İyi de bu normal bir güç değildi." Sonra cümlesinin devamını getirmekten vazgeçti. Gerginlikle John'a baktık. Bakışları üzerinde hisseden John yerinden doğruldu.

"Deli gibi davrandığımı biliyorum. Söylemekten kaçınmanıza gerek yok." dedi. Sonra biraz duraksayıp histerik bir yüz ifadesiyle "Sen az önce bana cılız mı dedin?" diyerek yavaşça kafasını Sam'e döndürdüğünde hepimiz kahkahalara boğulduk. Lewis John'un taklidini yaparken Ruth'un bile gülmekten gözünden gelen yaşları sildiğini görebiliyordum. Gülme krizine giren Sam ise başını dizime yaslayarak gülmeye devam etti.

Sonunda kendimizi durdurabildiğimizde Sam iyice yayılarak dizimde yatmaya devam etti. Dizime yatmasını yadırgamasam da diğerleri yine saçma sapan şeyler söylebileceğini düşündüğüm için biraz rahatsız olmuştum. Yine de onu engellemedim.

Başparmağını dudağındaki yaraya sürdüğünde "Güzelim dudağımı da patlattın zaten." diyip yattığı yerden John'un ayağına hafif bir tekme attı. John göz devirdi. "Güzelim dudağımmış. İyi oldu sana." dediğinde Sam ihanete uğramış gibi baksa da ben kıkırdadım. "Dost dediklerimiz hain olmuş." dediğinde daha da çok güldük.

Ruth ise "Drama yapmayı kes Sam." dediğinde Sam ofladı. "Senin benle ne derdin var ya?"

"Seni sevmiyorum. Şahsi bir mesele." Eh, Sam'i başından beri sevemediği bariz belli bir şeydi. Ne söylese onunla zıtlaşıyor ve yaptığı her hareketi eleştiriyordu.

Sam "Ben nasıl sevilme-" diyordu ki John Ruth'u onayladı. "Haklısın, böylesine sevimsiz bir insanı sevmemen anlaşılır bir şey." dediğinde Sam işaret parmağını John'a uzatarak bağırdı. "Ya! Sınırı aşıyorsun." John ise onu ciddiye almayarak daha da güldü ve Sam'in atmaya çalıştığı tekmeden kaçtı.

Daha sonra boğazımı temizleyip onları susturdum. "Size bir haberim var." dediğimde gülmelerini sonunda bastırıp dikkatle bana baktılar. "Az önce Min Jae ile konuştum." Biraz durup nasıl söyleyeceğimi aklımda tasarladım.

"Min Jae sinyallere kısmi olarak erişim sağlamış. Ve sinyaller yaklaşık 3 gündür etkin değilmiş."

"Yani?" dedi Chris devam etmemi beklercesine.

"Yani şu ki, sinyaller etkin hale getirilmediği sürece, uyuyabileceğimizi söylüyor." diyip diğerlerinin tepkilerine bakacaktım ki Sam heyecanla yerinden doğrularak çeneme direkt olarak kafa attı. Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalışırken John "Salak ne yapıyorsun?" diyerek diğerleriyle birlikte gülüyordu. Dudaklarımı birbirine bastırıp çenemi ovuşturdum.

"Ya siz bugün beni öldürmeye falan mı çalışıyorsunuz ya?" dedim çok ciddi olmayan bir sinirle gözlerimi açarak. Sam ne yapacağını bilememezlikle bana bakıyordu. Bugün olanların hepsi yanlışlıkla olmuş olsa da yine de canım gerçekten acımıştı.

Eliyle ensesini ovuştururken bir süre yüz ifadesine boş boş bakıp göz devirdim. "Bir süre gözüme gözükme Sam. Şahsi bir mesele." dedim Ruth'u taklit ederek.

