Elfida ✓

By vantewwh

46.6K 5.8K 15.2K

"Gece zihnime çöktüğünde, beni o güzel gülüşün esir aldı Elfida." Fısıldadım dudaklarına. O ise, o güzel bakı... More

1| 'Savaşın ortasında, diz çöken kök.'
2| 'Beni kimse bilmez. Beni bir sen bilirsin.'
3| 'Ben senin elinden ölmezsem, kendimi ölmüş saymam.'
4| 'İcran gibi düştün kaburgalarıma.'
5| 'Göğsüme düştü kurşunlar.'
6| 'Vatan için ölmek, yâr için yaşamak.'
7| 'Acılar içinde bir savaşı yönetmek.'
8| 'Dur sol yanımda. İcran kokar benden başkası sana.'
9| 'Benim yaralarımı sar.'
10| 'Ellerinin ucu, ilacım.'
11| 'Çoban Yıldızı.'
12| 'Uzanıp eşsiz hatırandan öptüm.'
13| 'Şeker prens erimesin, Tuz kral onu hep sevsin.'
14| 'Gözleriniz öyle söylemiyor küçük bey.'
15| 'Bir tenhada can cananı bulunca.'
16| 'Kirpiğin kaşına değdiği zaman.'
17| 'Elvan çiçekleri takma başına.'
18| 'İyileşmem, vermem acımı. Senden bir tek bu kaldı.'
19| 'Bir sözüne ölmek, güzeldir vesselam.'
20| 'Ben bilmez miyim umut kokan kelimelerin sahibini?'
22 'Sen, kendi dünyanın toprağında büyüyorsun.'
23 'Ve nihayet ruhum zırhını indiriyor.'
24 'Sen beni öptüğün zaman, cennet iç çeker.'
25 'Çünkü benim vatanım sensin.'
26 'Kalbi yanacak, bir kağıt parçası gibi.'
27 'Şehirlere bombalar yağardı her gece. Biz durmadan sevişirdik.'
28 'Ben sende tutuklu kaldım.'
29: "Şakağını bana uzat, son defa." FİNAL

21 'Kim bilir kaç yüzyıldır, sarılmamış kolların.'

1.7K 194 942
By vantewwh

Muâşaka: Karşılıklı aşk. Sevişme. Âşıktaşlık. Arapça'nın kaidelerince, aşk kelimesinden Türkçede türetilmiştir.

Sabah erkenden Yeon'u aradım ve onunla buluşmak için meydana ilerledim. Kalbini çok fazla kırmıştım ve bu ben değildim. Canım acıdığı için düşmüştü dilimden kelimeler. Taehyung'a olan hıncımı ondan çıkarmak ne kadar doğruydu? Dün öğrendiğim gerçek düştü zihnime ve beni yeni bir çıkmaza sürükledi. Yutkundum ve ilerde oturan Yeon'un yanına geçtim.

Huzursuzca yerinde kıpırdanması ile ona döndüm ve yutkundum. "Benden nefret etme Yeon. Özür dilerim, birden dilimden döküldü zehir." Yeon hafif gülümsedi ve bana döndü. "Zehir? Benim seni sevmem, senin benimle evlenmek istemen zehir mi? Panzehirin kim Teğmen? Taehyung mu?" Dudaklarımı ıslattım ve o elini çekmeden hemen sıkıca tuttum.

"Şimdi oturup sana aşkımı anlatmak isterdim. Taehyung'u on beş sene önce gördüğüm o anı anlatmak isterdim. İçimi, onunla dolup taşan yüreğimi anlatmak isterdim ama yapamam. Bana özel o, anlatmak bile deli ediyor beni. Ya güzelliğine biri tutulursa? Ya benim sözlerimin ağırlığından etkilenip ona değerse birinin gözleri? Bak ben tarif veremiyorum sevdam'a, sen içimdekini tarif edebilir misin?"

Yutkundu ve mırıldandı. "Sen fena halde tutulmuşsun Seokjin. Dua et öldürmesin bu sevda seni. Dua et yaşasın sevdan, baban öğrendiğinde. Dua et Teğmen, bu dönemin insanı duymasın sizi." Gözlerimi kapatıp, sinirle açtım. Gerçekleri duymak beni deli ediyordu. Onu bu ateşin içine nasıl atacaktım? Kendimle beraber nasıl yakacaktım?

"Yeon sen benim çocukluk arkadaşımsın ve seni kaybedersem çocukluğumu kaybederim." Yeon aklı başında bir kadındı. Bana asla kıyamayacağını biliyordum. Ellerimi sıkıca tuttu ve bana gülümsedi. "Sevda ağır bir yük Teğmen. Böyle boğazına çöken, seni boğmaya çalışıp öldürmeyen bir yük. Ama ben ömrüm boyunca senin sevda'n gibisine rastlamadım. Ben sana olan sevgimi eşsiz ve imkansız sanırdım. Tanrı şahit, dün ilk defa kendimi Taehyung'un yerine koydum, ama yakışmadım oraya."

