Yabani (Rulet'in Çocukları)~...

By t-dolunay

338K 20.7K 7.1K

Vahşi bir hayatın içine düşmüş narin bir beden, yabani bir adamla baş edebilecek miydi? Burası dışarıdan bakı... More

GiRiŞ
-1-
-3-
-4 (part 1)
4- (part 2)
-5
-6
-7
-8
-9-
-10/ Part (1)
-10/ Part (2)
-11
-12 Part (1)
-12/ Part 2
-/13-
/14/
-15/Part 1
-15 (2)
-16-
17/ Part (1)
_17- (Part 2)
-18
19/Part 1
19 /Part-2
-20-
_21-
22
22 Part 2
22/Part-3
-23- Part (1)
-23/ Part 2
23/(3)
24/ part1
24 Part (2)
24/ Part 3
-25-
25/2
26
27
27 (Part2)
28
29
-30- (Part 1)
-30 /2
31
FİNAL (1)
FİNAL (2)

- 2-

9.8K 573 124
By t-dolunay


Merhametin dili ağırdır.
Kimi duysa da anlamaz,
Kimi yıkımı merhamet sanar.
Kör bakmaz yarım duymazsan, edilenin de içi ısınır edenin de.

Yıkım ve tamir..
Bu ikisi değil miydi hayat döngüsü? İnsanoğlu yıkar, doğa ana tamir eder.. Kalpte böyleydi. Birileri kırar ve zaman, izi kalsa dahi yaralarını sarardı. Bu hep böyleydi. Yani televizyondan gördüğüm kadarıyla böyleydi.

"Ahğ!"
Garip bir bağırış geldi kapının önünden. Aralık tarafa kayan gözlerim, toprak zeminde sürüklenen bedeni seçti. Ardından kayıp gittiği toprağa karışan kanı..

Sünger gibi içine, temiz kahverengiliğine çektiği pas kokulu sıvıyı, yok etmek ister gibi içinde sakladı. Yavaşça gözlerimi koyu renk duvarlarına ışığı vuran, küçük televizyona çevirdim ve pusuya yatmış kaplana tekrar odaklandım.

Büyük kedi sinsice dikeldi ve hızla avına, yavru ceylana doğru koştu. Yenilmeyi bekleyen küçük av, su içtiği dereden başını kaldırdı ama daha ne olduğunu anlayamadan yan taraftan yakalandı. Bir kaç ısırık ve eti seğiren ölü ceylandan kamera sakallı adama döndü.

Şevkle, aslanın nasıl avlandığını anlatırken, ekran ikiye ayrıldı ve yavaşlatılmış çekimi yanında verdiler.
Benim gibi izleyen herkes ne gördü bilmiyorum. Belki de kaplanın dişlerinin keskinliğine odaklanmışlardı ama benim gördüğüm ceylan kaçamayacağının farkındalığıyla ölümü beklediğiydi.

Haklıydı. Çok küçüktü. Bacakları aslanla yarışamayacak kadar zayıftı. Hem.. Sanırım kaçmak için çok geçti.
Gözlerimi kapatarak, eski minderli kanepeye biraz daha yaslandım.

Peki ya ben?
Ceylan olmaya devam etmeli miydim? Ya da daha doğrusu bir ceylanın aslana dönmesi mümkün müydü?
Aklımın bir tarafı gerçeği biliyordu. Bu sorunun cevabını asla yapmadığım bir şekilde öğrenebilirdim. Yaşayarak!
Kapanmaya yüz tutan gözlerimi daha fazla açık kalmaya zorlamadım.

Dinlenmeli ve güç toplamalıydım ama yıllardır alışagelmiş düzen bozuldu. Aniden kapı ardına kadar açıldı ve içeri doluşan leş kokulu adamlarla gözlerim ardına kadar açıldı.

Aynı anda sıçrayarak uyandım ama gözlerimi açık tutamayarak tekrar uykuya yenildim.

***

Dimitri kollarını önünde bağlamış, yatağında ateşler içinde yatan kızı izliyordu. Alnında oluşan ter damlarını yüksek ateşe vermişti ama sayıklamaya başlayınca kabus gördüğünü anladı.

