Zifiri Karanlıkta Gezinenler...

By bnsarac

5.6K 692 1.4K

"Tik." gözlerimi anında açtım ve önümdeki boş sokağa baktım. Bu sesi çıkarabilecek hiç bir şey yoktu sokakta... More

Giriş
2. Bölüm "Kan ve Yalnızlık"
3. Bölüm "Güven"
4.Bölüm "Gecikme"
5. Bölüm "Hatalar ve Çözümler"
7. Bölüm "Kurşunlar Ve Gözyaşı"
8. Bölüm "Beklenmedik"
9. Bölüm "Yeniden"
10. Bölüm "Yanlışlık"
11.Bölüm "Ölü Meydan"
12. bölüm "Kabus Diyarı"
13. Bölüm "Şifreler"
14. Bölüm "Kitaplar ve Delilik"
15. Bölüm "Rüzgar Senfonisi"
16.Bölüm "Hata (1)"
17. Bölüm "Hata (2)"
18. Bölüm "Yol"
19. Bölüm "Renkler"
20. Bölüm "Zaman Kapanı" (1)
21. Bölüm "Zaman Kapanı" (2)
22. Bölüm "İsyan"
23. Bölüm "Karşı-t-laşma"
24. Bölüm "Koca ormanda bir biz (1)"
25. Bölüm "Koca ormanda bir biz (2)
26. Bölüm "Bildiklerimden"
27.Bölüm Mitler ve Gerçekler
28. Bölüm Mitler ve Gerçekler 2

6.Bölüm "Vazgeçiş"

297 40 89
By bnsarac

Derin bir nefes alarak anın şokunu atlatmaya çalıştım.  Bir şey olmamıştı. Bu olmayacağı anlamına gelmiyordu ama 3  dakika içerisinde beni farkedememişlerse bu saatten sonra farkedemezlerdi. Yani en azından Min Jae'nin söylediği buydu. 

Uygulama ağı normal olarak kullanmanın dışında bu ağa bağlı bazı şeyleri görebilme ve kısmi olarak kontrol edebilmeme de izin veriyordu. Riskli işleri sonraya bırakıp öncelikle dünya genelinde ne olduğunu görmek istedim. Ama burada durum bu haldeyse tüm dünyada da böyle olması gerekmez miydi? Yine de bir umutla arama motoruna Son Haberler gibi bir şey yazdım.  Ancak bakamadan ışıklar açıldı. Telefonu üstümdeki eşofmanın cebine koydum.

Herkes yataklardan kalktığında ben de ranzadan aşağı inmiştim. Günlük kıyafetlerimizi giyerken telefonu zor bela bir şekilde yeni giydiğim pantolonun beline sıkıştırdım. Cebime koysaydım yine bir yerlere düşürebilirdim. Bu riski yeniden almak aptallık olurdu. 

Günlük işleri yapmak için yürürken aklım planlarla doluydu. John ile bir şekilde iletişime geçmem gerekiyordu ama bunu yüz yüze yapmak çok zordu. Tamam oldukça dikkat ediyorduk ama yine de bu çok tehlikeliydi. Cep telefonunu yanında getirdiğini söylemişti. Nefes verdim.  Onun telefonunu da ağa bağlayamaz mıydım ki? Belki de uygulamayı biraz daha karıştırmalıyıdım. Min Jae uygulamayı biraz daha karıştırırsam farklı şeyler bulabileceğimi söylemişti ama aynı zamanda bana sormadan o farklı şeyleri denemeye kalkma da demişti. 

Açıkçası bu uygulamayı sadece Min Jae'nin yanındayken bir kaç kez kullanmıştım. Los Angeles'a geldiğimizden beri de hiç girmemiştim bile. Bu yüzden farklı olarak ne özelliklere sahip olduğunu bilmiyordum. Ama sanırım artık denemenin vakti gelmişti. Beni yakalayacak bir siber suçlar bürosu falan da kalmamıştı. Ne kaybedebilirdim ki?