Eteğini düzeltti ve elimi daha sıkı tuttu. "Kısacası herkes, haddini ve yerini bildiği konumda iken daha güzel. Ben senin çocukluğun ve kız kardeşin olarak kalmaya razıyım. İçin rahat edecekse ölmüş annemin üzerine yemin olsun, asla kimseye sizden bahsetmeyeceğim." Telaşla daha çok tuttum ellerini, "sana güvenim sonsuz Yeon, asla aklımdan dahi geçmedi." Gülümsedi bana bakarken, dolan gözlerini yumdu.

"Biliyorum ama bir korkun da ben olmak istemiyorum. Senin bana yaptığın o iyilik, nefesim kesilene kadar sana köle olmaya yeter." Gülümsedim ve uzanıp okşadım saçlarını. "Köle olmak mı? Böyle konuşma, sen benim küçük çakıl taşımsın unuttun mu?" Aklımıza gelen anı ile ikimizde kahkahalarla güldük. Gençken Yeon çakıl taşlı yolda düşmüştü ve sinirle hepsine söyleniyordu. Ardından bir avuç çakıl taşını alıp, ileri fırlattığında başıma gelenlerle, ona çatık kaşlarımla baktığım ilk vakit, tanışmıştık. O günden sonra o çakıl taşlarını yerden toplayıp ona vermiş ve ufak bir laf edip gitmiştim yanından.

"Peki şimdi ne olacak Seokjin? Siz ikiniz nasıl olacaksınız?" Sıkıntılı bir nefes verdim. Ben de bilmiyordum nasıl olacağımızı. Acaba o beni sever mi? Sevmez mi? Hiç bilmiyordum. Hele Gardenya'nın o olduğunu bilmeme rağmen ne yapacaktım bilmiyordum. Canım bir alev gibi yanarken, ben ne yapacaktım hiç bilmiyorum. "Bilmiyorum Yeon, beni sever mi bilmiyorum. Bizim sonumuz ne olur inan bilmiyorum." Ellerini bıraktım ve yavaşça ayaklandım.

"Gitsem iyi olacak, kendine çok iyi bak Yeon." Kafasını yavaşça salladı ve sıcak gülümsemesini sundu bana. Yavaş adımlarla eve ilerledim. Duş alacak ve hazırlanacak, gidecektim nehir kenarına. Kalbim küt küt atıyordu ve ben nefes alamıyordum. Bildiğimden bahsetmeli miydim? Ya da susmalı ve olmamış gibi mi davranmalıydım? Beynim patlayacak kadar ağırdığında bahçe kapısından hızla içeri girdim.

Evin etrafındaki askerlere selam verdikten sonra kapıyı açıp, odama ilerledim. Önce gömleğim, sonra pantolonum derken üniformamı hızla çıkardım üzerimden. Aynanın karşısında vücudumu izlerken göğsümün altındaki ize gitti ellerim. Taehyung'un beni vurduğu yerdi burası. Daha doğrusu Gardenya'nın beni vurduğu yer. Buruk bir gülümseme döküldü dilimden, kıymıştı bana çok güzel bir şekilde.

Ama hala ondan sevgi bekliyordum, inanıyordum beni seveceğine. Hem dün ne güzeldi bana bakarken, benim onu sevmeme izin verirken. Vardı bir şeyler onda, bana ait olan bir şeyler vardı buna emindim. Küvete doğru ilerledim ve soğuk suyu açıp dolmasını bekledim. Ardından yavaşça suya girdim, tüm bedenim titredi. Derin derin nefesler alırken, düşündüğüm tek şey şimdi ne yapacağımdı.

Gözlerimi kapattım ve soğuk su iyice vücuduma işlediğinde yavaşça çıktım sudan. Havluyu aldım ve belime sardım. Ardından baş havlumu alıp saçlarımı kurularken odama ilerledim. Serin suyun baş ağrıma iyi gelmesi beni bir nebze bile olsa sevindirmişti. Yüreğime dolan sızı ile yine en iyi bildiğim şeyi yapacak ve içimi kağıda dökecektim. Sandalyelerden birine oturdum ve kağıt ile kalemi aldım elime.

17/12/1950

Ben Kuzey Tarafı Teğmen'i Kim Seokjin.

Dün ölmek ve yaşamak arasındaki farkın güzelliğini öğrendim Elfida. Yani eğer erkenden ölseydim seni yaşayamazdım, ne büyük kayıp. Yaşıyorum ve senin sıcaklığında kavruldum dün, ne büyük ödül.

Biliyor musun? Ben seni sevmenin kötü ve günah olduğunu düşünürdüm daha küçükken. Zamanla kendime çok kızdım, böylesine güzel bir varlığın bana nesi günah olabilir ki? Ya da böylesine muazzam bir adamı sevmenin nesi kötü olabilir? Olamaz Taehyung, sen bu hayatta başıma gelen en güzel şeysin Elfida'm.

Bu mektupları ne zaman okursun bilmem ama sana en çok bunları okumak istiyorum sevda'm. Boynuna sokulup, minik bedenini kollarım arasına alıp ve dudaklarımı şakak hizana bastıra bastıra okumak istiyorum bunları sana. Bir şiir gibi, destan okur gibi okumak istiyorum güzelliğine doğru.

