Cehennem Savaşları

By HunHanTurkey

109K 7.7K 1.3K

Çivi gibi sert ateş kadar yakıcıydı Luhan. Babasının intikamını almaya kararlıydı Luhan. Öyle ki asla yapmama... More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm (M)
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
FİNAL

18. Bölüm M

4.1K 262 73
By HunHanTurkey

Yazar: Özge Meral

Not: Okuyan kişisi çok ama vote ve yorum neden çok az :(

"Sen benimdin, rüyanın görkemiyle doldum. Ben rüyada sultandım ,uyanınca hiç oldum."


Hava soğuktu.
Yaklaşan sonu ve savaşı hissetmişçesine buz gibi ve keskindi. İçine sığındığımız küçük mağara kraliyet askerlerini ve kraliyeti gözetlememize imkan sağlarken, bizi , havayı delicesine döven rüzgardan bir nebzede olsa koruyordu.
Sehun keskin bakışlarıyla mağaranın ağzından önümüzdeki araziye bir kez daha baktı.

" O piçin askerleri bu kadar olur işte." Dedi bakışlarıyla içki içen askerleri ve kahkaha atan çakır keyif hallerini işaret ederek.

Cevap vermek yerine donmaya yüz tutmuş ayaklarımı postallarımın içinde büzerek kalın peştamalımın içine daha çok büründüm.

Sehun, sanki güneş her yeri ısıtıyormuşçasına rahat bir tavırla yalnızca zırhının altındaki keten gömleğiyle çaprazıma oturup uzun bacaklarını öne uzattı. Eğer dişlerimin takırdamayacağını bilsem muhtemelen küfür ederdim.

" O koca inadın bir gün sonun olacak." Dedi bir dizini kırp kolunu dizine dayarken.

Kulağının arkasına sıkıştırdığı saçlarının arasından kurtulan birkaç kahverengi tutamın ardından bana bakan gözlerinin kahvesi öylesine parlak, öylesine baştan çıkarıcıydı ki bakışlarımı yeniden postallarıma indirdim.

"B-benimle...ko-konuşma !"

Takırdayan dişlerime ve soğuktan iki buz parçası gibi salınan dudaklarıma lanet ettim.
Çatık kaşlarıyla çevik bir hareketle ayaklanıp mağaranın girişine yöneldi. Duyabildiğim kadarıyla az önce atılan şen kahkahalar yarı yarıya azalmıştı.

" Çoğu sızmış. O piç kurusu en azından kraliyeti koruyan askerleri düzgün seçebilirdi."

Heybetli cüssesiyle bana doğru dönüp kalın peştamalların altında titreyen bedenime çatık kaşlarla baktı. Tek bir hareketle gövdesini saran zırhı çıkartıp yere bırakırken onu şaşkınlıkla izliyordum. Ardından tek bir kelime dahi etmeden üzerime doğru gelmeye başladı.

Sehun yanıma oturup sırtını mağaranın duvarına yaslarken titreyen küçük bedenimi güçlü bir kavrayışla kucağına çekti.

"N-ne yapıyor-sun?" dedim zangırdayan dişlerimin arasından şaşkınlıkla.

Sehun kaslı, bir ağaç gövdesi kadar sert ve sarsılmaz kollarıyla bedenimi kucaklayarak göğsüne bastırdı.
Ulu Tanrım !
Öylesine sıcaktı ki itiraz etmek şöyle dursun ona daha çok sokulmak dışında hiçbir şey düşünemiyordum. Buz tutmuş yüzümü boynunun o egzotik kokularla süslü sert yüzeyine gömüp ellerimi gömleğinden içeri sokup yanan bedenine bastırdım.

Bedenim soğukla öylesine titriyor, Sehun'un sıcaklığı buz tutan bedenimi cazibesiyle öylesine baştan çıkarıyordu ki Sehun'un sıkıca bedenime dolanan ve hafifçe sallayan kollarını fark edemiyordum bile.
Bedenimdeki buzlar teker teker çözülürken zihnim berraklaşmaya ve nerede ne yaptığımı yeniden kavramaya başladı.

Sehun'un kucağında, kollarının arasındaydım. Sehun'da ısınıp kendime geldiğimi fark etmiş olacak ki kasılan bedeniyle kollarından çıkacağım, onu bırakacağım anı bekliyordu.

Ama gitmedim.
Gidemedim.

Yüzümü kaldırdığım boynuna yeniden gömüp dudaklarımı taptığım, özlemle kavrulduğum tenine dayadım.

"Luhan!" diye inledi Sehun bedenimi sıkıca kavrarken.

