POLİSLE BAŞI DERTTE( TAMAMLAN...

Por authormishel

467K 33.3K 16.7K

"Meryem!"diyen güçlü, biraz endişe bulduğuma yemin edebileceğim sesi beynimi zonklattı. "Ölüyorum galiba."ded... Más

°prolog°
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18
19
21
22
23
20
24
25.
26.
27
28
29
30
31.
32. FİNAL

9.

15.3K 1.6K 553
Por authormishel

Yazım hataları varsa affola... bölüm sonu çok önemli herkes okusun lütfen.

İyi okumalar 🥀💫

*
Arkamdan ittiren güçle sinirle soluyup dolmuş gözlerimi çevrede gezdirdim. Akşamın dokuzunda daha eve bile girmeyip, babama Efsun'la dışarı çıkacağımı söylemiştim. Gönül koyduğu belli olsa da bir şey dememiş, gece çok geç kalmamam konusunda da tembihlemişti. Peki ya ben şimdi neredeydim?

Pavyon gülünün sokağındaydım. Fazla söze gerek yoktu, buraya neden gelmiştim nasıl, gelmiştim belliydi. Dolmuşa binip gelmiştim.

Aptal adam güya eve giderken çıkaracaktı beni. Ama yok, ne çıkarması nezaretin kapısından dahi geçtiğini sanmıyordum. 'Seni gözüm görmesin' demişti ya, gözü kör olsun da görmesindi o halde. Çünkü ben her fırsatta kendimi gözüne gözüne sokacaktım. Sırf inadına.

"Meryem, hadi anam. Yürü de öp şu kurbağa prensi." diyen Sultan'a omzum üstünden baktım. Evlerin ışıkları yanıyordu, insanlar balkonlarında sigara içiyordu şu saatlerde. Nasıl gider, nasıl öperdim ben bu adamı?

"Ölümü gör gitmiyim. Başka bir yolu yok mu ahali?" dedim ağlak bir sesle. Efsun'a attığım acıklı bakışlarla gözlerini devirip omuz silkti. "Çoğunluk ne derse o dedin, ben sana olmaz demişken üstelik. Karışmıyorum." diyen son kalemle derin bir nefes aldım. "Yahu, koca adam öpülünür mü? Allah günah yazar. Çarpar, elimden ekmeğimi alır." deyip yalancıktan gözlerimin yaşını siler gibi yaptım. "Allah öyle bir durumda elden ekmek alsaydı, Acun'la Ali Ağaoğlu çöpten ekmek topluyordu şimdi." diyerek savunmaya geçen Selim'e kötü bir bakış yolladım. Pavyon gülünün avukatı olmuştu herhalde.

"Kız çok kolay olacak bak şimdi."diyip gözlerini kapatan Asiye 'yi izledim. İleriye doğru büzüştürdüğü dudağı ve yukarıya kaldırdığı çenesiyle birlikte parmak ucunda yükseldiğinde şaşkınlıkla soludum."Heh, aynı böyle yapıyorsun anam. Yapışıyorsun adamın kiraz dudaklarına. Ellerini de geri kaçmasın diye kollarına doluyorsun." diyerek anlatmaya başladı. Cansel ve Sultan kıkırdarken arkamızda kalan kırık ayaklı Selim gözlerini başka tarafa çevirmişti çoktan."Sonra alıyorsun o kalın, etli alt dudağı iki dudağın arasına emiyorsun da emiyorsun. Mis." sonlanan anlatımıyla kaşlarımı gözlerimin üstüne yatırdım."Biliyoruz herhalde kızım." dedim sağ elimi gelişigüzel sallarken. "Hiç mi öpüşmedik sanki? Sen bizi ne sandın?" deyip alayla gülümsedim. O an koluma batan uzun tırnaklar canımdan can alırken dudaklarımı birbirine bastırıp çığlığımı içeride tutmaya çalıştım. "Sen kiminle öpüştün de söylemedin bana? Hani kimseyle öpüşmemiştin?" dedi Efsun sinirle. 'Hay Allah' diye söylenip gözlerine kedi yavrusu gibi baktım. "Kiminle öpüşmüş olabilirim acaba? Asiye mala anlatır gibi anlatınca gurur yaptım." dedim ters sesimle. Bu da böyle bir şeydi. Ben niye kimseyle öpüşmemiştim orası da ayrı bir meseleydi. Demek ki neydi..kimseyi tükürüğünü yutacak kadar çok sevmemiştim.

"Tamam uzatmayın da dikkat çekmeden yapalım şu işi." diye araya giren Selim'e belki de bininci kötü bakışımı göndermiştim. "Sana kolay tabi, ne yapacağı belli olmayan bir adamı öpecek olan sen değilsin." deyip aradaki kadınlara rağmen Selim'e vurmaya çalıştım. "Ertelensin bu, valla bak kalbim durdu. Aha bakın, öldüm." deyip gözlerimi kapadım son bir yakarışla. Tek gözümü açarak bir umut yüzlerini izledim, hepsi birden kafalarını 'olmaz' der gibi salladığında yutkunup ileride görünen evine baktım. "Allah'ın adını versem? İşe yarar mı?" deyip kaşlarımı kaldırdım."Allah'ın doksan dokuz ismini saysan yine olmaz." dedi Cansel keyifle. Kaşlarımı çattım, "Beni resmen günah işlemeye yolluyorsunuz. Yanacaksınız hepiniz." deyip cevap vermelerini beklemeden kaldırımda yürümeye başladım. "Kız anam, biz kendi günahlarımızı ödemiş gibi bununkini de mi aldık şimdi?" diyen Sultan'la gözlerimi devirdim.

