Cehennem Savaşları

Por HunHanTurkey

109K 7.7K 1.3K

Çivi gibi sert ateş kadar yakıcıydı Luhan. Babasının intikamını almaya kararlıydı Luhan. Öyle ki asla yapmama... Más

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm (M)
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm M
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
FİNAL

3. Bölüm

3.9K 323 54
Por HunHanTurkey

Yazar; Özge Meral


“ Aslında hiçbir şey göründüğü gibi değildir.”

Dövüşmeyi bilmeyen biri için meydan okumak aptallıktır. Ancak dövüşmeyi bilmesine rağmen bir deve meydan okumak ; işte buda aptallıklar listesinde üst sıralarda yer alıyordu sanırım.

Üzerimde gezinen onlarca göze inat bakışlarımı kahverengi gözlerden ayırmadım. O gözlerde anlam veremediğim, çözemediğim bir gizem saklıydı sanki. Sanki karşımdaki adam aslında göründüğü kişi değildi. Sanki katmanlarının ardında bambaşka biri vardı. Böyle bir durumda neden Sehun denen adamın gözlerini düşündüğüme anlam veremiyordum.

Yumruklarımı sıkıp, derin bir nefes aldım ve güç almak için zihnimdeki simsiyah gözlere  odaklandım. Babamın gözleri biraz korku, biraz endişe ama hepsinden çok gururla bakıyordu yüzüme.

Ben senin oğlunum baba. Asla kaçamam.

Gözlerimi derin bir iç çekişin ardından aralayıp düşmanımla yüzleştim.

Bir kere bu yola girmiştim, artık geri dönüşü yoktu.

Bacaklarımı aralayıp yumruklarımı göğüs hizama kaldırıp pozisyonumu aldım. Yaptığım hareket çevremdekileri kahkaha tufanına sokarken o kahverengi  gözlerde gördüğüm neşe parıltıları mıydı ?

Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını onlara kanıtlayacaktım. Yumruklarımı tırnaklarımın avuç içlerime batmasına aldırmadan sıkıp ilk saldırımı yaptım.

Yerdeki tozları havaya kaldırarak koşup havaya sıçradım ve Sehun’un kafasına afili bir tekme savurdum.

Tabanlarımı sızlatan bir sertlikle yere saplanıp başımı Sehun’a çevirdim ve  saldırımdan kurtulmak için sadece geriye doğru bir adım atmakla yetindiğini fark ettim. Harika !

Hırıldayarak doğrulup karnına okkalı bir yumruk geçirmeye çalıştım. Sehun’sa basit bir el hareketiyle yumruğumda kurtuluverdi. Ardından nefes dahi almadan tekmelerimi ve yumruklarımı konuşturmaya devam ettim.

Ama saldırılarımın hiç biri sonuç vermiyor, Sehun her birinden ustalıkla sıyrılıyordu. Asıl sinir bozucu olan saldırılarımı savuşturmak dışında hiçbir şey yapmamasıydı. 

Dövüşmüyordu. 

Öylece ayakta durmak dışında tek bir kasını oynatmıyordu.

Yumruğumu böbreklerine indirmeye çalışırken “ Benimle dövüş !” dedim tıslarcasına.

Büyük elleri sıkılı yumruklarımı iteleyip rüzgarda savrulan saçlarının arasından baktı yüzüme.

“  Ben yalnızca benimle dövüşmeyi hak edenlerle dövüşürüm.”

Dakikalar sonra beyefendinin ağzından dökülen ilk sözlerdi bunlar ve beni kudurtmaya yetmişte artmıştı bile.

Buraya hangi koşullar altında gelip neleri feda ettiğimden habersiz sadece bana bakıyorlar ve yargılıyorlardı. Onunla dövüşmeyi hak ediyordum. Tıpkı diğerleriyle olduğu gibi dövüşülmeyi hak ediyordum.

Onlara ‘ bu şeyin’ neler yapabildiğini gösterme vakti gelmişti sanırım. Babamın her zaman yapmama kızdığı hamleyi yapmak için toprak alanda gerileyip avuçlarımın göreceği zararı düşünmemeye çalıştım.

Üzerimdeki gözlere aldırmadan hızla öne doğru iki uzun adım atıp havaya sıçrayarak bedenimi savurdum ve takla atmaya başladım. Avuçlarım zemine her çarpışınca dehşet verici şekilde sızlasa da umursamadan takla atmaya devam ettim. Bedenim adeta havada süzülüyordu. 