Savaşın orta yerindeydik.
Turnuva ya da demir kapıların ardındaki karanlık bizi yok edecekti.
Kaçamazdık.
Savaşmak ve ölmek dışında hiçbir şansımız yoktu.
Hayatı erteleyemezdik.
Bizim için geçirilen her dakika sona daha çok yaklaşmamızı sağlıyordu.

Şimdi Sehun'un sıcak, sert ve içimi titreten bedenine sarılmışken geri çekilmek, aramıza mesafeler sokmak ya da kahrolası gururumu dinlemek istemiyordum.

Bu gece ölebilirdik. Yarın ya da bir sonraki gün hayatımız sona erebilirdi. Ateşin, kanın ve karanlığın içindeydik. Bu yüzden gitmek yerine kalıp kahrolası birkaç saatimi feda etmeyi seçtim.

Dudaklarım Sehun'un boynunda çenesine oradan dudaklarına doğru kayarken kestane kahvesi gözler hiç olmadığı kadar parlak hiç olmadığı kadar derindi. Dudaklarımız birleşmeden önce yalnızca bir saniye durup birbirimize baktık.

Buz tutmuş dudaklarımı sıcak, pürüzsüz dudaklarına dayarken boğazımdan boğuk bir inleme yükseldi. Sehun bedenimi kucağında çevirirken elleri kısacık saçlarımın arasına girip boynuma dolandı. Tıpkı onun bana yaptığı gibi ellerimi gömleğinden içeriye sokup tenini özlemle okşamaya sıcaklığını hasretle içime çekmeye başladım. Sehun çevik parmaklarıyla üzerimdekilerden teker teker kurtulurken üşümek yerine yanıyordum. Kasıklarımdan başlayıp tüm bedenime şok dalgaları gibi yayılan sıcaklık bedenimi yakıyor, tenimi adeta kavuruyordu.
Sehun'un alt dudağını dişlerimin arasına alıp arzuyla ısırdım.

"Dokun bana."

Sehun'un parmakları içliğimi omuzlarımdan sıyırıp buz gibi havada istekle kabaran göğüs uçlarıma doğru uzandı. Önce bir parmağını büzüşen dimdik tomurcuğumun etrafında gezdirip yavaşça aynı hareketi tekrarladı. Soğuk tenim ısınırken ateş gibi parmakları yavaşça tomurcuğumun üzerine kapandı.

Parmaklarıyla göğüslerimle oynar ve işkence edercesine sıkarken nefes nefese inleyerek " Daha !" diye haykırdım.

Sehun gözlerinde parıldayan şehvani canavarla yüzüme bakıp arsızca gülümsedi. Ardından kahverengi perçemlerle çevrili başı yavaşça boynuma kapandı. Dudakları boynumdan omuzlarıma oradan göğüslerime doğru bir yol izlerken göğüs uçlarımı ağzına almak yerine acımasızca etrafında dolaşmaya başladı. Arzuyla yanan, Sehun'un sıcak ağzı için yanıp tutuşan göğsümün üzerine daha çok eğilip, dudaklarını neredeyse dimdik uçlarına değdirdi.

Parıldayan kahverengi gözleriyle bana karanlık bir bakış fırlatıp " Daha." Diye fısıldadı ve sertleşen tomurcuğumu ağzına aldı.

Boğazımdan yükselen derin bir iniltiyle ellerimi kahverengi ipek gibi perçemlerin arasına geçirdim.

Sehun beni okşar, öper ve acımasızca ısırırken kasıklarımı çoktan sertleşmiş, demir gibi erkekliğine dayadım. Dakikalar dakikaları kovalarken iniltilerim Sehun'un hırıldayan nefeslerine karışıyordu. Sehun'un ağzı bedenime işkence ediyor, içimdeki ateş geçen her dakika daha da artıyordu.

Sehun ağzını tenimden ayırmadan göğüslerimin çevresinde gezindi ve yavaşça karnıma indi. Göbek deliğimin çevresinde gezinen diliyle, vahşi sesler çıkarırken ne zaman uzandığımı fark etmediğim kalın postun köşesini avucumun içine sıkıştırdım. Sehun arzuyla yanıp tutuşan halimi arsızca seyredip dudaklarını daha da aşağıya indirmeye başladı.

Önce dizimi ardından yukarıya doğru baldırımı okşayarak öpmeye başladı. Erkekliğime geçmesini beklerken dudakları bacaklarımın iç kısmında oyalanmaya devam ediyordu. Belimi kıvırıp avuçladığım postu daha da çok çekiştirdim. Sehun boğazımdan dökülen boğuk iniltinin ardından genizden gelen küçük bir kahkaha attı. Ardından dudakları erkekliğimi tamamen mağarasının içine aldı.