Acaba şu an Min Jae ne haldeydi? Min Jae geceleri uyumak yerine ne olduğunu bana söylemediği işlerle uğraşırdı. Bu yüzden onun da uyanıklardan biri olma olasılığı çok yüksekti. Ama acaba yakalanmış mıydı? Birden dehşete kapıldım. Ya öldürülmüşse? Sonra belli belirsiz kafamı iki yana salladım. Min Jae dikkatli biriydi. Yakalanmazdı. Ama daha sonrasında uyumuş da olabilirdi. Gerçekten... bilemiyordum. 

Düşüncelerimle çok meşgulken birden telaşlandım. John nerdeydi? Onu gördüğümde direkt yüzüne baktım. Açık konuşmak gerekirse onu da kaybetmekten korkuyordum. Ancak neni gözlerini kırparak selamlayınca rahatladım. Bende aynı şekilde karşılık verdim.  İletişim kurabilmemiz için bir çare bulamamış olmam canımı sıkıyordu. Egzersiz yaptıktan sonra yemekhaneye ilerlerken sırada yan yana gelmeyi başardık. Yemeklerimizi aldıktan sonra da yan yana oturduk. Yemek yerken hala bir şeyler bulmaya çalışıyordum.

Eğer John'un telefonunu da ağa bağlamayı başarabilirsem iletişim kurabilirdik. Ama nasıl yapacaktım ki? Çatalımı tabağımdaki havuca batırırken birden aklıma uygulamayı paylaşmak geldi. Ama olur muydu ki? Bir şey yokmuş gibi yemeğimi yemeğe devam ederken sağ elimle telefonu belime sıkıştırdığım yerden çıkarttım. John ise kaşlarını çatıp bana baktıktan sonra önüne döndü. "Ne yapıyorsun?" diye fısıldadı. Omuz silktim. Bu hareketlerim rahatlıktan değildi. Aksine çok rahatsızdım. Uyumadan ne kadar dayanabilirdik ki? 

Telefonu açtım. Uygulamaları paylaş tuşuna bastıktan sonra seçenekler arasında FHT uygulamasını aradım. Tabii ki yoktu. Bu normal bir uygulama değildi. Ne bekliyordum ki?  Nefes vererek telefonumu aldığım yere geri koydum. Yemelerimizi bitirdikten sonra tabakları bir köşeye yığıp sıraya geçtik. Aklıma gelen başka bir fikri John'a söylemek için biraz ilerlemeyi bekledim. 

"Bu konuda bana güvenir misin bilmiyorum ama.." diye başladıktan sonra duraksadım. Devam etmem için bir anlığına bana baktı.  "Aklımda bir fikir var. İletişim kurabilmemiz için. Bunun için bana telefonunu verebilir misin?" diye hızlıca sordum. Dik duran omuzlarını hafifçe serbest bıraktı. Yüz ifadesinden düşündüğü belliydi ; hafifçe kaşlarını çatmış, gözlerini kırpıştırarak doğru seçeneği bulmaya çalışıyor gibiydi. Apaçık bir şekilde onu incelediğimi farkedince önüme döndüm. Kendimi kurşuna dizdirmeye falan çalışıyordum sanırım. 

Bir süre daha yürüdükten sonra John elini cebine attı ve tahmin ettiğim kadarıyla telefonunu çıkarttı. Daha sonra elime tutuşturulan dikdörtgen, metal şeyi hissedince tahminimin doğru olduğunu anladım.Telefonu verirken "0826"diye mırıldandı. Bu telefonun şifresi olmalıydı. Telefonu cebime koydum. Başkasının telefonunu belime sıkıştırmam pek hoş bir davranış olmayabilirdi değil mi? Zaten egzersiz süremiz de bitmişti. Yine tahminime göre şuan duş almaya gidiyor olmalıydık. 

Bu koridorlarda yürümekten bıktığımı düşündüm, daha ne kadar daha bu programla devam edeceğimizi bilmiyordum ama daha 3.gündeydik sanırım. Pes etmek için çok erkendi. 

Plana uygun olarak odalara dağıldıktan sonra herkes ikişer ikişer duş almaya ilerledi. Elime temiz kıyafetlerimi aldıktan sonra kıyafetleri önümde tutarak ellerimi gizledim. Telefonları alıp temiz kıyafetlerin cebine koydum. Sonuncu olarak ben de duş almaya ilerlerken benimle birlikte içeri girenin Sam olduğunu farkedince bir anlığına şaşırsam da bunun bir tesadüf olabileceğini düşündüm. 

