Elfida ✓

By vantewwh

46.6K 5.8K 15.2K

"Gece zihnime çöktüğünde, beni o güzel gülüşün esir aldı Elfida." Fısıldadım dudaklarına. O ise, o güzel bakı... More

1| 'Savaşın ortasında, diz çöken kök.'
2| 'Beni kimse bilmez. Beni bir sen bilirsin.'
3| 'Ben senin elinden ölmezsem, kendimi ölmüş saymam.'
4| 'İcran gibi düştün kaburgalarıma.'
5| 'Göğsüme düştü kurşunlar.'
6| 'Vatan için ölmek, yâr için yaşamak.'
7| 'Acılar içinde bir savaşı yönetmek.'
8| 'Dur sol yanımda. İcran kokar benden başkası sana.'
9| 'Benim yaralarımı sar.'
10| 'Ellerinin ucu, ilacım.'
11| 'Çoban Yıldızı.'
12| 'Uzanıp eşsiz hatırandan öptüm.'
13| 'Şeker prens erimesin, Tuz kral onu hep sevsin.'
14| 'Gözleriniz öyle söylemiyor küçük bey.'
15| 'Bir tenhada can cananı bulunca.'
16| 'Kirpiğin kaşına değdiği zaman.'
17| 'Elvan çiçekleri takma başına.'
18| 'İyileşmem, vermem acımı. Senden bir tek bu kaldı.'
19| 'Bir sözüne ölmek, güzeldir vesselam.'
20| 'Ben bilmez miyim umut kokan kelimelerin sahibini?'
21 'Kim bilir kaç yüzyıldır, sarılmamış kolların.'
22 'Sen, kendi dünyanın toprağında büyüyorsun.'
23 'Ve nihayet ruhum zırhını indiriyor.'
24 'Sen beni öptüğün zaman, cennet iç çeker.'
25 'Çünkü benim vatanım sensin.'
26 'Kalbi yanacak, bir kağıt parçası gibi.'
28 'Ben sende tutuklu kaldım.'
29: "Şakağını bana uzat, son defa." FİNAL

27 'Şehirlere bombalar yağardı her gece. Biz durmadan sevişirdik.'

1.7K 131 1.6K
By vantewwh


Aşk: Bir varlığı tutkuyla ve nâmütenâhî bir özlemle sevme. Ayakları yerden kesen, dizlerin bağını çözen, karında kelebekler uçuşturan, yüreği yerinden söken, aklı baştan alan tarifsiz bir sevdâ. Dilimize Arapçadan geçmiştir. Şiddetli ve yakıcı sevgi mânasındaki ışk kelimesinden evrilmiştir.

Mamihlapinatapai: İki kişinin de bir şey yapmak istediği, bir şey söylemek istediği, aralarında bir şey olmasını arzuladığı ancak içten içe karşı tarafın başlatmasını istediği bir olayda, iki tarafın paylaştığı bakış.

Küçüğüm daha çok küçüğüm.

Bu yüzden bütün hatalarım.

Öğünmem bu yüzden.

Bu yüzden kendimi.

Özel önemli zannetmem.

°

Bir vakit olur, insanın ciğerini bıçak gibi kesen. Bir vakit gelir, o kesik yarası ansızın iyileşir. Bulunduğum durum ölümdü. Kesinlikle ölmüştüm. Ben ne yaşıyordum? Nasıl hala nefes alıyordum? Delirmiş olma ihtimalim çok yüksekti. Çünkü şu an olanları anlatacak kelimem yoktu. Dilim bir türlü dönmüyor, meydanda olanları idrak edemiyordum. Gözlerim, düzenekte öylece yatan Taehyung'un üzerindeydi. Sadece izliyordum. Şekeri elinden alınmış bir çocuk lüksü yoktu bende.

Ekmeği, evi, vatanı, sevdası elinden alınmış bir çocuk gibiydim. Sadece izliyordum. Çaresizce, öylece, kör olmuşçasına izledim sevgilimi. Ah bir görseniz onun güzelliğini... Ah bir baksanız tenine değen güneşin ışıltılarına... Ben ömrümde böyle güzel bir adam görmemiştim. Kapalı kirpikleri, kurumuş dudakları, yaralı yüzü ile dünyalara bedeldi. Peki ben ne yapıyordum? Neden kulağıma gelmesi gereken sesleri duyamıyordum? Yavaşça bir adım attığımda yükselen sesle kalakaldım.

"Ne demek Park Yeon'u Gardenya rehin aldı?!"

En başından beri avucuma sapladığım tırnaklarım, etime diş geçirmiş ve kanamasına neden olmuştu. Ama hissetmiyordum bile. Bacaklarımdan derman kesildi. Duyduklarım uyuşmuş beynimi yeniden canlandırdı. Oturup ağlamak istiyordum. Ciğerim kanayana kadar, kan kusana kadar ağlamak istiyordum. Tanrım gör beni! Yüreğimin ortasında, tatlı tatlı kaşınan yarayı izin ver parçalayayım! Tanrım rahat bir nefes almama izin ver! Yaptığım planın ucu ucuna yetişmesi içime bahar havası katsa bilse, yetişmeme ihtimali yakmıştı beni. O hallerini görmüştüm onun.

Adımlarımı atıyordum ama bir ölü gibi. Yavaş bir şekilde, tüm halk bizi izlerken ve babam ateş saçan gözleri ile bana bakarken dahi durmadım. Eğer durursam belimdeki silahın içini, hastalıklı kafasına boşaltırdım. Bunu yapardım. İşte o zaman orda hem beni, hem sevdamı öldürürlerdi. Tek bir kelime dahi etmedim. Halbuki konuşacak nefesim, kelimelerim vardı. İçimde fokur fokur kaynayan kara boranların içine atmak istedim hepsini. Düzeneğin olduğu alana yavaşça çıktım. Bakın ben ölmüştüm. Bunun geri dönüşü yoktu. Ben artık yürüyen, nefes alan, konuşan ve dünyada fuzuli yer kaplayan bir ölüydüm.

Ben bundan yarım saat önce öldüm. Bir adamın gözlerinde, çaresiz gülüşünde, bana sunduğu aşkta, yana yakıla öldüm. Ben artık yaşamıyordum. Bu mümkün dahi değildi. Donmuş yüzüm ve kurumuş yaşlı gözlerimle cellatın gözlerine baktım. Herkesin bizi izlediğini biliyordum. Duyulan tek ses atların nefes sesleri olmuştu. Çattığım kaşlarımı gözlerine doğru kaldırdım. "Biliyor musun sen de bir gün öleceksin." Sadece gözlerini gördüğüm adam önümde saygı ile eğildi. Sesini bile duyurmuyordu bana. Alayla gülümsedim. Ama yüreğim yangın yeriydi. "Doğru ya unuttum, sen de çoktan ölmüşsün."

Gerçekten sıyırmıştım. Ama sevdiğim adama yaşattıklarını görmezden gelemezdim. Elfida'mın gözlerindeki korkuyu görmek bile ciğerimi parça parça etmişti. Hak ediyordu. Hafif yaklaştım ona doğru. Belimdeki silahı aldım ve tam şakağına yasladım. Herkes pür dikkat bizi izliyor ve bir şeyler söylememi bekliyordu. Peçe ile sarılı kulağına doğru dudaklarımı yasladım. Benim bir canım var diyordum. Bir canım var onu da zaten Elfida'nın uğruna harcamıştım. Kinimi, nefretimi birine kusmak zorundaydım. Tetiği çektim ve son kez duydu. Bu dünyandan göçüp giderken duyduğu tek ses benimdi. "Benim olanın nefesini kesene, nefes aldırmam."

Ve bir el silah sesi yankılandı...

Elfida'mın başına toplanan kuşlar hızla havalandı...

Yavaşça kafamı kaldırdım ve hepsinin özgür bir şekilde uçuşunu izledim. Elimdeki silahı yavaşça belime yerleştirdim. Pişman değildim. Her zaman çocuk, masum demeden acımasızca öldürüyordu. Biriken öfkem ile yaptığım bu şey doğru veya yanlış kestiremiyordum. Taehyung'un yanına doğru çöktüm. Hafif kafamı ona doğru çevirdiğimde, yüzünü izleyen bir güvercin gördüm. Beyaz, güzel bir güvercindi. Elfida'nın soluk teni canımı yakarken ellerimi ince beline sarıp, baygın bedenini kollarım arasına aldım. Kafasını omzuma yerleştirdim ve düzenekten yavaşça inmeye başladım. Herkesin elleri ağzında bizi izlemesi delirmeme neden oluyordu.

Ben nasıl bir insanlığın içine düşmüştüm? Ardından insanlara nefretle baktım. Nasıl bir can yok olacak diye gelip izleyebilirlerdi? Nasıl buna çanak tutup, "öldür! Öldür" diye alkış tutuyorlardı? Kollarımın arasında olan bedeni daha sıkı kavradım. Hala korkuyordum. Sanki elimden alacaklar ve o "öldü" diyecekler diye korkuyordum. Halbuki yaşıyordu. Yaşıyordu değil mi? Benim nefesim, sevgilim yaşıyordu değil mi? Boş alanda yürürken, yere değen çizmelerimin sesi bile istifimi bozmadı. Kollarımda derman dahi yoktu ama, Elfida sayesinde az dahi olsa gücüm vardı. Tam General'in yanından geçeceğim vakit şiddetli sesini duydum.

"Teğmen!" Ruhsuz, donuk bakışlarımı yoldan asla çekmeden ilerlemeye devam ettim. Durup kimse ile konuşacak takâtim yoktu. General'in sesini tekrar duymamla gözlerimi sertçe yumdum. "Nereye götürüyorsun?" Yavaşça omzumda yatan bedene çevirdim bakışlarımı. Yara bere olmuş yüzü canımı çok yaksada, omzumu yakan sıcak nefesi şükretmeme neden olmuştu. Yaşıyordu... Hala inanamıyordum. Öylesine korkmuş ve bitmiştim ki dayanacak gücüm kalmamıştı. Kendimi öldürme fikrime alışmıştım. Şimdi onu herkesin içinde öpsem? Ah bunu her şeyden çok isterdim.