İnledim.
Sehun'un sıcak dudakları ve arsız dili bana adımı bile unuttururken sessizce yanıp kül olmamak ya da ölmemek için dua ediyordum. Kasıklarımdan yükselen titreşimlerle nefessiz kalırken Sehun dilinin keskin darbelerine devam etti.

Doruğa ulaşmam hızlı ve acı verici derece harikaydı.
Bedenim titremeye devam eder orgazmın sert dalgaları vücudumun dört bir yanında kor gibi gezerken Sehun durmadı. İkinci orgazm birincinin hemen ardından geldi.
Sızlayan bedenim, yorgun bir boşluğun içine sürüklenirken inlemekten kısılan boğazımdan hırıltılı nefesler alıyordum. Sehun yükselip dudaklarıma beni daldığım boşluktan alevler içinde çıkaran bir öpücük verdi.

Demir gibi erkekliği bacaklarımın arasını doldururken sert, genizden çıkan sesiyle " Bana bak," diye fısıldadı.

" Güzeller güzeli Luhan, bana bak..."

Gözkapaklarım titreşerek yukarıya kalkarken gözlerim buğulu, odak noktalarını kaybetmek üzere olan kahverengi gözlerle buluştu. Sehun yavaş yavaş içime girerken dudakları inlemeleri yutarcasına dudaklarıma kapandı. İniltilerimiz birbirine karışırken, doruğa çıkan merdivenleri birlikte çıkmaya başladık.

Ritmimiz zihnimi bulandırıyor, geriye kalan son düşünce kırıntılarını da söküp atıyordu. Sona yaklaştıkça Sehun hızını arttırmaya , bedenim sıcak boşluğa doğru yükselmeye başladı.

Doruğa ulaşmadan önce Sehun'un dudaklarından iniltilerimiz arasında anlamını çözemediğim, bilmediğim dilde bir sözcük döküldü. Henüz sözcüğün tınısını dinleyemeden kasıklarımdan başlayan artçı sarsıntılarla titremeye başladım.

Sehun'un dudaklarının arasında boğulan çığlığımla doruğa ulaşırken Sehun içimden tamamen çıktı ve ilkel bir kükremeyle içime yeniden girip doruğa ulaştı.
Birbirine karışan bedenlerimizle dışarıdaki kana, yaklaşan savaşa ve karanlığın buz gibi tokadına inat sıkıca sarıldık birbirimize.

" Luhan..." diye fısıldadı Sehun alnıma iç yakıcı bir öpücük kondururken.

"Sehun.." dedim bende yüzümü sıcacık boynuna gömerken.

Sehun. Sehun. Sehun.
Sadece Sehun.


***

Iola

Not: Kızımızın adını çok yanlış anlamışsınız :') Adı İola, Lola değil :')

Hayatımda istemediğim kesinlikle çok az şey vardı. Ve biri de şu an yanımda homurdanarak yürümekle meşguldü.

" Homurdanıp durmayı kes." Dedim öfkeyle adımlarımı Jinwoo'nun koca adımlarının ötesine geçirmeye çalışırken.

" Bana sakın emir vermeye kalkma bücür !"

" Bücür mü ?! Bana bak, seni yalnızca bir kez uyaracağım." Dedim çakmak çakmak bakan öfkeli gözlerimle Jinwoo'ya dönerken.

Jinwoo bana bakmak yerine yanımdan hışımla geçip yürümeye devam etti. Öylesine sinir bozucu, alaycı, ukala, kendini beğenmiş ve despottu ki onu tekmelemek istiyordum.

O güzel suratının ortasına okkalı bir yumruk savurmak gecelerdir uykularımı süsler olmuştu. Luhan Jinwoo'yla aramızdaki düşmanlığa bir türlü anlam veremiyordu.
İşin garibi bende veremiyordum. Sadece onu görmek bile öfkeyle yanıp tutuşmama neden oluyordu.
Oysa ben oldukça sakin bir yapıya sahiptim.
Evet, kesinlikle dost canlısı ve sakindim. Beni kudurtan önümdeki iri cüsseli, ukala herifti.

" Bu bir takım çalışması !" diye bağırdım arkasından. " Beni bekleme zahmetine gir en azından."

" Küçük ayakların küçük adımlar atıyorsa bunun sorumlusu sensin bücür."

Sakin ol. Sakin ol. Sakin ol.

" Senin ebeni...!"