Attığım hızlı adımlar, eve yaklaştıkça ağırlaşıyordu, Sık sık arkamı dönüyorum ki, köşe başındaki evin duvarına saklanmış beş kişinin de meraklı, karanlıkta olsa da seçilen bakışları ara sıra sokağı ve evlerin camlarını kontrol ediyordu. "Git git. Biz kontrol ediyoruz arkanı." deyip eliyle kovar gibi yapan Selim'le başımı sallayıp önümü döndüm.

Önüme odaklanan bakışlarımın gördüğü iri bedenle nefesimi tuttuğumda altından geçtiği sokak lambasından yüzü aydınlanan kişinin Affan abi olduğunu fark eder etmez rahat bir nefes alıp yürümeye devam ettim. Maazallah başkası falan olurdu, şu saatte bu sokakta ne arıyordu bu kız diye adım çıkardı. Ama Affan enişştemmden zarar gelmezdi elbette.  "Meryem, hayırdır inşallah?" diyen meraklı sesiyle gergince soluklandım. "Hayırdır inşallah cidden de." dedim ağız içinden. Adımları tam önümde durduğunda bende keyifle karşısındaki yerimi aldım. Vallahi şu öpme planı ne kadar ertelense o kadarı yanıma kardı. Hayır yani, kendi idamımda ipi ağaca ben asmıştım da bir Allah'ın kulu yapma, etme çok gençsin dememişti.

"Nereye böyle? Neden yalnızsın?" deyip arkamda kalan yolu inceledi. Omzum üstünden köşe başına baktığımda sırıttım. Efsun hanım Affan abiyi görünce saklanmalarını sağlamıştı demek ki. "Biraz hava alayım dedim, Efsun'da çok hastaymış. Gelemedi." derken bakışlarımı tekrar yüzüne çıkardım. Gözlerinin üstüne yatan kaşlarıyla keyifle soluklandım. "Bugün iyiydi gayet, Baykal hocasıyla ders çalışıyordu hanımefendi." dedi birden ters sesiyle. Dudaklarımı birbirine bastırdım, bunlar ne zaman kavuşacaklardı da çocuk çoluğa karışacaklardı yarabbi? "Baykal hocası adı üstü. Hoca hocadır koca kocadır. Anladın mı inceyi?" dedim göz kırparken. Gülüşünü gizleme gereği duymadan başını sağa sola salladı. "Sen baya delisin. Anladım inceyi de, yüzümüze baksa bir... Kocası da olucaz çocuğunun babası da. Ama bakmıyor." dediğinde gülümseyip elimle kolunu ovdum. "Bir sıfır öndesin. Ben Efsun'u değil seni destekliyorum." dedim sesimi yükselterek. Efsun hanım duysundu da ağlasındı şimdi. Haydee.

"Efsun naz yapıyor naz. Kız evi naz evidir." deyip koluna 'pat' 'pat' vurduğumda şaşkınlıkla gülümseyip koluna vurduğum elime baktı. "Çok sağ ol, ilerleyen zamanlarda sana ihtiyacım olabilir. Yardım edersin o halde." diyen mahcup sesiyle başımı sallayıp, "Halvete bile ben yolcu edeceğim sizi, benden kurtulamazsınız enişte bey." dediğimde beyaz dişlerini göstere göstere güldü. Maşallah boy pos vardı. Endamlı bir adamdı zannımca. Bizim kızın gönlü boşuna düşmemişti ya, bir bildiği vardı tabi. "Oraya kadar gelsin de bakarız." alaylı sesine telefonunun zil sesi karıştığında saf bir gülümsemeyle cebinden çıkardığı telefona garip garip bakmaya başladı. "Hayırdır inşallah? Bir sorun yok ya?" diye sordum merakla.

İnşallah biri intihar falan ediyordur da dama falan çıkmıştır da pavyon gülü de oraya giderdi. Benim bu adamı öpmeye cesaretim yoktu çünkü. Başını sallarken şaşkın bakışları yüzümü buldu. "Efsun yazıyor ekranda." dedi kısık sesiyle. Onun şaşkınlığına nazaran sinirle soludum. Bunlar ne arada numaralaşmıştı bundan haberim yoktu, demek ki Efsun bir şeyleri atlıyordu anlatırken. Bunun hesabı da sorulacaktı elbet. Üstelik hanımefendinin de Affan efendiyi arayacağı tutmuştu. Aklı sıra Affan abiyi başka bir yere çekecekti, bende elimdeki tek bahanemden olacaktım. "Açayım." deyip boğazını temizledi. Elinin titrediğini fark ederken üzüntüyle içerlendim. Efsun'un bu adamı bu kadar heyecanlandırmaya ne hakkı vardı? Bizim kız çok kötüydü çok. "Ölmemiştir ya canım. Hem hep o mu naz yapacak? Açma açma." desem de başını sağa sola sallayıp hızla cevapladığı aramayla nefesini tuttuğunu hissettim. Konuşmasına fırsat vermeden bir çırpıda yüzüne kapanan telefona bakmaya başladı. "Konuşmadı değil mi? Bu kızda baya garip yahu." dedim gergin sesimle. Ne kadar çok boş yapabilirsem o kadar geç olurdu şu zıkkım. İnşallah ağzında sarımsak kokardı da kurtulurdum.