Çizmelerimin topuğunda ona doğru döndüm. Kucağımda sevdiğim adam varken meydan okudum General'e. Bunu hep yapmak istemiştim. Ona olan öfkemi Elfida'mın ellerinden tutarken, kusmak istemiştim. "Suçsuz bir adama yapılan bir işkence söz konusu General. Olması gereken, onu sağlığına kavuşturmak. Ben de bu bölgenin halkından sorumluyum ve Teğmen Taehyung benim esirim. Asılsız bir suçlamaya boyun eğip, benim sözlerimi çiğnediniz. Ben halkımın ilerde bana 'zaten bu adamlar suçsuz insanları infaz ettiriyor' dedirtmem. Şimdi izninizle efendim."

Yüreğime dolan özgüvenle Taehyung'u daha sıkı tuttum. Adeta bir kartal edasıyla ilerledim. Çok cesur ve korkusuzdum şimdi. Herkesin pencerelerinden çıkıp bizi izlediğini biliyordum. Hepsinin neden onu taşıdığımı merak ettiğini biliyordum. Ama bunu ölsek dahi bilmeyeceklerdi. Kimse ona olan tavrımı, ilgimin sebebini asla bilmeyecekti. Yaptığımız planın tutması beni rahatlatmış olsa bile onu kaybetme korkusu bir kere düşmüştü yüreğime. Bana bir kere veda etmişti. Ben şimdi o vedayı nasıl unuturdum? Ben şimdi nasıl devam ederdim yoluma? Gözlerimden düşen amansız yaşlar onun yaralarına bir bir döküldü. Tuzlu su canını yakmış olacak ki, acı dolu bir inleyiş döküldü dudaklarından.

Adımlarımı hızlandırıp, hastaneye girdiğim vakit hemşirelerden biri hızla koştu yanıma. Korku ile bakarken, herkesin bizi izlediğini biliyordum. Ölmesini, kafasız bir şekilde gelmesini bekledikleri adam canlı bir şekilde kollarımda hayat buluyordu. Öksürüp, alev alev yanan genzimi temizledim. "Suçsuz olduğu anlaşıldı. Bu yüzden yalvarırım ona iyi bakın." Tek istediğim onun iyi olmasıydı. Durum bu halde iken, yanında beklemem asla doğru olmazdı. Artık daha dikkatli olacaktım. Ona zarar verecek, bizi bitirecek hiçbir şey yapmayacaktım. Hemşirenin dolan gözlerine baktım uzunca. On sekizinde bir genç kızdı.

Taehyung'un gizlice eğitim veriyorum dediği hemşire buydu. Hızla sedyelerden birini, var gücüyle itekledi önüme. Kucağımda cansız yatan sevgilimi yavaşça yerleştirdim soğuk sedyeye. Gidecekleri vakit hemşirenin bileğini sertçe kavradım. "Benim meydana gitmem gerek. Başından bir saniye dahi ayrılma. O odadan ben gelmeden sakın çıkma." Belimden küçük, işlemeli tüfeğimi çıkardım. Titreyen ellerine doğrulttum. "Eğer biri ona zarar verirse, kim olursa olsun sık!"

Dolu gözleri ile önce bana baktı. Ardından derin bir nefes alıp etrafı kolaçan etti. "Ben öldüremem birini. Hem Taehyung ağabey bana sakın silah tutmasın ellerin, kalem tutacak onlar dedi. Söz verdim ona. Yalvarırım sözümü bozmama izin vermeyin efendim." Elfida'mın güzel yürekliliği yine beni çaresiz bir adama dönüştürmüştü. Keşke, keşke biraz da beni düşünseydi. Şu an kollarımın arasında, dudaklarım dudaklarında oluyor olurdu.

"O zaman onu koru. Ben gelene kadar en azından." Işıldayan gözleri ile bana baktı ve hızla içeri koştu. Dermanım kalmamıştı. Tüm etim çekilmiş, biri çarpsa yığılacaktım yere. Ama henüz bitmemişti. Yaptığım planın henüz bitmeyen tarafları vardı. Sevgilimi kurtarmak için uyguladığım bu plan henüz bitmemişti. Yavaşça hastaneden çıktığımda ortalık mahşer yeriydi. General birilerine astığım astık, kestiğim kestik komutlarını veriyordu.

Hızla ordan uzaklaştığımda beynim donmuştu. Nereye gidecektim? Sözleştiğimiz yer neresiydi? Her şey yok olmuştu zihnimden. Adımlarımı hızlandırdım. Olabildiğince hızlı yürüyordum. Sanki her yürüdüğümde dağlar daha aşılmaz oluyordu. Gözlerimden akan yaş, dizlerimin üzerine düşmeme neden oldu. Avuçlarımı yere yaslayıp, eğildim. "Tanrım güç ver." Dayanacak gücüm kalmamıştı. Düşündükçe kanım çekiliyordu.

Ben mutlu olamıyordum. Olmam mümkün dahi değildi. Artık bana yetecek ciğerim kalmamıştı. Yumruk yaptığım ellerimi çakıl taşlarına sertçe vurdum. Tüm hıncımı, nefretimi onlardan almak istiyordum. Ağlayarak başımı yere yasladığımda, nefesim bile yetmiyordu. Gözlerim yanıyor ve ses tellerim canımı yakıyordu. Derin nefesler eşliğinde kendime geldiğim vakit son bir güçle yerimden kalktım. İstediğim tek şey Elfida'ma kavuşmaktı.

Her işimi halledip sadece ve sadece onun yanına gitmek istiyordum. Boynuna sokulup saatlerce ağlamak istiyordum. Ona kızmak istiyordum. Beni bırakmaya yeltendiği için ondan nefret etmek istiyordum. Lakin bunları yapacak ne gücüm, ne kalbim vardı. Ben onu sevmek istiyorum sadece. O siyah, bukleli saçlarını okşamak istiyordum. O yanık tenini öpmek, öpmek istiyordum. Ben sadece cennetimi kollarım arasında saklamak istiyordum.

Kentten uzakta bir yere ulaştığımda adımlarım daha çok hızlandı. Yeon ile konuştuğumuz sıra Namjoon'un yanımıza gelmesi ve her şeyi öğrenmesi bir olmuştu. İlk başta şaşırsa bile ikimizin bakışlarından bir şeyler sezdiğini anladığını dile getirmişti. Onun benden nefret ettiğine olan inancım tamdı. Zaten susup, yardımcı olduysa sadece Taehyung içindi. Yeon ise başlı başına bir kurtarıcıydı gözümde. Kapıyı, koydumuz parola ile tıklattığımda yakamdan sertçe içeri çekilmem bir olmuştu.

"Yaşıyor, yetiştiniz de bana." Namjoon delirmiş gibi gözlerime bakarken, yanağımdan akan yaşı yanlış düşünmesini istedim. Şu an sarsılmaya, gerçeklerle yüzleşmeye çok ihtiyacım vardı. Ben hala yaşadığına inanamıyordum. "Yalvarırım Teğmen. Ayaklarına bile kapanırım. Bana sadece kardeşin yaşıyor de. Söz veriyorum kölen bile olurum lütfen." Kafamı yere eğdiğimde, onu böyle güzel seven insanların olmasına içten içe sevinmiştim. Yakalarımdaki ellerinin iyice morardığını gördüğümde, yüzüme ağır ve sert bir yumruk yemiştim.

Hızla yere savrulan bedenimin üzerine ağır cüssesi ile oturup, yakalarımdan tuttu ve vurmaya devam etti. "Seni adi! Senin yüzünden öldü lan senin! Senin şerefsizliğin yüzünden öldü." Her bir yumruk yüzüme değil, kalbime geliyordu sanki. Sevgilimi kaybetmemin bedeli, istesem karşı koyabileceğim yumruklar mıydı? Gerçekten Taehyung'a bir şey olsaydı karşılığında yumruk mu yiyecektim? "Seni sevmiş, sana güvenmiş, sana teslim olmuş..." Bir yumruk daha vurduğunda gözlerim iyice kararmaya başlamıştı.

Yeon'un yalvarışları ve tutmaya çalışması bile işe yaramıyordu. "Hain köpek! Nasıl kıydın lan ona? Nasıl izin verdin lan gitmesine?" Ağız dolusu kan tükürmeme rağmen durmaması benim daha çok işime geliyordu. Tam bir tane daha vuracaktı ki, Yeon iki eli ile sertçe yapıştı Namjoon'un ellerine. "Yapma öldüreceksin! Dur vurma artık!" Gencin derin nefesler alarak kendine hakim olduğunu görebiliyordum. Tekrar yakalarımı kavradığında tükürürcesine konuştu.

"Bak ikisi de seni seviyordu. Sen ikisini de öldürdün. Sana sığınan, yaşayan her şeyi öldürüyorsun. Ama sana Yeon'u harcatmam. Şimdi siktir git burdan. Yoksa yemin ederim bölgeler karışırmış, savaş alevlenirmiş umrumda olmaz. Senin leşini meydana atarım." Hızla üstümden kalktığında Yeon hıçkırarak ağlamaya başladı. Yavaşça göğsüme kafasını yerleştirdi. Ben öylece tavanı izlerken sıkıca sarıldı bana. Söylediklerini az çok duyuyordum.