Hava şu an aşırı sıcak ve boğucu. Bazen zemheri, bazen kavurucu bir bölgedeyiz. Tıpkı senin gibi, sıcaklığın ve sevgin beni kavuruyor. Nefretin ise zemheri gibi, acı bir soğuk oluyor bana. Ama dayanamıyorum, dayanağım. Tanrı bile alamaz canımı, sen benim olmadan kimse savuramaz küllerimi.

Bak otuz yaşımda bugüne kadar heyecanlandığım tek an, on beş yaşımda seni gördüğüm ilk an. Şimdi bana öl mü diyeceksin, yoksa yaşa mı? İnan ikisini de seve seve yaparım senin uğruna. Ama ben sana öl diyemem. Seni bu ateşin içine atamayacağım sanırım güzelim. Yapamayacağım Taehyung, seni ağlatamayacağım sanırım.

Yalvarırım beni reddet orda, bana kin kus lütfen. Bana gelirsen alırım seni, vermem kimselere. Ama yapamazsın sen, bu kadar nefret ve yükle yaşayamazsın lütfen istemiyorum seni de. İlk defa senden bunu tüm kırık, kan akan kalbimle istiyorum. Yaşa meleğim, yaşa özgür kuşum benim...

Bu adamın göğsünden tonlarca kurşun geçti, onlarca yaralar iyileşti ama gönül yarası hala taze... "Biri gelir, seni sen eder. Biri gelir, seni senden eder." Demiş Şems-i Tebrizi ne güzel demiş öyle. Sen geldin ben oldum, sonra kendimden oldum.

Unutma Elfida'm ben aşık olmadım, aşka düştüm.

Sana yine sevdiğim bir şair ile veda ediyorum Elfida'm. Çokça öpüyorum gül kurusu dudaklarından, öpüyorum şakak hizandan.

Burnunun dibinde olsa ne olacak ? Seni anlamıyorsa.
Ama birisi vardır ki dünyanın öbür ucunda…
En ihtiyaç duyduğun anda.
İki satırıyla bile olsa.
Bir çırpıda yanı başında..
Mesafe uzaklıklarda değil.
Mesafe fedakârlıkta...

-Özdemir Asaf

Aldığım nefes boğazıma düğüm olarak düştüğünde, yavaşça ayakladım ve üzerime temiz olan üniformamı geçirdim. Serbest kıyafetleri sadece gizli görev başında giyebiliyorduk. Halbuki ne çok isterdim Elfida'mın yanına normal kıyafetlerim ile gidebilmeyi. Silahımı belime yerleştirdiğimde yavaşça çıktım odadan. Defalarca yutkunsam dahi yetmiyordu bana.

Merdivenlerden indim ve tam kapıyı açacağım sıra titredi ellerim. Uyuştu kollarım boydan boya, yetmedi içimdeki aşk oraya gitmeye. Gitmezsem Taehyung bir daha asla yüzüme bakmaz ve beni yok sayardı. Gidersem ya bana gelirse ne yapardım o zaman? Yıllarca imkansız olanı sevdim, şimdi nasıl tutardım ellerini? Ya bir rüyaysa ve ben bundan uyanırsam, nasıl kaldırırdı yüreğim?

Bahçeden çıktığım vakit bir askerin selam vermesi ve elime parşömeni uzatması ile ona kaşımı kaldırıp baktım. "Efendim General gönderdi." Uzun süredir sesinin çıkmamasından belliydi bir şeyler göndereceği. Sıkıntı ile başımı salladım ve yanımdan askerin uzaklaşmasından emin olduktan sonra açtım mühürü. Okuduklarım yüreğimi hızlandırırken, koca bir balyoz yedim sol tarafıma.

"Koca bir ordu, Gardenya denen vatan hainini bulamamış. Geliyorum, yarın herkes hazır olsun. Savaşı Park Hyun Joong yönetecek. Bundan sonra başınızda ben olacağım ve bulduğumuz ilk an meydanda asılacak!"

-General Kim Sung

Okuduklarım ile olduğum yere resmen çakıldım. Şimdi ne yapacaktım hiçbir fikrim yoktu. Babam bu işin peşini asla bırakmaz ve illa bulurdu. Yüreğim hızla çarparken, gözümün önüne gelen meydan harabesi ile yutkundum. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdım ve uyuşan dizlerimi okşadım. Resmen yerime çivilenmiştim ve kalkamıyordum.

Yavaş yavaş demirlerden tutunarak kalktığım an, nehire doğru yol aldım. Korku tüm benliğimi sararken, midem bulanıyordu. Ben buna asla dayanamazdım, onsuzluğa asla ama asla katlanamazdım. Nehirin oraya geldiğim vakit gözlerimi hafif dalgalanan suya diktim. Düşüncelerim gözlerimden yaş akmasına sebep olurken, elim yavaşça silahıma gitti.

Ölürsem, ona zarar geldiğini görmezdim...

Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve çektiğim silahı yavaşça kalbime bastırdım. Kimse yoktu, kuş sesi ve suyun sesi dışında kulağıma dolan tek ses Taehyung'un bana sarıldığındaki o hızlanan nefes sesleriydi. Bana ilk burda içten sarıldı, kollarını doladı sırtıma ve bana hayat oldu. Ben şimdi burda ölmekten gurur ve onur duyardım. Tetiği çektim, gözlerimi kapattım dayanacak gücüm kalmadığı o vakit, bir feryat koptu kulaklarımda.

