VELİAHTLAR 2 - ENSAL

By tubux2

225K 12.8K 4.8K

Her bir yaprak kendi yazdığı hikayenin başrolünü üstlendi. Tek tek kaleme aldı tüm geleceğini... Masal & Enes... More

Başlamadan Önce...
KÖRDÜĞÜM ♥ 1
KÖRDÜĞÜM ♥ 2
KÖRDÜĞÜM ♥ 3
KÖRDÜĞÜM ♥ 4
KÖRDÜĞÜM ♥ 5
KÖRDÜĞÜM ♥ 6
KÖRDÜĞÜM ♥ 7
KÖRDÜĞÜM ♥ 8
KÖRDÜĞÜM ♥ 9
KÖRDÜĞÜM ♥ 10
KÖRDÜĞÜM ♥ 11
KÖRDÜĞÜM ♥ 12
KÖRDÜĞÜM ♥ 13
KÖRDÜĞÜM ♥ 14
KÖRDÜĞÜM ♥ 15
KÖRDÜĞÜM ♥ 16
KÖRDÜĞÜM ♥ 17
KÖRDÜĞÜM ♥ 18
KÖRDÜĞÜM ♥ 19
KÖRDÜĞÜM ♥ 20
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Yoklama Listesi
3. Kitaptan bir kuple

SEZON FİNALİ

5.6K 321 77
By tubux2

Eveeet :)

Adından da anlayacağımız üzere, Veliahtlar 2 kitapları bu bölümlerle son bulmaktadır. Yarım kalmış gibi hissedeceğinizi biliyorum, daha hiçbir şey okumadık ki dediğinizi de duyar gibiyim. Fakat bilenler bilir, Veliahtlar 2 kitabı tek kitaptan oluşuyordu. 1500-1600 sayfalara denk gelince bölmeye karar vermiştik ve üç kitap haline dönüştürmüştük. Bu nedenle size kısa gelmesi ve tadının damağınızda kalması çok normal :)

En baştan beri Veliahtlar 3 kitabını yazmak konusunda kararsızdım. Çünkü bu seriyi ben, sevenlerinden daha çok üzenleri ve hayal kırıklığına uğratanları ile hatırlıyorum ve bu bir yazar için inanılmaz bir yıkımdır. Düşünün ki, ilk kitapta yaşadığım hüsrandan sonra ikinci kitabı çıkarmamayı milyon kez düşünmüştüm. Eski yayınevim de çıkarmak istemediğini belli etmişti. Ben sırf sevenleri için gün aşırı kavga etmiş, bir sonuca ulaşmayacağını anlayınca 7 senelik yayınevimi değiştirmiş, yine de sizlere kitapları ulaştırmaya çalışmıştım. Hoş... Her zamanki gibi yarı yolda bırakılan ben oldum. Neyse...  

Yine bilenler bilir, üçüncü kitabı yazıp yazmamaya, ikinci kitapların satışına göre karar verecektim. Kurgu hazır olduğundan bana sadece yazmak kalıyordu. Peki ne oldu? Benim yüzüme gülen arkamdan söven okurlarım, her zamanki gibi şaşırtmadı ve ENSAL hikayesi tahmin edilen satışın ucunu bile yakalamadı. (Sözüm kitabı alıp destek olanların haricindekileredir.) Yeni yayınevi de satışlardan sonra bu hikayeleri çıkarmaya pek sıcak bakmayınca sizler (gerçekten seven ve destek olanlar) mağdur olmasın diye kitapları buraya yüklemeye başladım.

Ve her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi yazılı hikayelerin de sonuna geldik...

Şimdi soracaksınız ki 3. kitaplar olmayacak mı? 

İnanın bilmiyorum. Bu seri beni çok üzdü, çok yordu, çok kırdı, hatta kimi zaman yazma isteğimi bile elimden aldı. Aranızda kitap yazanlar varsa biliyordur, bir yazarın en büyük ilhamı okurlarıdır ve okunduğu sürece verimli ve seri bir şekilde yazar. Sürekli bölüm atan ya da sürekli kitabı çıkan yazarlara şöyle bir bakın, okunmadan bunu yapmıyorlar değil mi? :)

"Kendim için yazıyorum" diyen yazarların hepsinin bir yanı kırıktır anlayacağınız :)

Gün gelir, bu seriler burada hayat bulmaya devam eder, kim bilir. Ama şimdilik Veliahtlar hikayelerine ara veriyoruz. 

Kalemimi gerçekten sevenlerin beni diğer hikayelerimde de destekleyeceğini biliyorum. Desteklemeyenlerin de canı sağ olsun, açıkçası bundan sonra kimseyi umursamıyorum :) Kendim için yazıyorum deyin siz anlayın ballı çörekler...