"Özür dilerim. Seokjin geç kaldım çok özür dilerim." Titreyen ellerimi siyah saçlarına attım. Yavaş yavaş okşadım. Dilimin döndüğü, acının izin verdiği kadarıyla konuştum. "Yaşıyor." Yeon yavaşça kaldırdı kafasını bana doğru. Sesimi bir tek o duymuştu. "Ne dedin sen?" Gözlerindeki umut ışığı yüreğimi dağlamıştı. "Elfida yaşıyor. Kurtardın onu." Yüzümü elleri arasına aldı. Yavaşça dikelmeme yardımcı oldu. Sakince Namjoon'un açtığı yaraları okşadı.

"Yaşıyor değil mi? Namjoon duydun mu yaşıyor!" Genç adam önce şaşırsa bile yüzümdeki kararlılıkla inanmıştı dediklerime. İkisinin mutluluktan ağlayışını izledim bir süre. Yeon derin bir iç çekti. Gözlerime üzgünce baktı. "Peki neden sustun? Ben olmasaydım seni öldürecekti." Hafif bir şekilde gülümsedim. Elimden fazlası asla gelmezdi. "Ben çoktan öldüm. Ben bu sabah öldüm. Onu o halde gördüm ya, bir daha toparlanamam ben." Yeon kolumdan yavaşça tuttu ve beni sandalyeye oturttu. "Yaralarını temizleyelim."

Kaldırdığı elinin bileğini nazikçe tuttum. "Ben iyiyim. Taehyung hastanede benim ona gitmem lazım. Yalnız hissetmesin, o uyandığında korkar. Ben size teşekkür etmeye geldim. Bunun karşılığını size nasıl öderim inanın bilmiyorum. Size yemin ederim ne isterseniz yapmaya hazırım. Ben onsuz olamazdım. Ben onsuz asla yapamazdım. Şimdi bile delirmiş gibiyim. İşin içinden çıkamıyorum." Derin ve sıkıntılı bir nefes aldım. "Ben artık savaşamıyorum."

Yeon ince kaşlarını çattı. "Ne demek savaşamıyorum?" Beynimde dönüp duran fikir sonum olsa bile yapmak istiyordum. "Ben var olduğum sürece ona sadece zarar vereceğim. Burda olduğumuz sürece o meydana hep çıkacak. Ben onu burda koruyamıyorum." Yeon dizleri üstüne çöktü. Çaresizce tuttu ellerimden. "Gidemezsin. Onu bırakıp nereye?" Namjoon'un konuşması üzerine ona doğru döndüm. Aramızdaki en mantıklı düşünen kişi oydu.

"Gitmen en iyisi. Ondan olabildiğince uzağa gidersen en azından yaşar." Yutkundum ve kafamı önüme eğdim. Burdan olabildiğince uzağa gitmek yaşam demekti. Ben burda sevdiğim adama ölümden başka bir şey olamıyordum. "Neler diyorsun sen Namjoon? Aklını kaçırmış gibi konuşma. Giderse Taehyung bir daha toparlanamaz. Sen aralarındaki olan şeyleri hafife alıyorsun ama ikisi bir destan. Bu destanı bozmak bize düşmez."

Biz destan mıydık sahiden? Sevdiğini ölüme sürükleyen birinden, destan olur muydu? Yavaşça yerimden kalktım. Acılarımı umursamadan ilerledim çıkışa doğru. Yavaşça ikisine doğru döndüm. "Akşam saatlerinde, Yeon'u bayılt ve yazdığımız yazıyı elbisesine iliştir. Daha sonra meydanın oraya bırak. Her şey için çok teşekkür ederim. Size can borcum var." Daha fazlasına katlanacak gücüm yoktu. Aklımda dönüp duran her şey çok mantıklı geliyordu.

Güneş tepede, en kavurucu hali ile yaralarıma işlerken canım yana yana ilerliyordum. Her şeyi en başından düşünmeye başladım. Burdan gitmek kolay mıydı? Gidersem arkamda kalanlar ne olacaktı? Çıkar yolu olmayan bir derdin içine düşmüştüm. Yavaş yavaş meydana geldiğimde, ortada öylece duraksadım. Saatler önce sevdiğim adam burda can verecekti. Şimdi boş bir alan ve sessiz bir kentti burası. Sabah gözüme ilişen güvercin hala ordaydı.

Yavaş ve sakin adımlarla ilerledim yanına. Uçmasın diye temkinli davransamda asla gitmiyordu. Ayağına baktığımda yaralanmış olduğunu gördüm. Savunmasız, güçsüz oluşu bana kendimi hatırlatıyordu. Yavaşça kucağıma aldığımda o eşsiz sesi ile ötmeye başladı. Nedendir bilinmez çok uysal ve huzur veriyordu bana. Meydandan yukarı doğru çıktığımda bölükten içeri girdim. Herkes yine işlerine koyulmuş, hepsi gayet mutluydu.

Askerlerden birini gözüme kestirdim. Beni görür görmez yanıma geldi. "Bir emriniz mi var efendim?" Nefretim dinmek bilmiyordu. Ona dokunan herkesin ellerini kırmak istiyordum. "Kim Taehyung denen esire zulüm eden askerler kim?" Kuşku ile baktı bana. Kaşlarımı iyice çattım. "Efendim ben bilmiyorum." Elimdeki güvercinin başını sakince okşadım. "Hala sakin ve hoşgörülü bir Teğmenken, beni zorlama." Hepsi, sinirlendiğimde ne kadar acımasız olduğumu biliyordu.

Döküleceğini anladığım vakit içeri doğru ilerledim. "Meydana topla hepsini geliyorum." Odama doğru ilerledim. İçeri girer girmez kapımı yavaşça kapattım. Güvercinin ürkmesini istemiyordum. Camın kenarındaki kafesi aldım. Altın işlemeli, çiçek desenli ve kuş figürleri ile görkemli bir kafesti. Güney kısımda olduğum zaman yaptırmıştım. Kapağını açıp içine koyduğum an çırpınması yüreğimi burkmuştu. Onun yeri burası asla değildi. O mavi göklerde uçmayı hak ediyordu.

İyileştiği an onu salacaktım zaten. Sağlık çantasından şişmiş ayağına hafif merhem sürdüm. Nahif hareketlerim ile iyice yedirdim ayağına. Ardından bez ile sıkıca tutturdum. Tek istediğim üzerine daha rahat basabilmesiydi. Ona iyi davrandığımı anladığı an kafesine doğru sokuldu. Küçük kabında su ve biraz yem vardı. Onlardan beslenirken pencerenin kenarına koydum. Kapının çalınması üzerine o tarafa doğru döndüm.

"Efendim istediğiniz askerler meydana dizildi." İstediğim tek şey sevdiğim adama yapılanların cezasız kalmayacak oluşuydu. Belimdeki tüfeği elime aldım. Meydana doğru inerken penceresinden çıkan herkesin beni korku ile izlediğine emindim. Ben sabah bu yolu kahır çekerek yürümüştüm. Elfida'm önde, ben arkasında iken canıma pare pare kıyılmıştı. Yanlarına yaklaştığımda General'in sokağın başından izlediğini biliyordum.

İp gibi dizilmiş beş askerin kafası önde yeri izliyordu. "Kaldırın başınızı!" Gür sebebim meydanı ele geçirdiğinde aynı anda başlarını kaldırdılar. "Eğittiğimi sandığım beş askerin çöp oluşunu izlemek beni üzüyor." Gözlerimi hepsinde tek tek gezdirdim. "Ben size ne öğrettim? Esirlere zulüm etmek yok demedim mi?! Bizden birini öldürmediği sürece, kadınlarımıza, erkek, kız çocuklarımıza el sürmediği sürece birine zulüm etmek yok demedim mi?"

Hepsi utançla başlarını eğdiğinde kafamı hızla salladım. "Aranızda evli, çocuğu olan var mı?" İlk başta, yaşını almış iki asker bir adım öne çıktı. Akşam eve gittiklerinde çocuklarına ne hesap vereceklerdi? Peki ben Chung-Ae'ye ne diyecektim? "İkiniz bir ay boyunca hamallık yapacaksınız. Şimdi işinizin başına dönün." İkisi önümde saygı ile eğildi ve hızla gittiler. Geriye kalan üç askerin gözlerinin içine baktım. "Var mı sizin birileri?"

Üçüde omuzlarını düşürdü. "Evde bekleyeniniz var mı? Anne, baba, kardeş falan var mı?" Baştaki ikisinin yetim olduğunu biliyordum. Sonuncusundan ses çıkmadığına göre onlardan bir farkı yoktu. Acımam için hiçbir sebep kalmamıştı. Belimdeki silahı çıkardım. "Kullandığınız elinizi uzatın." İkisi de korkarak uzattı sol ellerini. Benim sevdama vururken titremeyen ellerin şimdi titriyor oluşu iyice sinirlenmeme neden olmuştu.

Birkaç adım geri attığımda ikisinin de omzunu nişan almıştım. İki el silah sesi ile askerlerin acı sesi karıştı meydana. Gram mimik oynamadı yüzümde. Eğer benim Elfida'mın nefesi kesilmiş olsaydı, çoktan öldürmüştüm hepsini. Sondaki askerin karşısına geçtim. Bedeni titriyor ve göz ucuyla arkama bakıyordu. Yavaşça kafamı çevirdiğimde, duvar dibindeki kızı gördüm. Birbirlerine olan bakışlarından anlamıştım. Bu aşktı...

Tekrar askere döndüğümde yaklaştım ona doğru. "Sevgilin mi?" Yutkundu ve dudaklarını ıslattı. "Evet efendim." Sıkıntılı bir nefes aldım. Ben önceden böyle değildim. En azından bu kadar yumuşak olmamıştım. Taehyung'un bendeki etkisi beni bile çılgına çeviriyordu. Omzuna elimi yerleştirdim ve olan gücümle sıktım. Acıdan kızarmıştı yüzü. "Bir daha benim emirlerimden çıkmak yok. General ne derse desin, önce bana bildireceksin duydun mu? Yoksa bir dahakine acımam."