"Seokjin dur! Teğmen yapma!"

Elimden silahı alması ile dizlerimin üzerine çöktüm, benimle beraber çöktü. Anında yüzümü elleri arasına alırken bağırdı. "Delirdin mi be adam? Ne yapıyorsun sen?!" Dolan büyük gözleri, koştuğu için hızlanan göğsünü izledim. Dayanamayacaktım, çocuk gibi ağlayacaktım karşısında. "Dayanamıyorum, neden? Neden yaptın bana bunu neden? Ben şimdi ne yapacağım? Ben nasıl çıkar yolu bulacağım? Neden yaptın Elfida? Beni öldürdüğün yetmedi mi neden?"

Yutkunuşunu izledim, öğrendiğimi anlamamıştı. Gözlerime derince bakarken, mırıldandı. "Ne diyorsun Seokjin sen? Ne yapmışım ben?" Uzandım ve omzuna yasladım başımı. "Biliyorsun inkâr etme. Yazdıkların seni ölüme götürür biliyorsun." O an, yüzümde olan elleri düştü yüzümden. Nefesinin bir müddet durduğuna emindim. Kafamı yavaşça kaldırdım, ondan sırf bu yüzden vazgeçmem mümkün değildi. Gerekirse bağlardım bileklerinden, kırardım kalemini.

"Yazmayı bırakacaksın." Dediklerim ile önce kaşlarını çattı ardından hızla kalktı yerinden. "Bunu yapmayacağım, asla!" Babamın yazdıklarını okuduğum vakit, yüreğime düşen sızı ve korku ile hışımla kalktım ayağı ve elimdeki silahı tam alnının çatına dayadım. "Sana fikrini sormadım Taehyung. Yazmayı keseceksin ve uslu uslu yerinde duracaksın." Bana hayal kırıklığı ile bakarken, durmam imkansızdı.

Demiştim ben, nefret etsin ama yaşasın diyeydi tüm savaşım.

Kafasını sağa sola salladı. "Senden nefret ediyorum, sevmiyeceğim seni, keşke defolup gitsen bu kentten, ölsen mesela keşke," sonra daha çok bastırdı alnını namlunun ucuna. "Eğer sen vurmazsan, ben seni vururum Teğmen." Dudaklarımı yaladım ve ettiği her kelimeyi kalbime işledim. Sinirden titrediği ve ağlamamak için yine bu sözleri sarfettiğini farkettiğim an rahatlamıştım. Eğer içten söylediğini farketseydim, şu an defolup giderdim burdan.

"Sen beni vurmadın mı zaten?" Elimi göğsümün üzerinde gezdirdim ve tam yaranın üzerine bastırdım. "Tam burdan, hiç düşünmeden." Yutkundu ve kaçırdı gözlerini. Ona asla kızmıyordum, silahını bana doğrultması ve kurşununu göğsüme atmasına kızamıyordum. Düşmanın kurşunu doluyken göğsüm, sevdamın kurşununu almayacak mıydım? "Özür mü bekliyorsun? Boşuna özür bekleme çünkü yapmadığım bir şey için asla boyun eğmem. Ama bir kusurum olursa, cesurca karşına dikilip özür dileyeceğimi bilmen gerekirdi."

Kaşlarımı çatarken, şaşkınca baktım ona. "Beni hiç tanıyamadın mı Teğmen? Nasıl seni vuracağımı düşünürsün?" Silahı belime yerleştirdim ve ona doğru yaklaştım, kolundan tuttum ve kendime çektim. Gözlerine baktım, doğru söylüyordu. "Ama matbaada biri vardı, basmak için ordaydı. Sen değilsen kim?" Havayı derince içine çekti ve sertçe kolumdan kurtuldu. Nehirin kenarına gitti ve sırtını döndü bana.

"Yaktığınız, yıktığınız bir ambar değil Teğmen. Koca bir kent, insan dolu bir döngü. Ne sandın tek ben miyim? Ben yazarım, canı yanan taşır, kolunu kanadını kırdığınız basar. Ben tek değilim, ben hiç tek olmadım." Duyduklarıma asla şaşırmamıştım. Taehyung'un tek olmadığını anlamam lazımdı zaten. Tek başına başarırdı ama tek olmadığını biliyordum. Arkasından yaklaştım ve saçlarına süreledim burnumu. Mis gibi kokan sıcak kokusu, genzimi alev alev yaktı.

"Beni sen vurmadın yani?" Yandan ona baktığımda kapatmıştı gözlerini. "Vurmadım, ama vurmam sanma yaparım." Güçlü bir gülüş döküldü dudaklarımdan. Karşımda savaştığım ülke için kötü şeyler yazan Gardenya vardı. Ama nedense ben mutluydum, çünkü beni vuran o değildi. İşte beni soktuğu hal buydu. Benim sevinmem gereken sözde haini bulmam iken, beni vurmamasına seviniyordum.

Dayanamadım ve kollarımı etrafına sardım. Minik bedenini kollarım arasına aldım ve sırtını göğsüme bastırdım. Kafamı boynuna yasladım ve kokusunu içime çektim. Titreyen bedenini daha sıkı sarmaladım, yavaşça yüzünü bana doğru döndü. Göğüslerimiz birbirine kenetlenmiş, titreyen gözleri beni izliyordu. Hava hafif kararmaya yüz tutmuş, batan güneşin kızıllığı vuruyordu esmer yüzüne.