Herkesin şaşkın bakışları altında bacağımı sertçe savurup Sehun’un boynuna isabet ettirdim.

Yere çakılışım az önceki gösterim kadar zarif olmasa da hala iki ayağımın üzerinde duruyordum. Ortama hakim olan sessizliği Donkor’un gürlemesi bozdu.

“ Gösteri bitti, dağılın !”

Bakışlarımı kaskatı dikilen Sehun’dan ayıramıyordum. Birkaç saniye sonra tıpkı dövüştüğümüz zamanki kaygısız tavrıyla yanımdan geçip gitti. Her şeye rağmen yaptığım hamlenin onu şaşırttığını fark ettim.

Buradaki hiçbir savaşçı benim yaptığım hareketi yapamazdı. Havada taklalar açarak süzülmek ağırlığı ve dengesi iyi olan kişilerin yapabileceği bir hareketti. Koca cüsseleri ve boğum boğum kaslarıyla savaşçılar bu hareketin dışında kalıyordu.

Kalabalık homurtular çıkartarak dağılırken Donkor koluma yapışıp üzerimize çevrilen bakışlara aldırmadan beni ormanın içine sürükledi. Şırıl şırıl akan nehrin kenarına geldiğimizde berrak suyun üzerine düşen gün ışıkları can alıcı bir güzellikte adeta göz kırpıyordu.

Donkor parçalanmış avuçlarımı nehrin serin suyuna sokup pislikleri ve kanı temizlemeye başladı. Acıyı görmezden gelmek için dudaklarımı dişlerken Donkor kesiklerin içine girmiş büyükçe bir taş parçasını çıkardığında inlemeden edemedim.

Donkor heybesinden küçük bir kavanoz çıkarıp, garip kokulu yeşilimsi bir karışımı kesiklerin üzerine sürdü. Ardından şerit şerit kesilmiş kumaşlardan ikisini alıp avuçlarımı sarmaya başladı.  Bir yandan sarıyor bir yandan söyleniyordu.

“ Eğer rahat durmazsan, canın daha çok yanar. Yol boyunca söylediğim hiçbir şeyi dinlemedin mi sen ?! Dikkat çekecek şeylerden uzak kalman gerekiyorken sen çıkmış Sehun’a medyan okuyorsun. Şu deli cesaretin yok mu , bana babanı hatırlatıp duruyorsun.”

Babamı düşünmek canımı avuçlarımdaki yaradan çok daha fazla yakıyordu. Sesime hakim olmaya çalışarak;

“ Buraya gelirken nelerle karşılaşacağımı biliyordum. Her şeyi göze aldım” diye mırıldandım.

Donkor sinirle kara kafasını sallayıp yanımdan uzaklaşırken “ Tanrı aşkına, şu çocuğun inadı yok mu… !” diye söylenmeye devam ediyordu.

Bakışlarım berrak nehre kayarken aklım kahverengi gözlerdeki gizimle işgal edilmişti.

****

“… Söylediklerimi işitiyor musun ? Bela yok. Kendini olabildiğince geri çek. Dikkat çekecek hareketler yapmaktan kaçın.  Ve gerekmedikçe konuşma. Zırhını da yarın getirmeye çalışacağım. Diğer adamlarım gibi iri olsan sana zırh bulmak daha kolay olurdu. Ah şu bol kıyafetlerinin altındaki sıska bedeni fark ederlerse… düşünmek bile istemiyorum.”

Donkor’un kızgın ama daha çok endişe dolu kara gözlerine bakıp “ Merak etme, Donkor.” Dedim belki yüzünce kez.

Donkor taş binanın içinden benim için aldığı şilteyi sürüklerken “ Merak etme demek kolay.” Diye homurdandı.

“ Zaten senin aklına uyup, nasıl bu işe kalkıştım hala aklım almıyor. Tanrım…” Donkor’un söylenen ifadesine gülümseyen gözlerle bakıp bakışlarımı ay ışığının hafifçe süzüldüğü karanlık odada gezdirdim. Bu devasa oda bundan böyle gecelerimi geçireceğim yer olacaktı.