Dolu gözlerini bana umutla kaldırdı. "Teşekkür ederim." Bana bakan babam ile göz göze geldiğimde nefretimi hissetsin istedim. Lakin o alayla sırıttı ve atına binip, uzaklaştı. İstediği gibi bir asker olsam bile onu çileden çıkaracak hareketler sergiliyordum. Meydanda hepsini öldürmemi beklerken, bu yaptığım içten içe onu öldürüyordu. Burdaki işim bittiğinde gitmem gereken biri vardı. O çok korkmuştu. Ona verdiğim sözü tuttuğumu görsün istemiştim. Chung-Ae dünden beri perişandı. Ona ne demem gerektiğini bilsem dahi konuşmakta zorlanıyordum. Ama yüreğimdeki yorgunlukta bitmiyordu.

Yavaş ve temkinli adımlarla Chung-Ae'nin yanına ilerledim. Yeon onu eve bırakmış ve tembihlemişti. Chung-Ae zaten akıllı bir kızdı. Ona bu haberi vereceğim için çok mutluydum. Kapıyı tıklattığımda içerden gelen ayak sesleri beni gülümsetmişti. Şu an boyu kapı koluna yetmediği için debeleniyordu. Tatlı bir telaşla onu beklemek içimi hoş etmişti. Taehyung ve benim kızımdı. İkimizindi. Sonunda aralanan kapı arasından büyük kafasını uzattı.

Gözleri kan çanağına dönmüştü. "Teğmen ağabey, Taehyung babam nerde?" Dizim üzerine çöktüm. Siyah saçlarını okşadım. "Sözümü tuttum." Küçük dişlerini göstere göstere gülümsedi. Kırmızı ayakkabıları üzerinde heyecanla tepindi. "Biliyordum babam beni bırakmayacağına söz vermişti." Etrafında kahkaha atarak dönüyor ve siyah saçları savruluyordu. "Benim babam olarak kalacağına söz vermişti." Kollarını havaya kaldırdı ve sevinçle devam etti.

Ben ise onu bir film karesi gibi izliyordum. En sonunda küçük kollarını boynuma sardı. Yanağıma dudaklarını yasladı ve derin bir öpücük verdi bana. "Seni seviyorum Teğmen ağabey. Babam da seni çok seviyor. Teşekkür ederim." Saçlarını okşayıp, kocaman sarıldım ona. Güzel bir çocuktu. "Babana gitmek ister misin?" Sevinçle kafasını salladı. Büyük avucuma minik ellerini yerleştirdi. "Ona temiz çamaşır alalım. Bu gece hastanede kalacak."

İçeri girdiğimizde kahverengi çantaya kazak ve rahat bir pantolon koydum. Chung-Ae ise çantaya işlemeli bir şey koymuştu. Merakla yaklaştığımda tarak olduğunu gördüm. "Taehyung babam bununla tarıyor saçlarını. Bazen ben de onunla tarıyorum. Özel bir tasarımmış." Kafamla onayladığımda çantayı elime aldım ve küçük kızın elini kavradım. Hastaneye gidecektik ama onu gördüğümde ne tepki verecektim bilmiyordum.

Ben çok korkmuştum. Ben resmen bitmiştim. Şimdi nasıl benden giden birine kollarımı saracaktım? Bu dünyada cesur olmanın bir sürü yolu vardı. Cesaret bazen acıya dayanabilmek için dişlerini sıkmak, her güne yeniden başlamak ve daha iyi bir hayata ağır adımlarla ilerlemekti. İşte şimdi ben de böylesi bir cesaretle sarılmalıydım Elfida'ma. Derin bir nefes çektim ciğerlerime. Yüzümde kuruyan yaralar ve temizlememe rağmen sızan kanların varlığıyla sızlandım.

Titreyen ayaklarımla hastaneye girdiğimde sabahki hemşire geldi yanıma. Gülmesinin üzerine anlamıştım. "Gayet iyi. Sadece korkudan bayılmış. Yaralarını temizledik. Birkaç saate çıkabilir. Ama tavsiyem, geceyi burda geçirmesi." Hafif bir tebessüm ettim. Chung-Ae'nin elinden tutup, yavaşça içeri adımladım. Yüreğimde oluşan o heyecanı size anlatamazdım. Resmen titriyordum. Korkak biri gibi acizdim şimdi. Ama gözlerimi ona değdirmemekte kararlıydım.

Kendime hakim olmam gerekiyordu. O hariç her yere bakmaya başladım. Biliyordum ona yenilecektim. Çünkü özleminden ölüyordum. "Taehyung baba çok korktum. Sen de beni bırakıp gideceksin diye çok korktum." Bakmamak için dirensem bile yapamıyordum. Lanet gözlerim benden izinsiz ona değiyordu işte. Pansuman yapılmış yaraları, yerine gelmiş rengi gülümsememe neden oldu. Çok güzeldi ve ben asla karşı koyamıyordum.

Gözleri bana değdiğinde ikimiz de bir müddet bekledik. Titreyen gözleri içimi yaktı. Yaralı elini cansızca uzattı bana doğru. "Gel." Yorgun sesinden duyduğum komutla ilerledim yanına doğru. Bacaklarım titriyor ve resmen uyuşuyordu bedenim. Küçük kızın odadan yavaşça çıktığını bile anlamamıştım. Hızla boynuma sarılması ile ellerim havada kalmıştı. Boynuma kafasını koyup bir sürü öpücük bıraktı. Ne olduğunu idrak edemiyordum.

"Affet beni lütfen. Vazgeçme benden nolursun. Kız, bağır ama benden kaçırma gözlerini. Teğmen lütfen yapma bana bunu." İnce beline sardım kollarımı. O şimdi benim kollarım arasındaydı değil mi? "Elfida'm..." Hıçkırarak ağlaması üzerine yanına oturdum. Daha sıkı sardım bedenini. "Sevda'm..." Daha sıkı sardı kollarını boynuma. "Sevgilim, Teğmen'im." Ondan duyduğum sözler karşısında daha fazla dayanamadım. Hıçkırarak ağladığımda onun da benden kalır yanı yoktu. Biz bitmiştik. Bize bizden başkası asla iyi gelmezdi.

"Senden nefret ediyorum. Bana orda güldün ya nefret ediyorum senden." Saçlarımı daha çok okşuyor ve öpücükler bırakıyordu. "Beni öldürdün. Sen beni diri diri yaktın da bir bardak su vermedin bana. Demedin, bu da insandır, yapma kıymayalım ona demedin. Aldın hançeri acımadan soktun gönlüme. Hiç mi acımadın bana sen?" Ağlaması daha çok şiddetlendi. Daha sıkı sardı beni. "Kurban olayım deme böyle deme. Nolursun yapma bana bunu. Ben yaptım sen yapma. Üzme kendini."

Boynumdan kaldırdım. Alınlarımızı birleştirdim. İkimizin de yüzü yaşlarla doluydu. Sildim avuç içlerimle canını yakmadan. Parmak uçlarını yaralarımın üzerinde gezdirdi. Daha içli ağlamaya başladı.
"Sana dokunmuşlar..." Sesimi çıkarmadım. Uzandı ve hepsinin üzerine öpücükler bıraktı. "Benim öpücüğüm iyi eder mi seni?" Ah bir bakışı bile merhemdi benim için. Öpücüğü benim için çok imkansızdı. Paha biçilemezdi.

Hayran olurcasına baktım yüzüne. Bir saniye bile ayırmadım gözlerimi teninden. Saçlarını okşadım. Avuç içime sokuluşunu izledim. Ben bir kere kaybetme korkusunu iliklerime kadar yaşamıştım. Bir daha yaşamaya niyetim yoktu. "Sen bana baksan bile ben önüne dünyaları sererim senin. Sen bana seslensen, kaşını dahi oynatsan ben neler yapmam senin için." Gözlerinden akan yaşlar bir bir elime düşüyordu.

"Yemin ederim çok seviyorum seni Teğmen. Biliyorum bana inanmıyorsun. Seven insan bırakmaz diyorsun biliyorum. Ama kurban olayım başka çare yoktu. Sana yemin ederim başka çare yoktu. İlla bulacaklardı beni. İlla keseceklerdi sesimi." Daha fazla konuşsun istemiyordum. Elimi ensesine sarıp, hızla çektim dudaklarıma. Özlemle öptüm gül kurularını. Biraz daha yaklaştım yanına doğru.

Elimi ince beline sardım ve biraz çektim kucağıma doğru. Dudaklarını asla bırakmıyorum ve daha çok çekiyordum içime. Daha şiddetle, savaşarak öpüyordum iki et parçasını. Tüm hıncımı, sinirimi, öfkemi onlardan çıkarıyordum. Dudaklarımızdan çıkan ses ikimizi de zor duruma soksa dahi durmak istemedim. Onu istiyordum. Ondan gelen her şeyi istiyordum. Elimi ince tişörtünden içeri gönderdim. Alev alev yanan bedeni, avuçlarımı tenine bastırmama neden oldu.

Elfida ellerini omzuma sertçe bastırdı. Okşayarak sırtıma geçti. Bu süreçte beni sertçe öpüyor ve korkusunu ağzımın içine inleyerek bırakıyordu. Durmak istemesem dahi, özel bir şeyler olacaksa burda olamazdı. Onun dinlenmesi gerekiyordu. En azından beni istediğini, ileri gidecek kadar beni sevdiğini anlamıştım. Bana güveniyordu. Bedenini teslim edecek kadar güveniyordu. Derin nefesler eşliğinde çekildik yavaşça.