Yeminiyle savaş halindeydi. Kız masum muydu? Yoksa değil miydi? Masumsa öldüremez, değilse hemen arkadaşının yanına yoldaş yapabilirdi. Açıkcası kıza bakmadığı süre içinde ikinci seçeneğe daha hevesliydi. "Hayır!" zayıf itiraz dolu sayıklaması ile tekrar kızın, küçük yüzünde buz grisi gözlerini gezdirdi ve anılarında ki çocuğun hortlama nedenini aradı.

O kadar muhtaç ve saf duruyordu ki en sonunda bu durumu henüz küçük olmasına bağladı.

İç çekerek kollarını indirdi ve yavaşça odadan çıkıp, ateşin başına gitti.Yanan odunları izlerken en sonunda dayanamadı ve telefonu çıkartıp Agah'ı aradı.

"Kardeşim?"
İlk çalışta hemen açan arkadaşıyla tuttuğu nefesi bıraktı.

Yavaşça yüzünü tekrar ateşe döndü ve aklında dönüp duranı dile getirdi.

"Ne yapacağım Agah?"

Karşı taraftan aldığı tek cevap parazitti. İç çekerek, çekmeyen telefonu alıp kulübeden çıktı ve yüzüne yediği sert rüzgarla iyice canı sıkıldı.

"Şimdi sesim geliyor mu?"

Karşıdan "Evet" cevabı alsada sıkkın ses tonu atılmasına sebep oldu.

"Bir şeyler bulabildin mi?"

"Hayır, kayıtların hepsine ulaşacak kadar elim kolum uzun değil ama en azından polis kayıtlarında aranan kişilerde olmadığını öğrenebildim. Gerçi ismini bilsek daha iyi olurdu ama belirlediğimiz profilde biri yok. "

Hafifçe atıştırmaya başlayan kar tanelerinden biri kirpiğine konunca gözlerini kısarak kulübeye baktı.

"İsmini öyle ya da böyle öğreneceğim."

"Dimitri.."
Agahın kararsız ses tonu kaşlarının çatışmasına sebep oldu.

"Belki de masumdur. Kabul ediyorum. Hem bu kadar tesadüf çok garip ama.."

"Ama ne?"

"Ama masum bile olsa bunu riske atamayız."

Öldür mü demek istiyordu? Hem de Agah? Bu kırk yıl geçse bile asla aklına gelmezdi. Eliyle alnını ovuşturarak iyice düştüğü ikilemi arasından çıkmaya çalıştı.

"Sanırım bu işi benden önce zaten Azrail görecek" diye mırıldananan Dimitri ile Agah atıldı.

"Nasıl yani?"

Yağan karlara bakan Dimitri göğsüne oturan ağırlıkla karanlık ormana baktı.

"Hasta"

Karşı taraftan neşelenen Agah'ın farkında olmayan Dimitri, arkadaşının sadece tek bir cümlesini seçebildi.

"O halde bırak hastalık işini bitirsin"

Tepeliğin arkasında bir kurt uludu. Dimitri'nin gözleri o tarafa mıhlandı ve konuyu kapatma kararı aldı

"Geçen yıl gibi aniden kış çökeceğe benziyor, bana ulaşamazsan merak etme." diyerek telefonu kapattı.

Sırtına binen bilinmezlik yüküyle başını eğerek kulübeden içeri süzüldü. Ama zihninin bir tarafı kararını vermişti. Kızın söylediği gibi olsaydı, aradan geçen altı yılda mutlaka babası polise kayıp ihbarı verirdi.

3 gün sonra..

Parmağını sararmış sayfada gezdirerek, parmak uçlarında bıraktığı gıdıklayıcı hissi ezberlemek istedi. Başını yan çevirip küçük camından dışarıya baktığında iç çekerek ayağa kalktı.

Eski masallarda anlatılan kışı yaşıyordu. Kapısı karla kapanmış, ne kadar sobayı yakarsa yaksın, içeri de sanki yel esiyormuş gibi yalayan bir soğuk vardı. Kitaba zarar vermekten korkar gibi büyük bir hassasiyetle kapatıp, sedirin üzerine bıraktı ve önünde parmaklarını kenetleyerek yukarı kaldırıp gerindi.