"Romantizmi bozmakta üstüne yok Sam." Diye konuşan Chris'i duymamazlıktan gelip aniden yerden kalkıp kütüphaneye ilerlerken " Neden koridorun ortasında oturuyoruz hem? Hadi kalkın." dedim. Diğerleri de toparlanırken bana yetişip özür dileyen Sam'i görmezden geldim. Kızdığımdan değildi.

Sadece 'kütüphane romantizmi'mizden sonra ondan kaçmaya meyilliydim. Sahi, ne diye kaçtığımı da bilmiyordum. Sam'le arkadaştık ve bir-iki yanlış anlaşılma bunu değiştirmeyecekti.

Ruth Sam ile aramıza girip sanki kulağında kulaklık varmış gibi bir elini kulağına koydu. Diğer eliyle Sam'i itti. "Lütfen Mia Hanım'ı rahat bırakır mısınız beyefendi?" derken korumammış gibi davranıyordu. Sam ve Ruth itişirken karmaşadan faydalanıp diğerleriyle içeriye girdim.

Daha önce oturduğumuz masaya otururken John yanıma oturdu. Diğer yanıma da Chris otururken Lewis ve Rhino karşımıza geçtiler. Sam ve Ruth birbirleriyle konuşmayı kesip onlar da boş kalan yerlere oturdular.

Yarım kalan açıklamama devam ettim.

"Sinyallerin yeniden etkinleştirip etkinleştirilmeyeceğini tam olarak bilmediğimiz için nöbetleşe olarak uyumamızın daha mantıklı olduğunu söyledi." dediğimde emin olamayan bir ifadeyle birbirlerine baktılar.

"Min Jae'yi üniversitenin başından beri tanıyorum. Sadece benim sözümle ona güvenmeniz zor olacaktır ama ben ona gerçekten güveniyorum. Tamam, ben de tamamen şüphesiz bir şekilde buna inanıyor değilim ama Min Jae'ye güvenmediğim için değil, korktuğum için. Min Jae asla emin olmadığı bir şeyi söylemez çünkü." dedim hafifçe başımı sallayarak.

"Eh, böyle bir şeyden haberimiz olmasaydı bile daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum değerli arkadaşlarım, ilk denek olarak beni kullanabilirsiniz." dedi John gülerek. Şaka yapıyor da sayılmazdı. Uyumaya pek hevesli görünüyordu ki hakkı da vardı.

"Hem bunu size söylemeyi unuttum ama..." dedim Lewis ve Rhino'ya dönerek. "Sinyallerin çalışmadığının bir kanıtı da son üç gün içerisinde Chris'in Ruth'un Sam'in ve benim bayıldığımız ya da uykuya daldığımız halde bilincimizi kaybetmememiz." dediğimde Chris ve Sam başını salladı.

Rhino ve Lewis soru sorar gibi baktıklarında Chris açıklama görevini üstlendi. "Mia Sam'i bileğinden vurduğunda Sam bayıldı. Beni ve Ruth'u da yine Mia bayılttı. Ayrıca kendisi de daha dün sinir krizi geçirip bayıldı." dediğinde gülmeme engel olamadım. "Bu nasıl açıklama ya?!"dediğimde diğerleri de güldü.

"Böyle söyleyerek beni kötü gösteriyorsun ama." diye mızıldandığımda Ruth olayları kısaca ve daha makul bir şekilde anlattı.

Rhino "Sen bize de el atmadan uyusak iyi olacak." dediğinde çok da samimi olmadığımızı önemsemeyerek masanın altından bacağına tekme attım. Abartılı bir şekilde bağırıp yüzünü buruşturdu. Göz devirdim.

"Bir de bayıl istersen."

"O görevi sana bırakıyorum." Diyip gıcık gıcık güldüğünde tekme atmak için hareketlensem de sandalyesini geri çekip masadan uzaklaştı. Gıcık gülümsemesini sürdürürken milyonuncu kez göz devirdim.