Kucağımda iken başını hafif eğip, alnıma yasladı. Ateş gibi yanıyordu teni. Heyecandan hızla inip kalkan göğsüne dudaklarımı yasladım. "Sakin ol Elfida." Yorgunca tutundu omuzlarıma. Kafamı göğsüne sardım ve daha sıkı sarıldım ona. "Bir daha benden gitmek yok. Bir daha asla yazmak yok. Gardenya o meydanda öldü. Ayaklarına bile kapanmaya razıyım Taehyung. Ne istersen yapmaya razıyım. Canımı iste söküp vereyim sana ama bitti. Kalemini kırdım senin. Bitti."

Kulağımın dibindeki dudaklarından, hala kesik kesik nefes aldığını anlamıştım. Az önceki halimiz onu fazlasıyla etkilemişti. Gerçi benim dizlerimin bağı bile çözülmüştü. Oturmuyor olsaydım kesinlikle düşerdim. Sırtını yavaşça sıvazladım. "Duydun değil mi beni?" Ondan ses gelmeyince tekrarladım sorumu. "Sevgilim beni duydun mu?" Telaşla toplandı yerine. Sanki her şeyi yeni idrak ediyor gibiydi. Kızaran yanakları ile bana bakıyordu.

"Ben her şeyi anlayabiliyorum ama Gardenya esir almış derken neyden bahsedildi?" Derin bir nefes aldım. Yavaşça ayağa kalktım ve çantadan Taehyung'un işlemeli tarağını ve aynasını çıkardım. Arkasına geçtim ve oturdum. Aynayı eline uzattım. Şimdi beni rahatça görebiliyordu. "İnatçı olduğunu ve ne düşündüğünü biliyordum. Sana kızamıyorum ama kızmadan da duramıyorum. Hak veriyordum ama içimde el vermiyor." Saçlarını yavaşça taramaya başladım.

"Sonra ben bir plan yaptım. Yeon ve Namjoon sağolsunlar yardımcı oldular. Namjoon Yeon'u kaçırdı. Ben sahte bir mektup yazıp, bölüğün kutusuna bıraktım. Böylelikle mahsende yaptığım sahte Gardenya konuşması bu yüzdendi. Ama sen inkar edince geriye bunun tutmasından başka çarem kalmamıştı. Şayet biraz geç kalınsaydı ben ne halde olurdum inan bilmiyorum. Beni neyin içine düşürdüğünle ilgili en ufak fikrin dahi yok. Beni öldürdün sen. Beni çiğnedin. Aşkımı, sevdamı, güzel olan her şeyimi topuğunla ezdin. Ama bak yine seninleyim. Ben sana mecburum. Sensiz imkanı dahi yok yapamam. O yüzden kurban olayım sana artık beni öldürme."

Açıkta kalan boynuna sokuldum. Sıcak boynuna uzun öpücükler bıraktım. Yavaşça kafasını yana eğdiğinde dudaklarım arasına aldım tenini. Tadı dilime yayıldığında ellerimi beline yasladım. Yavaşça öperken, kulağının altına doğru öpücüklerimi bıraktım. "Bırak biraz yaşayalım seninle. Sev, öp, sarıl bana. İzin ver birazcık nefes alalım." Ben onun boynunu öperken, o elini saçlarıma attı ve okşadı. Farkında değildi ama boynuna daha çok yaslıyordu beni.

Son kez derin bir öpücük bıraktım tenine. Nasıl titrediğini görebiliyordum. "Geceye kadar uyu. Saat tam üç gibi gelip alacağım seni. Kazak getirdim sana giy onu." Yavaşça döndü bana. Heyecanlı gözleri ile süzdü beni. "Nereye gideceğiz?" Burnumu minik burnuna sürttüm. Dudaklarımı ince dudaklarına şefkatle dokundurdum. "Senin olduğun yere gideceğiz. Orayı çok seveceksin." Hafif gülümsedi. "Ne zaman böyle güzel konuşsan, ben hep çok mutlu oluyorum."

Taradığım saçlarını ellerim ile düzelttim. Derin bir öpücük bıraktım saçlarına. "Sen hep gül. Beraber hep gülelim seninle. Beraber yaşlanalım mesela." Bir çocuk gibi kocaman oldu gözleri. Ellerini çeneme getirdi ve okşadı. "Yaşlanmak mı? Bunu yapabilir miyiz? Ben seninle yaşlanabilir miyim?" Bunun olacağına inanmak istesem bile imkansızdı. Günlerdir yüreğimde geçmek bilmeyen bir korku vardı. Ne olduğunu bilmiyordum ama boğazımı sıkıyor ve nefesimi kesiyordu. Kötüye yormamaya çalışıyordum.

"Yaşlanacağız tabii. Seni benden kimse alamaz. Ben yine bir şekilde bulurum seni." Gülümsedi. Uzanıp burnumun ucuna öpücük bıraktı. "Çok korktum öleceğim ve seni burda bırakacağım diye. Biliyorum bana çok kızdın ama benim doğrum da buydu. Çok pişmanım. O an hissettiklerimi düşündükçe nefesim kesiliyor. Ölmek istemiyorum. Sensiz gitmek istemiyorum." Hala korkuyordu. Yavaşça, canını yakmadan kollarım arasına aldım.

"Geçti artık Elfida. Bak kollarımın arasındasın artık." Bana daha sıkı sarıldı. Kafasını boynuma gömdü ve bir sürü öpücük sıraladı. "Söz veriyorum bir daha senin sözünden çıkmayacağım. Ne dersen yapacağım söz. Öp şimdi beni lütfen." Onun bu tavrına gülmeden edemedim. Çenesinden kavradım. Yavaşça sıcak nefesini takip ettim. Tatlı dudaklarını kendi dudaklarım arasına aldım. İştahla, korku ve duyulan hasretle öptük birbirimizi.

"Ne güzel şeysin sen böyle? Yemin ederim doyamıyorum güzelliğine." Kıkırtısı kulaklarıma dolunca tekrar sertçe öptüm. "Gül sürekli ben dinleyeyim o güzel sesini." Bir öpücük daha bıraktım dudaklarına. "Ben şimdi ayrılamam senden." Bir öpücük daha bıraktım. Dudaklarını yaladı ve mırıldandı. "Keşke hiç bırakmasan beni. Üniformanın gömlek cebine sığamaz mıyım?" Bu dediğine sesli bir kahkaha attım. Ama onun ne kadar korktuğunu daha iyi anlamıştım.

"Minik sevgilim... Sen zaten benimlesin. Gönlümdesin. Tam kalbimin üzerinde duran gömlek cebimdesin. Boynumdasın. Aklımda, zihnimde, damarlarımda... Sen beni ben yapan her şeydesin." Elini yavaşça boynuma attı. Kolyemi zarif elleri arasına aldı. "Ben de seni boynumda taşımak istiyorum." Uzanıp, boynuna dudaklarımı bastırdım. "Sen de benimle aynı kolyeden mi istiyorsun?" Kafasını sağa sola salladı. Bana biraz daha yaklaştı.

"Ben artık bizi ayıracak veya zarar verecek şeyler istemiyorum. Farklısı olsun. Kimse anlamasın. İçine senin fotoğrafını koymak istiyorum." Yanağını okşadım. Tam gözünün altındaki benine bastırdım dudaklarımı. Koklayarak öptüm tüm yüzünü. "Halledeceğim güzelim benim. Sen bunları düşünme şimdi olur mu Elfida? Ben gideceğim ve işlerimi halledeceğim. Gece üçte hazır ol. Kaçıracağım seni." Göğsüme sokuldu ve gülmeye başladı.

"Bohça hazırlamalı mıyım?" Uzanıp, dudağının kenarına sesli bir öpücük bıraktım. Yavaşça yanından kalktım. Bana gitmemem için öyle güzel bakıyordu ki... Ama gecenin çok güzel ve rahat olması için bunu yapmak zorundaydım. Şapkamı çıkardım ve önünde saygı ile eğildim. Tüm yüzünü gülücükler sarmıştı. "Gününüz güzel geçsin efendim. Umarım gece beni tek bırakmazsınız." Gülen yüzünü ciddi bir tavıra soktu. Boğazını temizledi. Bacak bacak üzerine attı ve avucunu asil bir şekilde diz kapağına yerleştirdi.

"Nazik davetiniz için teşekkür ederim Teğmen Seokjin. Lakin müsait olduğum ilk dakika, emrinize amade olacağıma emin olabilirsiniz." Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Dediklerinden sonra yavaşça odadan ayrıldım. Kalbim deli gibi atıyordu şimdi. Kapının önünde oturan küçük kız hızla geldi yanıma. Sessizce bana doğru yaklaştı. Önünde eğildiğimde elleri ile ağzını kapattı. Gizli bir şey söylecek gibi duruyordu.

"İşin neden bu kadar uzun sürdü? Birini öpmek bu kadar uzun mu sürüyor?" Yavaşça yerden kalktım. Elimi sırtına yasladım. Kapıyı araladım ve sorusuna cevap vermeden içeri doğru itekledim. Hızla hastaneden çıktığımda eve gitmem gerekiyordu. General'in ne düşündüğünü merak ediyordum. Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp emin adımlarla girdim evden içeri. Tüm ihtişamı ile salonda oturuyordu. Hiçbir şey olmamış gibiydi.

"Sonunda gelebildiniz Teğmen." Elimi arkama yasladım ve karşısına geçtim. "Bir isteğiniz mi var?" Yerinden kalktı ve gözlerimin içine baktı. "Farkında mısın Yeon kaçırıldı." Dediğine gülümsedim. Bu onu daha sinirli yapıyordu. "Neden bu kadar rahatsın?" Biraz General'e yaklaştım. Cesurca baktım gözlerine. "Bu sizin hatanız. Ben sizi uyardım ama siz bir esire güvenmeyi tercih ettiniz. Az daha suçsuz birini öldürüp, itibarımıza leke sürecektiniz. Yeon'u siz kurtarın. Lakin ben kılımı dahi kıpırdatmayacağım."