Acaba onu uyandırmanın bir yolu yok muydu? Mesela bu gece uyumasını engelleseydim ne olurdu? Ya da bunu yapmak mümkün müydü?  Saçımı şampuanlarken başımı iki yana salladım. Mümkün olsaydı bile bunu farkedilmeden nasıl yapacaktım ki? Bunu yapabilmem için uzaktan beynini hacklemem falan gerekirdi. Sonra düşündüğüm şeye güldüm. Böyle bir şey yapabilseydik kesinlikle güzel olabilirdi. 

Daha sonra sanki kafamda bir zil sesi yankılandı. 3 gündür bunun yeni aklıma gelmiş olması çok saçmaydı.  Bu bir bilim kurgu filmi olsaydı bunu kesinlikle filmin başında tahmin ederdim. Kesinlikle televizyonda gözüktüğü gibi değildi. Bunca insanın aynı şeyleri yapması beyinlerinin kontrol edildiği anlamına geliyordu. Evet, elbette. Bu koskocaman şey üzerinde neden düşünemiştim ki daha önce?

Ve sadece uyuyanlar etkileniyordu. İşte bu noktada biraz durup düşünmem gerekti. Neden sadce uyuyanlar etkileniyordu? Aklıma duyduğum tiktaklar geldi. O sesler bir sinyali temsil ediyor olabilir miydi? 

Bu soruları daha sonra düşünmek üzere bir kenara ittikten sonra işimi çabucak bitirmeye çalıştım. Kıyafetlerimi de giydikten sonra kabin kapağını açtım ve kirlileri köşedeki sepete bıraktım. Arkamı dönünce aniden Sam ile karşı karşıya geldik. Bir anlığına donakalsam da kenara çekilip geçmesine izin verdim. Sinirle nefes verdim. İçimden söyleniyordum.

Aptal çocuk. Hem hiçbir halttan haberin yok hem de orada burada karşıma çıkıp sinirlerimi bozmaya devam ediyorsun. Gerizekalı. Sabah yaptığın şeyi unutmadım!  Hele bir uyan o zaman göreceksin gününü.

Tabii bunları Sam'in de duymasını çok isterdim. 

Yataklara ilerleyince günün ne kadar çabuk geçtiğini düşündüm. Aklımda sürekli bir şeyler olunca vaktin nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Yataklara ilerleyince yukarı çıkmak için ayağımı  merdivene attığım sırada Sam de yatağına bir dizini yaslamıştı daha sonra aniden kolumu tuttu. Şaşkınlıkla ona döndüm. Kameranın kör noktasında oluşumuzu fırsat bilerek geri çekilmedim ve merakla bekledim. 

Gözlerinde bir yanıt arar gibi tam gözlerinin içine baktım. Sen kimsin? Sanki beni tanır gibi bakmıştı. Daha sonra sertçe kolumu bıraktı. Tekrar yatağına yönelmeden önce gözlerindeki yabancılaşmayı görmüştüm. Hayal kırıklığıyla yatağıma döndüm. Bir karmaşa yaşıyordu. 

Geçen gün gördüğüm sarı saçlı kız gibi davranmıştı. Bizi yönetmeye çalışan insanlar bunu her nasıl yapıyorlarsa kontrole devam etmeleri için bizi uyutmaya devam etmeleri gerekiyordu sanırım. O kızın garip davranışlarını...diye düşünürken duraksadım.  Garip mi? İnsani davranışlar artık bana garip geliyordu resmen. Neyse ne diye düşündüm. O kızın insani davranışlarını da yatma vaktinden önce görmüştüm. 

Belki...belki gerçekten de Sam'i geri döndürmenin bir yolu vardır. Gözlerimi sıkıca yumup tekrar açtım. Bunu da daha sonra düşünülecekler listeme ekledim.

Tıpkı dünkü gibi yorganla kendimi kapattıktan sonra telefonları çıkarttım. Uygulama benim telefonumdaki hafıza kartında kayıtlıydı. İki telefonun da arka kapağını olabildiğince sessiz bir şekilde çıkarttıktan sonra hafıza kartımı çıkarttım. John'un telefonundaki kart bölmesi boş olduğu için direkt olarak kartımı onun telefonuna taktım. 

