Cehennem Savaşları

By HunHanTurkey

109K 7.7K 1.3K

Çivi gibi sert ateş kadar yakıcıydı Luhan. Babasının intikamını almaya kararlıydı Luhan. Öyle ki asla yapmama... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm (M)
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm M
19. Bölüm
20. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
FİNAL

21. Bölüm

2.5K 216 23
By HunHanTurkey

Yazar: Özge Meral

Tan ağarırken kılıçlarınızı kuşanın ey askerler,
Savaşa gidiyoruz.
Kana ve ölüme gidiyoruz.

Hücre soğuktu.
Taş duvarların ardından içeriye sızan sesler neden burada olduğumuzu her dakika hatırlatırcasına yoğun ve boğuktu.
Havada kaybettiklerimiz ve kaybedeceklerimize duyulan yasın derin sessizliği yükseliyordu.
Bakışlarım kestane kahvesi gözlerini düşünceler içinde hücrenin karanlık duvarına çeviren Sehun'a kaydı.

Sehun bakışlarımı fark etmiş olacak ki daldığı düşüncelerden sıyrılıp bana doğru döndü.
Sehun çıkık elmacık kemikleri, keskin hatları, erkeksi bedeni ve herkesin baktığında allak bullak olduğu kahverengi gözleriyle cennetten düşmüş günahkar bir melek gibi görünüyordu.

Yıpranmış zırhının ve parlak kahverengi perçemlerinin çevrelediği yüzüyle hayatımda gördüğüm en güzel şeydi.

Ona bakmak, tek bir kelime dahi etmeden sadece ona bakmak için bile ömrümü feda edebilirdim.

Sehun derin bakışlarıma beni benden alacak küçük bir tebessümle karşılık verdi.

Onu seviyordum. Bana baktığında gözlerinin yumuşayarak sıcacık bir kül bulutuna dönüşmesini seviyordum.

Tebessümünü, öfkesini, şehvetini seviyordum. Ona dair, onunla ilgili olan her şeyi seviyordum.
Bu aşk değil de neydi ?

Bir hücre dolusu gladyatörle bir arada olmasak ona sarılır ve dudaklarında kaybederdim kendimi. Sehun isteğimi fark etmiş olacak ki ışıldayan bakışlarını dudaklarımda gezdirdi.

Öptüm onu.
Dudaklarımı dudaklarında kaybettim.
Sarıldım ona.
Kokusunu kokumla birleştirdim.
Ellerim bedeninde gözlerim gözlerinde gezindi.
Gittiği için, ayrıldığımız için, ondan uzak kaldığım her an için haykırdım yüzüne. Gitmediğim için, sözünü dinlemediğim için döktü içindekileri oda.

Hayır , konuşmuyorduk. Oturduğumuz yerden birbirimize doğru tek bir adım , tek bir hareket yapmıyorduk.
Bedenlerimizin yapamadığını, dilimiz söyleyemediğini gözlerimiz söylüyordu.
O kısacık birkaç dakika da bir ömür, bir hayat gizliydi.

Hücrenin paslı kapısının gürültüsüyle başlarımız kapıya dönerken gıdığı zırhının ve askeri üniformasının üzerine düşen bir asker demir kapının önündeki devasa tahta geçidi hırıltılı nefesler eşliğinde kenara çekti. Şimdi taş koridordaki meşalelerden sızan ışık hücrenin dört bir yanına dağılarak, gladyatörlerin yüzlerini aydınlatıyordu.

Kraliyetin işaretini taşıyan bir düzine asker hücrenin önüne gelirken, liderleri olduğunu düşündüğüm kızıl sakallı parlak zırhlı bir asker kasılarak kınındaki kılıcıyla oynadı.

" Şunların haline bakın." Dedi arkasındaki askerlere seslenerek.

