INTERN

By ShipperWriter

224K 21K 80.6K

Louis, tıp bölümünün son senesinde sınavlarla ve stajla boğuşurken beklediği en son şey, yanında çalıştığı as... More

INTERN
1: First Day
2: Excuses
3: Disputes
4: Surgery Day
5: Emergency
6: Another Louis
7: Stalking
8: Music
9: There's Always Me
10: Can't Help Falling in Love
11: Don't Be Cruel
12: The Talk
13: Love Me Tender
14: It's Now or Never
15: After the Weekend
17: Truth
18: Holiday Package
19: Wooden Heart
20: When You Look Me In The Eyes
21: Fever
22: Devil In Disguise
23: Dinner
24: Gone
25: Calling
26: Waking Up
27: Jailhouse Rock
28: Bond
29: Last Day
30: The Turning Point
31: Wolves
32: Competitive
33: Names
34: Pocketful of Rainbows
35: FINAL

16: Kiss Me Quick

9K 649 4.2K
By ShipperWriter

Louis evden çıkmak üzere hazırlanırken bir şarkı müziğini ıslıkla çalıyordu. Son zamanlarda sürekli çıkan reklamın müziği aklına takılmış haldeydi.

Kırmızı renkli bol bir sweatshirt ile siyah bir pantolon giymişti. Siyah spor ayakkabılarını ayağına geçirmeye çalışıyorken odasının kapısı tıklatıldı ve Louis "Girin!" diye seslendi.

Kapı açıldı, Jay başını içeriye doğru uzatarak "Müsait misin tatlım?" dedi. "Biraz konuşabilir miyiz?"

"Gel annecik ama birazdan evden çıkacağım."

"Sorun değil canım." Johannah içeriye girip kapıyı kapattı ve sırtını duvara yasladı. "Nereye gidiyorsun?"

"Arkadaşımla buluşmaya... Ne oldu? Off, yine Aaron'ın evine gidiyorsak ya da onlar bize geliyorsa asacağım artık kendimi!"

"Hayır, hayır... Ama bu konuda biraz konuşmak istiyorum."

Louis ayakkabısının bağcıklarını bağladı ve çalışma masasının önündeki sandalyeye oturdu. "Tamam, gel, otursana."

Johannah onun yatağına yerleşirken "Geçen hafta sonunu kiminle geçirdin?" diye sordu. "Sakın Liam deme, Liam olmadığından eminim. Kiminleydin ve şimdi kimin yanına gidiyorsun?"

"Şey-"

"Yalan söyleme, olur mu? Annen olarak doğruyu bilmeye hakkım var ve doğruyu direkt oğlumdan duymak isterim. Sevgilin mi var?"

"Var gibi." dedi Louis ellerine bakarak. "Anne, ben ruh eşimi buldum."

"Ruh eşini mi buldun?"

"Evet. Yanında çalıştığım doktor. Adı Harry ve geçen hafta sonu onun yanındaydım. Şimdi de onun yanına gidiyorum."

Johannah yumuşak bir sesle "Yüzüme bak bebeğim," dedi. "Onun ruh eşin olduğundan emin misin?"

Louis gözlerini annesine çevirdi. Beklediğinin aksine sinirli değildi, oğluna merakla bakıyordu. "Eminim. Rüyamda gördüğüm kişi o ve o da beni rüyasında görmüş."

"Yanında çalıştığım doktor mu demiştin? Kaç yaşında?"

"Yirmi yedi. Aramızda çok yaş farkı yok. Sadece beş yaş."

"Alfa mı diye soracağım ama geçen hafta senin üzerindeki kokuya bakılırsa öyle... Sizin aranızda tam olarak bir şey geçti mi-"

"Hayır!" Louis utançtan kızararak oturduğu yere sindi.

"Seni sorgulamaya çalışmıyorum ama daha detaylı anlatır mısın? Tam olarak durumu anlamak istiyorum. Çünkü, senin Aaron ile mühürleneceğini düşünen iki aile var ortada."

"Bak, onun yanında çalışıyorum ve biz sohbet ederken rüyamdaki kişinin o olduğunu fark ettim. O da beni rüyasında görmüş zaten. Sonra da bu hafta sonunu beraber geçirmek ve iyi anlaşabilip anlaşamadığımızı görmek istedik o kadar!"

"Peki nasıl geçti?"

"Güzeldi."

"O kadar mı?"

"Mükemmeldi, anne. İki gün boyunca çok mutluydum. Bana çok iyi davrandı, çok kibar ve anlayışlıydı."

Johannah iç çekti, arkasına yaslandı. "Bebeğim, babanla konuşman gerek." dedi. "Ona ruh eşini bulduğunu söyle. Baban bunu iyi karşılayacaktır, eminim. Hatta başka sürüden bir alfa olması babanın da hoşuna gidecek. Bir an önce Aaron konusuna da bir çözüm bulmaya çalışırız. Sonra alfanla tanışırız-"

Louis hızlıca başını iki yana salladı. "Babama söyleyemeyiz! Anne, Harry ile mühürlenebilmek için önümde çok uzun bir süreç var. Babam öğrenirse bize hiç zaman tanımaz ve ben alfamı kaybederim!"

"Neden uzun bir süreç var?" diye sordu Johannah, kaşları çatılmıştı. "O kadar zamanınız yok. Babana söylemezsek okulun biter bitmez Aaron ile mühürleneceksin. Babalarınız plan yapmaya başladılar bile. Ve eğer ruh eşini bulmana rağmen başkasıyla mühürlenirsen olacakları biliyorsun. Amcanı görmedin mi!"

"Harry'nin bazı endişeleri var... Ailesiyle ve hayatıyla ilgili bazı sorunlar... Sana anlatamam çünkü bu onun özel hayatı ama ben ona zaman vermek zorundayım. Aaron konusunu ben halletmeye çalışacağım. Şimdilik babama bir şey söyleme, tamam mı?"

"Bu durumdan hoşlanmadım."

"Babama zamanı gelince ben söyleyeceğim. Bana güven. Anlaştık mı?"

"Louis-"

"Anlaştık mı, anne?"

"Tamam, ama ne zaman onun yanına gideceksen bana haber vereceksin ve eve babandan erken döneceksin. Bir daha gece onun yanında kalmak yok. Baban gizli gizli bir alfayla görüştüğünü öğrenirse ortalık çok karışır ve Harry'nin sürüsü ile bizim sürü arasında savaş çıkmasına sebep olursunuz."