Hızlı adımlarla kapıya ilerleyip zorlukla açtı. Açılan kapıyla beraber içeri yığılan kara öldürücü bakışlarla baktı. Homurdanarak halen evinin girişini kapatmakta olan karın içinden geçerek kendine yol yapmaya çalışırken çıplak ayaklarının altında hissettiği karın soğukluğu onu hiç etkilemiyor gibiydi.

Zorlukla kulübesinin yanına bıraktığı küreğe erişip, evin içinde ki ve kapısının önünde ki karı ileride ki tepeliğe atmayı başardı. Bir yerde kar yağınca soğukluk kırılır sanardı ama burda öyle bir şey geçerli değildi. Sanırım bölgenin çoğrafi konumu buna izin vermiyordu. Koru, kocaman bir çukur gibi bölgenin ortasında kalıyordu. Bu nedense ya sis çöküyordu ya da kar çok geç kalkıyordu. Kendisi için sorun değildi. Ne de olsa soğuk topraklarda doğmuştu.

Bir kaç saat uğraştıktan sonra tekrar eve giren Dimitri'nin yüzü asıldı. Ne kadar aklını bir işe verirse versin, yine dönüp dolaşıp kıza bağlanıyordu.

Dün gece boyunca acıyla inlemişti. Sesi kulaklarına kazınsa da daha önce farklı tonlarda ki acı sesini bir çok kez duyduğunu kendine hatırlatıp durmuş ve akabinde o odadan uzak durmayı başarabilmişti.

Kapıyı sertçe ardından çarparak el yapımı masasına yasladı ellerini.
Çok Öfkeliydi..

Bunun nedeni uzaklaştığı sandığı hayatın, kendi tabiriyle tanrının bile unuttuğu lanet bir ormanda bile onu bulabilmesiydi.

Kış için hazırladığı kuru kütüklerden birini sobaya atarak odada dolandı durdu.

En sonunda yenilerek odasının önüne geldi ve eli havada öylece kaldı.

Sessizdi.

Elleri kafa karışıklığından faydalanmış gibi eski kulpu indirdi ve gıcırdayarak kapı aralandı. Eşiğe bir adım attı ve bir şey onu durdurmayı başardı. Ne odaya girebildi ne de çıkabildi.

Tüm vücudu kasıldı ve kasları gerildi. İşte o an olması gereken nefes sesinin yokluğu kafasına dank etti. Odaya bir adım daha atıp girdiğinde, yüzüne çarpan kokuyla burnunu kırıştırdı.

Havasız oda tam manasıyla Çürümüş et gibi kokuyordu.

Genzine yapışan kokuyla bir adım daha atıp, yatağın önünde durdu ve koku ağırlaştı.

"Demek sonunda küçük vücudun ölüme yenildi."

İstemsizce eli kızın yapış yapış saçlarına gitti. Yüzünü ve boynunu kapatan uzun saçları çektiğinde ortaya çıkan beyaz tenine hipnotize bakışlarla dokundu. Ama beklemediği bir şeyle karşılaştı.

Sıcaklık. Hatta çok sıcak.

Hızla elini çekti. İçeri ölür ölmez mi girmişti? Kızın vücudunda göz gezdirdi. Çok küçüktü. Sadece boy olarak değil, kemikleri incecik, boynu ufacıktı.

İri elleri üzerinde çirkin duracak kadar küçük.. Birden yakıştıramadı ölümü ona ama sonra kaşları çatıldı.

Bela bir eksilmişti işte..
Kızın cesedine sarıp gömeceği bez ararken kelebeğin kanat çırpışı misali incecik bir ses duydu.

Kaşları çatıldı ve ağır ağır döndü.
Kızın göğsünün Varla yok arası hafifçe inip kalktığını gördüğünde ise öylece bakmaktan başka bir şey yapamadı.

İçinde yaşadığı durum üzerinde ki li dumuru atmasında hiç yardımcı olmadı ama karmaşaya alışkın bünyesi bununda üstesinden de gelmeyi bildi.

Ceset torbası niyetine kullanacağı çarşafı kızın üstüne atıp yanı başında ki camı ardına kadar açtı. Odanın içinde bir yukarı bir aşağı volta atarken melek ve şeytan omuzlarına tünemiş gibiydi.