Tekrar görüşeceğimiz güne kadar, mutlu kalın.

(kalp)

*

MASAL

Zaman hangi ara yeni bir seneyi müjdeleyecek güne dayanmıştı, anlamıyordum. Resmen yılın en sevdiğim gününe uyanmıştım Fakat alışılmışın dışında, bu sabah dünü yaşıyormuşum gibi de heyecansızdım. Son zamanlarda yaşanan olaylardan ne tadım kalmıştı ne de tuzum. Cem Baba'nın durumunda en ufak bir değişiklik yokken, ailem ile aramdaki sorunlar tam anlamıyla çözülmemişken, kör kütük aşık olduğum adamdan en son gördüğüm geceden beri haber almazken eğlenebileceğimi de sanmıyordum.

Yine de beşizlere, tüm bu olumsuzlukları hissettirmemek için bu gecenin organizasyonuna katılmak zorundaydım. Bana verilen görev, gece için gerekli olan eksiklerin tamamlanmasıydı. Lavin'in gönderdiği liste, amcamlarda her zaman bulunan yiyeceklerin sıralanmasıydı. Sanırım halhal fazla yedekçi bir kişilikti.

Gece için hazırlanmayı sona bırakarak yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra üzerime alışveriş için en rahat kıyafetlerimi geçirdim. Ufak çantama gerekli olabilecek eşyaları koydum. Saçımı rastgele topuz yaparak odadan çıktım.

Asal'ın odasında olmamasına şaşırmamıştım. Ne de olsa ona düşen ev süsleme hazırlıklarını, arasındaki buzları yeni yeni erittiği sevgilisiyle yapacaktı. Buzlar eridikçe yerini daha sıcak bir aşka bırakıyordu. Benimde yanımda, beni aşka getirecek biri olsa, ben de daha hızlı ve özenli hareket edebilirdim.

Merdivenlerden miskince inmeye başladım. Annem, babam, Önder Dayım ve eşi, salonda oturmuş harıl harıl bir şeyler konuşuyorlardı. Görüş alanlarına girene kadar adımlarımı biraz daha sessiz atmaya çalıştım. Biz amcamların evinde beşizleri eğlendirirken, onlarında hastanede bir şeyler planladığına kulak misafiri olmuştum. Fakat yüzlerinden düşen parçaların çokluğu bakılırsa, pek de eğlenceli bir şey planladıklarını sanmıyordum. Beni fark eden dayım, ne konuştuklarını tam anlamıyla çözemeden diğerlerini uyardı. Anında konuşmalarının yönünü değiştiren grup yakalanmamış izlenimi vermeye çalışıyordu.

"Mutlu yıllar Fındık Faresi."

Dayım oturduğu yerden kalkarak bana doğru yürüdü. Annemlerle aramdaki soğuk savaşı fark ettiği günden beri, aramızı bulmaya çalışıyordu. Garip olan bizimkiler buna eskisinden daha çok istekliydi. Sanırım ölümden dönmüş olmam, o lanet inatlarını kırmıştı ama ben, bana yalan söylemelerine neden olan olayın aslını öğrenmeden, onlara eskisi kadar yakın olacağımı sanmıyordum. Tamam, babam belki katil değildi ama ortada iki öldürülen insan vardı. Özellikle de biri, bana aşkın kapılarını sonuna kadar kapattırmıştı. En azından kaybettiklerime değmeliydi gerçekler...

"Ne mutlu yıl ama," diye iç geçirerek kollarını açmış dayıma sarıldım. "Sana da mutlu yıllar dayı." Sarılmama karşılık veren adam şefkatle sırtımı sıvazladı. "Dışarı çıkıyorsun galiba," dedikten sonra sadece benim duyabileceğim yükseklikte de "Gitmeden annenlerin yeni yılını kutlamayı unutma," diye fısıldadı. Yavaşça benden ayrılırken de sözlerini perçinleyen bir bakış attı. Belli ki döndüğümde onları bulamayacaktım. Geceye daha çok vardı, o kadar zaman ne yapacaklardı ki?

Dile dökülmeyenlerin tenhalığında kaçırdıkları bakışları üzerime doğru çekmek için "Herkese mutlu yıllar," diledim. Bezmiş ses tonumdan rahatsız olmuş gibi öksüren dayım, uyarı niteliğinde bir bakış attı ve annemlerin yanına gitmemi işaret etti. Sıkıntılı bir nefes alırken yavaşça bizimkilere doğru yürüdüm. Benim onlara doğru gittiğimi fark eden annem ayağa kalktı. Babamsa önündeki sehpadan başka bir yere bakmıyordu ama bana her şeyi ve herkesi görüyor gibi hissettiriyordu.