Kir içindeki zırhlarımız ve yer yer kana bulanan bedenlerimizle savaştan çıkmış askerler gibiydik. Oysa asıl savaş birazdan başlayacaktı.

" Siktirip gidin !" diye kükredi hücreye yakın oturan esmer bir gladyatör.

İsmini hatırlayamıyordum ama kılıcını ustalıkla kullanan elleri zihnime kazınmıştı.

" Artık sizin laflarınız bize işlemez. Birazdan kimin siktirip gideceğini göreceğiz koca köpek!"

Kızıl sakallı asker söylediklerinden oldukça memnun bir şekilde gülerek koridorun ucundaki görevliye başıyla bir hareket yaptı. Asker onu başını bir kez öne eğerek cevapladığında kahkahası bir oktav daha yükseldi.

" Eh ne demişler, ölüm geldiğince önünde kimse duramazmış. Zamanınız geldi."

Hücredeki her gladyatör buz gibi bir gerginlikle keskin bakışlarını kraliyet askerlerinin üzerinden bir an olsun ayırmazken kızıl sakallı asker çizmelerini esefle zemine vurdu.

" Size zırh ya da başka bir teçhizat verilmeyecek. Kullanacağınız silahları arenada. O yüzden üzerinizdeki zırhlara sahip çıksanız iyi olur."

Kızıl sakal arkasını dönüp gitmeden önce Minho kükreyerek oturduğu yerden kalkıp hücrenin demirlerine yapıştı.

" Bizi köpekler gibi dövüştürebileceğinizi mi sanıyorsunuz ? Buradan çıktığımızda, bu prangalar bacaklarımızdan ve ellerimizden çıkarıldığında sizi bulup kellenizi uçurmayacağımızı mı sanıyorsunuz ?"

İri ellerini yumruk yapıp öne çıkardı.

" Bu ellere ve gözlerime iyi bak. Ölmeden önce göreceğiniz son şey bunlar olacak."

Kızıl sakallı asker zırhının içinde gerilerek yüksek sesle yutkunurken arkasında duran her asker korkunun ve paniğin kor gibi gezdiği gözleriyle bize bakıyorlardı. Bir çok gladyatörü karşı çıktıkları için açıklık alanda katletmiş olabilirlerdi.
Ama hala tükenmemiştik. Bir hücre dolusu gladyatör tüm heybetleri ve güçleriyle hala buradaydı.

Kraliyet askerleri ve liderleri olan kızıl sakallı asker korkularını gizleyip rahat bir tavırla gülümsedi. Demir kapıların ardında olan bizdik. O yüzden gülebilirlerdi ama zamanı geldiğinde işler değişecekti. Öfkeme hakim olmaya çalışarak yumruklarımı sıktım.

" Sizi arenada bekleyeceğim." Dedi kızıl sakal dönüp gitmeden önce.

" Kanlarınızın toprağa akışını en önden izleyeceğim."

Askerleriyle taş koridorun derinliklerinde kaybolan kızıl sakala ve az önce kaldırdığı devasa tahta geçidi yerine çeken şişman askere keskin bakışlarımızı gönderdik. Tahta geçidi yerine koyan asker bakışlarımızdan kurtulmak istercesine görüş alanımızdan çıkarken başım hızla gladyatörlerin barikat oluşturduğu hücrenin köşesine kaydı.

Jinwoo iki büklüm olmuş bedeni ve solgun, terler içindeki yüzüyle doğrulmak istercesine hafifçe kıpırdandı.

" Sakın !" diye tısladım kısık, bıçak kadar keskin sesimle.

Bakışlar görevli askerin gelip gelmediğini gözetlerken sürünerek Jinwoo'nun yanına yaklaştım.
Yüzüne yapışan perçemlerini alnından geriye tarayıp hafif hafif kanın sızdığı alnındaki kesiğe dokundum. Jinwoo dokunuşumu hissetmeden titreyen bedeniyle nefes almaya çalışıyordu.