Sonunda kazanan mantığı oldu. Kızı bu şekilde bırakırsa alnına silah dayayıp, tetiği çekmekten bir farkı olmayacaktı. Bu mantık tanrıyı kandırmaya çalışmak değil de neydi? Hem kız ölürse kimin gönderdiğini de bulamazdı.

Ne maksatla gönderildiği halen muallak olsa da tedbiri elden bırakma mantığıyla öldürmek ise korkakçaydı.
Burnundan nefes bırakarak güldü.

Küçücük bir kız en fazla ne yapabilirdi ki?

***

Dışarda ki tipi yüzünden kulübede kapana kısılmaktan nefret ediyordu. Burada yalnız kalmaktan değil. Kızı bir hastanenin önüne atıp kaçamadığından dolayı..Hayatı boyunca şifa ilmine ilgi duymuştu. Bir çok kez her hangi bir insanın ameliyatla altından kalkabileceği yaralarıyla kendisi baş etmişti.

Bunu yaparken gözünü dahi kırpmazdı. Çünkü onun kendi gözünde hayatı ucuzdu. Ama kim derdi ki onca tecrübe böyle bir durumda işe yarayacak diye.. Kendi kendine güldü. İçeride ki bir çok gaz lambasını banyoya taşısa dahi içeri halen loş sayılırdı. İç çekerek sıcak suyu bir kovaya dökmek için çömeldiği yerden doğruldu ve odasına gitti.

Yatağında ölü gibi yatan kızı kucakladı ve banyoya götürüp beton zemine yatırdı. Arkasına gidip yere oturdu ve başını dizlerine yaslayarak, ölümcül yarasını nerede olabileceğini düşündü.

Sonunda istemeye istemeye kabul etti ve kızın üzerinde ki geceliği çıkartıp bir kenara attı. İri eli çıplak sırtına değdiğinde ilk fark ettiği yüksek ateşiydi, daha sonra bacaklarından sıyırıp çıkarttığı geceliği altında ki eksik çamaşırı..

Başını geriye verip tavana dikti gözlerini ve semaya neden dercesine baktı.

Kıza dair her şey çok garipti. Bu dimitri'yi kıza karşı daha çok kin güdmesine sebep oluyordu. Kıza doğru başını eğip, kirli saçlarını geriye verdi başında bulduğu yara acaba bu gerçekten hafıza kaybını mı doğurdu diye düşünsende bu şekilde hiç bir hafıza kaybı görmediği için kenara itip işine odaklandı.

Morun farklı tonlarını vucudunun çeşitli yerlerinde taşıyordu. Tahmin ettiğinden fazla yarası vardı.

Ayak tabanlarının bile durumu kötüydü. Kızın teninde ellerini gezdirirken içinden 'sanki tanrı saten bir örtüyü etine germiş' diye düşündü.

Kız

Sırtım da tüy gibi akıp geçen parmakların hissi kalbime doluyor, göğsümü şişiriyordu. Biri ıslak saçlarımı sırtıma verdi ve soğuk bir kaç damla sırtımdan bel boşluğuma yuvarlandı. Mızmızlanmak istiyordum. İçim sıcacık dışarı soğuktu ve sanırım ürpertiyle kıpırdanmayı başardım. Buna karşı nerden tanıdığımı hatırlamadığım ses "Şişşt" diyerek beni sakinleştirmeye çalışarak sırtımı okşadı.

Eğer zihnim, bu kadar puslu olmasaydı verdiği hissiyata ağlayabilirdim. Bu hissin anlamı zihnimde döndü durdu ama bulamadım.

Bedenim zarif bir dokunuş için çırpınıyor gibiydi. Kasılan kaslarım gevşiyor, o bölgede ki etimde kan hareletleniyordu. Biri üstüme titriyordu! Büyük el avuç içiyle bedenimin bazı yerlerini okşuyor, ve sanırım su döküyordu.

O istemediğim soğuk bilincimin açılmasına yardımcı oldu. Kirpiklerim azıcık aralandı ve başını sağ omuzumdan arkadan uzatmış adamı gördüm. Kaşları çatılı, çenesi kas katıydı. Havaya yayılan mentol kokusu burun deliklerimden sızdığında içim açıldı ama aynı anda bacak arama çarpan elle kasılarak sert bir nefes bıraktım. Tavana yayılan nefesimin buğusunu izlerken adam bilmediğim dilde bir şeyler mırıldandı. Çok acıyordu ama sanki bedenim acıya alışıktı.