"Mutlu yıllar kızım."

Ses tonundaki kırgınlığı gizlemek için boşuna çabalayan annem beni kollarının arasına aldı. Bu temas, çok uzun zamandır geri plana attığım gözyaşlarımı harekete geçirdi. Kokusu burnuma doldukça, yaşlar şahlandı. Ağlamamak için kirpiklerimi seri bir şekilde kırpmaya başladım. "Bu yıl gönlünden her ne geçiyorsa senin olsun." Kulağıma doğru fısıldadığı dileğiyle gözlerimi kapattım. Gerçekleşmeyecek bir dileğin acısı o bahsettiği gönle öyle güzel taht kurmuştu ki...

Yavaşça annemden ayrılırken "Teşekkür ederim," dedim. Ağlayacağımı hissettiğim için çok fazla kelimeyi bir araya getirmemeye çalışıyordum. Buğulu gözlerle bana bakan annem yavaşça kollarımı sıvazladı. "Seni canımdan çok seviyorum biliyorsun değil mi?" diye sorduğunda titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım. Başımı bildiğimi belli edercesine sallarken gözlerim daha da çok doldu. Annem ağlamasına ramak kalmış ifadesini gülümsemesine sakladı. Babamın yanına gitmemi işaret eden bir bakışla önümden çekildi. Babam hala gözlerini sehpadan ayırmamıştı. Bunu ilk anda, gözlerini benden kaçırmak için yaptığını düşünmüştüm ama onun burada olduğumun bile farkında olduğunu sanmıyordum. Çok fazla düşünceli duruyordu. Hatta kafasından geçenler neyse, onların içine hapsolmuş gibiydi. Bundan rahatsız olduğu hafif çatık kaşlarından belliydi. "Baba," diye seslenerek ilgisini üzerime çekmeye çalıştım. Bakışlarını yavaşça bana çevirdi. İlk an beni görmediğine emindim. Daha sonra, üzerime odakladığı bakışlarından dalgınlığını bertaraf etti ama göz bebekleri, hala derinlerdeki acısını taşıyordu. Ne oluyordu Allah aşkına?

"Kızım."

Yavaşça ayaklanan babama 'Mutlu yıllar' dilemek istedim ama o an dudaklarımdan çıkan tek cümle "Seni seviyorum," oldu. Dilime öyle yabancı gelmişti ki çok uzun zamandır bu kelimeleri bir arada kullanmadığımı fark ettim. Babamın dudağının kenarı aniden yukarı kıvrılarak, kirli sakalları arasındaki derin gamzesini ortaya çıkardı. Beni kolları arasına alan adam kokumu içine çekerek saçlarımı öptü.

"Bende seni seviyorum güzelim."

Sarılmak için önce yürek gerekti ve babam tüm kalbiyle sarmıştı beni. O an, karşılık almaya ihtiyacı olduğunu hissettim. Kollarımı daha da sıkılaştırırken başımı göğsüne dayadım. Onun acısı, benim yüreğimdeki tüm bilinmezlerin acısını bastırdı. Az önce dolan gözlerimden birkaç arsız damla, yanaklarımdan süzüldü. Sırtımı sıvazlayan elin annemin olduğunu hissediyordum.

"İşte bu be!"

Sevinçli bir nidayla araya karışan dayım "Gerçekten mutlu bir yıl bizi bekliyor. Bu da ilk işareti," dedi aynı coşkuyla. Kimse sesini çıkarmadı ama babam belli belirsiz bir kelime kullandı ve bu da daha fazla kafamı karıştırdı.

"Umarım."

*

ENES

Gece uyumayan insanların, gündüze sığmayan acıları olurdu.

Elif Hanım'la konuştuğum andan beri, gecem gündüzüme karışmıştı. Düşüncelerim bir girdaba kapılmıştı. Sözler önceki kadar şiddetli olmasa da, dayanılmaz bir haldeydi. Dışarıda savaştıklarım, içeride müsaade ettiklerimin eseriydi ve kimsenin bu savaşımı görmesini istemiyordum. Bu yüzden herkesten, her şeyden bir süreliğine uzaklaşmıştım. Darmadağın olan düşüncelerimi toparlamak için zamana ihtiyacım vardı. Ne kadar süreceğini bilmiyordum ama kararı verdiğim gün, geri kalan ömrümün miladı olacaktı.

Bunu hissedebiliyordum.

Bu nedenle Lavin'in yılbaşı teklifine kesin bir cevap vermemiştim. Masal'a da geleceğimle ilgili hiçbir şey söylememesini tembihlemiştim. Umarım da söylememişti. Çünkü karşısına çıktığım an vereceği tepki belki de miladımı hızlandıracaktı.