"Yok, sahildeymiş. 'Sana ihtiyacım var Affan.' deyip kapattı. Yanına gideyim." der demez yanımdan geçip yürümeye kalkıştığı an önüne geçtim. "Bak görüyor musun? Kurtlar vadisi repliği hep bunlar. Hani Elif bir bölümde 'sana ihtiyacım var polat' diye mesaj atıyordu ya, heh aynısı. Kızda da romantizm hiç yok ki çalmış oradan buradan."  beni dinlemeye tenezzül etmeden kaldırımdan inip karşıya yürüdü. "Yazıklar olsun. İnşallah elli yaşında evlenirsin Efsun." deyip köşeyi izledim. Dört baş beni izlerken tabi Efsun hanım yoktu aralarında. Ben bunun tribini de atardım.

El sallayan arkadaşlarımla dudaklarımı ısırıp 'ne olacaksa olsun ölümden beter değildir ya' diyerek yolu yara yara yürüdüm. Denizi yaran hazreti gibi attığım hızlı adımlar, kısa sürede pavyon gülünün iki katlı, müstakil evinin hemen önünde durdu. Kırmızı kapıyı izlerken, kapının ardında şeytanın olduğunuda iyi biliyordum. Doğru seçim yapmıştı beyefendi, zira bu kapı bir yuvaya değil, cehenneme açılan o kapının ta kendisiydi.

Kapıdan kopan bakışlarım civar evlerin balkonları ve camlarında dolaştı. Şansıma da bakınız ki camda bir çocuk olsun, balkonda bir dede olsun yoktu. Demek ki kader buydu, olması gerekiyordu ve oluyordu. İçimdeki sıkıntıyla yutkunup merdiven basamağına adımımı attım. Gözlerimdeki karıncalanmayla sık sık kapayıp açtığım bakışlarım merdiven basamaklarını izlerken tahmini beş basamak sonrası kapıya hemen hemen bir adım kadar mesafeyle durup omzum üstünden tekrar mahalleyi izledim. Yola da düşen bakışlarım inle cinin top oynayacağı kadar ıssız yolda gelişigüzel dolandı, artık çokta net olmasa da azıcık belli olan dört kafayı izledim bir süre. Zerre isteğim yoktu.

Korku, heyecan, ne yapacağını bilememezlik, nasıl bir karşılık alacağımdan emin olamamazlık... bu adam beni iterse ne olacaktı? Vallahi mahalleyi terk eder giderdim. Hem nasıl öpecektim? Kapıyı açar açmaz 'şap' diye yapışacak mıydım yoksa eve mi davet ettirecektim kendimi?

Eve giremezdim, büyük ayıptı. Eymen içerdeyken babasıyla yan odada kırıştıracak değildim ya. E dışarıda da olmazdı, şansıma bomboş olan sokak Beşiktaş tribününe döner, tıka basa dolardı. Ulan ben bu adamı nasıl öpecektim de bana aşık olup olmadığını anlayacaktım? Alooo, yardım eden yok muydu?

Telefonuma gelen mesaj bildirim sesiyle pantolonumun arka cebine koyduğum telefonu alıp parmak izimi okutarak Selim'den gelen mesajı açtım. "Çal şu kapıyı, çok dikkat çekiyor. Yan binadan bir ak saçlı nine seni izliyor." diye mırıl mırıl okudum mesajı. Bu ak saçlı ninenin kim olduğunu iyi biliyordum ben. Dedikoducu Nezaket yine Habibe ablalara gelmişti de gecenin bu vakti olsa da evine gitmeyi düşünmemişti oynak yetmişlik Nezaket hanım. Ben onun kankasıydım kankası, hele adım çıksındı bakalım porno izlediğini mahalleye yaymıyor muydum ben onun.

Başımı sallayıp telefonu arka cebime koydum. Elim titrek titrek zile giderken tek gözümü kapatıp işaret parmağımı siyah zile bastırdığımda kulağımda yayılan sesle kurumuş dudaklarımı ısırıp kendime çektiğim elime vurmaya başladım. Kopaydı da çalmayaydım zillerini.

İşaret parmağıma geçen tırnaklarım kapının açılmasıyla etimden koptu. Yukarıya sabitlediğim, yaklaşık pavyoncu beyin yüzünü görecek kadar kaldırdığım gözlerim karşılaştığı boşlukla şaşkınca büyüdü. "Ne oldu da geldin?" diyen asabi sesle yukarıda hala pavyoncunun yüzünü arayan bakışlarım aşağı düştü. Eymen açtığı kırmızı kapıya yaslanıyordu. Bu evde küçük bir şeytan olduğunu da yeni hatırlıyordum. Az kalsın burnumu kırıyordu da dua etsindi merhametli bir insandım. "Baban evde mi küçüğüm?" dedim yumuşak bir tonda. Kanlı bıçaklı olmanın faydası yoktu. Eymen'le arayı iyi tutmak lazımdı. "Markete gitti, neden sordun?" diyen kuşkucu sesi ve şüpheci bakışlarıyla karşımdaki küçük Yağız'ı daha dikkatli inceledim. Çocuk babasının burnundan sümük niyetine yere düşmüştü de orada bacaklanıp yürümeyi sökmüştü sanki. Baban gibi de bakmazdın küçük şeytan seni.