Jinwoo küfürüme karşılık vererek başka bir küfürle arkasını dönerken özlemini duyduğum yumruğu sonunda atabileceğimi hissettim.
Sağ elim yumruğun özlemiyle hafifçe karıncalanırken Jinwoo'yla birbirimize doğru öfke dolu bir adım attık ve tam o sırada karanlığın içinden süzülen bir tıslamayla asla atacağımı tahmin etmediğim şiddette bir çığlık kopardım.

Ayaklarımın yalnızca bir metre önünden sürünerek geçen yılan çığlığımla tıslayarak karanlığın içinde yeniden gözden kaybolurken Jinwoo bana anlayamadığım bir bakışla bakıyordu.

Ona çığlığımla ilgili saçma sapan bir hikaye anlatmak için açtığım ağzım bulunduğumuz tepenin ilerisindeki asker topluluğunu görünce boğuk bir çığlıkla kapandı. Jinwoo belinden çevik bir hareketle çıkardığı ışıldayan kılıçla pozisyon alarak arkasını dönerken benim gördüğümü görmüş olacak ki bir küfür savurup bana doğru yaklaştı.

" Bizi fark ettiler.... Kahretsin, geri dönemeyiz. Bu gece o lanet kapıya gitmek zorundayız... Düşün Jinwoo, düşün.." dedi yanımdan sert adımlarla uzaklaşırken.

Jinwoo'nun arkasından şaşkınlık ve içimde patlayan ani şefkatle bakakaldım.
Beni suçlamasını beklemiştim. Askerlerin bizi fark etmelerinin nedeni aptal yılan korkumdu. Ama Jinwoo beni suçlamak şöyle dursun iğneleyici tek bir laf etmemişti. Jinwoo'nun öfkeyle gezinen siluetine bakıp onu çözmeye çalıştım.

" Ağaca tırmanabilir misin?"

Jinwoo'nun sorusuyla gerçekliğe geri dönerken başımı metrelerce uzanan ve yakında tek bir dal bulunmayan ağaçlara çevirdim.

" Buna tırmanmamız imkansız. Tırmansak bile aralarından sızan ay ışığı bizi fark etmelerine neden olur. Meşalelerden söz etmiyorum bile."

" Kahretsin, haklısın !"

Jinwoo sıkıntı içinde saçlarını karıştırırken askerlerin sesleri gittikçe yaklaşmaya başladı. Yalnızca birkaç dakika sonra burada olacaklardı. Kaçamazdık.
Saklanacak hiçbir yer yoktu.
Üstelik zamanımız gittikçe daralıyordu. Zonklayan başımı ovalayıp düşünmeye çalıştım.
Gece yarısı özel arazide iki gladyatör. Yanımızda bizi savunacak bir ferman bile yoktu. Muhtemelen yakalanır yakalanmaz ya askerlere ya da Donkor'a teslim edilecektik. Donkor'ın bizi koruyamayacağını tahmin etmek zor değildi. Sivil değildik ve askerlerin çok katı kuralları vardı...

" Soyun!" diye ciyakladım hızla Jinwoo'ya dönerken.

" Bak, gerçekten şakanın sırası değil." Dedi Jinwoo çatık kaşlarla.

" Şaka yapmıyorum mankafa, soyun. Zırhını hemen çıkar ve şu küçük çalının altına sakla."

Jinwoo nihayet ne demek istediğimi anlamış olacak ki zırhını seri hareketlerle çıkarmaya başladı. Arkamı dönüp yüzümü buruşturdum. Bunu yapmanın nelere bedel olacağını bilmiyordum. Jinwoo'yu yumruklamak istememe rağmen ona garip bir şekilde güveniyordum. Ama yine de bu... Yapabilir miydim?

"İlerleyin !"

Askerlerin geceyi delen sesiyle kısık bir küfür savurup üzerimdeki kalın peştamaldan ve zırhlardan kurtulmaya başladım. Ardından hızla pantolonumu çıkartıp yalnızca uzun keten gömleğim ve içliğimle buz gibi havada çıkardıklarımı Jinwoo'nun kapatmaya çalıştığı çalılığın ardına fırlattım. Jinwoo eğildiği yerden yavaşça doğrulurken bakışları çıplak, süt beyazı bacaklarıma kaydı.

" Sen..."

Askerlerin gümbürdeyen ayak sesleri ormana küçük balyoz darbeleri gibi düşerken Jinwoo'nun bedenini üzerime çekip sırtımı kalın bir ağacın gövdesine yasladım.

" Akila ?..."