"Gideceği yer çok büyük. Masal'a haber vermeden nasıl bulacaksın onu orada?"

Gideceği AVM'yi biliyordum. Şu anda yolda olduğunu da öğrendiğime göre fazla oyalanmamalıydım. Lavin'e merak etmemesi ve haber vermemesi gerektiğini vurgulayarak telefonu kapattım. Montumu alıp hızla evden çıktım. Alışveriş için buluşacağımıza göre, dönüş yolunu da düşünmeliydim. Motoru garajdan çıkarmak yerine taksiye binmeyi tercih ettim.

Klasik bir yeni yıl trafiğinden sonra geçte olsa AVM'ye ulaşabilmiştim. Ödemeyi yapıp taksiden indim. Kapıda oluşan giriş kuyruğuna takılmadan içeri girmek için otopark kısmına doğru yöneldim. Neyse ki orada daha az bir kalabalık vardı. Kontrollerden geçip içeri girdiğim gibi, oyuncakçı dükkânına doğru yürüdüm. İçimden bir ses onu orada bulacağımı söylüyordu çünkü. Umarım hala hatırladığım gibisindir ufaklık...

Dükkâna girdiğim gibi, boyumun avantajını kullanarak tüm bölümlere göz attım. Üzerime çevrilmiş birkaç gözle teması kısa kesip bölümler arasında yürümeye başladım. Bingo! Masal'ı, minyatür oyuncaklarla dolu bölümün en sonunda görünce adımlarımı hızlandırdım. Elinde tuttuğu kutuda ne olduğunu merak ediyordum. Yaklaştıkça onun bir motorsiklet olduğunu gördüm. Hem de benimkine benzeyen...

"Gerçeği daha güzel."

Aniden arkasından yaklaşmamla irkilen ufaklık, hızla bana döndü. Beni karşısında görmeyi beklemiyormuşçasına açılan gözleri ilk anın korkusunu atar atmaz şaşkınlığın esiri oldu. "Enes," diye seslenirken bile hala hayal gördüğünü düşünüyor olmalıydı. "Sen burada ne arıyorsun?"

"Seni."

Ufak bir şaşkınlık nidası dudaklarından dökülür dökülmez "Beni?" diye sordu kendini göstererek. Kulaklarına inanamıyormuş gibiydi ama sanki bir yanı da mutluydu. Yüzünde anlık gülümsemeler görür gibiydim ama o kadar hızlı siliyordu ki ifadesini emin olamıyordum. Başımı onaylarcasına salladım. "Neden?" diye sorduğundaysa elime geçen rast gele bir oyuncağı alıp incelemeye başladım. "Akşam ki eğlence için alışveriş yapmamız gerekiyor diye biliyorum." Gözleri bu sefer şok tanımına uyan bir şey yapmadı. Aksine hafifçe kaşları çatıldı. Bir süre düşündü. Onu tanımasam bir tür çıkmaza düştüğüne yemin edebilirdim.

"Peki, benim bundan neden haberim yok?"

'Kim bilir' dercesine umursamaz bir hareketle omzumu silktim. "Artık var," diyerek elimdeki oyuncağı yerine koydum. "Buradan alacakların bittiyse şu alışverişi yapalım mı?" Söylediklerimin aklını kurcaladığı ve hala büyük bir kısmının anlaşılmayı beklediği o kadar belliydi ki. Tuttuğu motora sarılmış olduğunu fark edince "Bence gerçeği varken ona ihtiyacımız yok," dedim. Söylediğim cümlenin manasını anlayacağını biliyordum ama o sanki anladıklarından hoşnut olmamıştı. Sanki onunla oynadığımı düşünüyor ama bunu dillendirmeye cesaret edemiyor gibiydi.

"Gidelim mi artık?"

Ne olduğunu yaşayarak öğrenmeye karar veren ufaklık "Gidelim," dedi. Oyuncağı yerine bırakmak yerine kasaya götürdü. Gerekli ödemeyi yaptıktan sonra sanki dünyanın en değerli şeyini almış gibi yanıma geldi. "Bence bu gerçeğinden daha güzel." Hafif bir burun dikliğiyle başını çevirip dükkândan çıktı. Gülmemek için yanağımın içini dişlemeye başladım. Sırf bana inat olsun diye o motoru almadıysa, bende hiçbir şey bilmiyordum.

"Piyano mu o?"