John'un telefonunu yeniden başlatıp kartın algılanmasını bekledim. Telefon açılınca ekrana dokundum ve bana söylediği şifreyi girdim. Amacım dosyalarım kısmından uygulamayı bulduktan sonra uygulamayı cihaza kopyalamaktı. 

Uygulamayı bulduktan sonra kopyalamaya çalıştım. Ancak olmadı. Sinirle nefes vermeme engel olamadım. 

Bu ne sinir bozucu bir uygulamaydı böyle?

Telefon ekranına boş boş bakmayı sürdürdüm. Pekala her şeyde başarılı olmam imkansızdı. Biraz toparlanmaya çalışarak gözlerimi tavana diktim. 

Farklı şeyler düşünmeye çalışıyordum. Bir an buraya gelme amacımı unuttum. Bir an paniğe kapılsam da Ruth'u hatırladım. Tabii tek sebep Ruth değildi. Sonra yeniden paniğe kapıldım. Ruth'un yüz hatlarını hatırlayamıyordum. Bir an kalakaldıktan sonra hatırlamaya çalıştım. 

Açık kumral ,hatta neredeyse sarıya yakın bir kumral, saçları vardı. Upuzun kirpikleri vardı. Gözlerini açıp alttan alttan bana baktığında onu tıpkı bir kedi yavrusuna benzetirdim. Hafif tombul yanaklı, soluk benizli bir kızdı. Ben yüz hatlarını beğensemde o yanaklarından hoşlanmazdı. Bense en çok yanaklarını severdim. Yanaklarını sıkmak oldukça eğlenceliydi çünkü. Aslında şu anda oldukça net hatırlıyordum onu. Belki de uykusuzluktan kafam karışmaya başlamıştı.

Telefona bakınca John'u düşündüm. Gerçekten çok belirgin elmacık kemikleri vardı. İçe göçük yanaklarıyla oldukça zayıftı. Tamamen keskin yüz hatlarının aksine oldukça sakin ve cana yakındı. Gözlerini kırparak selam veren bir insan olması onu sevmem için yeterliydi. Utangaç ve sessiz bir yapısı olması ise insanlara karşı ilk adımı atamadığının bir göstergesiydi. Onun gibi insanları severdim. İnsanlarla hemen samimi olamasa da samimi olduktan sonra onlara asla ihanet edemeyen kişiler olurlardı. Nazik ve sevimli. 

Sam ise gözünün altındaki beniyle oldukça sempatik gözükürken siyah ve alnına meydan okurcasına dökülen saçlarıyla oldukça antipatikti. Sam kararsızdı. Hem hareketleriyle hem de görünüşüyle. Nasıl olması gerektiğini bilmiyordu ama nasıl başarıyorsa aynı anda ikisini de olabiliyordu. Antipatik dediğime bakmayın. Sam kesinlikle nefret edebileceğiniz ya da sevimsiz olduğunu düşünebileceğiniz biri değildi. Aradaki dengeyi o kadar iyi koruyordu ki bunu kendi isteğiyle yapıp yapmadığından bile emin değildim. Yüz hatlarını anlatacak kelimeyi tam olarak bulamıyordum. Oldukça yumuşak ve pamuk gibi bir his bırakıyordu onun yüzüne bakmak. Tatlıydı. Evet...sanırım.

Daha sonra düşündüklerime güldüm. Bir psikoloji öğrencisi olarak sürekli kişilik analizi yapmam çok saçmaydı. Onları daha iki üç gündür tanıyordum,ne bilebilirdim ki ?

Uykusuzluktan dolayı hafızamı kaybedip kaybetmediğimi kontrol ettikten sonra telefona geri döndüm. Ekrana bir süre baktıktan sonra uygulamaya girdim. Min Jae nasıl yüklemişti bu uygulamayı yahu? 

Uygulamayı karıştırmaya başladım. 

Wi-fi bağlantı ayarları gibi bir seçenek görünce tıkladım. Başlıklarda göz gezdiriyordum. 