Daha sonra Chris hala ciddi bir şekilde konuşmamız gerekenler olduğunu bize hatırlatırcasına boğazını temizledi. "Yedi kişiyiz. İlk olarak üçümüz uyusun. Dört kişi de nöbet tutsun. Daha sonra sayıyı değiştirebiliriz tabii. İlk nöbeti devralabilirim. Normalde de zaten Insomnia'm var ve dayanabileceğimi düşünüyorum." dedi.

Onu başımızla onaylarken "Ben de nöbete kalabilirim, malum daha uyanalı bir gün bile olmadı benim." dedim.

Sam ve Rhino da nöbete kalacağını söylediğinde bir süre sessizce oturduk.

"Yani şimdi uyuyabilir miyiz? Ne bileyim, öylece?" diye mırıldandı John. Ruth göz devirdi. "Seromoni falan mı yapalım John?"

"Hayır öyle değil. Garip geliyor. Sonuçta on günden fazladır uyumuyoruz." dediğinde John'un hissettiklerini anlayarak başımı salladım.

Lewis başını hayretle iki yana salladı. "On günden fazladır mı? Bugün sekizinci gün!" dediğinde John ve ben aynı anda "Ne?" diye haykırdık.

"İyi de sekiz gün olamaz..." diye mırıldanırken Rhino önündeki kağıtların yanında duran ajandanın ilk sayfasını açıp bize çevirdi. "Bu takvimden gün gün işaretledim. Yani yanılıyor olamayız. Ama sizin uykusuzluktan kafanızın karışmış olması çok normal." dedi.

John ile bakıştık. "Yani bu hesaba göre o yerde geçirdiğimiz süre 3 gün mü oluyor?" dediğinde inanmamazlıkla güldüm. "Gerçi bana bir ay gibi falan gelmişti ama."

"Yani bir günümüzü dışarı çıktığımız ilk gün sokaklarda geçirdik. 2 buçuk gün falan o evde kalmışız. Yarım gündür de burada mıyız?" dedim hala şaşkınlıkla.

"Gerçi uyumaya postalandığımızda tam bir gün geçmiş gibi gelmiyordu. Toplamda..." parmaklarıyla bir hesap yaparken "6 kere falan uyumaya gönderildik. Günde 2 kere olduğunu düşünürsek bu hesaba uyuyor." dediğinde başımı salladım.

"Bu sonsuzluk gibi gelen zamanın sadece sekiz gün olması çok saçma." dedim. Diğerleri ise sadece dinliyorlardı. Çünkü bu sürecin bir kısmında bilinçleri yerinde değildi.

Rhino "En uzun süren uykusuzluk deneyinin 11 gün sürdüğünü biliyor muydunuz?" diyerek önüme BBC dergisinin 2018 sayısından bir sayfa bıraktı.
Honolulu'lu Randy Gardner adında 17 yaşında bir çocuğun yaptığı deneyle ilgili bir sayfaydı.

Bu olaylar ilk başladığında bu deney aklıma gelmişti. Ama büyük ihtimalle herhangi bir yerde duymuştum. Ve tam olarak hatırlamıyordum. İlgiyle yazının gerisini de okudum.

Kendi kendime güldüm. "Bir sebep yokken bile 11 gün uyumamayı başaran Randy ve daha bir hafta olmadan kafayı yiyen biz."

John sayfayı eline alarak göz gezdirdi. "Bir de bu sürede basketbol oynayıp normal hayatına falan da devam etmiş manyak."

"Uzun süren uykusuzluğun bir zararı olup olmadığını görmek için araştırmıştık ama Randy'nin deneyimlediğine göre 11 günden sonra 14 saat falan uyuyup ertesi gün okula gitmiş." dedi Lewis.

"Yok artık." dedi Ruth.

Eh, bence de yok artıktı.

"Yani delirmeyeceğimize inanabiliriz sanırım." diye mırıldandı Lewis.