Çocuksu bir heyecanla, alışveriş merkezinin meydanına oturtulmuş, yeni yıl süsleriyle bezeli sahnenin ortasındaki kahverengi kuyruklu piyanoya doğru yürümeye başladı. Ona yetişmek için adımlarımı hızlandırırken "Ne yapıyorsun?" diye sordum. Cevap vermek yerine daha hızlı bir şekilde yürümeye başladı. Ona ayak uydurmam için koşmam gerekiyordu. "Ufaklık biraz yavaş olur musun?" Sesimi duyurmak için yükseltmem, birkaç çift gözün anlık bile olsa üzerime çevrilmesine neden oldu. Bu rahatsız edici hisse odaklanmamaya çalışarak Masal'ın arkasından gittim. Ben yanına ulaşana kadar o çoktan piyanonun önündeki küçük sandalyedeki yerini almıştı. Düşündüğüm şeyi yapmayı planlamıyordu değil mi? Alışveriş yapan insanların bir kısmının dikkatini, sadece bu hareketi bile çekmeye yetmişti. Sesinin güzel olması müzik kulağının olacağı anlamına gelmiyordu. Klasik müzikle ilgili bilgisinin olmadığına emin olduğum kadar onu tanıyordum. Rezil olacağının farkında değil miydi bu kız?

"Herkesin sana baktığının farkında mısın?"

Beni duyacağı bir mesafeydim ama o sanki sadece bana değil, tüm dünyaya karşı kör, sağır ve dilsizi oynamak istiyordu. Gözlerini usulca yumdu. Ufacık duran iki elini piyanonun beyaz siyah tuşlarına nazik bir hareketle bıraktı. Nefes alıp almadığından bile emin değilken ona dolayısıyla bize bakan gözler çoğalmıştı. Kendine güldürecekti. Ben buna izin veremezdim.

"Ufaklık kendini rezil etmeni izlemek istemiyorum."

Yanına çıkıp kolunu tutmak istercesine uzattığım anda, Masal tuşlara dokundu. O an gelen ürperti daha önce yaşamadığım cinsten sarsıcıydı. Kaskatı kesildim. O, 'Nuvole Bianche' nin notalarına kusursuzca basıyordu. Bense sadece tüylerim diken diken olmuş bir halde ona bakıyordum. Parçayı sadece çalmıyor, adeta yaşıyordu. Kapalı kirpiklerinin kenarında birikmiş yaşlar, canının acısını vurgulayacak somutluktaydı. Burnu kızarmaya başlamıştı. Alışveriş merkezindeki tüm gözler yavaş yavaş üzerimize çevrildi. Piyonunun etrafında etten bir duvar vardı sanki. Kalbim ufaklığın parmaklarının temposunda, bazen yavaş bazen hızlı, garip bir ritimsizlikte çarpıyordu. Masal ise tam bir profesyonel gibi parçanın giriş ve nakarat kısmını çaldı ve yavaşça parmaklarını hareket ettirmeyi kesti. Gözleri henüz açılmamışken, kalabalık takdir edercesine, coşkuyla alkışlamaya başladı. Yüzünde buruk bir tebessümle kirpiklerini araladı. İnce kaz ayaklarına tutunan birkaç damla yaş yanaklarından nazlı nazlı süzüldü. Kimseye fark ettirmek istemeyeceği bir hızla sildi. Ayağa kalkıp insanlara reverans yapar gibi teşekkür ettikten sonra bana döndü. Ne diyeceğimi bilmez halde sisli gökyüzüne baktım. "Şaşırmış gibisin."

"Özür dilerim."

Dudaklarımdan dökülen sadece bu iki kelimeydi. Masal şaşkınca kaşlarını çatarak "Neden?" diye sordu. Ön yargılı davrandığımı, onun rezil olacağını düşündüğümü söyleyerek anı mahvetmek istemiyordum. "Çalabileceğini düşünmemiştim." Buruk gülümsemesi yüzüne biraz daha yayılırken "Benimle ilgili bilmediğin çok şey var," dedi. Sanırım bunda haklıydı.

"Bora Amcam. Yani Hale'nin babası, küçükken bizimle çok uğraştı."

"Değmiş ama." Hayranlığımı saklama gereği duymamam daha sıcak bir şekilde gülümsemesine neden oldu. "Notalarını tek hatırladığım parça," diyerek gözlerini arkasında duran piyanoya çevirdi. Yine o kırgın bakış gözlerine saplanmıştı. Bu parçanın neden özel olduğunu sormamam gerektiğini avaz avaz bağıran tarafım bunu dile getirmiş olacak ki, Masal ağlamaya ramak kalmış gözlerle bana döndü. Başını özel olduğunu onaylarcasına salladı. Bu hareketiyle tek tük yaşlar yanaklarından süzüldü. O yine de gülümsemeye çalışıyordu.

"Çünkü Cem Baba'nın da tek bildiği parça bu. Beraber çalabildiğimiz tek..."