"O konuda endişelenmene gerek yok." dedi Louis ayağa kalkarken. Masadan telefonunu alıp cebine attı. "Artık gidebilir miyim?"

"Bekle, kaçma. Fotoğrafı var mı, göstersene."

Johannah merakla ona bakınca Louis kıkırdadı. "Bende fotoğrafı yok. Sosyal medya hesabı da yok. Bugün çekmeye çalışırım. Şimdi gitmem lazım yoksa geç kalırım!"

Louis hızlıca odasından çıkmadan önce onun yanağını öptü. Annesinin arkadan güldüğünü duyabiliyordu.

Evden dışarı çıktı ve kapının yan tarafında duran bisikletine bindi. Harry'nin evine giden yolu biliyordu. Bu yüzden hiç vakit kaybetmeden pedal çevirmeye başladı. Çok fazla randevulara giden biri değildi ama şimdiden Harry ile çıktığı randevunun en iyisi olacağını biliyordu.

Yaklaşık on dakika kadar bisiklet sürerek Harry'nin evinin olduğu muhite ulaştı. Resmen araba hızında sürmüştü, konu alfası olunca kendini bile şaşırtıyordu.

Harry'ye ait olan bahçenin demir kapıları açıktı. Muhtemelen Harry onun geleceğini bildiği için kapıyı açık bırakmıştı. Louis'nin işine geldi çünkü yapmak istediği bir şey vardı ve Harry karavanın içindeyken bunu yapması daha hoş olurdu. Cebinden telefonunu çıkardı, önceki gün beğenip indirdiği Elvis şarkısını açtı ve telefonu tek elinde tutarak bisikletle bahçeye girdi.

Harry dışarıdan duyduğu sesin Louis'den geldiğini tahmin ederek karavanın kapısını açtı. Yüksek sesle Kiss Me Quick şarkısı çalıyordu. Louis de keyifle şarkıya eşlik ediyor, bisikletiyle karavanın etrafında daireler çiziyordu.

Hemen öp beni, hazır hâlâ biz bu hislere sahipken.
Sıkıca sarıl bana ve asla gitmeme izin verme.
Çünkü yarınlar çok belirsiz olabilir.
Aşk uçabilir ve geriye sadece incinmişlik bırakabilir.
Hemen öp beni çünkü seni çok seviyorum.

Harry onun bağıra bağıra şarkı söylemesine kahkaha attı. Karavanın girişindeki merdivende durdu, yan tarafa doğru yaslanıp kollarını göğsünün altında birleştirdi ve onu izledi. Louis karavanın etrafında tam tur attığı için bazen görüş alanının dışına çıkıyordu ama yine de şarkıya eşlik edişi kolayca duyuluyordu.

Hemen öp beni, beklemeye dayanamıyorum.
Çünkü dudakların, tanımak için can attığım dudaklar.
O öpücük cennet kapılarını açacak.
Ve biz sonsuza kadar orada kalacağız.
Bu yüzden hemen öp beni çünkü seni çok seviyorum.

Zaten kısa olan şarkı bittiğinde Louis bisikletinden aşağı atladı, Harry'ye doğru yürüdü. "Başım dönüyor, başım dönüyor, başım dönüyor!"

Harry gülerek onu belinden tuttu, havaya kaldırıp kucağına aldı. "Üç dakika boyunca bisikletle daire çizersen başın döner."

"Öyle miymiş?" dedi Louis sırıtarak. Alfanın boynuna sarıldı ve bacaklarını onun beline sardı. "Oh, öyleymiş. Seni çift görmeye başladım."

Harry yüzünden silinmeyen gülümsemeyle onu karavanın içine alırken Louis "Ayakkabılarım!" diye hatırlattı ama alfa onu dinlemedi. Omegayı masanın üstüne oturttu, sonra da ayakkabılarının bağcıklarını gevşetip ayağından çıkardı. O tekrar başını kaldırmadan önce Louis aşağıya doğru eğildi, onun yanağını öptü. "Teşekkür ederim."

"Öpmeye iyi alıştın." dedi Harry onun ayakkabılarını ön tarafa bırakırken.

"Kısmen. Birazcık utanıyorum hâlâ."

Harry "Utanıyor musun?" diye sordu ve güldü. Masanın önünde durdu, Louis'nin bacaklarının arasındaki boşlukta durdu. "Saniyeler önce hemen öp beni diye şarkı söylüyordun."

"Tek sebebi kaliteli müzik!" dedi Louis başını havaya kaldırıp gururlu bir bakış atarak. Harry onun bu tavrına kahkaha attı, "Bu yüzden hemen öp beni çünkü seni çok seviyorum." diyerek şarkı sözünü hatırlattı. Sonra ellerini tekrar onun beline yerleştirdi ve onu kendine yaklaştırıp dudaklarının üstüne bir öpücük bıraktı. "Bana şarkı söylerken, sonuçlarını da düşün. Tamam mı?"

Louis utançtan kızarmakla meşgul olduğu için ona şımarıkça bir cevap veremedi. Ama kendini bir şekilde cesaretlendirdi ve gözlerini kapatıp dudaklarını onunkilere değdirdi. Ufak bir buseden daha fazlasını istiyordu!

"Ben ilk randevularda öpüşmem." dedi Harry ona daha sıkı sarılırken. Ardından da kendini yalancı ilan etmek istermiş gibi dudaklarını tekrar onunkilere bastırdı. İnce dudakları öperken bir yandan da omeganın belini okşuyordu.

Islak bir sesle ayrıldıklarında Louis "Ben de genelde alfalara serenat yapmam." dedi kısık sesle. Harry buna sadece güldü, başını hafifçe geriye çekip karşısındaki omeganın kızaran dudaklarına baktı. "Bugün seni nereye götüreceğim, bil bakalım."

"Nereye?" diye sordu Louis heyecandan parlayan gözlerle. Elleri az önceki öpücükten sonra hâlâ alfanın omuzlarında duruyordu.

"Söyleyeceğim ama önce şunu sorayım; akşam eve dönecek misin?"

"Evet eve babamdan önce gitmem lazım. Yıkanmak ve kendimi parfümlere boğmak için..."

"Neden?"

"Üzerime kokun siniyor da ondan!" dedi Louis yüksek sesle. "Geçen hafta eve girer girmez babam üzerimdeki yabancı kokuyu sorguladı. Bundan sonra daha dikkatli olmam lazım."