Jinwoo'nun yüzü öyle bir şokla kasılmıştı ki ona her şeyi açıklamak istedim ama zamanımız yoktu. Kollarımı Jinwoo'nun bedenine dolarken yüzümü sert göğsüne gömdüm ve yüzümü yakan bir utançla çıplak bacağımı kalçalarının etrafına doladım.

Jinwoo'nun bedeni son hareketimle kaskatı kesilirken " Burada birileri var efendim !" diye bağırdı genç pürüzlü bir ses.

Gümbürdeyen adımlar gittikçe daha çok yaklaşırken tuttuğum nefesimle beklemeye başladım.

" Bunlar yalnızca oynaşan bir çift." Diye kahkaha attı daha kalın bir ses.

Jinwoo oyunuma dahil olarak ellerini belime dolayıp bedenimi bedenine tamamen yapıştırırken bende - tamamen oyun gereği- kalçalarındaki bacağımı hafif hareketlerle aşağı yukarı oynatmaya başladım.

" Hava buz gibi ama bunların ateşi hala yanıyor çocuklar."

"Ulu Tanrım, güzel sevgilimin yanına gitmeyeli günler oldu!"

Genç çocuğun sesiyle karanlığın içinde kahkaha tınıları yükselmeye başladı.

" Pantolonuna sahip çık Cort."

Cort olduğunu tahmin ettiğim adam homurdanarak " Seninki işe yaramaz diye benimkine bulaşma dostum." Diye mırıldandı.

Bir başka kahkaha tufanı ve itiş kakış sesleriyle askerler geldiklerinden daha yavaş ve rahat hareketlerle gitmeye başladılar. Sesleri gittikçe uzaklaşırken tuttuğum nefesimi bırakıp hafifçe ürperdim.

Yarı çıplaktım.
Neredeyse Jinwoo'nun kucağında ve her hattını hissedercesine üzerindeydim ve aşağılarda bacaklarımın iç kısmına batan sert bir şeyler vardı.

Boğazımdan yükselen ani bir çığlıkla yumruğumu Jinwoo'nun karnına indirdim.

"Sen kahrolasıca bir kızsın !" diye kükredi Jinwoo öfke içinde.

Ağzım Jinwoo'nun söylediklerini yalanlamak için açıldı.
Ve açıldığı gibi geri kapandı.
Çıplak bacaklarım ve kalçamla onun karşısında durup kız olduğumu inkar etmek kesinlikle aptallıktı. Göğüslerimi bir şekilde açıklayabilirdim ama ya olmayan erkekliğim ?

Üzgünüm Jinwoo, benimkini yolda mı düşürdüm diyecektim ?!
Ah Ra aşkına !

" Eğer..." dedim utanç içinde pantolonumun saklı olduğu çalılara doğru yürürken. " Bunu birisine söylersen, yemin ediyorum seni öldürürüm."

Jinwoo yanından geçmek üzereyken koluma yapışıp " Lanet olası bir kızsın !" diye bağırdı.

" Hayatında ilk kez mi kız görüyorsun mankafa ?!"

" Biliyordum." Dedi sözlerimi duymazdan gelip , alev alev yanan kahverengi gözleriyle gözlerimin içine bakarken.

Başka utanç verici bir konuşmanın içine girmek istemediğimden silkelenerek ellerinden kurtuldum.

" Ne bildiğin umurumda değil. Bunu hiç kimseye söylemeyeceksin. Gladyatörlerin bundan çok daha büyük dertleri var."

" Seni küçük, yalancı fare !" dedi Jinwoo bana doğru tehditkar bir adım atarken.

" Domuz kıçlı zorba !"

" Aptal !"

" Gerzek !"

" Koca burunlu solucan !"

" Siktir oradan !"

" Sen siktir !"

Nefes nefese, kabaran göğüslerimizle birbirimizin yüzüne baktık ve yalnızca bir saniye sonra inleyerek dudaklarımızla savaşmaya başladık.

Continue Reading

You'll Also Like

38.3K 3.8K 30
Sehun, canlı yayında biricik köpeğini gezdirmesi için fanlarından yardım istediğini söyledi. Bunu söylerken içten içe köpeğine gerçekten birinin bakm...
551K 34.4K 46
"Baba,çok korktum ben." Mirzat Bey kolları arasına aldığı kızını göğsüne yaslarken duyduğu şey ile adeta donup kalmıştı. Kızı kendisine yıllar sonra...
24.2K 1.4K 15
Jeongguk okulda sürekli ''Jiminşiiii'' diye bağırırdı. JjkXPjm
763 106 8
İlk göz ağrım, ilk kurgum olur kendileri. Şimdiye kadar yazdığım her şeyin babasıdır.