Kazağının ucunu çekiştirerek yaşları sildi. "Bu da ona yeni yıl hediyem olsun," derken ağlamaklı bir kahkaha attı. Umudunu kaybetmeye başlamış olan kızı bir çırpıda kollarımın arasına aldım. Direnmedi. Aksine buna ihtiyacı varmış gibi kollarını belime doğru doladı. Ona dokunmayı, kokusunu içime çekebilecek kadar yakınında olmayı, sıcaklığını hissetmeyi ne kadar çok özlediğimi, şu anda iliklerime kadar hissediyordum ve sanırım artık miladımın ne zaman başlayacağını biliyordum.

*

MASAL

Aşk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemiydi. Onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarıda bırakma arzusuydu. İnsanın ruhuna güvenli bir sığınak bulma yolculuğuydu. Sarılmak, güven gerektirirdi.

Aşk ise, sarılmaktı.

Neden burada olduğunu, bana sarılmasının altındaki nedeni düşünmeyi bıraktım. Bu hissi yaşamayalı o kadar zaman olmuştu ki tadını çıkarmak istiyordum. Belki de bir daha kollarının arasında olamayacaktım.

Gözlerimi kapattım. Kulağıma çalınan ritmin bana ait olmasını çok isterdim. Tarçın kokusu beynimi tatlı tatlı uyuşturmaya başladı. Alıp verdiği nefesi saçlarımı okşuyordu. Sırtımda gezdirdiği parmaklarının dokunduğu her noktada içim ürperiyordu. Bedenimin canlandığını, sanki ateşlemeyi bilen tek kişi oymuş ve büyük bir ustalıkla bir ateş yakmış gibi alev alev yanmaya başladığını hissedebiliyordum.

Onun aşkı yangın yeriydi. Her aklına estiğinde kıvılcımları uçuşuyordu. Bu yüzden küllerimi savuralı çok olmuştu. Fakat rüzgarla bile anlaşması olduğuna yemin edebilirdim. Ondan kalan bu közden alev olur muydu yeniden?

Yakar mıydı ikimizi?

İster miydi bunu?

Düşüncelerimin saptığı istikamet beni kırılacağım yerlere doğru sürüklerken telefonum çaldı. Arayan kimse resmen imdadıma yetmişti. İstemesem de Enes'in kolları arasından çıktım. Yanaklarımın kızardığını bildiğim için mümkün olduğunca göz teması kurmamaya çalıştım. Çantamdan çıkardığım telefonumda gördüğüm isim buraya neden geldiğimi hatırlatmak için vardı sanki.

"Alo Asal?"

"Masal!"

Adım sağır edici bir haykırışla çıkmıştı. Ya da ses hoparlörden geldiği için bana öyle hissettirmişti. "Asal sesin çok derinden geliyor. Arabadan mı konuşuyorsun sen?"

"Masal çok kötü bir şey oldu."

Tüm düşüncelerimi ve hareketlerimi donduran ses, ağlamaklıydı. Aklımdan gelip geçenlerin meydana getirdiği sarsıntı, bedenimi ürpertti. Amcamların evindeydiler. Ne olmuştu? "Çok, çok kötü. Nefes almıyor. Alamıyor!" Birkaç saniye içinde aklımdan öyle şeyler geçti ki bende nefes alamamaya başladım. Kalbim, göğsümü delip çıkacakmışçasına kuvvetle çarpıyordu. Elimi tıkanma hissini geçirmek istercesine boğazıma yerleştirdim.

"Kim nefes almıyor? Amcama mı bir şey oldu?"

Gözlerim Enes'le buluştu. Telaşım onu da esir almıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışırcasına çattığı kaşlarıyla yüzümü tarıyordu. "Hale. Nefes alamıyor Masal. Ölüyor." Yüreğime usul usul yayılan korkunun sahibi kaskatı kesilmeme neden oldu. Ne demek nefes alamıyordu? Nasıl ölüyordu? Neden?

Konunun tam özüne işleyen upuzun bir sessizlik yaşandı. Enes konuşamayacağımı fark edince telefonu elimden aldı. Endişe ve korku tohumları tüm vücudumu kaplarken boş bir bakışın esiri olmuştum. Sanki dünya ayaklarımın altından kayıyordu ve ben tüm bu harekete direnircesine sallanıyordum. Telefonu kapatan Enes beni tek koluyla kavrarken "Gidiyoruz hadi," dedi. Yürüyemeyeceğimi anladığındaysa beni kucağına aldı. Fakat ben, beni saran derin bir karanlığa teslim olmaktan öteye gidemedim.

*

Kar fırtınasını müjdeleyen rüzgârın uğultusu, ara ara çalınan korna sesleri ve hızla alıp verilen bir nefes...