"Eh, ben çok fazla sarılıp öpmeyeyim o zaman..."

"Şakaysa komik değil, şaka değilse de oturur ağlarım."

Harry sadece sırıttı, bir adım geriye çekilip mutfak tezgahına yaslanırken "Seni bir çiftliğe götüreceğim." dedi. "Yakın bir yer. Bisikletlerle gidelim mi?"

"Yaa, çok güzel! Olur tabi ki! Kimin çiftliği?"

"Tanıdığım birinin değil. Ticari amaçlarla ziyarete açılan bir çiftlik. Meyve-sebze toplama bahçesi aslında ama hayvanlar da var. Tavuklar, horozlar... Ben bazen gidip sebzelerimi oradan topluyorum."

"Hemen gidelim!" deyip masadan aşağıya indi Louis. "Çok merak ettim!"

"Harika bir yer, bayılacaksın." Harry karavanın kapısını açıp hem kendisinin hem de Louis'nin ayakkabılarını kapı önüne koydu ve ayakkabılarını giydi. "Sen de giy, yanıma gel." dedi. Bu sırada da karavanın arka tarafına geçip ağaca kilitlediği bisikletini aldı.

Louis de karavandan çıkıp bisikletinin yanına gittiğinde Harry karavanın kapılarını kapatıp kilitledi. Bisikletle bahçenin dışına çıktıklarındaysa bahçenin demir kapılarını kapattı. "Bu yolun sonuna kadar düz gidiyoruz. Hep yanımda dur, ileride ya da geride olma."

"Tamam, merak etme!" dedi Louis neşeli bir şekilde. Uzun süredir bisiklet sürmüyordu ve şimdi bunun ne kadar eğlenceli bir şey olduğunu tekrar hatırlıyordu. Hafif esen rüzgar tam olarak yandan geliyor ve sağ yanağına çarpıyordu. Hafta sonu olduğu için normalden daha kalabalık bir caddede olmalarına rağmen Louis koskoca dünyada sadece ikisi varmış gibi hissediyordu.

"Ara sıra birlikte bisiklet gezisi yapabilir miyiz, alfa?"

"Yaparız."

"Karavanda vakit geçirmeyi de çok sevmiştim, bunu da çok sevdim!"

"Gerçekten eğleniyor musun?" diye sordu Harry. Gözlerini bir an bile yoldan ayırmıyordu.

Louis bu soruyu yanıtlamak yerine "Sana özellikle bir açıdan çok hayranlık duyuyorum." dedi. "Nasıl yaşayacağını çok iyi biliyorsun. Şehrin göbeğinde kendine huzurlu bir kasaba yaşamı yaratmışsın. Çiftlik, nehirde gezen feribot, bisiklet, geniş bahçe... Hepsi hayal gibi!"

"Kasaba hayatını hiç yaşamadım ama sanırım çok hoşuma giderdi."

"Ben de hiç yaşamadım ama eminim ikimiz de buna bayılırdık. Yine de, şehirde büyüdükten sonra oraya adapte olmak çok zor. Ama senin bu yaşam şeklin ikisinin muazzam bir sentezi gibi."

"Beğenmene sevindim." dedi Harry gülümseyerek. "Bu arada, sürekli benim istediğim yerlere gitmek zorunda değiliz. Bir yere gitmek istediğinde bana söyle, olur mu? Restoranlar, partiler ya da sinema gibi..."

"Söylerim, ama dürüst olmak gerekirse hayatımda yüz defa gördüğüm restoranlara gitmektense ilk defa göreceğim çiftlik daha cazip geliyor."

"İnsan içine çıkmaktan korkuyor falan değilim ve partilerden de tam anlamıyla nefret etmiyorum. Sadece sürekli o ortamlarda olmaktansa sürekli doğada olmayı tercih ederim. Bahçeler, parklar..."

"Çok tatlı olduğunu söyleyen olmuş muydu?" diye sordu Louis. Yüzüne gelen güneşten dolayı sağ gözünü kısmıştı ve sırıtarak alfaya bakıyordu.

"Evet, geçen hafta bir omega söylemişti."

Louis onun cevabına kahkaha atarken Harry de güldü. Sokağın sonundan sola döndü, omegayla aynı hızda gitmeye çalışarak karşıya geçti. Louis ara sıra ona bakmayı sürdürdü çünkü rüzgarda savrulan saçlarını izlemeye bayılmıştı.

Birlikte çiftliğin kapısının önüne geldiklerinde duraksadılar, Harry içeriye giriş ücretlerini ödedi. Louis daha itiraz bile edemeden "Ben çalışıyorum, sen öğrencisin." dedi Harry. "Ayrıca sen benim misafirimsin. O yüzden bugün hiçbir şeyi ödemeye kalkışma."

"Çalışmaya başladığımda, ilk maaşımla seni yemeğe çıkaracaksam, anlaştık."

"İyi, öyle olsun."

Her ne kadar saçma bir düşünce olsa da, Louis bunu gelecekte de birlikte olacaklarına dair bir güvence gibi algılayarak sırıttı. Böyle basit bir güvencenin arkasına sığınmak umurunda bile değildi.

Birlikte bisikletlerini girişteki güvenlik kulübesinin yanına bıraktıktan sonra geniş arazinin tam ortasında duran, tek katlı büyük bir ev gibi görünen yere ilerlediler. Louis bir adım yana kayıp alfaya iyice yaklaşınca, Harry onun elini tuttu. Eski western filmlerdeki bar kapılarına benzeyen ahşap kapıdan geçip içeriye girdiler.

Sol taraf ufak bir market gibiydi. Et ürünleri, yumurta, bal gibi gıdalarla birlikte mısır püsküllerinden ve buğday saplarından yapılmış sepetler, çantalar, minik süs eşyaları satılıyordu. Market kısmının yanında bir içecek standı vardı. Sağ tarafta ise buraya gelen müşterilerin meyve sebze toplarken kullanacağı tarzda eşyalar ve kıyafetler bulunuyordu. 

Birlikte sağ tarafa geçtiler ve Harry oradaki çalışana ihtiyaçları olan şeyleri söyledi: birer önlük, eldiven, makas, ve torba. İstediği her şeyi alınca da yan tarafta önlüklerini giyip arka kapıdan bahçeye çıktılar. Çok düzenli, geniş bir ekim alanı vardı. Louis ve Harry gibi müşteri olarak gelmiş olan birçok insan vardı; hepsi ekinlerin arasındaydılar.