Yaklaştım ve fısıldadım, "benden nefret etmiyorsun." Kocaman gözleri ile bana baktı ve fısıldadı. "Senden nefret ediyorum," gülümsedim ve burnumu yumuşak yanağında gezdirdim. "Benim ölmemi istemiyorsun, ölürsün yoksa." Titreyen ellerini saçlarıma yerleştirdi. "Ölmem, ölmüş gibi yaşarım." Şakak hizasına doğru yol aldım, "burdan gitmemi istemiyorsun." Dudaklarını saçlarıma bastırdı, titredi tüm saç tellerim. "Git Teğmen, gidelim." Tam şakak hizasında beliren ben'ine bastırdım dudaklarımı. "Sen beni seviyorsun," ellerinin saçlarımın arasında titrediğine emindim. "Sevmiyorum seni, sevmeyeceğim işte."

Çocuksu tavrına gülümsedim ve kulağına doğru eğildim. "Sevmiyorsan ne diye böyle güzel bakıyorsun bana? Ne demeye sarılmış, öpüyorsun saçları mı? Söyle Elfida'm ne demeye ölmüş gibi, boş boş yaşarım diyorsun o vakit?" Elini sırtımda gezdirdi ve sert bir yumruk vurdu. "Senden nefret ediyorum," daha sıkı sardım onun güçsüz bedenini. "Seni..." Sustu sonra ve uzaklaştı benden, "seni vuran ben değildim, ama kim olduğunu sana diyemem. Kolyeni bana o getirdi, ama içine bakmadığına emin olabilirsin. Ben baktım ve, özür dilerim."

Gülümsedim onun bu haline, uzunca izledim yüzünü. Kafasını kaldırdı ve konuşmaya başladı. "Ben gitsem iyi olacak, çocuklar Chung-Ae alıp meydanda olan sinemaya gidecekler onu hazırlasam iyi olur." Dinledim ve onayladım onu, tam yanımdan geçip gideceği sıra tuttum kolundan. "Cevabını verecektin ya hani, olumsuz mu yoksa?" Derin bir nefes aldı ve elini elime yaslayıp, kolunu kurtardı.

Ardından ceketinin içine elini koydu ve bir mektup çıkardı. Kaşlarımı çatmış ne yaptığını izlerken bana uzattı, elimi tuttu ve avucumun içine bıraktı. "Ben gittiğimde oku, çok kısa ama cevabım içinde. Akşam evde olacağım, gitmiyorum onlarla. Yani, oku işte ama düşün her şeyi öyle gel Teğmen. Hoşçakal, dikkat et kendine." Saf saf onu izlerken birden yanağıma ufak bir öpücük bıraktı ve koşarak uzaklaştı ordan. Elimi öptüğü yere yasladım, kurudu ıslak dudaklarım, hareket edemiyordum.

Uzunca baktım arkasından, beni öptüğüne göre cevabı olumlu muydu? Derin bir nefes aldım ve mektubu inceledim. Dışı kahverengi, üzerinde güzel bir karakalem çizim vardı. Birkaç tane papatya çizmişti, dudaklarım kıvrıldı. Mührü bozdum ve yavaşça açtım, kendi kokusu ilişti burnuma ve yaklaştırıp derince soludum kokusunu. Gardenya'nın kokusu beni deli ediyordu, ne güzel durmuştu sevdiğimin teninin üzerinde. Kağıdı çıkardım ve titreyen ellerim ile zar zor tuttum.

Sevgili Teğmen Seokjin;

*"Bir insanı sevmeyen memleket sevdasını bilmez demiştin, ben ise bildiğimi zannederdim. Güneyde küçük köyümüzden kopup askerlik için geldiğimiz o günden beri, sakinliği ardımıza bırakıp bindiğimiz o kara tren ile yurdumuzu ardımıza bıraktığımızda...O günden beri içimde büyüyen tek sevdaydı vatan. Ta ki bir gün evvelimde olmayan bir his ezelim olana dek. O his ki tahayyül etmediğim kadar kuvvetli. O his ki karşı duramadığım kadar kudretli. O his beni ben olmaktan azad eden, beni evvelime de sevdama da muhalif eden o his senin gözlerinde Teğmen. O his senin yaşaman arzunda. O his beni senden hem uzağa atan, hem sana şah damarın kadar yakın olmamı arzulatan... Biçareyim, kifayetsizim, nefessizim nefes alamıyorum Teğmen. Nefes almam mümkün olsun diye seni aklımdan çıkarmaya mecburum. Senin hayalin olmadan bir tas suyu, bir lokma ekmeyi bile içim almıyor. Aç bir çocuk gibi ağlamak geliyor içimden. Oysa bir hayalden ibaretsin şimdi. Böylesine bedbaht bir acı içindeyken hayalın de yetmiyor bana. Görünmez zincirlerle bağlıyım sana Seokjin. Sanki dünyanın en büyük günahı avuçlarımıza bırakılmış da, bu yüzden koparamıyoruz zincirlerimizi. Artık takatsiz parmaklarım Onlar sana dokunmanın telaşında, Ben ise onları bu satırları yazmaya zorluyorum. Her zerrem sana dönüşüyor. Seokjin Korkuyorum geride sana bakıcak bir ben kalıcak mı? Bilmiyorum…"