Tarçın kokusunu daha yoğun hissetmeye başladığım an gözlerimi araladım. Enes'in göğsünde yatıyordum. Buğulanmış camların ardındaki havanın kararmak üzere olduğunu görmek kafamı karıştırdı. Ne kadar zamandır kendimde değildim böyle? Başım ağır, boynum bir o kadar ağrılıydı. Sanki saatlerdir pozisyonumu değiştirmemiştim. Gözlerim çekiliyordu. Uyumam için zorlayan bedenime inat, beynim tüm hızıyla çalışıyordu. Kendime gelir gelmez aklıma dolanlarla dehşet dolu bir iç çektim. Ani kalkışım anlık bir kararmayı beraberinde getirdi. Bir elimle öndeki koltuğun omuz kısmına diğeriyle ise Enes'in elini tuttum.

"Sakin ol."

Enes'in telkin eden sesi yavaş hareket etmemi söylüyordu. Bu his geçene kadar söz dinlesem iyi olacaktı. Yavaşça koltuğa yaslandım. Bir anda yüzümü yalamaya başlayan soğuk havayla daha iyi hissediyordum. "Şimdi sakince nefes al ve hiçbir şey düşünme." İşte bu imkânsızdı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Hale'nin ne durumda olduğunu bilmiyordum. Şu an nerede olduğumuzu bile bilmiyordum.

Gözlerimi aralarken, hala Enes'in elini tuttuğumu gördüm. Hoş onunda bırakamaya niyeti yok gibi duruyordu. "Şu an trafikteyiz." Gözlerimi araladığı camın ardına çevirdim. Yeni yıl trafiğinin esiri olduğumuzu, duruyor olmamızdan bile anlayabilirdim aslında. Asal'ın en son araba kullandığını hatırlayınca, böyle bir trafiğe maruz kalıp kalmadığını düşünmeden edemedim. Eğer trafiğe yakalandıysa Hale'nin hastaneye yetişmesi...

"Hale'yi hastaneye yetiştirmişler merak etme. Zaten bizimde az yolumuz kaldı."

Düşüncelerimin arasına giren Enes'in duruma hakim olduğuna emin olunca "Nasılmış?" diye sordum. Vereceği cevabın olumsuz olmasından deli gibi korksam da nasıl olduğunu öğrenmem gerekiyordu.

"Müsaade altına alınmış ama durumu iyiymiş. Kendi başına nefes almaya bile başlamış."

İşte şimdi gerçek anlamda bir nefes aldığımı hissetmiştim. Gözlerimi kapattım ve sadece soluğuma odaklanarak daha hızlı kendime gelmeye çalıştım. "Su ister misin?" Başımı hayır anlamında sallarken "Sadece bir an önce Hale'nin yanına gitmek istiyorum," dedim. Hala el ele olmamıza bile sevinemiyordum. Korku gerçekten mutluluğun ikizi gibi bir şeydi. Ne zaman gerçekten mutlu olduğumu hissetsem, bir yerden bir şekilde önüme çıkıyordu.

"Daha iyi hissediyorsan yürüyebiliriz."

Yürüyecek kadar iyi miydim bilmiyordum ama açık havanın daha iyi geleceğini hissediyordum. Bu yüzden Enes'in teklifini kabul ederek taksiden indim. Henüz kar yağmaya başlamamıştı. Fakat hava bunun hıncını almak istercesine soğumuştu. Montumun fermuarını boğazıma kadar çektim. Atkımı bir kat daha boynuma dolamamın kar etmeyeceğini anlayınca işi kollarıma bıraktım. Vücudumu sardığım kollarımı hareket ettirerek ısınmaya çalıştım. Belki üşüyordum ama iyi geldiğini de kabul etmek zorundaydım.

Herhangi bir tökezleme ihtimaline karşı beni yakınında tutmaya çalışan adama baktım. Neden burada olduğunu anlamıyordum. Beni kendinden uzak tutmak için yapmadığını bırakmamışken, neden şu anda yanımdaydı? Neden o alışveriş merkezine gelmişti? Neden yokluğuna alıştığımı düşündüğüm her an bana kendini hatırlatıyordu? Ne başlamamıza izin veriyordu ne de bitirmemize... Hayatıma devam etmeme neden izin vermiyordu?

Kendi kendime sorduğum ve bir türlü cevabını alamadığım sorulardan çok sıkılmıştım artık. İçimde biriken hislerin birdenbire patlayarak beni zerreler halinde dağıtacağından korkuyorum. Yürümeyi kestim. Birkaç adım önüme geçen Enes, peşinden gelmediğimi anlayınca bana doğru döndü. İyi olup olmadığımı sorgulayan gözleri birer makineyi andırıyordu. "Neden?" diye sordum gözlerinin içine bakarak. Yüreğimin ortasına anlamını çok iyi bildiğim bir ağırlık çöktü.