O tarafa açılan kapının yanında duran genç bir adam "Çiftliğe hoş geldiniz!" dedi. "Sol taraf meyve, sağ taraf sebze alanıdır. Aldığınız her meyve-sebze türünü ayrı ayrı torbalara koyup buraya getirin. Burada fiyat hesaplaması yapılacak ve ödemenizi  gerçekleştireceksiniz. Çiftlik hayvanlarını görmek istiyorsanız ekim alanının ilerisindeki ahırı ve çiftlik evimizin yanındaki kümesi ziyaret edebilirsiniz. Organik ürünler satın almak isterseniz içerideki marketimizi gezmenizi öneririz."

"Teşekkürler," dedi Harry adamın tüm söylediklerine karşın. "Çardak kiralamak istiyoruz, iki saatliğine."

"Pekala, bir saniye." Adam arkasına döndü, duvarlara monteli olan dolabı açıp bir defter çıkardı. "Tercih ettiğiniz özel bir çardak numarası var mı?"

"Yok."

"On iki uygun mu?"

"Uygun."

Louis onların konuşmasına son derece yabancı kalırken adam not defterine Styles adıyla bir şeyler yazıp Harry'den para aldı. Harry ona bir kez daha teşekkür ettikten sonra yeniden Louis'nin elini tuttu, ekim alanına doğru yürümeye başladı. "Şimdi, önce en sevdiğin sebzelerden biraz alalım. Sonra da ikimize yetecek kadar meyve toplarız."

"Ben havucu çok severim!" dedi Louis başını hafifçe kaldırıp onun yüzüne bakarak. "Sen?"

"Ben de severim. Biber?"

"Evet, özellikle de kırmızı olanları! Biliyor musun, ben kırmızı biberi tam ortadan bölüp içine eriyebilen bir peynir koyarak pişiririm. O kadar güzel oluyor ki..."

"Anlaşıldı, kırmızı biber ve havuç alıyoruz. Taze fasulye?"

"Bayılırım!"

Kendi aralarında sebzeler hakkında konuşurlarken biberlerin olduğu bölüme ulaştılar. Harry Louis'nin elini bıraktı, elindeki makaslardan birini ona verdi. "En kırmızılarından seç."

İkisi yan yana geçip yere çömeldiler ve Harry kağıt torbalardan birini açtı. Louis ile birlikte birkaç tane biber alıp torbaya koydular. Sonra hemen yan taraftan havuç topladılar. Üçüncü torbayı da taze fasulyelerle doldururken Louis tam olarak göğsüne konan bir kelebek sebebiyle duraksadı. "Harry, şuna bak!" dedi büyük bir heyecanla. Kırmızı kanatlarında siyah benekleri vardı. "Çok güzel! Kelebekler çok şirin değiller mi?"

"Öyleler," dedi Harry. Bu sırada kelebek tekrar uçup Louis'den uzaklaşmıştı. Harry sağına ve soluna baktı, etrafta kimsenin olmadığından emin olunca tekrar Louis'ye döndü. "İlginç bir şey görmek ister misin?"

"İsterim."

Harry elindeki makası ve torbayı yere bıraktı, önlük ile tişörtünü aynı anda tutup havaya kaldırdı. Louis onun karnındaki kocaman kelebek dövmesini gördüğü anda gözleri hayretle kocaman açıldı. Şaşkın yüz ifadesiyle alfaya baktı, "Dokunabilir miyim?" diye sordu.

"Dokunabilirsin."

Louis izni alır almaz tamamen ona doğru döndü ve tek elini tam dövmenin ortasına koydu. Neredeyse eli kadar büyüklükte olan dövmenin üzerinde parmaklarını gezdirirken "Çok güzel görünüyor." dedi hayranlıkla. "Ne zaman yaptırdın?"

"Üniversitede. Tüm dövmelerimi o zaman yaptırdım."

"Sence ben de dövme yaptırabilir miyim alfa?"

"Yaptırabilirsin. Çok yakışır, eminim."

Louis karşılık vermedi, sadece gülümsedi. Ailesinin izin vermeyeceğinden emindi. Kendisi de asla ben artık reşitim, bana karışamazsınız diyen bir evlat olmamıştı. Yüz yaşına da gelse ailesinin fikirlerini alır, onların isteklerine uyardı.

O elini geri çektiği anda Harry tişörtünü tekrar indirdi. "Bu kadar sebze yeter sanırım." deyip ayağa kalktı ve üç torbayı birden eline aldı. "Sen meyve kısmına geç ben bunları ödeyip çardağa götüreceğim."

"Sadece azıcık üzüm almak istiyorum o kadar." dedi Louis. "Sonra ben de hemen arkandan gelirim."

"Tamam." Harry ona bir torba ve makas bırakıp geri kalan her şeyi toplayarak başta görüştükleri adamın yanına doğru giderken Louis meyve bölümüne geçti. Üzüm bağlarının bulunduğu kısımda sadece yeşil üzümler vardı. Bir bağ kadar üzüm koparıp torbaya koyup hızlı adımlarda alfasının yanına ulaştı.

Harry ödemeleri yaptıktan sonra Louis'yi çiftliğin yan tarafına doğru götürdü. Aralıklarla konulmuş yaklaşık yirmi tane çardak vardı. Yarısından fazlası doluydu. Genelde aileler vardı, çardakların yakınındaki kümesin dibine çocuklar doluşmuştu. Hepsi tavukları ve horozları görmeye çalışıyordu.

"Bizimki burada." dedi Harry on iki numaralı çardağın içine geçerken. Masanın üstünde örtü vardı ve paketlenmiş halde plastik tabak, bardak, çatal, bıçak bulunuyordu. Oturma yerlerinin hemen yanında da minik bir kamp ızgarası vardı. Izgaradaki ateş bile yakılmıştı. Çeşme işlevi gören ufak bir sebil de masanın yanındaydı.

Harry torbaların hepsini masaya koydu, "Sen otur, ben içecek alıp geliyorum." dedi. "Limonata içer misin? Buranın limonatası çok güzel oluyor."

"İçerim!"

"Üşüyorsan ateşin yanına geç." diye tembihledi Harry gitmeden önce. Londra'da her mevsim serin geçiyordu. Louis onun sözünü dinleyip ellerini ateşe doğru uzatarak ısıtmaya çalıştı. Elleri hep çok çabuk üşürdü.