Hızla yanından ayrılırken arkamdan dediği şey ile bedenimi korku sardı. "Başka bir şey var sende. Ben ne olduğunu illa bulacağım." Sertçe yutkundum ve merdivenlerden hızla çıktım. Dediklerini umursamıyordum. Bana Elfida'm yeterdi. Odama çıktığımda dolaptan el çantamı aldım. İki tane çarşaf, ufak yastık ve üzerimize örtmek için bir pike koymuştum. Çanta hazır olunca sandalyeme oturdum ve çekmeceden bir kağıt çıkardım. Bu sefer Elfida'ma değil anneme, babama ve dedeme yazacaktım.

Ailem;

Anne, beni izlediğini ve benimle gurur duyduğunu biliyorum. Ben seni görmesem bile beni sevdiğine inanıyorum. Anne ben çok aşığım.

Nefes alamayacağım kadar çok seviyorum. Bir kadına aşık değilim, olamam... Anne ben Teğmen Taehyung'u çok seviyorum.

Sen görüyorsun değil mi ona olan sevdamı? Anne sana böyle bir acıyı ikinci kez yaşatacağım için beni affet. Yürek acısı beden acısından daha çok yakacaktı canımı.

Dede, dediğini yaptım. Ölmedim. Onun için yaşadım. Aldım onu yanıma... Koruyorum onu. Çok severek, öperek, sarılarak koruyorum onu.

İyi bir asker olmaya çalıştım. Hata yapmamaya özen gösterdim. Sana layık bir torun olmak istedim. Seni seviyorum dede.

İyi bir asker olamadığım için senden de af dilerim baba. Bir meydan savaşında vurulsaydım benimle gurur duyacaktın; lakin beni vuran sevda oldu.

Ama inan bana olan öfkeni affetmeyeceğim. Annemi ben öldürmedim. Beni doğurmak onun seçimiydi. Bunun nefretini bana kusman... Sen benim sevdama dokunamazsın.

Bir gün onun ellerinden tutup gideceğiz burdan. Ama sen ve kötü kalbin anneme asla yaklaşamayacaksınız. Bununla yaşa şimdi.

Kuzey Tarafı Teğmen'i Kim Seokjin.

Derin bir nefes alıp, siyah zarfa koydum. Ardından çekmeceye yerleştirdim. Saate baktığımda gece yarısına yaklaşıyordu. General ve adamları çalışma odasına girdimi sabahlamadan çıkmıyorlardı. Çantayı aldım ve sessiz adımlarla ilerledim. Yüksek seslerin geldiği odaya göz gezdirdim. Tartışıyorlar ve çözüm arıyorlardı. Yavaşça kapıdan çıktığımda arabama doğru ilerledim. Önce kentten çok daha uzakta olan yere geldim. Burda işim uzundu.

Yapmam gereken her şeyi yaptığımda hastaneye doğru yol aldım. Yolda nerdeyse bir saatimi geçiriyordum. Tam hastanenin kapısına geldiğimde saat üç olmuştu. Bir beş dakika kadar beklemenin sonunda Taehyung'un hastaneden çıktığını görmüştüm. Sırf anlaşılmasın diye kör noktalara doğru yürümeye başladı. Ben ondan çok sonra arabamı çalıştırıp, peşine takıldım. Otlukların oraya çektiğimde arabanın kapısı açıldı.

Hemen kollarım arasına aldım. Sıkıca sarıldık birbirimize. "Çok özledim seni." Dedikleri ile gülümsedim. Daha sıkı sardım. "Sen birde bana sor." Uzun bir sarılmanın ardından çekildim bedeninden. Yavaş yavaş sürerken o etrafı izliyordu. "Chung-Ae'yi hemşireye bıraktım. Çocukları başımdan zor gönderdim. Hepsi çok korkmuş. Namjoon ile konuşma fırsatım olmadı." Anlattıklarını özenle dinledim.

Soğuk ellerini sıkıca tuttum. "Utanma sakın. Bizi anlayışla karşıladı. Yani seni desek daha doğru olur. Yüzümün halinden anlaşılacağı üzere beni pek sevmiyor." Birden bağırması üzerine az kalsın yoldan çıkıyordum. "Yüzünü Namjoon mu bu hale getirdi? Tanrı aşkına!" Dediğimi anca idrak edince pişman olmuştum. Bundan haberi olmamalıydı. "Ben izin verdim. Kendime gelmeye, ölmediğine inanmaya ihtiyacım vardı."

Elini yavaşça yanağıma sürttü. "Eli çok ağırdır onun. Kıyamam sana ben. Çok mu yandı canın?" Yavaşça kafamı salladım. "Çok yandı. Sen öpersen belki hafifler." Yavaşça yaklaştı ve kollarını boynuma sardı. Ben yolu kontrol ederken o yüzüme ufak öpücükler bıraktı. "Ben bunun hesabını sorarım ona. Hiç acımamış, çürümüş yanağın resmen." Birazcık sokulup, beni sevmesi için daha çok yaklaştım. "Evet hiç acımadı bana. Çok yaktı canımı."

Saçlarımı okşuyor daha çok seviyordu beni. Bundan yararlanmak tabii ki hoş olmasa bile, ondan gelen ilgiyi çok seviyordum. "Geldik. İnebiliriz." Hava zifiri karanlık olsa bile ayın ışığı yetiyordu bize. Elini sıkıca tuttum ve onu yönlendirdim. Uzun otların arasından geçerken ne olduklarını anlaması kısa sürmedi. "Sana inanmıyorum." Gülümsedim ve hazırladığım yere doğru çektim. Tam ay ışığının altına yapmıştım yatağı.

"Burası Kuzey Tarafında bulunan tek Gardenya tarlası."

Hayranca konuşması içimi ısıtmıştı. Beline sarıldım ve yanağımı yanağına yasladım. "Mutlu oldun mu? Bak bu Gardenyalar gibi uslu duracaksın artık tamam mı?" Kıkırdadı ve bana daha çok yaslandı. "Söz veriyorum. Elfida sözü." Yanağına dudaklarımı bastırdım. Kokulu bir öpücük aldım yanağından. "Kurban olur Teğmen'in sana." Bir süre daha öyle kaldıktan sonra yavaşca hazırladığım yere uzanmıştık.

Yıldızlar tepemizde, Gardenyaların kokusu burnumuzda... Onların heybeti bizi herkesten gizliyordu. Kafamı avucuma yasladım. Dirseğim üzerinden Elfida'mı izliyordum. Tatlı tatlı bir şeyler anlatıyordu. "Teğmen savaş bittiğinde benimle Güney kısma gelir misin? Seninle eğer savaştan etkilenmemiş ise, o çiçekçi dükkanına gitmek istiyorum." Eğilip gülen gözlerine dudaklarımı bastırdım.

"Hepimizin hayatını söndüren bu savaşı bitireceğiz, söz veriyorum." Bana kocaman gözlerini kaldırdı. "Cidden mi? Peki ya nasıl?" Saçlarını sakince okşadım. "Buluruz bir yolunu. Sen elimi tut hallederiz biz." Güldü ve ellerimi sıkıca tuttu. "Teğmen sesi duydun mu?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Ne sesi sevgilim?" Biraz daha durdu. "Dinlesene. Güvercin sesi bu. Ama bu saate ne işi var burda?" Merakla bakınıyordu etrafına.

Yavaşça yerimden kalktım ve çiçeklerin arasına sakladığım kafesi çıkardım. "Burdan geliyormuş." Heyecanla ellerini çırptı. "İnanmıyorum bu çok güzel." Yanına oturdum ve kafesi kucağına bıraktım. Bana öyle güzel bakıyordu ki dayanamıyordum. "Senin infaz edileceğin yerde, başında bekliyordu. Yaralı." Utançla eğdi başını. Çenesinden tuttum ve kaldırdım. "Ayırma gözlerini gözlerimden. Böyle saatlerce bak, böyle asırlarca bak."

Burukça baktı gözlerime. "Utanıyorum. Gitmek istemedim ki ben hiç..." Uzanıp öptüm gözlerinden tek tek. "Kafesi beğendin mi ben tasarladım." Hayran olmuşcasına baktı. "Cidden çok güzel ve değerli. Peki bu çiçek işlemesi hangisi?" Gülümseyerek okşadım işlemenin üstünü. Bunu bile Taehyung'u düşünerek yaptırmıştım. Gerçi artık çocukluk sevdam olduğundan haberi vardı.

*"Bu çiçeğe Güney kısmında bir evin bahçesinde rastladım. Kuytu bir köşedeydi, güneş görmüyordu. Ama öylesine parlaktı ki gözlerimi alamadım. Açelya çiçeğiymiş adı. Kışın bile mağrur açarmış göz kamaştırırmış; tıpkı senin gibi. Ben kanlı bir savaşın orta yerinde savrulurken, sen bir açelya gibi dimdik durdun Elfida! Şeref, savaş, aşk... Bütün bu kelimelere sen yeni bir anlam verdin. Bir gün belki gelir sana, bir kucak dolusu açelyayla teşekkür ederim."

Uzanıp, saçlarıma öpücükler bıraktı. "Çok seviyorum seni. Bana teşekkür için bir sürü öpücük verebilirsin." Gülümsedim bu haline. Cidden çok güzel bir adamdı. "Güvercini iyileştireceksin değil mi?" Heyecanla salladı başını. "Güvercin'in hikayesini bilir misin?" Kaşlarını çattı ve alt dudağını büzdü. "Evet biliyorum. Ama hepsine hakim değilim. Bana anlatır mısın?" Elinden kafesi alıp, yanı başımıza koydum. Yatağa uzandım ve göğsüme çektim.