"Konuşacaktık da biraz. Eve gireyim mi?" diye sorup omzum üstünden çevreyi kontrol ettim. Kayda değer bir ayrıntı bulamadığımda güler yüzümle Eymen'e döndüm. Gözlerinin etrafındaki kırmızılıklarla kaşlarım çatılırken bedenini geriye çekip açtığı yoldan şaşkınca girdim. "Ayakkabını çıkar. Daha bugün sildim." dediğinde mahcupca gülümseyip ayakkabılarımı çıkardım elbette ki. Vestiyere koyduğum ayakkabılarımla arkamdan kapanan kırmızı kapıdan çıkan ses soluksuz kalmama neden oldu. Cehenneme tam anlamıyla girmiş bulunuyordum. Tahminimden daha serin bir yerdi.

"Baya serin." dedim kısık sesimle. Gözlerim geniş holde gezindi. Holün sonunda yukarıya çıkan koyu ahşap merdiven basamaklarını izlerken küçük Yağız'ın sesini duydum. "Klima denen bir buluş var çünkü." diyen aksi sesiyle başımı salladım. "Cehenneme kadar gelmiş teknoloji. Helal olsun." diyerek yürümeye başladım. "Sağdan ilk kapı salon." diyerek arkamdan yürüyen çocuğun söyledikleri ile kapıya yürüyüp salona girdim. Simsiyah mobilyalarla döşeli salon içimi şişirirken bayılacak gibi hissediyordum.

"Otursana ne bekliyorsun?"  duyduğum ketum sesle başımı sallayıp tekli koltuğa bıraktım bedenimi. Ben sustukça bu çocukta babası gibi yükseliyordu. Ne demişti atalarımız 'Edepli edebinden susar, edepsiz ben susturdum zanneder.' aynen öyleydi. Susuyorsak edebimiz var diyeydi. Yoksa bizde biliyorduk çirkinleşmesini de asla tasvip etmediğim şeylerdi bunlar.

Sol ayağım, sağ ayağımın üzerine yerleştiğinde ellerimi kucağımda birleştirdim. Bakışlarım ilk defa girdiğim salonun ayrıntılarında dolaşırken Eymen'in bakışlarını yüzümde hissediyordum. "Ne konuşacaksın babamla?" derken bozulan sesi bakışlarımı ok gibi tenine sabitlememe neden olurken kaşlarım çatıldı. "Ağladın mı? Neden?" deyip ayaklandığım an açılan çelik kapıyla ateşe basmış gibi geriledim olduğum yerde.

Ecelim mi gelmişti kaderim mi bilseydim keşke.

"Eymen, hadi. Sana sucuk aldım. Yapalım." diyerek elindeki poşetleri izleyerek salona girdi. Gergin bir nefes alıp kurumuş dudaklarımı önce ıslattım, sonra birbirine bastırdım. Buyrun cenaze namazına, adam çok sinirli görünüyordu. "Yemeyeceğim. Sen ye." deyip babasının yanından koşarak giden Eymen'le omuzlarım çöktü. Pavyon gülü oğlunun ardından kalan boşluğu izlerken beni asla fark etmiyordu. Merdivenleri çıkan seri adımların hemen sonrasında kuvvetle kapanan kapının sesi kulak zarlarıma vururken yüzüm buruştu.

"Bunu böyle halledemeyiz! Çocuk gibi davranma artık!" diye bağırdı pavyon gülü. Gerginlikle yanağıma dökülen saçlarımı kulağımın arkasına ittim. "Eymen! Hemen aşağıya geliyorsun!" deyip tavanı izleyen adama doğru bir adım attım. "Çocuk işte, ağlamış. Neye camı sıkılmışsa."dedim normal tutmaya çalıştığım sesimle. Terleyen avuç içlerimi kotuma sürerken hareketleri donan pavyoncuma doğru bir adım daha attım.

Tavandaki bakışları hayretle önüne düştü. Adem elması aramızdaki altı yedi adıma rağmen belirgin bir şekilde titredi, odadaki tüm havayı emdiğini hissettiğim bir nefesle göğsü kabardı. Doyumsuz adam, gittiği her yerde bencildi yahu. "Konuşmaya geldim." dedim fısıltıyla. Direkt yanına varıp öpse miydim ne yapsaydım acaba? Öyle daha mı etkili olurdu? Yoksa yavaş yavaş yaklaşıp 'şap' diye yapışsa mıydım?

Aklıma Cankan kardeşlerin 'şap öpeyim mi içime de çekeyim mi?' şarkısı gelirken beynimde dönen şarkı klibi gerginliğimi biraz olsun azaltmıyordu.