Çiftliğin güzelliğine hayran olmuş durumdaydı. Yıllardır yaşadığı şehirde böyle bir yeri ilk defa görüyordu. Üstelik bir çiftlikte bulunmanın bu kadar keyif verici olacağını söyleseler hayatta inanmazdı. Burada geçireceği fazladan bir saat için ömründen beş yıl feda etmeye razıydı.

Harry geri döndüğünde elinde iki büyük poşet taşıyordu. Bir tanesini açtı, içinden büyük battaniyeyi çıkarıp Louis'nin omzuna koydu. "Çok üşümüyorsundur muhtemelen ama önlemimizi alalım."

"Teşekkür ederim," dedi Louis battaniyeye iyice sarınırken. Artık daha da küçük görünüyordu. Koca battaniyenin içinde iyice ufalmıştı.

Harry en büyük boy plastik tabakla birlikte tüm sebzeleri çıkardı, sebilden gelen suyla yıkamaya başladı. Louis'nin gözü sürekli alfanın üzerindeydi. "Buraya çok sık gelir misin?"

"Eğer vaktim varsa alışverişimi buradan yapmaya çalışıyorum çünkü her şey organik. Yani haftada bir geliyorum denebilir. Sebze toplamayı da seviyorum açıkçası."

"Neden bahçene sebze ekmiyorsun peki? Kocaman alanın var. Sana yetecek kadar yetiştirebilirsin."

"Uğraşacak vaktim olmaz ki. Hastaneden yorgun dönüyorum ve istediğim tek şey uyumak oluyor."

Louis ona bakarken tebessüm ettiğinin farkında bile olmadan "Haklısın." dedi. O an aklında farklı farklı senaryolar vardı. Mesela alfayla birlikte hastaneden eve dönüyorlar, karavana girip yatak odasına geçiyorlar, omega o uyuyana kadar onun saçlarını okşuyor ve rahatlamasını sağlıyor...

"Daldın mı sen?"

"Hayır. Eee, peki buraya hep alışverişe mi geliyorsun? Çardaklara da oturuyorsundur."

Harry başını iki yana sallayıp "Aslında hayır, bu ilk oturuşum olacak." dedi. Tüm sebzeleri yıkamıştı, artık bıçakla onları doğrama aşamasındaydı. "Tek başına yapılacak bir şey değil bu, öyle zevkli olacağını sanmıyorum. Ama seninle geldiğimizde vakit kaybetmemek için dün buraya uğrayıp çardaklar ve prosedürleri hakkında bilgi aldım."

"Yalnızlık her zaman da iyi değilmiş, değil mi alfa? Bazen sana eşlik edecek tatlı bir omegaya ihtiyaç duyuluyormuş..."

"Öyle miymiş?" diye sordu Harry sırıtarak. Louis başını salladı, "Öyleymiş." diyerek onu onayladı.

Harry doğradığı sebzelerin bir kısmını ateşin üzerindeki ızgaraya yerleştirirken Louis üzerindeki battaniyeyi kenara koyup ayağa kalktı, masada yemek yenilecek alan açmaya başladı. Harry ona "Sen kalkma, otur." dedi ama Louis onu dinlemedi. "Yardım edersem çabuk biter."

Harry'nin içerideki marketten aldığı yoğurtlu sosun paketini açıp masanın ortasına koydu, bardaklara limonata doldurdu. Poşetin içinden ince dilimli çedar peniri çıkınca şaşırdı, merakla alfanın yüzüne baktı. "Peynir?"

"Dedin ya kırmızı biberin arasına koyduğumda güzel oluyor diye... Canın çekti gibi geldi. Yap da yiyelim." Harry ona göz kırptı, sonra da ateşin başına geçti. O tek tek sebzeleri çevirirken Louis ortadan ikiye bölünmüş kırmızı biberleri aldı ve her birinin arasına bir dilim peynir yerleştirerek kenara koydu. "Çok düşüncelisin!"

Alfa sadece gülümsedi. Louis'nin etrafta cıvıldayarak gezinmesi tahmin ettiğinden daha da çok hoşuna gidiyordu. Önceki hafta birlikte iki gün geçirdikten sonra Louis evine dönünce Harry tekrar yalnız kaldığı anda anlamıştı bunu.

Pişmiş olan sebzeleri bir tabağa alıp bu sefer içinde peynir olan biberleri ızgaraya koydu. "Tamam omega, battaniyenin altına dön tekrar."

Louis yine ateşe en yakın olan yere oturdu ve battaniyeyi sırtına aldı. "Annem yıllardır marketlerin organik ürün reyonlarını kovalar." dedi başını kaldırıp ona bakarken. "Ona burayı söyleyeceğim. En azından sebzeleri burada alabilir."

"Ben bu çiftlikten bal da aldım, ürünleri çok güzel."

"Sen burayı nasıl öğrendin?"

"Böyle yerleri araştırırım hep. Doğaya yakın neler var etrafımda... Veya kaliteli vakit geçirilecek nereler var..."

"Sık sık gittiğin başka yerler var mı?"

"Bir düşünelim..." dedi Harry. Bir yandan da ızgaranın üzerindeki kırmızı biberleri birer birer alıp tabağa koyuyordu. "Kyoto Garden'ı biliyor musun? Japon bahçesi, çok güzel bir yer."

"Hayır, hiç duymamıştım. Buraya yakın mı?"

"Evet, fazla uzak değil. Bir gün götürürüm seni."

Louis "Olur!" dedi ve soldaki kolunu kaldırdı. "Yanıma otur. Sen üşümedin mi?"

"Üşümedim. Alfa olmak ara sıra işe yarıyor."

"Olsun, ben üşüdüm. Gel."

Harry güldü, masanın etrafından dolaşıp onun yanına oturdu. Louis hemen battaniyenin bir ucunu ona verdi. İkisi aynı battaniyenin altına girdiklerinde de kolunu onun beline sarıp başını omzuna koydu. "Birini nasıl mutlu edeceğini çok iyi biliyorsun, alfa."

"Aslında pek bildiğimi sanmıyorum..."

"Bence biliyorsun."

"Bence sen ruh eşim olduğun için ne yapsam mutlu oluyorsun."