Yarı açık gözlerim bilinçsizce öylece tavana asılı kalmıştı. Bir kaç metal sesenin ardından tekrar su bacaklarıma döküldü ve durdu.

Bir dakika sonra iki yanımda ki kollarından birini uzatıp, birbirine yapışık bacağımı aralamaya çalıştı. İki yana ayrılan bacaklarım yüzünden soğuk hava uyluklarıma çarptı.
"Şişşt sadece yaraya bakacağım" Sakinleştirici sesinde kaybolarak aşağıdan ona baktığım da kaşları çatıldı.

"Zaten korkmadın değil mi?"
Dişlerinin arasından konuşma nedenini anlayamadım. Neden bu kadar öfkelenmişti? Kirpiklerimi kırpıştırarak, loş ışığın yüzünü gölgeleyen kısımlarına baktım.

Kaşları yukarı doğru çok kalkık değildi. Bu yüzden gözleri daha keskin duruyordu ve parlayan gümüş renklerle onu hatırladım.

O, benim kurtarıcı devimdi.

Bacağımı inceledikten sonra gögsünü sırtımdan ayırıp, biraz geri çekildi ve başımı tutarak beni sırt üstü soğuk zemine yatırdı. Sırtıma işlenen soğukla ürperince bana şefkat gösterdiğini farkında değilmiş gibi hafifçe yanağımı okşadı. Gözleri yanıma dizdiği kavanoz ve çeşitli keskin metallerde gezindi ve ciddiyetle ince olanı seçip bacak arama yerleşti.

Zihnimde kısacık beliren görüntüyle kasıldı. Yeşil önlükler ve maskeli adamlar..

Gözlerimi kırpmamla dağılan görüntüye odaklanamayacak kadar dağınıktı zihnim. İri elleri iki bacağıma çıkıp iyice açtı ve eğilerek bacağımdan bir şey çekti. Aynı anda kasıp kavuran acı sadece dışarı kısacık bir "ah! " olarak figan etti ve banyoda yankılandı. Karartı gözlerime hücum ettiğinde iri el elime yapıştı ve durmadan aynı şeyi söyledi.
"Sakın bayılma."

Diğer elinde ki kanlı siyah bir dalı yanıma attı ve odaya yayılan kokuyla tiksintiyle inledim.

"Blin!" *Lanet olsun.

Başımın arkasında olduğunu tahmin ettiğim yerden beyaz bir çarşağı çekerek bacağıma bastırdı ve" İrinin akması iyi bir şey"diye kendi kendine mırıldandı.

Gözlerimin önünde oluşan siyah benekler arttı ve varla yok arası sesini işittim.

"Orayı temizleyebileceğim ama elimde sadece alkol var. Dayan!"

Yapamadım. Gözlerim kapandı.

***

Etin yanında oluşan kırmızı benekler kan zehirlenmesi olup olmadığını düşündürüyordu. Eğer öyleyse hiç bir şey yapamazdı.

Gözleri yukarı tırmandı ve kızın bayıldığını görerek surat astı ama yapacak bir şey yoktu.

İç çekerek yaranın üzerine küçük bir kesi atarak iltihabı akıttı ve nereye kadar dağıldığına baktı. Kemiğe kadar gitmemesi iyi olurdu. Yaranın tamamı temizleyip sardığında gözleri biraz üst kısmına, kadınlığına takıldı. İnce bir çizgi halinde kasığından iki dudak ayrımına inen çizgi şeklinde azıcık tüye bakılırsa uzun zamandır evinden uzak olmalıydı. Tüysüz, ipek gibi tenli ve güzel.. İşte bu çok ama çok tehlikeli olduğunun kanıtıydı. Dimitri güzelliğin çok faydasını görmüştü. İnsanlar güzel bir yüze hemen yardım etmek ister hemen güvenirlerdi. Ama tam aksine çoğunlukla güzel bir yüz kötü bir kalbi, kötü bir kalpte güzel bir yüzü taşırdı. Aksi duruma denk gelmemişti. Ama mylece kendini bırakmış kız kendine güveniyor gibiydi. Bu hareket akıllı bir insanın yapacağı şey değildi.
"Belki de çok masum" diye mırıldandı kendi kendine.