Bakışlarım yaralı yüzünden asıl yaranın bulunduğu bedenine kaydı. Zırhının açık tarafından aldığı kılıç darbesinin derinlemesine kestiği teninden kan sızmaya devam ediyor ve hücrenin zeminini kızıla boyuyordu.

Jinwoo'nun yarasına tampon uygulayan gladyatöre bakıp " Daha çok baskı uygula." Diye mırıldandım.

Jinwoo'yu hayatta tutmak zorundaydık. O arenada hayatta kalmak ve Iola'nın kayıp varisi bulmasını ummak zorundaydık. Eğer Iola gelemezse, Tanrı korusun olacakları düşünmek bile istemiyordum.

Hücrenin dışını gözleyen asker iki kez tıslayarak alarm verirken herkes tıpkı benim gibi az önceki yerlerine şimşek gibi yerleştiler. Bizi götürecek askerler gelmiş olmalıydı.

Bakışlarım Sehun'un bakışlarıyla buluşurken orada saf sevgiyi ve aşkı gördüm.
Bir an, sadece bir an her şeyin iyi olacağına ve Sehun'la birlikte olacağımıza inandım.

Ama Tanrı hayallerimi duymuş olacak ki hücrenin paslı kapısı gıcırdayarak açılırken meşaleler şeytanın yardımcısının yüzünü aydınlatarak içeriye taşıdı.

Prens Ottah kibirli gülüşü ve şeytanı bakışlarıyla onu koruyan asker ordusuyla birlikte karşımızda duruyordu.
Bakışları iğrenç haşereleri inceleyen biri gibi üzerimizde gezindi, ardından yuvalarından dışarıya taşan pörtlek soluk gözleri gözlerimle buluştu.

" O." Dedi başıyla tiksinircesine beni işaret ederken.

Askerler önceden aldıkları emri uygularcasına tek bir baş hareketiyle hücrenin içine dalıp yanıma geldiler.

Demir prangalar ayaklarımdan ve ellerimden çözülürken Sehun kükreyerek ileriye atıldı.

Prangalar Sehun'un şiddetiyle sarsılırken gladyatörler tıpkı Sehun gibi beni sürükleyen kraliyet askerlerinin üzerine çullandı. İri yarı bir gladyatör askerlerden birini devirerek üzerine çullanırken zincirlerinin izin verdiği ölçüde diğerleri de ona yardım ediyordu.

İki güçlü darbeyle askerlerin tutuşundan sıyrılarak geriye kaçarken " Beni nereye götürüyorsunuz ?" diye haykırdım.

" Seninle işimin bitmediğini söylemiştim." Dedi Prens şeytani bakışlarını bakışlarıma çevirirken.

Panik, korku ve şaşkınlığın kol gezdiği bakışlarıma Sehun'a döndüm.
Sehun bir başka kükreyişle zemine gömülü zincirlerini biraz daha sarsarak ileriye atıldı. Birkaç darbeden sonra zincirlerin onu özgür bırakacağını biliyordum.

Sehun zincirlenemezdi.
Onu bağlayamaz ya da hapsedemezdiniz.
Burada olmasının tek sebebi planımızdı.

Askerler üzerlerine saldıran zincirli gladyatörleri tekmeleri ve yumruklarıyla savuşturmaya çalışırken panikle geri çekilmeye başladı.

Kınından sıyrılan kılıcın sesi havada gerilimi bıçak gibi keserken Prens Ottah parıltılı kılıcını hücrenin girişinde bağlı olan Minho'nun boynuna dayadı. Minho korkmadığını gösterircesine kurt bakışlarını prensin üzerine dikerken dehşet içinde onları izliyordum.

" Benimle gelmediğin her dakika birinin başı gidecek."

Öfke ve çaresizlik içinde Ottah piçinin yüzüne baktım. Orada merhamet ve iyiliğe dair tek bir kırıntı yoktu. Askerlerin beni sürüklemesine izin vermeden çıkışa doğru yürümeye başladım.