"Derler ki; çok uzun zamanlar önce, kuşlar diyarında Simurg diye bir kuş yaşarmış. En heybetlisiymiş Simurg kuşların. En güçlüsüymüş. En yüksek dağda yaşar, en büyük avların peşinden gidermiş. Aslanlara kafa tutar, kurtları korkuturmuş... Bütün kuşlar hayranıymış Simurg'un. Simurg ise bir tanesinin. Dişi bir Şahin'in aşkına tutulmuş. Keskin gözleriyle avına süzülüşüne, duruşuna, uçuşuna kaptırmış kendini." Heyecanla beni dinliyordu.

O beni dinledikçe daha çok anlatasım geliyordu. "Bütün kuşların hayranlık beslediği Simurg, Şahin'i seçmiş. Diğer dişi kuşlar kıskanmış Şahin'i. Ama en çok da küçük, güzel, tatlı bir güvercin kıskanmış. Küçük güvercin, Simurg'la Şahin'in uçtuğu kadar yüksekten uçamadığı için hep uzaktan izlemiş Simurg'u. Onu Şahin'le gördüğü her seferinde kıskanmış, ağlamış sessizce. Yüreği Simurg'un ölümsüz aşkıyla dolarken, ömrü acıyla dolmuş. Sessizce içine dökmüş gözyaşlarını."

Dolu gözleri ile baktı bana. Daha çok sokuldu göğsüme. "Gel zaman git zaman, bir gün Simurg ormana gittiğinde bir kurt sürüsünün saldırısına uğramış. Saatlerce dövüşmüş Simurg. Yenememiş sürüyü. Yenilmemiş de. Öldürememiş hiçbirini. Ama ölmemiş de. Kuşlar ormanda bulmuşlar Simurg'un yaralı bedenini. Kartal ve Doğan, Simurg'ı en yüksek tepedeki evine taşımışlar. Şahin gelince, kanadı kırık Simurg'unu görmüş."

Taehyung kollarını boynuma sıkıca sardı. "Lütfen sonu kötü bitmesin." Uzanıp, yanağından öptüm. Anlatmaya devam ettim. "Ağlamış... Günlerce, gecelerce ağlamış Şahin. Güneşin keskin ışıkları da geçmiş gözyaşlarından, ayın aydın dokunuşları da. Aşağıda sessizce ağlayan biri daha varmış. Küçük güvercin, ölümsüz aşkıyla beraber, yalnızlığına hapismiş alçak ovalarda. Kanadı kırık sevdiğini görememek dertlerine yenilerini ekliyormuş. Ama en çok da, onun için başkasının ağlaması yaralıyormuş güvercini."

Dolu gözlerini bana kaldırdı. "Ben başkasına gülerken, sende mi böyle hissediyordun?" Yanağına bastırdım dudaklarımı. "Biraz. Yanıyordum az az ama gidemiyordum senden." Elimi ensesine sardım ve boynuma çektim. "Gündüzleri görünmez olmuş güvercin. Geceleri çıkar dolaşır, herkes uyurken yaşarmış. Kimseyi görmek istemezmiş. Simurg, kanadı kırık yatmaya devam ederken; günler günleri, aylar ayları kovalamış."

Taehyung'un siyah, yumuşak saçlarını okşarken anlatmaya devam ettim. Beni çok dikkatli dinliyordu. "Şahin'in aklı yüksekteki bulutlara, keskin kayalara, etine dolgun tavşanlara takılmaya başlamış. Ağlamaz olmuş Simurg için. Gidince dönmez olmuş. Sonunda bir gün, kör bir akbabayla gidivermiş Simurg'un yanından. Simurg'a dönüp, son bir veda etmeden. Akbabanın koluna takıldığı gibi, ovaya inivermiş. Simurg sessizce izlemiş onların gidişini. Hiçbir şey söylememiş."

Taehyung elini yanağıma yasladı ve yaralarımı okşadı. O beni severken ben anlatmaya devam ettim. "Ertesi gün, ertesi gün, ertesi gün... Günler sonra, Simurg'un içine akan ağıtlar, Simurg'un bedeninin bentlerini yıkmış. En yüksek tepeden öfkeli ama yaralı bir kuşun naraları yükselmeye başlamış. Şahin'e yakılan ağıtlar Şahin'e ulaşmamış. Küçük güvercinin kalbindeki acıların üstüne akıvermiş. Simurg'a duyduğu ölümsüz aşkı hep içinde saklayan güvercin, en yüksek tepeye tırmanıp Simurg'u gözleriyle görmek, yaralarını sarmak, son bir kez olsun koklamak istiyormuş. Günlerce keskin yaralarla, yüksek kayalarla boğuşmuş. Her gün biraz daha yaklaşmış Simurg'un ağıtlı sesine. Simurg'un acısı giderek artmış. Gözündeki yaşlar bitince; içindeki yangını soğutacak hiçbir şey kalmamış. Yaralı kanadıyla uçamayan Simurg, öfkesiyle kendini yakmış. Simurg aşkıyla ve düştüğü yerden kalkamamanın acısıyla kendisi tutuşturmuş. Yanmış, yanmış, yanmış..."

Şok olmuşcasına baktı bana. "Nasıl yanmış?" Onun yüzünü izlerken anlatmaya devam ettim. Sonundan hiç hoşlanmayacaktı. "Günlerce öfkeyle ve acıyla bağırarak ağır ağır yanarak can vermiş yalnız başına. Küçük güvercin, Simurg yanıp kül olduktan sonra tırmanabilmiş dağın tepesine. Sadece küllerini görebilmiş, kalakalmış güvercin. Ve sessizce ağlamaya başlamış. O ölümsüz sevdaya yakılan ağıtın ilk damlası küllerin üzerine düşünce, duman çekilmiş, ateş saygı duymuş güvercinin sevdasına. Kuru küller hayatını güvercinin gözyaşlarından almışlar. O hayatı alıp Simurg'a vermişler. Ve onu yeniden yaratmışlar. Herkesin hayran olduğu Simurg küçük bir güvercinin ölümsüz aşkı sayesinde küllerinden doğarak geri dönmüş. Simurg anlamış ki; zor olan aşk için ölmek değil, yanan bedenlere, dumanı tüten küllere aşkıyla hayat verebilmektir. Simurg kocaman ellerine almış güvercini. Sırtına yüklenmiş."

Taehyung arkasını döndü bana. Şaşkınca baktım. "Neden döndün arkanı? Noldu sevgilim?" Omuzlarını indirip, kaldırdı. "Sonunu duymak istemiyorum." Gülümsedim onun bu tavrına. Elimi beline sardım ve kendime çektim. Boynuna sokulup hikayemin sonunu anlattım. "En yüksek bulutun tepesine götürmüş. Demiş ki; 'Kimin kimi sevdiği önemli değil; kimin kimi özlediği de. Senin o küçücük yüreğin; şu aşağıdaki bütün sevgilere, özlemlere, bütün duygulara bedel. Sen şu küçücük bedeninle, benden de daha güçlüsün. Büyüklüğünü geç farkettiğim için beni affet ve sana sunduğum sevgimi kabul et.' Güvercin kabul etmiş Simurg'un sevgisini. Simurg bir yuva kurmuş bulutun tepesine. Ve hep katıksız, temiz bir sevgiyle sevmiş güvercini. Heybetli kuş, o küçük güvercine layık olmaya çalışarak geçirmiş ömrünü."

Yavaşça bana doğru döndü. Kollarını boynuma sardı. "Sevmiş değil mi hep? Ondan hiç gitmemiş." Akan gözyaşlarını sildim. Bir sürü öpücük kondurdum yüzüne. "Asla gitmemiş ondan. Bak ben de senden asla gitmedim." Yanağımı yavaşça okşadı. Bana doğru yaklaştı. Dudaklarıma yaklaştı ve ufak bir öpücük verdi. "Benden gitme. Bana hep sarıl. Sürekli öp beni." Hınzırca gülümsedim. Dudaklarına doğru yaklaştım ve yavaş ama tutkulu öpücükler bıraktım. "Sürekli öpsem seni, neler olur?"

Derin bir nefes çekti içine. Göğsünü göğsüme bastırdı. "Neler olacaksa olsun artık. Ben her şeyiyle kabulüm." Anlamıştım. Oda en az benim kadar istiyordu bizi. Yavaşça dudaklarımız buluştuğunda, ateşe değmiş gibi irkildik. Yavaş ama bir o kadar tutkuluydu öpüşmelerimiz. Elimi kazağından içeri geçirdim. Sıcak tenini boylu boyunca okşadım. Elimin altında akan kan, yaşıyorsun diye fisıldıyordu bana. Yavaşça üzerimde yerini aldı.

Ay ışığının saçlarının arasından geçmesiyle yüzü daha parlak olmuştu. Ellerini kazağının kenarlarına koydu ve yavaşça üzerinden sıyırdı. Biliyordu. Ben asla bu konuda adım atamazdım. Çünkü onun hazır olduğuna emin olmam için ondan bir şeyler beklemem gerekiyordu. Önüme serilen yanık ten ile derin bir nefes aldım. Resmen nefesimi kesmişti. Avuçlarımı göğsünde gezdirdim. "Çok güzelsin." Resmen büyülenmiş gibi bakıyordum.

"Aklımı kaçıracağım sanırım. Cidden çok güzelsin." Kıkırdayışı üzerine yavaşça yatağa doğru uzandırdım bedenini. Şimdi ona üstten bakmak harika hissettiriyordu. Bana gülümseyerek bakması üzerine elimi cebime attım. Zincirli kolyeyi çıkardım ve gözünün önünde salladım. "İçinde benim fotoğrafım var." Parlayan gözleri ile bana baktı. "Sen... Nasıl bir adamsın böyle?" Uzanıp, dudağıma sert bir öpücük verdi. Yavaşça kafasından geçirdim.