"Ne konuşacaksın? Evimde işin ne?" diyerek hala kendine gelememiş halde yüzünü bana döndü. 'Seni öpmeye geldim' diyemeyeceğime göre, bir şeyler bulmalıydım bir an önce. "Bugün baya sert konuştuk birbirimize. İşten gerçekten kovdun mu beni?" dedim  bol keseden, sahte bir üzüntüyle. O işe ihtiyacım zaten yoktu, çalışmayı da zerre istemiyordum. Amacım pavyoncudan intikam almaktı, sonra birini seviyor diye bundan da vazgeçmiştim. E herkes bu adamın bana aşık olduğunu iddia ederken, bunu anlamak için çalışıyorduk bizde. Vatana millete hizmet sayılırdı bu, yoksa benim ne işim olurdu koca adamla canım. Hiç alakam dahi olamazdı.

"Evet." dedi tek düze. Adımları salon çıkışına yönelirken elindeki poşeti sıkı sıkıya yumruğuyla tutuyordu. "Evimden git. Yaptıkların yetmedi mi? Utanmadan geliyorsun." diyip gözden kaybolduğu an yüzümü buruşturdum. Sanki ne yaptıysak beyefendiye. Azar yiyen, salak yerine koyulan bendim. Aramız iyi olsun diye şu an bile çabalayan kişi bendim. Bu kadar fedakarlık fazlaydı gülüm.

Hızla salondan çıkıp gözden kaybolduğu holde ilerlemeye başladım. Salon kapısının hemen karşı çaprazda yer alan açık kapıdan hole sızan ışıkla birlikte mutfak olarak tahmin ettiğim yere girdim. Geniş mutfağı da siyahla döşeliydi. Ortadaki siyah, mermer masanın üzerinde aldıklarını boşaltığını fark edip, kapıdan içeriye girdim.

"Bayılırım sucuk yemeye, bende yesem olur mu?" derken hemen karşısında yerimi alıp masaya bıraktığı sucuğu elime aldım. "Oo pahalı bu baya. Bizim paramız yetmiyor buna." deyip sucuğu incelemeye başladığım an elimden sert bir hamleyle çekilen sucukla birlikte bana sırt dönüp mutfak tezgahının üzerinde bir şeyler yapan adama kötü kötü baktım. "Salak adam, yemedik sucuğunu. Al da başına mı çalıyorsun, bir yerlerine mi sokuyorsun ne yaparsan yap. Paylaşımsız davar." deyişim etki dahi etmedi.

"Git artık." dedi varla yok arası. Bende Meryemsem seni öpmeden şuradan şuraya da gitmezdim. "Ya niye gideyim? Onca dedikoduya göğüs gerip evine geldim. Tebrik edip baş üstünde tutacağın yerde ne yapıyorsun." küskün sesimle omuzları çöktü. Ellerini siyah tezgaha yaslarken omzu üstünden bana çevirdiği ela bakışlarındaki karanlığı yuttum.

"Dedikodu tabi." deyip kıkırdadı. Başımı 'evet' dercesine salladığımda dudaklarını birbirine bastırıp yüzünü bana döndü. Kalçası tezgahla birleşti, öne uzattığı bacaklarından sağ bacağını sol bacağının üzerine atarken kollarını göğsünde birleştirdi. Yutkundu. İfadesiz, katı bakışları yüzümü aralıksız izlerken bir anda ciddi bir ortama dönüşen mutfağın havası katiyen yeterli değildi.

Kuru dudaklarını ıslattı, başını sallayıp iri bir nefesle göğsünü ileriye itti. "Sana bir şey söylemiştim hatırlıyor musun?" dedi biraz sonra. Başımı 'hayır' der gibi salladım. "Sen bana sürekli bir şeyler söylüyorsun. Hangi hakaretinden bahsettin şu anda?" deyip kıkırdadığımda ifadesi gram olsun bozulmadı. Yüzümde emanet gibi duran gülüşüm tamamiyle yok olduğunda ortamızda kalan masanın etrafından yürüyüp ona adımladım. Bakışları ayaklarıma düştü, "Yaklaşma."dedi boğuk, kesik bir dille. Bıçak kesiği gibi yarıda kalan adımlarımla yüzüne baktım. "Söz vermiştin. Kimseye söylemeyecektin. Sana güvendim." dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu adam yine ne saçmalıyordu acaba?

"Neyi? Ben sana ne için söz verdim?" der demez aklıma gelenle alnıma yükselen kaşlarımı zapt etme gereği duymadan 'hee' dedim. "Selma'nın hapiste olduğunu kimseye demeyecektim." der demez dudaklarımı kapatıp kapıyı izledim. Aman Eymen duymasındı.

Kimsenin olmadığına kanaat getirdiğimde pavyon gülüne döndüm. Dolu dolu olmuş gözleriyle karşılaştığım an ifadem allak bullak oldu, birbirine bastırdığı dudakları arasından hırıltılı bir nefes aldı. Adem elması iri iri titrediğinde hayretle bir adım daha attım. "Ne oldu? Ağlayacak mısın koca adam?" dedim alayla. Gülmesi lazımdı, ağlarsa ağlayacak gibi hissediyordum. Çoktan içime düşmüş bir yangın vardı oysa, göz pınarlarıma yaş değil lav dolmuş gibiydi.