"Gideceğini bile bile neden sürekli geliyorsun Enes?"

Söyleyeceği çok şey varmış da hangi birinden başlayacağını bilmiyormuş gibi bakıyordu yüzüme. Ona yardımcı olabilmek için "Hani babana verdiğin sözler vardı," dedim. Elimi boynundaki yüzüğü gösterircesine savururken "Hani o yüzük bile yanımdayken sözlerini tutturamıyordu," diye ekledim. "Hani ben daha iyilerine layıktım. Hani hak verecektim zamanı geldiğinde gidişine... Son gidişinde bunları söylemedin mi sen bana?"

"Söz geçirebildin mi kalbine?"

Ne demek istediğimi anlamaya çalışırken hafifçe kaşlarımı çattım. "Kalbine söz geçirebildiğin ilk gün, beni asla sevmemesini söyleyecektin. Yapabildin mi?" Hastanedeki ayrılık konuşmasını bitiren cümlemi bana hatırlatmasından ne anlam çıkarmam gerekiyordu? İnsanların söylediği sözlerin boş olduğunu mu?

Gökyüzünden tek tük kar taneleri düşmeye başladı. Başımı kaldırıp neredeyse kararmış olan gökyüzüne baktım. Sanki milyonlarca küçük parlak yıldız etrafımızı sarmak için hazırlanıyordu.

"Ben yapamadım."

Duyduğum cümleyle başımı, ona inanmamı istercesine bakan adama çevirdim. "Yapmak için elimden gelen her şeyi yaptım ama kalp pusulam bir şekilde, hep seni gösterdi." Bana doğru yavaş adımlar atmaya başladı. "Ve o an anladım ki, bir gelecek istiyorsam geçmişten vazgeçmeliyim." Aramızdaki mesafeyi göz açıp kapayıncaya kadar kapattı. Söylediği söyleri anlamak için o kadar uğraş veriyordum ki yaptıklarına karşı koyamıyordum. Elimi tutup havaya kaldırdı. İşaret parmağımı diğerlerinden ayırdıktan sonra kalbinin üzerine bastırdı. "Bizim bir haritaya ihtiyacımı var. Aslında bir kaçış planına," derken parmağımı kalbinden şah damarına doğru çekti. Soğuktan buz tutmuş parmak uçlarıma rağmen onun kadifemsi tenini hissedebildiğim yerde durdu. "Geçmişin derin izlerini taşıyan bu kördüğümden kaçabilmek için bu yolu izlemekten başka çaremiz yok." Bilmeceden farksız konuşması kafamı allak bullak yapmıştı. Anladığım tek kelimeyse kaçmaktı. Kaşlarım çatılırken söylediklerini tekrarlaması için "Anlamadım?" dedim. Hoş bu tarz konuşacaksa yine anlayamayacaktım. Parmağımı şah damarına daha çok bastırdı. Ucunda hissettiğim atış ruhumu karıncalandırıyordu.

"Tüm düşüncelerim, duygularım, arzularım ve hayallerim bu zamana kadar görünmezdi. Ya da ben görünmemesi için çabalıyordum ama artık değil. Artık bu atış kadar gerçek hepsi."

Kalbim, söylediği ilgi çekici kelimelerle yerinden oynuyordu sanki. Beş parmağını da ayrı ayrı hissedeceğim şekilde elini, montumun üzerinden belime yerleştirdi. Bel kemiğimden aşağı istem dışı bir ürperti indi. Bacaklarımın bağının çözüldüğünü hissettim. Enes'de bunu hissetmiş gibi beni kendine çekti. Göğsüm onunkine değdiğinde sanki nefeslerimiz ortakmış gibi tuttuk. Kalbimin çılgın bir tempoyla gümbür gümbür attığını hissediyordum. Enes'inkinin de öyle... Hala şah damarının üzerinde duran parmağıma ait elime yavaşça yanağını yasladı. Şu an karşımda o kadar savunmasız görünüyordu ki. Tıpkı bir çocuk gibi...

"Lütfen kalbine söz geçiremediğini söyle. Çünkü seni seviyorum ufaklık."

* * * *

Çok özlediğiniz bir gün, geri geleceğiz!

-DEVAM EDECEK-



Continue Reading

You'll Also Like

348K 13.1K 62
Bir hastasına iyilik yapmak isteyen Ahu, hastane kayıtlarından aldığı numarayı yanlış girip bir komutana yazarsa ne olur? Nerden bilebilirdi ki bu ka...
202K 8.6K 24
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...
82.4K 2K 23
"Han." derken dudaklarım titredi. Bedenlerimizin yakın olması ise bedenimi titretti. "Güneş." dediği an kalbime bir ok saplandı sanki. Yer yerinden...
965K 57.2K 74
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...