"Üzerinde Simurg var." Avucuna alıp, iyice inceledi. "Sen çok nahif ve ince bir adamsın Teğmen. Çok teşekkür ederim." Beni tekrar öptüğünde bu sefer ikimiz de durmadık. Elini beline yasladım. Daha sert ve ıslak öpüyordum onu. Yavaşça yere yatırdığımda dudaklarım boynuna, ordan yaralı göğsüne inmişti. Morarmış, çürümüş yerlerini sevgi ile öptüm. "Hepsini iyileştireceğim. Sana söz veriyorum." Ellerini saçlarıma attı. Daha çok bastırdı kafamı göğsüne.

"Sana ve aşkına inanıyorum. Devam et." Tüm bedenine öpücüklerimi sıralamıştım. Yavaşça göğüs uçlarına geçtiğimde dudaklarım arasına aldım. Ondan duyduğum iniltiler beni soyutlandırmıştı birçok şeyden. "Teğmen!" Hitabının iniltili bir şekilde dudaklarından duymak kalbimi tekletmişti. Tadı ciddi anlamda çok güzeldi Elfidam'ın. Yavaş yavaş tüm göğsüne izlerimi bıraktığımda bende üzerimi çıkardım. Avuçlarını göğsüme yasladı ve okşadı.

Yavaşça kemerimin çizgisine gelince alt dudağını ısırmasını bile kıskanmıştım. Ona sadece ben dokunmak istiyordum. Kemerimi yavaş ve sakince çözüp, yatağa geri uzandı. Alt kısmımı tamamen çıkardığımda gözleri asla bana değmemişti. Esen ılık rüzgar çıplak tenimizden süzülüyordu. Yavaşça Taehyung'un pantolonunu çözdüğümde elleri ile yüzünü örttü. Sakince ellerini çektim yüzünden. "Ben yüzünü görmek için birçok şeyden vazgeçtim. Şimdi kapatma cennetimi benim."

Yavaşça kafasını salladı. Ellerini çekti yüzünden. Önce kasık kısmına ufak öpücükler bıraktım. Yavaş yavaş baldırlarına geçtiğimde, bacağını nazikçe kaldırdım. Dudaklarımı yumuşak bacak içlerine bastırdım. Minik iniltileri beynime bir zehir gibi hükmediyordu. "Taehyung çok mutluyum." Hızlı nefes alışverişlerini duyuyordum. "Ben de Teğmen. Ben de çok mutluyum." Titreyen bedenini yumuşakça okşadım. Teni bir bebek gibi pürüzsüzdü.

Tekrar dudaklarına yerleştiğimde ikimiz de açlıkla öpüyorduk birbirimizi. Bacaklarını diz kısmından tuttum ve yavaşça açtım. Göğsümde balyoz gibi ağır bir yumru vardı. Onun çıplak tenine dokunmak dünyaya hükmetmekle aynı seviyedeydi. Ellerim titriyor ve avuç içlerim terliyordu. İki çıplak beden, ay ışığının altında birbirine dokunuyordu. Taehyung ayaklarını yavaşça belime sardı. Kollarını boynumda sıkılaştırdı ve beni ıslakça öpmeye devam etti.

"Teğmen!" Zorlanarak konuşması üzerine yavaşça ayrıldım dudaklarından. "Elfida'm?" Avuçları ile sırtımı okşadı. Bedenini bana yasladı. "Bu anı sakın unutma olur mu? Çünkü ben asla unutmayacağım." Boynuna dudaklarımı yasladım. Her yerini yavaş yavaş öptüm. Teninin her bir karesine değdirdim dudaklarımı. On beş senedir duyduğum aşk ve hasret şimdi baş kaldırmıştı. Dudaklarımla bedeninde öpülmedik yer bırakmamıştım.

Tekrar öpüştüğümüzde ikimizin de artık dayanacak gücü kalmamıştı. Yavaşça gözlerimizi buluşturduğumuz vakit, derince yutkunduk. Dudaklarımız arasında çok az bir mesafe vardı. "Biliyor musun Elfida ben daha önce hiç bu anımızı hayal etmemiştim. Seni hep temizce, kirletmeden sevmiştim. Şayet seni hala öyle güzel seviyorum. Kader öyle bir şey ki, belki de bazı geceler aynı ninniyi başka dillerden dinleyerek uyuya kaldık seninle."

Dolan gözleri ile yüzümü avuçları arasına aldı. "Biliyor musun uzun zamandır bunu düşünüyorum sevgilim. Seni ne zaman sevmeye başladım? Neden sanki yılların aşkı varmış gibi hissediyorum yüreğimde?" Dudaklarına yaklaştım ve bacaklarını biraz daha araladım. "İzin ver seni seveyim. Yüreğine ne zaman girdiğimin önemi yok Elfida. Sen beni şu an bile sevsen, ben yıllarımın aşkısın diye anlarım."

Biraz daha yaklaştı ve kollarını boynumda sıkılaştırdı. "İzin veriyorum Teğmen. Tüm izin verişlerim sana." Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Bacaklarını avuçlarım ile okşadım. Soğuk havadan derin bir nefes çektim içime. Yavaşça geri bıraktığımda sıcak nefesimin buharını izledim. Ona iyi gelmek ve onu kendime doyurmak istiyordum. Sertleşmiş uzvumu yavaşça onun sıcak diyarına yasladığımda, çiçeklerin köklerine karışan iniltimiz bizi şehvetin en sıcak anlarına götürüyordu.

İkimiz içinde ilkti. Tamamen bana verdiği hissiyatla yapıyordum ne yapıyorsam. Yavaş yavaş içine konuk ettiğinde, biraz daha hızlandım. Tamamen birleştiğimiz o an derin bir şekilde inledik ikimiz de. Dudaklarımızdan başka bir şey dökülmüyordu. "Teğmen devam et." Onun muhtaç sesini duyduğumda, boğazımdaki yumru bir yağ gibi geçip gitti. Kendini sıkan bedenini bir yandan okşarken, bir yandan içinde hareket ediyordum.

Ayak parmaklarım uyuşmuştu. Kendimin var olduğunu bile unutmuştum. Burnuma dolan keskin Gardenya kokusu, midemi yakmıştı. Ellerimi sıcak beline yasladım. Altımda böylesine güzel dururken yavaş hareket etmek ikimize de eziyetti. Vuruşlarımı hızlandırdığım vakit belini bir yay gibi büktü. Sesinden bir şarkı dinliyormuş gibi hissediyordum. Resmen onun sıcak içinde var olmuştum. İmkansızı yaşarken delirmemek için sürekli güzel yüzüne bakıyordum.

Omuzlarıma sıkıca tutundu ve inleyerek kucağıma yerleşti. Bu yaptığı sayesinde beni daha çok almıştı içine. Bu yüzden acı dolu bir inilti dökülse bile biraz sonra yerini güzel sesi almıştı. Ay tepemizde, hafif soğuk rüzgar sayesinde ses yapan Gardenyaların koca gövdesinin sesi kulaklarımızda, güvercinin cılız ama huzurlu sesi ortama yayılırken Elfida ense saçlarımdan tutup tekrar derin bir öpücüğe çekmişti beni.

Saatler geçmesine rağmen birbirimizi sevmekten yorulmamıştık. Hani derler ya bir aşk ne kadar imkansız olursa, o daha güzel olur diye? Öyleydi. Sanki her şeyin yeri ve zamanı şimdiydi. Sanki ben onu on beş sene sevmek için yaratılmıştım. Son kez sıcaklığımı içine bıraktığımda ikimiz de derman kalmamıştı. Ellerimi ıslak saçlarına attım ve alınlarımızı birleştirdim. Elfida kucağımda, ben hala onun sıcaklığında kaybolurken derin nefesler eşliğinde kendimize gelmeye çalışıyorduk.

"Gel desem, tutsam elinden benimle gelir misin?" Saçlarımda gezen elleri yavaşça durdu. "Sen ve küçük kız benimle gelir misiniz?" Dolan gözleri ile gülümsedi. "Seninle her yere gelirim Teğmen'im. Sen iste her yere geliriz biz." Gülümsedim. Resmen ona tapıyordum. Her şeyin çok güzel olmasını istiyordum. Tüm bu dertler bitsin istiyordum. Sıkıca sarılıp, öptük birbirimizi. Yavaş yavaş ay çekildi gökyüzünden. Güneş yine bir umut gibi doğdu üzerimize. Ben sevdiğim adamla bir oldum. Ben Elfida'm ile yaşadım. Hikayemin asıl sahiplerini fısıldadım ona.

"Simurg sensin Elfida. Ben senin için yanıp biten güvercinim."

Ne kadar az yol almışım.

Ne kadar az.

Yolun başındaymışım meğer.

Elimde yalandan kocaman rengarenk.

Geçici oyuncak zaferler.

-

Bölüm hakkındaki düşünceleriniz neler?

Öncelikle izmir depreminde olan, yaşayan veya yakını olan herkese çok geçmiş olsun. Kayıp verenlerin ise başı sağolsun. Lütfen iyi olmaya çalışın. Sizi seviyorum. ❤

Bal'ım ne zaman görürsün bilmem ama bu bölüm sana... 💜

*: Vatanım sensin/Leon

Continue Reading

You'll Also Like

22.6K 2.3K 33
[enemies to lovers! au] Sebepleri ve yaptıkları çocukçaydı ama birbirlerinden gerçekten nefret ediyorlardı.
3.6K 206 7
yeni tanıyacaklar için 💓
1.2K 183 16
Kelimelerden daha iyi olan şey, duygulardır. Duyguları tamamlayan şey ise düşünceler. Duyular ve içgüdüler ise kim olduğumuzu değil kim olabileceğimi...
786K 64.6K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...