Pavyon gülüne ne olmuştu? Onu ağlatacak kadar çökerten şey neydi? Ben neden onun dolu dolu olmuş gözlerinin acısını hissediyordum? Kaburgamın altındaki acı neyin nesidir? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi? Bunun gibi birçok soru vardı kafamda.

"Senden nefret etmiyorum, çünkü etmek için nedenim yok demiştim. Sana kızgındım, ama nefret etmiyordum Meryem. Benden böyle mi intikam alacaktın?" dediğinde sona doğru dudaklarından fırlayan hıçkırıkla yanağımdan kaynar bir yaş aktı. "Ne saçmalıyorsun? Bir şeylerin sorumlusu ben mi oldum yine ve yine?" desem de ne anlatmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Ne yani, benden şu an nefret mi ediyordu? Peki neden?

"Neden ağlıyorsun? Tayinin falan mı çıktı? Benim yüzümden soruşturma mı açtılar sana? Özür dilerim." dedim kısık sesimle. Bazen abartıyordum, olmamam gereken yerlerde oluyordum. Ama olmazdım artık, yeter ki ağlamasındı. "Meryem, dalga geçiyorsun. Utanmadan halimizi görmek için eve kadar geliyorsun. Sen çok kötü bir kadınsın." demesiyle yanağımdan akan yaşın bile donduğunu hissettim.

"Salak adam, ne yapmışım size de kötü olmuşum? Ahmak mısın? Bir şey yapmadım ben." dedim kendime geldiğimde. Allah 'yürü ya kıyamet' dese pavyon gülü bundan da beni sorumlu tutacaktı yakında. "Üstü kapalı kapalı konuşuyorsun, açık açık söyle ne diyeceksen. Mırın kırın etme vururum ağzına."dediğimde başını sağa sola sallayıp yaslandığı tezgahtan ayrıldı. Dik tuttuğu bedeni gözümün önünde ağrı dağı gibi yükselirken yutkunup göz temasını bozmamak adına çenemi kaldırdım.

Bir adım bana atmasına kalmadan bir adım geriye gittim. İnci gibi yaşlar parlatan gözleri düşmanı izler gibi baktı yüzüme, bir adım daha attığı anda geriye gitmek için yerden havalanan ayağımı zorlukla çiviledim yere. Göğsüm hızla havalanırken, aldığım nefesler yetersiz geliyordu. Birkaç gün aramız haddinden fazla iyi olmuştu, en azından şu anki kadar kötü, parçalayıcı değildi bakışları. Şimdiyse evine girmiş bir hırsız, kundaktaki çocuğunu öldürmüş bir katilmişim gibi bakıyor olması kanıma dokunuyordu. Nazara mı gelmiştik, kurşun döksek geçer miydi?

"Selma'nın hapiste olduğunu söylemişsin birine. O biri de gitmiş mahallede konuşmuş bunu. 'Selma fuhuşa teşvik ediyormuş on yaşında kızları, hapse atmışlar. ' diye adı çıkmış çocuğumun annesinin!"katı sesi beynimin duvarlarına vururken acıyla soluklandım. "Gelmiş burada bir şeyden haberin yok gibi, hiçbir şey yapmamışsın gibi pişkin pişkin konuşuyorsun birde! Sana demedim mi ben, unutacaksın demedim mi? On yaşındaki çocukları fuhuşa mı teşvik etti Selma? Kuyruklu yalan değil mi bu?" bu sefer daha kuvvetli çıkardığı sesiyle yerimde sıçradım. "Unuttum." dedim başımı hızla sallarken. Tek bir Allah'ın kuluna bile söylememiştim. "Efsun'a bile demedim, yemin ederim." dediğim an bileğime kelepçe gibi sarılan iri parmaklarıyla arkasından sürüklendim.

Hışımla mutfaktan çıkardığı bedeni arkasından sürünürken ani bir hamleyle ileriye  çekilen bedenim duvara vurdu. Sağ omzumdaki yanma hissiyle dudaklarımı ısırsam da durmayan, holde hızla yürüyen adama bir şey belli etmemek adına çığlığımı yuttum. Adımları kesildi, kendimi durduramayıp sırtına çarptığımda omzu üstünden attığı korkunç bakışla korku içinde geriye çekildim. "Ben söylemedim." dedim başımı deli gibi sağa sola sallarken. Alayla gülümsedi.

"Tabi, senin o bakla ıslanmayan dilin kilitli kalmıştır mutlaka. İnanıyorum buna." kin dolu konuşması biter bitmez açtığı kapıyla bileğimi bırakıp kenara çekildi. "Defol." dedi tek düze. Dolu dolu olmuş gözlerim, adrenalini tamamiyle hissettiğim pelte kıvamdaki vücudumla karşısında derin derin soludum. Omzumun acısı dişlerime kadar vururken, kalbimin acısının tırnak uçlarıma kadar yayıldığını hissediyordum. "Yemin ederim, kilitliydi dilim. Konuşmadım." derken pavyon gülüne doğru bir adım attım. Yanağımdaki ıslaklığa düşen bakışları orada oyalandı. "Sana inanmak gibi bir aptallığa düşer miyim yine?" dediğinde sesindeki saf alayı görmezden geldim. Bu sefer alay etme sırası, kendisine geçmişti.