"Sadece ruh eşi olduğumuz için senden hoşlanmadığımı biliyorsun, değil mi?" diye sordu Louis. "Benim sana bakış açım, acil çağrılıp hastaneye geldiğimde sen bana stajda başına gelenleri anlattıktan sonra değişti. O andan itibaren ilgimi çektin. Ruh eşim olduğunu ise ondan bir ay sonra anladım."

"Ruh eşin başka biri olsaydı, yine de beni tanımaya çalışır mıydın sence?"

Louis "Ruh eşin başka biri olsa yine de seni tanımama izin verir miydin?" diyerek soruya soruyla karşılık verdi.

"Ruh eşim olduğunu bildiğim halde seni uzaklaştırmaya çalıştım. Ben sana sadece çabaların için ve samimiyetin için izin verdim. Verdiğim ilk fırsatta da aklımı çeldin zaten."

Louis biraz utangaçlık biraz da memnuniyetle kıkırdadı, yüzünü tamamen onun tişörtüne gömdü. "Cidden mi?"

"Öyle olmasa şimdi sen odanda ders çalışıyor olurdun, ben de buradan haftalık sebzelerimi almış karavana dönüyor olurdum."

Tam olarak sevgili olduklarını söylemezdi Louis ama aralarında bir şeylerin başladığını biliyordu. İlişkilerinin tam olarak oturması için zamana ihtiyaçları vardı.

Tabaktaki pişmiş havuçlardan bir tane aldı, sosa batırıp ağzına attı. Basit ama özel bir piknikte olmanın tadını çıkarırken "Ee," dedi. "Doğum günün ne zaman, alfa?"

"Bir şubat. Senin?"

"Yirmi dört aralık."

"Hmm, noel arifesi?"

"Noel hediyesi olarak gönderilmişim." dedi Louis başını gururla kaldırarak. Harry ona güldü, kolunu tamamen onun omzuna sarıp battaniyenin ucunu tuttu. "Peki, noel hediyesi Louis, doğum günlerinde ne yaparsın?"

"Sürüde her yıl noel arifesi partisi yapılır. Ailece ona katılırız. Eve döndüğümüzde de aile arasında benim doğum günümü kutlarız."

"Peki sence, bu yıl o partiye katılmasan da benim yanıma gelsen ailen ne der?"

"Senin yanına mı?"

"Yani eğer doğum gününü minik bir karavanda, pasta yapıp şarkı dinleyerek ve ufacık pencereden yıldızları izleyerek geçirmeyi istersen..."

"Bayılırım!" dedi Louis neşeyle. Hayatının en güzel doğum günü olurdu herhalde... Ailesine gerçekçi bir yalan söyleyebilirse sorun çıkmazdı. "İzin almaya çalışırım."

"Tamam, haber verirsin o zaman."

"Peki sen doğum gününde neler yaparsın?"

Harry "Duruma göre değişir." dedi. "Bazen arkadaşlarımla buluşurum. Genelde doğum günümü unutmazlar. Geçen sene hastanede nöbetçiydim ve nöbetçi hemşireler ile diğer çalışanlar bana pasta almışlardı. Beş dakikada kendi aramızda kutlamıştık."

"Doğum gününde nöbet... Üzücü. Ama ne güzel, iş arkadaşların unutmamış ve kutlamışlar!"

"Bir kere de yılbaşında, acilde nöbetçi olmuştum. O zaman bir doktor vardı hastanede, Bay Richardson. Çok yaşlıydı. O gün o da nöbetçiydi. Hepimize ufak hediyeler getirmişti."

Louis doğruldu, peynirli kırmızı biberlerden birini kendi önüne çekip plastik çatal ve bıçakla bölmeye başladı. "Hastaneyi çok mu seviyorsun?"

"Evet, tabi ki seviyorum." dedi Harry. Kolunu ondan ayırdı, tabağına birkaç tane sebze aldı. Artık aynı battaniyeyle yan yana oturuyor ama sarılmıyorlardı.

Louis bir parça biber yemeden önce ilgiyle alfaya baktı. "Arkadaşlarından bahsetsene."

"Arkadaşlarım... Üniversiteden iki kız var. Harper ve Avery. Northwick Park Hastanesi'nde çalışıyorlar. Bazen buluşuyoruz. Bizim hastanede de Doktor Woodburn var, adı Darwin. Bizim bölümde çalışıyor, görmüşsündür. Yemeğe falan birlikte gideriz hep."

"Gördüm, biliyorum. Onunla ne zamandır arkadaşsınız?"

"İşe başladığımdan beri." dedi Harry. Limonatadan birkaç yudum alıp bardağı tekrar yerine koydu. "Senin arkadaşların?"

"Sadece Liam. Yani en yakın arkadaşım. Üniversitenin başında tanışmıştık. Birkaç çocukluk arkadaşım falan da var ama çok görüşmüyoruz. Çoğu üniversite için farklı şehirlere gitti. Mesajlaşıyoruz falan arada."

"Liam yemeğe birlikte gittiğin çocuk mu?"

"Evet. Beta."

"Sevgilisi falan var mı, ya da biriyle mühürlü mü?"

"Hayır. Ruh eşini arıyor." dedi Louis. O anda alfanın kokusunun keskinleşmeye başladığını hissetti ve "Ruh eşini birkaç kez rüyasında görmüş." diye ekledi. "Esmer bir beta olduğundan emin."

"Esmer ve beta?"

"Evet. Ruh eşinden başka kimseyle birlikte olmak da istemiyor." 

Harry'nin içindeki kıskanma hissi hafifçe sönerken Louis bunu da çok net hissedebiliyordu. Aslında onu biraz kıskandırıp eğlenmek isterdi ama başkasının adı bile geçince yoğunlaşan kokusuna bakılırsa, onu kıskandırmak pek eğlenceli bir şey değildi.

"Peki Doktor Woodburn?" diye sordu Louis. "Sen Liam'ı kıskandığına göre benim de onu kıskanmaya hakkım var."

"Kıskanmadım demeyeceğim, sana çok kıskanç olduğumu söylemiştim. Ve Darwin evli. Eşini de tanıyorum. Bazen onlara yemeğe giderim, beni çok severler."

"Hm, tamam o zaman." Louis önünden bir parça biber aldı, ona yedirdi. "Ben bu çiftliği çok sevdim."

"Sebzelerin tadı bile farklı, değil mi?"

"Evet, çok lezzetli." Bu sefer de bir tane havucu yoğurda batırıp ona uzattı. Sonra kendisi de yedi. Sadece önüne baktığı için, alfanın yüzündeki tebessümü görmüyordu. 