Şimdi diyeceksin ki ne ara sevdin sen beni böyle? Hatırlıyor musun? Chung-Ae'nin saçına papatya takmıştın ve ona "tek diye kopardım, ama sen sakın koparma. İlla yanına yenileri eklenecek." Orda işte bir şey oldu kalbime, titredi... Ben zamanla aptallaştım, nefretim; seni sevdikçe, boyun eğdikçe diz çöktü önünde ve sana itaat etti. Beni bilmez misin sen? Kıramam kimsenin kalbini, neden diye sordun ya bana? Herkese hayat olan o sesin, neden beni öldürüyor dedin ya bana?

Çünkü seni sevdim, sevdim ve sevda'm boynuma urgan diye yerleşti...

-Elfidasından Teğmenine.

Okuduklarım ile dizlerimin üzerine çöktüm, göz yaşlarım kahkahama karıştı. Çocuk gibi sevinmem normal miydi? Deli oldum ve hayal görüyordum. Bunlar imkansız, bunlar hayalimin ötesinde, bunlar benim ölüm sebebim. O bana mektup mu yazmıştı? Tanrım şimdi canımı al, al yoksa bir daha asla ölmem. Şu an göğsüme bastırdığım mektup, kalbimin içine girmiş kadar memnundum. Saatlerce oturdum, ağladım, güldüm ve mektubu defalarca okudum. Yavaşça yerimden kalktım, hava iyice kararmıştı ve nerdeyse on ikiye geliyordu.

Sinema ise tam bu saatlerde başlar ve uzunca sürerdi. Yüzümdeki yaşları sildim ve var gücümle ayaklandım. Hızlıca yürüyorken bir elimde sıktığım mektubu katladım ve göğsümün üzerinde duran cebime koydum. Derin nefesler eşliğinde koştum Taehyung'a. Kapısının önüne geldiğimde bekledim bir müddet. Ya hayalse yaşadıklarım? Ya benim kafamda kurduğum bir an ise? Tekrar elimi kalbime yerleştirdiğim vakit, avucuma değen mektup ile gülümsedim ve hızla kapısına dayandım.

Kendimi asla tutamıyordum ve var gücümle yumrukladım kapıyı. En sonunda açılan kapı, karşımda beliren Elfida'm ile dona kaldım. İkimiz birbirimize bakarken, ne demem gerektiğini bilmiyordum. Ben hiç kavuştuğumuzu hayal etmemiştim ki, ben hep bana kızmasını ve nefret kusuşunu hayal etmiştim. "Teğmen?" Sesini duyar duymaz içimden geleni yapıp, hızla sardım kollarımı etrafına. Sonra sırtımda ellerini hissettim, bana sarıldı...

Daha çok çektim kendime, sanki birileri elimden alacaktı. Saçlarını öperken devam ettim, içimde tutamıyordum sevgimi. "Ben sana ölürüm, seni çok seviyorum. Taehyung, seni çok seviyorum biliyorsun değil mi? Çok seviyorum seni, elimden ne geliyorsa yapacağım. Sen ellerimi tut, bırakma beni birlikte bitiririz bu savaşı." Boynuma koyduğu kafası ile, ilk defa bu kadar çok titredi bedenim. Ardından ufak bir öpücük hissettim tenimde. Ölmüş müydüm? Ya da yaşıyor muydum?

Benden hafifçe uzaklaştı ve ardımdan kapıyı kapatıp, boşta kalan elime ellerini kenetledi... Bir yapboz gibi birleşti parmaklarımız, gözümden bir damla yaş düştü üzerlerine. Bunu farkettiği an, uzandı ve kuru dudaklarını bastırdı ıslaklığın üzerine. Ardından ufak bir gülücük verdi bana ve çekiştirdi içeri doğru. Perdesi açık camdan içeri sızan ay ışığı sayesinde önümüzü görüyorduk. Ne o ışığı yakmıştı ne ben. Koltuğa uzandı ve biraz boşluk bırakıp bana baktı, ceketimi çıkardım ve yanına uzandım.

Onunla bu kadar yakın olmak nefes almamı engelliyordu. Gözlerimiz buluşsun diye sürekli yüzüne baksamda, gözlerini sadece göğsüme kitlemişti. Yaklaştı biraz ve eğilip tam yaramın üzerine bir öpücük bıraktı. Yaram iyileşti, kabuk bağladı ve izi bile kalmadı. Göz yaşlarıma engel olamıyordum, şu an neler oluyordu? Kafayı yemek üzereyim, delirmiş olabilir miydim? "Bunu yapan adına özür dilerim, yemin ederim duyduğumda kahroldum. Sana bir şey oldu sandım, öldüm öldüm dirildim. O sözleri sarfettiğim için kendimden nefret ediyorum Teğmen, özür dilerim."