Şiltemi odanın en uzak ucuna, küf kokularına aldırmadan karanlığın içine çekip, duvarın dibine sabitledim. Eşyalarımı heybemin içine tıkıştırıp dışarıdan yükselen sesleri takip etmeye başladım. Çok geçmeden ayaklarım beni devasa bir ateşin çevresinde sere serpe oturmuş düzinelerce savaşçının yanına getirdi. Her biri çevrelerinde olup biteni umursamadan közde kızarmış balıklara ve sıcacık görünen çöreklere yumulmuştu. Midemden dünden beri bir şey yemediğimi belli eden yüz kızartıcı bir gurultu yükseldi. Bakışlarım ellerindeki balıkları koca lokmalarıyla yutan adamlara kayarken aralarından geçip nasıl yemeğe uzanabileceğimi düşünmeye başladım. Öylesine sık ve dip dibe oturmuşlardı ki kimseyi rahatsız etmeden geçmem mümkün değilmiş gibi görünüyordu.

Acaba, rica etsem… Tanrım, ben bir erkektim! Erkek gibi davranmam gerekiyordu.
Evet, yapmam gereken diğer savaşçılar gibi olmaktı. Umursamaz , kaba ve pis.
Pekala, yemeğimi yedikten sonra ellerimi yıkadığımı herkesten gizleyebilirdim.

“ Kaba ol.” Dedim kendi kendime ve nezaket kurallarını tamamen unutup paldır küldür yemek yiyen savaşçıların arasına daldım. Biri elindeki tabağı düşürürken yanında duran iki kişi balıklarını öksürerek çıkarmaya başladı.

Sanırım biraz fazla kaba olmuştum. Karnım bir kez daha şiddetle guruldadığında kimseye aldırmadan koca bir balığa iştahla uzandım.

Aniden bileğime sarılan güçlü ellerle afallarken başımı şaşkınlıkla bileğime sarılan kişiye çevirdim.

“ Ne yaptığını sanıyorsun sen ?” dedi sabah  bana ‘o şey’ diyen esmer adam.

Kibar olmayı tamamen bir kenara bırakıp “ Ne yapıyor gibi görünüyorum ?” diye terslendim.

Parmaklarımın arasındaki yumuşak sıcak et bir anda çekilip alınıverdi.

“ Eğer” dedi balığımı elimden alan kızıl kahve saçlı başka bir adam. “ Yemek yemek istiyorsan, hak edeceksin.”

Çılgına dönmüş bir halde yerimde doğrulup çakmak çakmak parıldayan gözlerimi önümdeki iki adama çevirdim.

“ Burada herkesin bu yemekten yemeye hakkı var.  Bende hepiniz gibi bir gladyatörüm !”

Çıkışım savaşçıları neşelendirmek dışında hiçbir işe yaramadı.

“ Bu palavraları sahibin Donkor’a sakla. O seni kabul edebilir ama biz etmiyoruz. Şimdi iştahımızı daha fazla kaçırmadan, yaylan !”

Öfkeyle alev alan bakışlarımı tek tek savaşçıların üzerinde gezdirip sert adımlarla boş taş binaya yöneldim. Arkamdan attıkları kahkahalar kulaklarımı tırmalıyordu.

Gözlerime dolan yaşlara aldırmadan soğuk, karanlık binaya girip duvarın dibindeki şiltemin üzerine çöktüm. Midemden şiddetli başka bir gurultu yükseldiğindeyse kaba bir küfür savurup kıvrılarak uyumaya çalıştım.

Zihnim uyumak yerine babamı düşünmeye başladı. Oda bu zorlukları çekmiş miydi ? Zeytin siyahı gözlerindeki yorgun ifadenin sebebi bu muydu ? Babam bana anlatmadığı neler yaşamıştı ?

Yere çarpan tok sesle sıçrayarak doğrulduğumda şiltemin tepesinde dikilen adamı fark ettim.

Karanlığa karışacak kadar siyah olan saçları dağılmış, gözleri beklentiyle doluydu.

“ Ne istiyorsun ?”

Kibarlığın canı cehenneme.

Bakışlarını şiltemin ucuna çevirdiğinde yarım balık ve çörekle dolu tabağı fark ettim.

Yüzümdeki şaşkınlık kendini belli etmiş olacak ki, “ Midenden yükselen sesler beni sağır edecek, ye şunları “ dedi.

İkiletmedim. Babamın kesinlikle bu davranışım karşısında çıldıracağını biliyordum. Ama savaşçıların arasındayken nezaket benden oldukça uzakta gibiydi. Balığı ve sıcak çöreği neredeyse çiğnemeden yutarken beni merakla izlemesi umurumda değildi.