Sonra tekrar sinirlendi. Masum biri nasıl bu şekilde açık yatarken rahatsız olmazdı ki? Bacaklarının arasına biri girdiğinde öyle saf saf bakmazdı!
Bandaj niyetine kullanacağı çarşafı eliyle yırtarak bacağını sararken onu yaşatmaya artık daha hevesliydi yaşayacak ve ne olduğunu bir bir anlatacaktı.

Aradan geçen yirmi dört saatte daha kötü oldu. Dimitri artık ne yapacağını bilemiyordu. Yaşamasını istiyordu. Ona dair merak öfkenin önüne geçmiş ve pençelerini zihnine geçirmişti. Ondan kurtulmanın tek yolu uyanıp merakını dindirmesiydi.

Dışarda esen sert rüzgar kulübenin camına çarparak adeta çığlık benzeri sesler çıkartıyor, bu kasvetli hava ruhuyla eş değer gidiyordu.

Masaya uzanıp ekmek bıcaklarını aldı ve keskin kısımlarını paralel bir şekilde sürterek keskinlemeye başladı ama ne yaparsa yapsın huzursuzdu. Kaçan adam arkasında birileri getirmiş olabilirdi. Daha sert sürttü bıçakları.. Ya da boşversene diyerek omuz silkti. Hava işlerini görmüştür!.

Bıcakları çarparcasına masaya bırakıp kısa saçlarını karıştırdı ve yavaş hareketlerle ayaklanıp banyoya girdi. Arı kovanına dönmüş kafasının biraz rahatlaması gerekiyordu.

***

Gözlerim, göz kapaklarımın altında oldukça hareketliydi. Karanlıkta kaçtığım adamdan duyduğum korku halen bedenim de etkisini sürdüyordu ama tam manada uyanamıyordum da.. Zihnim o kadar yorgundu ki sadece midemin içimde ki kükremesi hatırına gözlerimi açmaya, uyanmaya çalıştım. Bedenim bir pelte misali yatağa gömülmüştü. Üzerimde ki ince çarşaf çıplak tenimi kaşındırıyordu. Sağ elimle üzerimden kaldırıp zorla doğruldum. Önüme düşen koyu kumral saçlar görüşümü kapatıp küçük odayla arama paravan oluşturdu. Gelişi güzel arkaya iterek ayaklarımı yataktan aşağı salladım. Soğuk zemin tabanlarımı yaladı ve ürpertiyle yataktan kayıp ayağa kalktım. Soğuk anında bedenimi kucakladı. Yatağın üzerinde çarşafı üzerime almayı düşünerek uzandığım sırada bacağıma sarılı bezi gördüm. Kaşlarımı çatarak üzerine bastırdığımda ağrıdı.

Hayal meyal adamın beni tedavi ettiğini hatırlıyordum ama bu kanıt niteliğine geçti. Eğildiğimde kasılarak acıyan bacağıma dudağımı ısırarak çarşafa uzandım ve etrafıma sardım.

Midem guruldadı ve burukça gülümsedim. Ayak tabanlarım ağırlığımla tatlı tatlı sızlarken tahta kapıyı çektim ve hatırladığım geniş alana çıktım.

Çarprazımdan su sesi geliyordu. Oraya kaçamak bir bakış atsam da kenara tıkıştırılmış cesed gözlerimde can bulunca hızla başımı çevirdim.
Bedenim korkuyla tir tir titriyordu. Yavaşça sobaya ve önünde ki masanın üzerinde ki tabağa ilerledim.

Kızarmış et gibi görünen yiyeceğe uzandığım sırada sert erkek sesi kulaklarımı doldurdu.
"Sana yiyebilirsin dediğimi hatırlamıyorum"

Elimi suçlulukla çekerek çarşafın kenarını ovuşturdum.
Hızla dolan gözlerimi yan tarafa çevirdim ve kaçamak bir bakış attım.
Hatırladığımdan daha kocamandı.

Üzerinde sadece gri bir eşofman altı vardı. Göğsü geniş ve gergindi. Boynunda parlayan artı işaretine baktığım sırada "Beni dikizlemeyi kes!" diye mırıldandı.