Kocaman gözlerinden akan yaşa uzandım, uzunca öptüm. "Sen simdi beni seviyor musun?" Allaşan yanakları ile tekrar kitlendi göğsüme, alt dudağını dişledi ve mırıldandı. Kaşlarını çattı ve sinirle söylendi. "Okuma yazman yok mu senin? Yazdım ya işte, zorlama beni yoksa tekmelerim seni! O zaman kırılır bir yerlerin." Utandığı için konuşamaması beni daha çok aşık ediyordu kendine. "Okudum hepsini, defalarca okudum, ağladım, güldüm... Beni deli ediyorsun Elfida, ölüyorum sayende."

Kafasını kaldırdı ve daha çok yaklaştı bana. O an minik bedenini sardım kollarımla ve kendime çektim. Burun buruna olduğumuz birkaç andan biriydi şu an, ama ben çok fazla heyecanlıydım. Beni seviyordu, size yemin ederim yalan değildi bu. Beni seviyordu, beni istiyordu, bana yenilmişti. Lütfen bu anı unutmayayım Tanrı'm, beni öldür ama bu anı unutturma bana. Lütfen sonu kötü biten bir rüya olmasın bu...

"Seni seviyorum," fısıltı gibi çıkan sesimle beraber kapattı gözlerini. Uzandım ve tam elmacık kemiğinde olan ben'in üzerine bastırdım dudaklarımı. "Seni seviyorum," gözünün altında duran ben'inin üzerine bastırdım dudaklarımı. Koklayarak öptüm teninden, alnına uzandım ve ufacık olan izinden öptüm. O ise bunların hepsine izin verdi, en çok dudağındaki ben'inden öpmek isterdim. Ama onu öyle bir vakit öpecektim, öyle bir işleyecektim ki unutamayacaktı. Parmak uçlarım ile sevdim sadece dudaklarının üzerini.

"Seni gördüğüm her an tarifi imkansız duygular yaşıyorum. Hiç bilmediğim bir ülkeyi seviyor, hiç bilmediğim bir dili konuşuyorum. Seni sevmek, öpmek ve koklamak...Ben nasıl bir derde düştüm inan bilmiyorum Elfida, tek çarem, ilacım sensin benim..." Gülümsedi ve eli ile okşadı yanağımı, yasladı alnını alnıma. "Seni düşündükçe yok oluyorum..." Mırıldanışı, ve söylediği beni gülümsetti ve kalbimin hızlanmasına neden oldu. "Sana hitap ederken her şeyi unutuyorum..." Son dediği ile açtım gözlerimi, buluştu gözlerimiz.

İşaret parmağı ile gezdi yüzümde elleri, izledi beni uzun uzun. "Yaralanmış iki küçük çocuk gibi, birbirine sığınmaya çalışan gözler, asla söylenmeyen o sözler ve rüzgarda uçuşan o saçlar gibi belki de...Birbirine çok benzeyen iki  erkek, iki çocuk. Aynı yerden vurulmuş, aynı yerden itilmiş, aynı yerden üzülmüş... Birbirlerini aynı yerden saracaklar, belli, ama zaman var. Önce bu bakışmalar anlamlaşacak, sonra şiirler hayat bulacak, az kaldı..."

Hızlıca sarıldım ve göğsüme hapsettim. "Hepsi tek tek gerçekleşti, sayende." Boynundan öptüm, saçlarından öptüm, kokusunu çektim derince içime. Sıkıca sarıldı bana, öptü boynumdan, saçlarımdan öptü beni. Ben aylarca savaştım onunla, aylarca nefretini kustu bana, aylarca kötü kötü baktı gözlerime... Ama şimdi altı ayın sonunda geldi kollarıma, öptü beni, okşadı saçlarımı, hayat oldu bana... "Ben yazmanı istemiyorum Taehyung, ben Gardenya olmanı istemiyorum."

Göğsümde olduğundan boğuk çıkıyordu sesi. "Ama yazacağım Teğmen, kırılmayacak kalemim." Göğsümde duran kafasına bir ton öpücük bıraktım. "Söylesene, nasıl izin vereyim yok olmana?" Kafasını yavaşça kaldırdı ve baktı bana. "Bana bir şey olmayacak korkma. Kim nerden bilsin? Sen söylemezsen kimse bilmez ki? Bari vatanım için bunu yapayım, izin ver." Yanağına elimi yasladım ve burnunun ucuna bastırdım dudaklarımı. "Kurban olduğum sen yaz, sabaha kadar yaz. Gerekirse ben basarım, dağıtırım." Gülümsedi ve uzanıp, çeneme bastırdı dudaklarını. "Ama babam geliyormuş ve bulacağım diyor. Korkuyorum, sana zarar verirse onu öldürürüm biliyorsun değil mi? Ülke karışırmış, insanlar kendini öldürürmüş umrumda olmaz. Saçının teline dokunduğu an yakarım burayı biliyorsun değil mi? Ben sana bir fiske vurmamışken, babam değil canım gelse dokunamaz sana. Sana ben bile dokunamam, ellerim kırılır yapmam bunu."