Nihayet tabağı silip süpürdüğümde, çocukluktan gelen bir alışkanlıkla parmaklarımı yalamaya başladım.

“ Bana neden yardım ettin?” diye sordum merakla. 

Bakışlarımı yaladığım parmaklarımdan yüzüne çevirdiğimde onu ilk kez tam anlamıyla inceleme fırsatını buldum. Dört bir yana dağılmış siyah saçları, kömür karası gözleri ve dolgun dudaklarıyla bir savaşçıdan çok bir meleğin yüzüne sahip gibiydi. Uzun boyluydu ama ne diğer savaşçılar gibi devasa ne de kasla donanmış bir görüntüsü vardı. Aslında bir savaşçıdan çok genç bir çocuğa benziyordu.

Az önce sorduğum soruyu unutup “ Sen diğerlerinden farklısın” dedim merakla yüzünü incelemeye devam ederken.

O ise cevap vermek yerine boş tabağı alıp kapıya yöneldi.

“ Bana neden yardım ettin ?” dedim yeniden bir cevap almayı umarak.

Arkasını dönmeden açık mavi gözlerini yüzüme çevirdi.

“ Fazla merak iyi değildir.” Diye mırıldandı.

Karanlığın içine karışan siluetine bakıp kaşlarımı çattım.

“ Şu insanlar bazen çok garip oluyorlar” diye mırıldandım.

“ Ben senin daha  garip olduğuna inanıyorum.” Dedi odanın ucundaki karanlığın içinden gür bir ses.

Neredeyse son dakika tuttuğum tiz çığlığı yutup, kaşlarımı daha da çatarak karanlığı taramaya başladım. Onu bulmam yalnızca birkaç saniyemi aldı. kahverengi gözler ay ışığında sırlarla parlıyordu.

“ İnsanları dikizlemekten zevk mi alıyorsun?” dedim homurdanarak.

Bir paşa gibi kurulduğu köşeden kalkmadan  başını iki yana sallayıp hafifçe gülümsedi. Karanlığın içindeki görüntüsü gerçek olamayacak kadar güzel görünüyordu.

“ Kör ve sağır olman benim suçum değil. Yaklaşık 1 saattir yanında başka birinin olduğunu bilmeden oturuyorsun. Eğer düşman olsaydım çoktan gırtlağını parçalamıştım.”

İçimden küfretmeye devam ederek bedenimi şilteme atıp kıvrıldım. Cevap vermeyecektim.

“ Düşmanın olup olmadığını bilmediğin birinin yanında uyuyacak kadar rahat mısın ?”

Gözlerimi açmadan ya da yerimden doğrulmadan huzursuzca kıpırdandım.

“ Eğer boğazımı parçalamaya çalışırsan senden önce bana uzanan uzvunu keserim, zeki çocuk.”

Parmaklarımla sıkı sıkıya şiltemin altına sakladığım hançerimin kabzasını sardım. Sessizlik rahatsız edici bir şekilde sürüp giderken, Sehun’un gözlerindeki gizemi merak ederek uykuya daldım. O gözler beni uykumda bile yalnız bırakmayacaktı.

****

Sessizliği karanlıkta yükselen sık nefesler ve boğuk inlemeler böldü. Uyuyan binada hafif bir hareketlilik yaşanırken karanlık geceye küçük, zayıf bir siluet karıştı. Küçük siluet içli nefesler alarak birkaç metre ilerideki meşe ağacının altına kıvrıldı. Karanlık büyülü dansına devam ederken küçük siluet hala titriyordu. Onu izleyen gözlerden tamamen habersizdi.

Seguir leyendo

También te gustarán

3.8K 452 10
Dolan gözlerimi kırpıştırsam veyahut sıkı sıkı kapatsam gider mi acılarını sahiplenen gözyaşlarım? Terk eder mi vücudumu bu keder, yoksa daha da mı a...
2.1K 311 12
FESTA 3.0 BARCODE: KADI [A71B2C3C4] Kelime sayısı: 18.263
14K 2.2K 37
Illéa ülkesinde tüm gençler doğdukları günden beri sınıf atlamanın peşinde. Paha biçilmez mücevherlere, göz alıcı takımlara ancak bu şekilde sahip ol...
6.1K 655 10
"üzülme geçer." tw//self-harm,suicide