Herkesin bünyesi aynı değildi ve bizde de böyle olup olmayacağını elbette bilmiyorduk ama yine de içimiz bir nebze de olsa rahatlamıştı.

Biraz daha konuştuktan sonra kütüphanede uyuyamayacağımıza karar verip bizim daha önce kaldığımız eve geri dönmeye karar verdik. Zaten buraya çok uzak değildi ve istediğimizde buraya geri dönebilirdik.

Rhino ve Lewis de masanın üstündeki kağıtları ve eşyalarını yanlarındaki sırt çantalarına doldurduktan sonra eve doğru yürümeye başladık. Sanki çok önemli bir görev yapmaya gidiyor gibiydik ama ne garipti ki sadece uyuyacaktık.

Çantanın içine attığım anahtarı çıkartıp kapıyı açtığımda John önden koşuşturup kendini odadaki çift kişilik yatağa attı. "Ben yatıyorum arkadaşlar, lazım olursa falan uyandırmayın." dedi odadan bağırarak. Kıkırdayarak "Peki beyefendi, iyi uykular." Dedim.

John'un yattığı odaya girip dolaplardan yastık ve yorgan aldıktan sonra bulduklarımı Lewis ve Ruth'un eline tutuşturdum. Birbirlerine bir süre garip garip baksalar da salonun ortasındaki karşılıklı iki koltuğa yönelip onlar da uzandılar.

Chris, Rhino, ben ve Sam ise başka yer kalmadığı için iki koltuğun arasına yere oturduk. Oyalanırız diye aldığımız kitapları, notları ve içinde aradığımız bir şeyler olabilecek diğer kitapları da ortamıza koyarken Lewis "Ay çok heyecanlıyım." dediğinde güldük.

Ruth'a baktığımda bana göz kırptı. Saat öğleden sonra 4 olmasına rağmen "İyi geceler." diye mırıldandığında gülümsedim.

Bazen olur olmadık saatlerde yatmaya gider ve 'İyi geceler' derdi. Ona bunun saçma olduğunu söylediğimdeyse cevabı belliydi. 'Ben yatıyorsam gecedir.'

Onlar yavaş yavaş uykuya dalarken diğerleriyle bakıştık. Dudağımı kemirirken omuz silktim. Özellikle John uyuyabildiği için gerçekten mutluydum ama içten içe de bilinçlerini de uykularının içine gömüp uyanmalarından korkuyordum.

Gözlerindeki o yabancı donukluğu görmekten korkuyordum.

Ruth 'Ben yatıyorsam gecedir' diyordu ya. Zihinlerinde gecenin kalıcı olmasından korkuyordum.

Merhabalaaarr! Sonunda uyuyorlar inanabiliyor musunuz ^-^

Lewis gibi "Ay çok heyecanlıyım" jshfkdjsj

Sizce Min Jae'ye güvenmeleri doğru muydu?

Uyandıklarında gerçekten normal mi olacaklar?

Neyse neyse, daha fazla soru yok!

Hepinize iyi geceler! Hangi saatte okuyor olursanız olun, ben diyorsam gecedir hehe ❤

Instagram : bnsarac






Continue Reading

You'll Also Like

908 147 11
Vililer; onlar ki ihanete uğramış ruhlar, onlar ki kelebek ömürlü kırılgan yürekler... Onlar ne ölü ne de diri. Zira ihanetin bıçağı bir kere kalpler...
8.3K 633 19
Bu evlilik zorunluluktan ibaretti. [190717 - 030917] *Bu kitap kapağı Balaccie'nin Büyü Dükkanı'ndan satın alınmıştır.
88.3K 7.3K 35
Vampir/Gizem "Kanında akan karanlığın laneti ve kalbinde aydınlığın ışıklarını taşıyan bir günahsız." Lucie Wizard, hayatını geçirdigi adı pekte bili...
10.2K 6.3K 63
Şair; Satırlarda yaşayan can Kalemlerden dökülen umman