Birlikte limonata içip yemek yiyerek, sohbet ederek geçirdikleri bir saatin sonunda Harry kalktı, tüm çöpleri toplayıp çöp kutusuna attı ve ateşi söndürdü. "Hayvanlara da bakmak ister misin? Sonra karavana döneriz, hava soğuyor."

"Olur!" dedi Louis ayağa kalkarken. Geriye sadece içinde üzüm olan torba kalmıştı, onu eline aldı ve alfanın yanına yürüdü. "Ama gel, battaniyenin altına gir sen de."

Harry battaniyeyi tutup kendisiyle Louis'nin omzuna yerleştirdi ve kolunu onun beline sarıp kendine çekti. Konuşmadan, sessizce onu kümeslerin olduğu tarafa götürdü.

Tavuklar ve horozların olduğu yerde durup onlara yem attılar. Louis kendi attığı yemlere giden bir tavuk görüce heyecanla zıplıyor, Harry'nin kolunu çekiştirip ona gösteriyordu. Tavus kuşunun yanında dakikalarca beklediler ama kuş öylece yürüdü, kuyruğunu açmadı. Pes edip deve kuşuna bakmaya gittiklerinde tavus kuşu kuyruğunu açtı ve Louis ile Harry'nin arkasındaki çocuk onların şanssızlığına güldü. 

Kaz ve ördeklerin bulunduğu su birikintisinin kenarında durmuş üzüm yerlerken Harry başını kaldırıp gökyüzüne baktı. "Yağmur yağacak," dedi. "Londra'da açık hava etkinliği anca bu kadar sürer işte. Gidelim mi?"

"Gidelim. Battaniyeyi iade edecek misin?"

"Çok üşüyorsan satın alalım."

"Hayır, hayır, iyiyim." Louis hemen battaniyeyi omzundan indirip katlamaya başladı.

"Havanın böyle soğuyacağını bilsem bisikletle değil karavanla gelirdik."

"Olsun, ben çok eğlendim." dedi Louis. Parmak ucuna çıkıp alfanın yanağına bir öpücük bıraktı ve hemen gözlerini yere çevirdi. Soğuk havaya rağmen yüzünün yanmaya başladığını hissedebiliyordu.

"Pekala, sen bisikletlerimizi al ve girişte bekle. Ben de battaniyeyi iade edip geleyim. Tamam mı?"

"Tamam."

Harry battaniyeyi onun elinden alıp çiftlik evine doğru giderken Louis'nin de bisikletin yanına yürüdüğünü gördü. Onun buradan bu kadar çok hoşlanmasına seviniyordu.

İçeriye girdi, battaniyeyi görevliye teslim edip satış yapılan market kısmına geçti. Pamukları pastel renklere boyanmış doğal kuru pamuk dallarından on tane aldı, buğday sapından yapılmış olan küçük boylardaki örme sepetin içine koydu. Sepeti de büyük siyah bir poşetin içine yerleştirdikten sonra ücreti ödeyip dışarıya çıktı.

Louis iki bisikleti birden kapı önüne getirmiş, onu bekliyordu. Alfanın elinde siyah bir poşet görünce ne olduğunu sormak istedi ama sonra onun içeriden bal ya da yumurta gibi şeyler almış olduğunu düşünüp bu soruyu sormaktan vazgeçti. Sürekli bir şeylere burnunu sokan baş belası olmak istemiyordu.

"Hadi hemen gidelim." dedi Harry. Bisiklete bindi ve elindeki poşeti gidona astı. Yağmur tek tük atıştırmaya başlamıştı bile. Kasım ayının sonlarında açık havada geçirilecek bir randevunun muhtemel sonu yağmura yakalanmaktı zaten.

Louis "Beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim, çok sevdim." dedi bisikletine binerken. Aynı anda pedal çevirmeye başladılar. "Her şey mükemmeldi! Sebzeler, limonata, üzüm... Kuyruğunu bir türlü açmayan tavus kuşu bile!"

Harry onun söylediğine gülerek "Rica ederim." diye cevap verdi. "Yağmuru hesaplayamadım tabi. Bilsem başka plan yapardım."

"Hayır, bu plan son derece güzeldi." 

"Hemen eve dönmen gerekiyor mu?"

"Hava kararmadan gitsem yeter. Babam genelde akşam sekizden önce eve gelmez. Neden?"

"En azından karavana dönüp seni kurutacak kadar vaktimiz var. Hasta olacaksın yoksa."

"O kadar da ıslanmadım ki..." dedi Louis ama şimdiden saçları alnına yapışmaya başlamıştı bile. Üstelik bisikletle giderken karşıdan gelen rüzgar da yağmur suyunun ıslattığı omeganın üşümesine sebep oluyordu.

Gittikçe hızlanan yağmurda gelirkenki yollardan tekrar geçerlerken Louis göz ucuyla alfaya baktı. Uzun saçları yağmurun etkisiyle ıslanmış, kıvırcıklığını kaybetmeye başlamıştı. Üzerindeki siyah uzun kollu tişörtte ıslaklığın izleri vardı ve yağmur damlaları yanaklarından süzülmeye başlamıştı.

Harry "Önüne bak düşeceksin."diye uyararak Louis'nin başını çevirmesine sebep oldu. Belki yakalandığı için utanması gerekirdi ama utanmıyordu, hastanede de bir çok kez alfaya böyle pür dikkat bakarken yakalanmıştı.

Yağmur neredeyse sağanak haline gelmişken alfanın ev bahçesine ulaştılar. Harry bisikletten inip demir kapıların kilidini açtı ve arabanın anahtarını Louis'ye verip "Hemen içeriye gir." dedi, iki bisikleti tutup ağaçların altına doğru çekiştirdi. Louis onun sözünü ikiletmedi, alelacele karavanın yan kapısını açtı ve ayakkabılarını dışarıda çıkararak içeriye girdi.

Harry sadece bir dakika kadar sonra bisikletteki siyah poşeti de alarak onun yanına geçti. Karavanın kapısını kapattı, kapının üst tarafında birkaç düğmeye dokundu. "Isıtıcı açtım, içerinin tamamen ısınması beş dakika bile sürmez."

"Çok üşümedim." dedi Louis ama titriyordu. Harry perdeleri açıp yatak odası kısmına geçti. Açık yeşil sweatshirt ile beyaz olan eşofman altını Louis'ye verdi, "Üzerindekileri çıkar bunları giy." dedi. "Arkamı dönüyorum."