Ağ bilgileri adlı kısmı görünce tıkladım. Bağlantı yerinde okuyamadığım yazılar yazıyordu.   Ağın ismi ise ondan daha saçma bir yazıydı. Yazı denir miydi bilemiyordum. Çizgiler, semboller ve dalgalar. Evet, sanki resim çizmişler gibi bir şeydi. Çince olmadığından emindim, en azından onları uymasa bile bildiğimiz bir şekle benzetebiliyorduk. Zaten hiçbir şey anlamadığım için çıkacaktım ki altta Wi-fi şifresi yazısını görünce duraksadım. Şifreyi görünür hale getirdim. 

Şifreyi görür görmez yüzümü buruşturdum. Bu saçma sapan alfabe de neydi? Bu şifreyi bilmem hiçbir işe yaramıyordu çünkü bu şifreyi yazabilecek bir klavyeye sahip değildik. 

Daha sonra oradan çıktım ve uygulamayı karıştırmaya devam ettim. Anlamadığım bir sürü şey vardı. Demek ki o kadar da kolay bir uygulama değildi. Aşağıya indiğimde Ağı Yönet kısmını görünce bu sefer oraya girdim. İşe yarar bir şey yok gibi gözüküyordu. En aşağıya kaydırdığımda Ağı Paylaş yazısını görünce anında oraya tıkladım. Ancak karşıma çıkan şeylerden hiçbir şey anlamamıştım. İçimden keşke Min Jae burada olsaydı diye mırıldanmama engel olamadım. 

Biraz daha uğraştıktan sonra telefonları bırakmaya karar verdim. Şarjımızı bitirmemem gerekiyordu. Zaten yarım saat veya bir saat sonra ışıklar açılmıştı. 

Zar zor yataktan kalkabildiğimde kendimi önceki günlere kat kat daha yorgun ve bitkin hissediyordum. Ki bu çok normaldi. Kesinlikle bir mucize yaşanmak zorundaydı. Yoksa ne ben ne de John daha fazla dayanamazdık. 

Kapıdan çıkınca yan tarafımızdaki kapıdan çıkan sıraya baktım. John sol taraftaki odadaydı. Gözlerim onu arıyordu. Koridorlardan geçip egzersiz salonuna gidene kadar onu bir türlü göremedim. Sonunda göz göze gelebildiğimizde gözlerine baktım. Gözlerini kırpınca rahatlayarak bende gözlerimi kırptım. Bu birbirimizi kontrol etme yöntemimiz haline gelmişti. 

Daha sonralarda bir ara tekrardan yüzüne bakma fırsatı yakaladığımda gördüm. Göz altları morarmış, zaten zayıf olan yüzü daha da zayıflamıştı. Gerçekten ama gerçekten kendim için olmasa da onun için bir çare bulmak istiyordum. Yemek yedikten sonra koridorda konuşma şansı bulduk. 

Mutsuzca "Bir yol bulamadım." diye mırıldanarak telefonunu ona geri verdim.  Biraz duraksadıktan sonra "Olsun, kolay bir şey değildi zaten." dedi. Daha sonra hızlıca telefonumdaki uygulamadan ve ne yapmaya çalıştığımdan bahsettim. Düşünceli bir şekilde başını salladı. Kısa boylu olmam kalabalığın arasında rahatça onun yüzüne bakmamı sağlıyordu. 

"Bu sefer de telefonları bana versen olur mu?" dediğinde biraz düşündüm. Geçen sefer o bana güvenmişti. "Güvenme sırası sende." diye mırıldandığında telefonumu çıkartıp ona verdim. Açıkçası pek umudum yoktu ama belli olmazdı. Her şeyden umut besleyebilecek haldeydim açıkçası. 

Bu günü de zar zor bitirebilip odalarımıza döndüğümüzde nasıl uyumadan duracağımı düşünüyordum. Kaç gündür uyumadığımı hatırlayamıyordum. 4 müydü? Aklım karışıyordu. Bazen ne yapacağımı bile unutuyordum. Önceki günler telefonumla uğraşabilmiştim ama bugün uğraşabileceğim bir telefonumda yoktu. Yatağıma uzandığımda hafifçe nefes alıp verdim ve yan dönerek duvarları, ranzaları, odadaki her gün gördüğüm insanları tek tek inceledim. Farkında olmadan ne zamandan kalma olduğunu bilmediğim bir anıya sürüklendim. 