Sehun arkamdan " Hayır !" diye kükredi.

Zincirleri sarsılarak bir kez daha yerlerinden oynadı.
Gladyatörlerin saldırısından kurtulan asker nefes nefese kendini hücrenin dışına atarken diğerleri kollarımdan yakalayıp başka bir prangayı bileklerime geçirdiler. Prens cilalı zırhının önünden çıkardığı hançerini çevirerek yüzümün önünde salladı.

" Seninle işim bittiğinde ölmek için yalvaracaksın." Dedi kibirli gülüşüyle.

Omurgamdan aşağıya buz gibi bir ter damlası yuvarlanarak düşerken aramızda santimler kalana kadar yakınıma giren prensin yüzüne tiksinerek baktım ve ağzımda biriktirdiğim tükürüğü yüzüne püskürttüm.

Prens gözlerini kapatarak derin bir nefes eşliğince asker ordusundan birinin uzattığı mendille yüzünü sildi ardından eli ok gibi yüzüme savruldu.

Darbenin şiddetiyle başım yana doğru savrulurken Sehun ve bir çok gladyatör haykırarak zincirlerini çekiştirdiler.

Bakışlarım gladyatörlerin arasından Sehun'a kaydı.
Ona baktım.
Yüzünün her santimini ezberlercesine, onu içime çekercesine baktım.

Seni seviyorum.

Ardından bir kez gözlerimi kapattım.
Sehun'un yüzü önce şokla ardından öfkeyle gerilirken diğerlerinin de görebileceği bir şekilde gözlerimi bir kez daha kapattım.
İsyanın kurucusu bendim ve işaretim tek bir şey anlatıyordu ; plan devam edecekti.

Ben olsam da olmasam da.

Ölüm sessizliği çökmüşçesine yüzüme bakan silah arkadaşlarıma ve aşkıma arkamı dönüp düşmanımla yüz yüze geldim.

" Senden korkmuyorum. Ölümden korkmuyorum." Dedim güçle titreyen sesimle.

Bu kez aramızda belirli bir mesafe bırakarak üzerime eğildi.

" Ölümden çok daha kötü şeyler vardır."

Askerler prangalarla sarılı kollarımı çekiştirerek sürüklerken bedenimi, gerçeğin buzdan tokadı yüzüme tüm gücüyle çarpıyordu.

Arenaya çıksam da çıkmasam da bugün burada ölecektim.

Askerler bedenimi sürüklerken attığımız her adımda hücreden bir haykırışık daha yükseliyordu.
Haykırışın ardından gerilen zincirlerin gürültülü yankılanarak kulaklarımı doldurdu.

Tekrar ve tekrar.
Gözlerimi kapattım.

Kapalı gözlerimden kurtulan bir damla yanağımdan aşağıya süzüldü.
Derinlerde zemine gömülü zincirlerin sesi bir kez daha yükseldi...

Continue Reading

You'll Also Like

2K 64 3
Ya Porchay, Kim'in videosuna cevap verirse? Kimchay Jeffbarcode Orijinali @Kam2Kimchay aittir.
130K 5K 28
"Ne sanıyorsun sen kendini? Sevgili değiliz, asla olamayız, sen beni korkutuyorsun ve zarar veriyorsun!" Dedim direkt, kısa bir sessizliğin ardından...
1.4M 56.6K 33
"Bana bakıcılık yapmaktan vazgeç ben senin bakıcılık yaptığın çocuk değil karınım " dediğimde sinirle , bakışları tekrar beni bulmuştu. Yüzünde memnu...
14K 1.5K 31
"geçmişi değiştiremeyiz ama ondan ders çıkartabiliriz, değil mi?" 〃yarı texting ( + group chat ) 〃küfür + argo 〃angst with happy ending 〃sunaosa, bok...