Yapmadığım bir şeyin suçunu üstümde istemiyordum. Ben tamamiyle unuttuğum bir olayın dedikodusunu nasıl yapabilecektim? Ayrıca küçücük bir çocuğu nasıl zan altında bırakabilirdim? Bu adam kafayı yemişti.

"Yağız, yemin ediyorum. Ölümü gör ki, yapmadım." diye fısıldadım acıyla. Adını ilk kez kullanıyor olmam, dilimi yaktı. Ne pavyon gülüydü, ne kart Yağız'dı ne de benden yaş yaş büyük Yağız abimdi. Şu an sadece bana inanmasın istediğim Yağız Emir'di. Bana inanmıyor oluşu katran içiyormuşum gibi hissettiriyordu. Bunun damağımda bıraktığı tad fazlasıyla kötüydü.

İfadeleri dondu. Nefes dahi almadığını hissederken tepkisizliğinden güç alıp aramızdaki farkı kapattım. Parmaklarım, parmaklarının biraz üzerinde durduğunda, kalp atışlarım heybetli göğsüne çarpıp kulağıma doldu. Asiye'nin söyledikleri kulağımda yankılanırken parmak uçlarımda yükseldim. Aralık dudaklarımdan içeriye sızan tuzlu suyu yutup iki elimi de kollarına doladım. Kaçsın istemiyordum.

İnansın istiyordum.

Bana inanmasına ihtiyacım vardı, beni itmesini, benden nefret etmesini hak etmiyordum. Beni sevmediği, aşık olmadığı aşikardı artık. İnsan sevdiğine inanmaz mıydı?

Yine de öpmek istiyordum. Bana iğneler fırlatan diline dokunmak, birbirine kuvvetle bastırdığı dudaklarının tadına bakmak istiyordum. Neden istediğimin bir önemi yoktu. Belli bir son yaşıyoruz gibi hissediyordum. Dengelerin tamamiyle değiştiğini, pavyon gülünün artık bana düşman olacağını bilir gibiydim.

Onu, ilk ve son kez kendi isteğimle öpecektim. Hiçbir şey kanıtlamak uğruna değil, dudaklarımdaki yanmayı yok etmek uğruna yapacaktım bunu.

"Ne yapıyorsun?" dedi şaşkın sesi. Artık göğsüme, boynuma vuran kalp atışları haddinden fazla geliyordu kulağıma. Hıçkırıp parmaklarımı tenine geçirdim. "Yapmadım." dedim acıyla. Yutkunuşu koca bir buz dağının kırılması kadar iri bir ses çıkardı. Sağ elim kolunu okşamaya başladığında sol avucum kolundan kurtulup boynunda gezindi. "Meryem, ne yapıyorsun?" diyerek konuştu bir kez daha. Şaşkın sesi, adem elmasını elimin yakınlarında oynatırken teninde kaydırdığım parmaklarım adem elması üstünde durdu. "Seni öpüyorum." deyip omuz silktim.

Bakışları büyürken dudaklarını birbirine zincirleyip başını salladı kuvvetle. "Delirmişsin, öpme." dediğinde tekrar omuz silktim. "Bana neden inanmadın?" dedim acıyla. Gözlerim, gözlerinden kopup adem elmasını okşayan parmaklarıma düştü. Şu saniye inanıyorum dese bile bir anlamı kalacak gibi değildi. Yağız Emir Alkan, düşünmeden pençelerini geçirdiği o binanın altında can çekişiyor olmamı umursamamıştı.

Kendimi ispat etmeyecektim. Neye inanıyorsa buna devam edecekti. Ama öpecektim bir kere de olsa.

"Meryem, bunu böyle unutturmazsın! Sen beni öpeceksin bende bunu unutacak mıyım?" sinirli sesiyle kıkırdayıp başımı 'evet' der gibi salladım.  Göz yaşım çenemden akıp,  ayak parmakları üzerindeki parmaklarıma düştü. Bana neyi yakıştırmışsa buna inanmaya devam etsindi. Pavyoncu Yağız devri kapanacaktı. Kurbağa prensi öpüp, sırra kadem basan pamuk prenses olmayı hedefliyordum bugün. "Öpme, istemiyorum. Evimi terk et." dese de geriye adım atmıyordu. İstemiyor oluşu zoruma gidiyor olsa bile omuz silktim.

"Evinden gideceğim, yatıya kalacak halim yok ya. Ama sana bir şey söylemiştim, hatırlıyor musun?" deyip gözlerine baktım. Sıktığı çenesinden ince bir çıtırtı duyulurken bakışlarını benden çekip yüzünü dışarıda çevirdi. " 'Kapıma ağlayacaksın' demiştim." deyişimle başını varla yok arası salladı."Ağlamayacağım. Rüyanda görürsün. "dedi keskin bir sesle. Kemiklerime hızla vuran sesi, tüylerimi titrettiği sırada göğsünü izlemeye başladım. "Umarım, umarım ağlamazsın." dedim varla yok arası. Kısık, etkisiz sözlerim göğsünün çırpınışını durdurdu. Tuttuğu nefesi, az sonra bıraktı. Saçlarıma bir anda vuran sıcak havayla gözlerimi kapattım.