Gecenin geç bir saatinde parktaki salıncaklara Ruth ile yan yana oturmuştuk. Normalde bu saatte sokakta oturmamıza ailemiz izin vermezdi ama park Ruth'un evinin çaprazındaydı. Sınavlarımız yeni bitmişti ve tüm hafta çalışmaktan dolayı beyinlerimiz iflas etmiş haldeydi. Birlikte sadece oturuyorduk, öylece konuşmadan. Hava gerçekten soğuktu ve rüzgarda inadına inadına sırtımıza doğru esiyordu. 

Öylece boş sokağı incelerken bir yandan da köşedeki otomattan aldığımız dumanı hala üstünde olan kahvelerimizi içiyorduk. Tatlı kahve sevmediğim için içtiğim şeyden pek memnun olmasam da başka sıcak içecek bir şey yoktu. Kahveyi içmek yerine ellerimi karton bardağa sararak ellerimi ısıtmaya çalıştım. O sırada Ruth telefonundan sakin bir müzik açtı.  

Bir süre sonra sohbetin nereden açıldığını bilmesem de gelecek hakkındaki hayallerimizden bahsetmeye başladık, önümüzdeki bir sürü engeli yok sayarak... Hayallerimiz genellikle birbirimizinkine benzerdi. Ruh eşi gibiydik, zaten bu kadar iyi anlaşabilmemizin sebebi de buydu. Yoksa ben insanlarla kolay anlaşabilen bir insan değildim. Eğer tabirim yanlış değilse biraz yabaniydim doğrusu. Tabii bu huyum daha sonra değişmişti. Üniversiteye başladığımda sosyalleşmek için her yolu deneyen bir oluvermiştim orası ayrı mesele. Ama yine de Ruth olmasaydı şuan ki insan olamazdım muhtemelen. 

Daha sonra birden kendimizi tatil planı yaparken bulduk. Hep böyle olurdu. Nerden geldiğimizi bilmeden böyle planlar yapardık. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini bilmeden. Bu anının üzerine hafifçe gülümsedim. Şimdi olduğumuz yer kesinlikle tatil planımızda yoktu. 

Bunca düşüncenin arasında Ruth'un nerede olduğuna bakmaya bile fırsatım olmamıştı. Ruth bilmediğim bir yerdeydi. Sahi, ben de bilmediğim bir yerdeydim. Bir çare bulmak için bildiğim iz her şeyi kullanmaya çalışıyorduk ama... işe yaramıyordu. Gerçekten...çok çaresizdik. Bu karmaşada belki farkedememiştik ama ölebilirdik. Çok riskli bir şey yapıyorduk.

O anda gözlerimi kapatıp diğer herkes gibi uyuma isteğiyle dolup taştım. Uyuyup, hiçbir şeyin farkında olmamanın bu kadar rahatlatıcı olabileceğini hiç düşünmemiştim. Ama bu yorgun vücudum ve sızlayan gözlerimle birlikte bu fikir...çok cazip geliyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

376K 5.2K 10
İlk on bölüm harici yayında değildir. Bölümlerin kalanını Dream'dan okuyabilirsiniz. "Kalbi atan tek kişi olarak, fazla ses çıkartıyorsun." diyerek g...
88.4K 7.3K 35
Vampir/Gizem "Kanında akan karanlığın laneti ve kalbinde aydınlığın ışıklarını taşıyan bir günahsız." Lucie Wizard, hayatını geçirdigi adı pekte bili...
ZAMAN TRENİ By Ceyda

Science Fiction

217K 19.4K 59
2082 yılında suçluları taşıyan, onları tarihin en kötü zamanlarına terk eden bir trende kaderleri görünmez bir iple bağlanmış iki mahkumun hikayesi. ...
1.8M 95.8K 45
Zengin, şımarık ve akıl almayacak derecede çılgın olan Pera verdiği büyük parti sonucu kendini dedesi ve babaannesinin yaşadığı köyde, çiftlik evinde...