"Teğmen..." Uzandı ve yanağıma bastırdı dudaklarını. "Beni böylesine seviyorsun ya, gitmek istemiyorum hiç. Baksana bana, daha düne kadar nefret dolu olan, hırçın olan benim nefesimi kesiyorsun." Kollarımı okşadı ve boynuma sokuldu tekrardan. "Daha çok konuşacak zamanımız olacak, bak en büyük ödül bu. İspatlayamazlar, beni bulamazlar. Bu sefer kaçmam, ellerini, gerekirse ölü bedenim ile bile tutarım ama direnirim." Saçlarını okşadım, kokusunu soludum. "Sen ve ben... Biz birbirimizi seviyorsak bundan büyük ispat olur mu? Bundan büyük direniş olur mu?"

Son kez öptü alnımdan ve geri yerine yerleşti. Sıkıca sarıldı boynuma ve soludu kokumu. "Olmaz, olmayacak. Hani dedim ya bu yüzyılın Seokjin ve Taehyung'unu kabul etmezler diye. Varsın etmesin kimse, ben bile bizi kabul etmişken kime laf düşer?" Daha sıkı sarıldım ve çektim kendime. Kulağına yaklaştım ve isminin sebebini söyledim. "Sana neden Elfida diyorum biliyor musun? Türk asıllı bir asker vardı zamanında burda, annesi türkmüş. Birkaç türkçe şarkıyı dilimize çevirmişti, orda gördüm Elfida ismini. Hikayesi çok güzel dinlemek ister misin?"

Heyecanla gözlerini kaldırdı bana doğru ve kafasını sakince salladı. "Bir şarkıcı varmış, hasta bır kızın ölümü sonucunda yazmış bu şarkıyı. Bir gün doktor odasındayken ve doktorlardan biri gelip ona "Beyefendi, bu kızı gözden çıkartın." demiş. Yanında da müzisyen arkadaşı varmış. O arkadaşı ona, "Arapça bir kelime olan Elfida, feda etmek anlamındadır. Bu sözcük bir şeyi gözden çıkarmak anlamında da kullanılabilmektedir." Dediği an birbirlerine sarılıp, ağlamışlar. Kısacası Elfida, gözden çıkartılmak zorunda kalan bir küçük kızın hikayesi."

Dolu gözleri ile bana baktı, "bu yüzden senin Elfida'n ben miyim? Ama neden? Yaşıyorum ya ben, ölmedim." Uzandım ve öptüm şakağından, anlamasına ve ona söylemem için henüz erkendi. "Sana o şarkıyı söylememi ister misin?" Burnunu hafifçe çekti ve kafasını göğsüme sürtüp, onayladı beni. Önce saçlarını okşadım ardından kulağına fısıldadım. Tüm sözleri bıraktım kulaklarına, uyuduğu belliydi. Son satırı fısıldadım saçlarından öperken.

"Elfida, bir belalı başımsın.
Elfida, beni farketme sakın.
Omzumda iz bırakma, yüküm dünyaya yakın.
Elfida, hep aklımda kalacaksın."

Sıklaşan nefes alışverişleri ile uyuduğunu anlamıştım, gülümsedim ve yüzünü kendime doğru hafifçe çevirdim. Pürüzsüz tenine yaklaştım ve koklaya koklaya öptüm tüm tenini. "Elfida'm benim feda ettiğim..." Öptüm gözlerinden, kirpiklerinden... "Elfida'm benim sevda'm, varlığım ve tüm gücüm." Sessiz fısıltılarım eşliğinde kıpırdandı, gözlerinin güzelliği öpülesi duruyordu. Uzandım ve son kez öptüm onu. Uyursam ve uyandığımda kollarımda olmazsa diye uyumaya korkuyordum. Ama on beş senenin sonunda kavuşmak, yüreğimi yormuştu. Uyku gözlerime hücum ederken, aslında aşık olduğu adamın bir vatan sevdalısı olduğu gerçeğini bıraktım ortamıza.

"Ben Kim Seokjin, Güneyden Kuzey Tarafına gönderilen bir ajandım."

-

*: Taehyung'un ağzından olması gerektiği için, mektupta biraz değişiklik yaptım ve eklemeler yaptım. Alt paragraf ise tamamen bana ait. Asıl mektup Hilal'in Leon'a yazdığı bir mektup.

Ben bu kitabı yazarken Vatanım sensini izlememiştim. Ama haberim olmadan yazdığım yerlerde yorumlarda görünce hemen Tumblr'a koştum ve cennet gibi bir yere düştüm. İlham aldım, alıntılar yaptım ve her zaman bunu belirttim. Aldığım mektupların orjinali öyle değil, Taejin'e uyarlıyorum her seferinde. Haberiniz olsun, ben ekleme yapıyorum. Kitaba final verdiğim vakit, Vatanım sensini izleyeceğim.

Elfida ismini ise Haluk Levent'in şarkısını dinlerken birden konunun şekillenmesi sayesinde koymuştum. İyi ki yapmışım, hikayeye ve Taehyung'a uyan tek hitap buydu. Gardenya ise birden önüme hikayesi ile çıkan harika bir rastlantıydı.

Her geçen gün bölüm kelime sayım artıyor. 4K oldu, umarım sıkılmazsınız.

Sevgilerle.


Continue Reading

You'll Also Like

3.6K 206 7
yeni tanıyacaklar için 💓
1.6K 328 11
Jeno, ailesiyle girdiği bir iddia için Jaemin'e sahte sevgili olmayı teklif eder.
786K 64.6K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
11.8M 578K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...