Bir mırıldanma nasıl olursa insanı yerinden sıçratırdı? O.. O çok güçlü duruyordu.

Elinde ki havluyu kenara bırakırken midem tekrar guruldadı ve midemin kıpır kıpır olduğunu hissederek kıkırdadım. Hızla keskin gözler üzerime döndüğünde dudaklarım düz bir çizgi halini aldı.

Baş parmağımla arkayı göstererek
"Şey.. Peki yiyebilir miyim?" diye sorduğumda gözlerini yuvarladı ve yanımdan geçip koltuk benzeri şeyin üzerine oturdu.

"Bir de gurursuz" diye söylenirken benim aklıma takılan tek şey gözlerini öyle yapmayı nerden öğrendiğiydi. Yavaşça denedim ama sağa sola gidip durdu.

"Ne yapıyorsun sen?"
Garip ses tonuyla ona döndüğümde suratına yapışmış kocaman bir şaşkınlık buldum.

"Gözlerini taklit ediyorum."
Burnundan sertçe nefes verdi.

Dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırarak susmayı seçtim ama dönen başımla tekrar yiyeceğe uzandım.
Eğer hepsini yememi istemiyorsa biraz almazdım ve olur biterdi.

"Seninle yiyeceğimi paylaşmıyorum nesini anlamıyorsun!"

Göğsümde bir ağrı hissettim. Bu burnumu sızlattı ve gözlerimin tekrar buğulanmasına sebep oldu.

Elimi guruldayan karnıma bastırdım ve gidecek yer aradım ama yoktu. Ne bu küçücük kulübe de, ne de başka bir yer. Bir damla yaş dudaklarıma süzüldü ve ardından gelenlerde onu takip etti. Ağlamanın getirisiyke akan burnumu çekerek geri geri ilerledim.

***

Eğer ağlayacak olursa onun küçücük boynunu kıracaktı. Ne yapmasını bekliyordu? Azıcık depoladığı yiyeceği ona verip kuş tüyü yastıklarda uyuyacağını mı? Bir de üzerine başını belaya soktuğu için teşekkür etseydi!
İç çekerek kıza doğru ıslık çaldı.
Üzerime dönen kocaman kahverengi gözlerle yutkundu. İçinde sarı siyah tutamların olduğu çekik bir çift kahverengi gözü, bir kişide daha görmüştü. Vurduğu bir ceylan da.

"Yanıma gel" diyerek sedirin ucunu işaret etti.

Kız şaşkın ve ürkek adımlarla arkasından yeri süpüren çarşafıyla köşeye ilişti.

"Çok acıktın mı?" diye sorduğunda kızın hevesle başını sallamasıyla dudağının bir kenarı havalandı. Gerçekten küçük bir çocuk gibiydi.

Zihninde oyun mu gerçek mi ikilemi hep vardı. Öyle olsun dedi. Senin tarzında oynayalım.

"Madem acıktın, bana istediğim cevapları doğru bir şekilde verirsen yemek yemene izin veririm."

Bir tarafı bir yetişkin gibi karşı çıkmasını onun köpeği olmadığını haykırarak kapıyı çarpıp gitmesini istiyordu ama tabiki bu tarafı haksız çıktı. Kız gür kirpiklerinin arasından yan bir bakış atarak başını önüne eğdi.

" Pekala bunu bir kabul olarak algılıyorum"

"Burası neresi biliyor musun?"
Kız cevap vermedi. Dimitri ise daha en başında öfkelenmeye başlamıştı.

"İzmir değil burası"
Kızın gözleri şaşkınlıkla kısacık bir an üzerine döndüğünü yakaladı ama kız tekrar önüne döndü. Dimitri'nin kaşları çatıldı. Belki de onu gönderen nereye götürüleceğini söylememişti.

"Bolu çıkışında özel bir koru yani tanıdığım birine ait."
Kız kafasını dahi kaldırmadı.

"Yani buraya tesadüfen giremezsin. Özel mülk anlatabiliyor muyum?"
Kız cevap vermediğinde ağzını kapattı ve gerçek kişiliğine döndü. Tek kelime dahi etmeme yemini ederek gözlerini ateşe dikti.
Beş dakika da zorla sakinleşti ve kız da hastalıktan dolayı olmalıydı ki bu kadar kısa sürede hızla uyudu.