O yatak odası kısmına dönük halde durunca Louis hızlıca üzerindeki ıslak kıyafetleri çıkarmaya başladı. Alfanın kıyafetleri kendisine bol geliyordu, neredeyse içlerinde kaybolmuştu. "Giyindim."

Harry ona bir çift kalın çorap verip "Bunları da giy. Sonra yatağa çık ben de giyineyim." dedi. Mutfak dolabından çıkardığı bir poşete Louis'nin ıslak olan kıyafetlerini koydu. "Eve bunlarla gidemezsin. Benim kıyafetlerimle gitmeni öneririm ama baban kokuyu alıp sorun çıkaracaksa-"

"Babam eve dönmeden gidersem sorun olmaz." dedi Louis. Islak olan çoraplarını çıkarıp poşete koydu. Ardından da yatağın üstüne çıktı. "Kıyafetler için teşekkür ederim."

"Rica ederim." Harry bu sefer kendi için bir eşofman altı ve tişört çıkarıp yatak odasının perdesini kapattı. Üzerindekileri çıkartıp banyodaki çamaşır makinesinin içine attıktan sonra giyindi, mutfak kısmına geçti, kettle içine biraz su koydu. İki fincana poşet bitki çaylarından koyup her şeyi hazır etti ve ardından da su kaynayana kadar birkaç dakika bekledi.

Sonunda hazır olan iki bardak çayı bir tepsiye koyup yatak odasının perdesini açtı. Louis bir kenara geçmiş, sırtını kenara yaslayıp Harry'nin yastığına sarılmış halde oturuyordu.

Harry tepsiyi ona verip "Seni eve taksiyle bırakacağım ve itiraz kabul etmiyorum." dedi. "Taksiden inmediğim sürece kimse beni görmez, böylece ailen de sana sorun çıkarmaz."

"Kendim gidebilirim, gelmene hiç gerek-"

"Az önce itiraz kabul etmiyorum demiştim." Tekrar iç tarafa geçti, siyah poşeti açtı. "Sana bir şey aldım."

"Ne aldın?" Louis hemen çay tepsisini uzağa itti, yatağın oradan başını uzatıp içeriye baktı. Harry onun meraklılığına sırıttı, içindeki kuru pamuk dalları kolayca görünen örgü sepeti omegaya uzattı. "Umarım beğenirsin."

"Bu pamuk mu?" dedi Louis sepeti ondan alırken. Sesi heyecandan yükselmişti. "Biliyor musun, hiç pamuğu daldaki haliye görmemiştim! Çok güzelmiş! Sepet de öyle! Teşekkür ederim!"

Louis yatağın ucuna kadar gelip dizlerinin üstünde yükseldi ve karşısında ayakta duran alfaya sarılıp yanaklarını öpmeye başladı. Harry her ne kadar arka arkaya yüzüne kondurulan öpücüklerden memnun olsa da "Tamam, dur artık!" deyip güldü. "Biraz daha hareket edersen çayı yatağa dökeceksin."

Omega arkasına dönüp çay tepsisine baktı. Cidden hareket ederek tepsinin sarsılmasına sebep olmuştu ama öpmeye devam etmeyi de istiyordu. Alfanın boynuna sarıldı, bacaklarını da onun beline sararak yataktan tamamen kalkmış oldu. "Şimdi beni böyle kucağında taşıyıp masaya da oturtursan, çok güzel bir dejavu yaşarız."

"Ya da," dedi Harry, ardından da Louis'nin sırtını banyonun etrafını kapatmış olan tahta duvara yasladı. "Bir farklılık yaparız?"

"Jamais vu."

"Jamais vu?"

"Dejavunun tam tersi. Bir kitapta okumuştum."

"Nasıl oluyormuş bakalım bu jamais vu?"

"Yaşanan bir durumun tamamen yabancı geldiği bir yanılma." dedi Louis elini onun yanağına koyarken. "Bizim durumumuza çok da uygun sayılmaz. Biz bu anı daha önce yaşamadık."

"Zaten seni masaya götürsem bile dejavu da doğru kelime olmazdı. Her koşulda biz buna embrasser diyelim."

"Embrasser ne peki?"

"Fransızca bir sözlükte embrasser kelimesini ararsan," dedi Harry. Yüzünü tamamen onunkine yaklaştırdı. "...açıklama kısmında sevgiyi göstermek için dudaklarla dokunmak yazar."

"Tanım yeterli gelmedi. Uygulamalı öğretebilir misiniz, Doktor Styles?"

Harry burnunu onun yanağına değdirirken "Anladığından eminim." dedi. "Saatler önce bana bunun şarkısını söylememiş miydin sen?"

"Söylemiş miydim?"

"Karavanın etrafında hemen öp beni çünkü seni çok seviyorum diye geziniyordun."

Onun aşırı yakın olmasından kaynaklı bir heyecan Louis'nin tüm bedenini kaplamışken omega sakinleşmeye çalıştı. Ama alfasının kucağındayken, bacaklarında onun ellerini ve yüzünde onun nefesini hissederken bu o kadar da kolay olmuyordu. "Öpmek için tekrar söylememi mi bekliyorsun?"

"Hayır, sadece kalbin daha ne kadar hızlanabilir onu merak ettim."

Louis yüzünde ufak bir gülücükle ona baktı. "Omegasıyla oyun oynayan kötü alfa..."

Harry omuz silkti, onu öpmeden önce kulağına yaklaşıp fısıldadı. "Alfasının öpücüğünü bekleyen güzel omega..."

İyi ki doğdun aferin sana eşek benkopegim

Continue Reading

You'll Also Like

420K 50.7K 49
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı slowburn⚠️
22.9K 2.8K 34
Harry Styles, Louis Tomlinson, Zayn Malik, Liam Payne ve Niall Horan liseden mezun olduktan yıllar sonra bir cenazede buluşuyorlar.
106K 7.3K 38
"Bir bilsen ne kadar zamandır şunun hayalini kurduğumu." Şakağıma doğru bir öpücük daha kondurdu. "Seni doyasıya öpüp koklamayı." Ardından yanağıma i...
VECA By Huysuz

Teen Fiction

921K 60.4K 44
Çünkü insan evinin yolunu kaybetmez. 06.02.19 - 27.04.20