"Gideceksen git. Seninle adım çıksın istemiyorum. Bundan daha kötü bir şey yok." sert, bıçak kesikleri bırakacak sözleriyle dudaklarımı ısırıp tenine değen ellerimi ateşe dokunmuş gibi anında kendime çektim. Bir adım gerileyen bedenimi vestiyere döndürdüğümde sırt döndüğüm adama koyduğum gönül, hallice büyüktü.

Elimdeki beyaz sporları yavaşça yere bıraktım. Ayaklarım, ağır ağır içeriye girerken duvardan destek aldım. Yüzüne bakacak gücü kendimde bulamıyordum, kendimde güç bulamıyordum. Sonunda ayaklarımı giydiğimde bağcıklarını bağlama gereği duymadan kapıya döndüm. Yan bir bakışla gördüğüm gergin bedeninin yanından geçtiğim an derin bir nefes alıp yüzüne baktım.

Yeri izleyen bakışları durduğum an yüzüme çıktı. Göz çevresinde ince bir kırmızılık belirginleşmiş, bakışları yoğun bir hal almıştı. "Pavyon gülü." dedim fısıltıyla. Kaskatı kesilen çenesine düşen bakışlarım dolgun dudaklarına değdi, geçti. "Şöyle söyleme, alırım ayağımın altına." dediğinde sesindeki kırıklıkla kalbim hopladı. Bu adamın beni çoktan ayağının altına almış olması gerekmiyor muydu?

Beni kovduğu için mi böyleydi yoksa yaptığımı düşündüğü şey oğlunun üstünde onu bu hale getirecek kadar derin bir iz mi bırakmıştı?

Bedenimi tamamen dışarı çıkardım. Geriye attığım iki adım sonrasında kapının üzerime kapanmasını bekledim. Kapanmadı. Diğer ucunda beklediği kırmızı kapıya elimi yasladım. "Yaklaş." dedim kısık sesimle. Kaşları çatılsa da dediğimi yapıp kapı eşiğine kadar getirdiği bedeniyle aniden parmak ucunda yükselip ellerimi kollarına doladım. Vereceği tepkiyi, edeceği hakareti umursamadım. Zira şu günden sonra ne o benim yüzüme bakacaktı ne de ben onun yüzüne bakacaktım.

Parmak uçlarımda yükselttiğim bedenimle aniden dudaklarına sarılan dudaklarımdan içeriye giren sıcak nefesi göğsümde bir yangın başlatırken alt dudağını iki dudağım arasında sıkıştırdım. Hissettiğim yumuşak dokuyla cesaretim kırıldığı anda geriye çektiğim bedenimle ayaklarım üzerinde durdum, kollarından kopan ellerim göğsüme kapandı.

Derin bir nefes aldım. Dudaklarımda hala hissettiğim varlığı başımı döndürecek kadar güçlüyken, küçük bir öpüşün bende bıraktığı etkinin ne olduğunu sorguladım. Vur kaç olayı gibiydi, öpen bensem vuran da bendim. Ancak vurulmuş gibi hissetmemse asla normal değildi.

"Senden intikamımı aldım."dedim nefes nefese. "Bana yaptığın her şeyin yerine sayarsın. Adın benimle çıksın bakalım, bundan daha kötü bir şey yoksa... en kötüsünü getirdim başına."

*

09.07.2020

Asla normal bir bölüm olmadı osldmdpcçgtmdçdş ayrılığın beni bak öldürüyor bana nasıl kıydınn bilemiyorum..

Bir sonraki bölüm, yani 10.bölümümüz Yağız Emir Alkan tarafından anlatılacak bakalım yapabiliyor muyum 😌✌🏻

Umarım beğenmişsinizdir aşklarım.

Ve 62k okunmaya ulaşmışız çok çok güzel bir haber değil mi😝😝😝

Ama bu okunmaya oylar maalesef ki az arkadaşlar. Bunu asla istemeyerek söylüyorum ki bundan sonra oy sınırı koymak durumunda kalacağım. Bölüm ortalaması 600 oy, ben bunun artmasını istiyorum. Beğeniyorsanız bunu göstermenize ihtiyacım var. Oy veren ve bölüm biter bitmez yeni bölüm isteyen herkesten özür dilerim.

10.BÖLÜM SINIRI 1000 OY.

İmkansız değil, üç beş günde ortalama 4k 5k okunma alıyorsa 1k oy da alabilir diye düşünüyorum. Sınır dolmadan bölümü yazsam da yayımlamayacağım💔

Seguir leyendo

También te gustarán

182K 9.2K 45
Annesinden yediği dayaklar yüzünden gözyaşlarını kaybeden bir çocuk/Genç #1 Sevgi #1 Love #1 romantizm #1 Biseksüel #1 Lgbt #1 Gay #2 Eşcinsel
281K 15.2K 41
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...
2.3K 685 200
Kur'ân-ı Kerîm / Meâl / Tefsîr Okuyoruz📚 devamıdır. Kapak Tasarımı : @Fatel16_13 kardeşimize aittir
6.8K 824 4
Sıradan bir hayat yaşayan Bellur için her şey bir masal kitabıyla başladı. Hayır, sıradan bir masal kitabı değildi! Bilindik ve bilinmedik tüm efsan...