Kız iyileşmişti ve işler daha da garipleşiyordu. Kızın uyukladığı yerde kolunun sedire düştüğünü duyarak gözlerini ona doğru çevirdi ve kolunda ki iğne izlerini gördü.

Yeter buraya kadar!

Ayağa kalktı ve kızın ince bileğine uzandı ve çekti. Üzerinden sıyrılıp düşen çarşafla aynı anda sıçrayarak uyanan kızın sorgu dolu gözlerine gözlere bakmayı reddetti. Kızı sert bir rüzgarda savrulan yaprak misali kolayca dış kapıya kadar sürükledi ve kapıyı açtı. Sertçe üzerlerinde esen soğuğa kaşlarını çatarak kızı ormana doğru savurdu ve kapıyı suratına çarpmadan önce kinaye ile "Paka!" diye bağırdı. (paka*hoşçakal, güle güle)

Derin bir oh çekerek kimi zaman huzur diye bahsettiği kulübesine iyice sokuldu. Ateşin başına geçip yanarak çıtırdayan odunlar bakarken kendinden izinsiz gözleri cama kaydı ve tepeliğe oturmuş kızı gördü. Bacaklarını kendine çekmiş uzun saçları çıplak sırtını örtmüştü. Bacaklarını kollarıyla sararken ağladığını gördü. Omuz silkti.

Binlerce ağlayan insan görmüştü. Tekrar omuz silkti. Onlarca kadınıda öldürmesi için para almıştı ama neden rahatça kulübesinde oturamıyordu?

Gözlerini semaya dikerek üç numaraya verdiği saçlarını karıştırdı.
Daha sonra hızla kapıya adımladı ama durdu.

"Kızı içeri alamazsın Dimitri! Unutma onu buraya bu amaçla yolladılar. Ya altına yatıp aklına gireceğini sandılar ya da acıyıp seni ağlarına çekmesi için yollara düşürmeye! Gitmiyorsun."

Bir saat alnını dış kapıya dayıyarak durdu ama kızın gittiğini duymadı bile..

Eğer gerçekten düşündüğü gibiyse neden gitmiyordu? Neden donarak ölmeyi tercih ediyordu?" ğh!" diye öfkeyle soluyarak kapıyı açtı ve karların üzerinde uyuyan küçük kıza doğru bir adım attı.

Eski hayatına dönmek istemiyordu ama eski, eskide kalamıyorsa mizacında kaçmak yerine ateşe yürümek vardı. Evet dedi kendi kendine. Gerekirse gömdüğüm dimitri'yi ateşe bulayıp çıkarmayı da bilirim.

Kız bir bağımlı da olabilirdi. Sonuç ne olursa olsun. Her zaman kaçmak yerine düşmanın üzerlerine yağmayı tercih etmişti ve yine öyle yapacaktı. Ve o an başka bir şey fark etti ki kızın kendini sinirlendirme nedeni belayı getirmesi değildi. İçinde bir yere dokunmasıydı. Geçmişinde ki o küçük çocuğa çok benziyordu ki bu onu korkutuyordu.

Onunla konuşmamalı araya çizgiyi çekmeliydi.

3.bölüm bu akşam yayımda.
Hatalarım varsa affola.

S E V İ L İ Y O R S U N U Z ❤️

Continue Reading

You'll Also Like

46K 2.5K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...
Muhal By m.

General Fiction

7.8K 612 25
Bu kitap ben tarafından yarım bırakılan hayatların avucuna bırakılan bağışlanma isteğidir.. Yazmayı unutan adamın âhı, kendini milyon defa anlatmaya...
4M 31.4K 9
Donmak üzereyken buldum onu, beyaz teni neredeyse tamamen morarmak üzereydi. Belkide geç kalmıştım... Çaresizlik içinde çırıl çıplak soyundum ve ö...
142K 6.9K 43
"Hazan bir gün Alzheimer gibi ciddi bir unutkanlık hastalığına dahi yakalansa, hayatta iki kişiyi asla unutmazdı. Biri Sinan, diğeri Yağız... Çocuklu...