Cam Kırıkları | askıda

By egimonae

419K 14K 1.8K

Üç yıl öncesinde kalan bir arkadaşlık, saçma sapan bir sebeple "değişim öğrencisi" statüsüne geçen bir genç k... More

: cam kırıkları
: birinci bölüm
: ikinci bölüm
: üçüncü bölüm
: dördüncü bölüm
: beşinci bölüm
: altıncı bölüm
: yedinci bölüm
: sekizinci bölüm
: dokuzuncu bölüm
: onuncu bölüm
: on birinci bölüm
: on ikinci bölüm
: on üçüncü bölüm
: on dördüncü bölüm
: on beşinci bölüm
: on altıncı bölüm
: on yedinci bölüm
: on sekizinci bölüm
: on dokuzuncu bölüm
: yirmi birinci bölüm
: yirmi ikinci bölüm

: yirminci bölüm

8K 556 140
By egimonae

Bölüm Cam Kırıkları'nın en büyük hayranlarından biri olan Ayla'ya gelsin o zaman. Bir de, birinin geçmiş doğum gününü kutlayacaktım da inan hatırlamıyorum kimdin. 

Not: "Bengi" karakteri Bengisu Dereş için eklenmiştir. lsdkfkjdfüdlkdfj

Multimedia --> @BengisuDeres

Bölüm 20: "Yeni Bir Arkadaş."

"Ceketini geri istemediğine emin misin?" diye sordum Rüzgar'a, o ise sadece başını iki yana sallamakla yetindi. "Biliyorsun bana bir şey verirsen bir daha geri alma olasılığın yok, o yüzden son kez soruyorum: Emin misin?" Rüzgar güldü ve başıyla onayladı. "Son kararın yani?" diye zorladım, her an geri almasını bekler bir şekilde.

"Çağla, Rüzgar ceketini geri almayacak, şimdi sesini kes ve Rüzgar gel gidiyoruz," dedi Mert eğlendiğini belli eden bir ses tonuyla. Rüzgar gözlerini devirdi ama bir şey dememeyi seçerek bana son bir kere sarıldıktan sonra Mert'e doğru ilerlemeye başladı. Diğerlerine çoktan sarılmış olduğumdan içim rahat bir şekilde gidişlerini izleyebiliyordum.

"Neden?" diye bağırdım Mert'e doğru. Son yarım saattir Rüzgar tek kelime etmemişti ve içimden bir ses, ortada yine benim bilmediğim bir şey döndüğünü söylüyordu; Mert'in yorumundan sonra ise o ses bas bas bağırmaya başlamıştı. Kesinlikle bir şeyler dönüyordu.

Mert kafasını bana doğru çevirerek sırıttı. "Her şeyi bilmek zorunda değilsin," dedikten sonra da Kaan'ın arkasından taksiye bindi, yana doğru kayarak Rüzgar'ın oturması için yer açtı. Oynadığımız son oyunun kazanını Kunter olduğundan öne oturma hakkı da onundu ve Kunter araca binmeden önce bir anlığına bana dönüp sağ eliyle cebimi işaret etti. Sol elim otomatikman cebime doğru giderken, Kunter taksiye binip kapıyı kapattı ve taksici, birden gazı kökleyerek görüş açımda uzaklaşmaya başladı.

Telefonumun cebimde olmadığı gerçeğiyle yüzleşirken tüm dünyamın kısa bir anlığına başıma yıkıldığı hissine kapıldım. O gün okula gitmemiş olduğumdan henüz Onunla yüzleşmemiş, telefonumu geri alamamıştım. Geri kalan eşyalarım umurumda değildi, sadece telefonumu geri istiyordum. Kunter'in mesajını deli gibi merak ediyordum ve merakım ancak ve ancak telefonumu geri aldığımda sonlanacaktı.

Otobüs durağına doğru yürümeye başladığım sırada kendi kendime bir şarkı mırıldanıyordum. Otobüs durağına vardığımda etrafımdaki insanlara bir an bile bakmayı düşünmeyerek ayakta dikilmeye başladım. Zaman algım sadece batmakta olan güneşten ibaret olduğu için kaç dakika beklemem gerekeceği hakkında en ufak bir fikrim yoktu; kol saati kullanmazdım ve telefonum olmadığından saate bakma şansım da yoktu.

Beklediğim otobüs en sonunda geldiğinde duraktan, benim dışımda, sadece bir kişi daha ona bindi. Akbili basıp arkalara doğru ilerlemeye başladığımda, otobüsün iş çıkışı zamanları için fazla boş olduğunu düşünsem de aldırmadım. Boş otobüs demek bazen oturacak yer, çoğu zaman da solunacak göreceli olarak daha temiz hava demekti. En arkalara doğru ikili boş yer bulduğumda cam kenarına geçtim ve sağ elimde tutmakta olduğum D&R torbasını kucağıma koydum. Kaan bana bir kitap almıştı.

Göz ucuyla yanıma benim yaşlarımda bir kızın oturduğunu gördüğümde kafamı cama yaslayıp Rüzgar'ın ceketine daha çok sarıldım. Geri alması için oldukça fazla şans tanımama rağmen geri almamış olmasına sevinçliydim. Mert'in yorumda bulunmuş olması Rüzgar'ın almak istemediğinden değil de, başka bir sebepten dolayı almadığı düşüncesini kafamda netleştirmişti fakat pek umursadığım söylenemezdi. Soğuk bir Ekim günüydü ve pek sıkı giyindiğim söylenemezdi.

Yandaki kızın beni dürtmesiyle bir an irkildim fakat kendimi olabildiğince çabuk toparlayarak ona döndüm. Siması tanıdıktı; acaba onu daha önce görmüş müydüm? Belki ilkokulda aynı okulda okuduğum birisiydi, belki de şimdi Umutvar öğrencilerindendi; fakat bir şekilde onu görmüş olduğuma emin gibiydim. Kız, çekingen bir tavırla, "Çağla?" diye adımı, sorarcasına söylediğinde onu başımla onayladım. Sonrasında çekingenlikten ne kadar uzak olduğunu, kahkahalar eşliğinde öğrenecektim.

"Seni tanıyor muyum? Yüzün çok tanıdık," dediğimde kızın az önce adımı söylemiş olmasının, ikimizin de birbirimizi tanıdığına bir işaret olduğunu fark ettim ve bir an bu kadar salak bir şey sorduğum için kendimi bir yerlerden atasım geldi. Neyse ki otobüsün camları açılmayan türdendi ve yakın çevremde kendimi üzerinden atabileceğim bir valiz ya da çanta yoktu. Kendimi tanıyordum, gerçekten de gidip valizin üzerinden atlarken hayal edebiliyordum yani.

Kız duraksamamı fark etmiş olacak ki güldü. Sarı saçlarını basit bir topuzla tepeden toplamış olmasına rağmen birkaç tutam saç yüzüne düşüyor, birkaç dakikada bir eliyle düzeltmesine neden oluyordu. Hiçbir zaman tam anlamıyla düzeltemedi. "Ben Bengi, seninle kişisel olarak tanışmadık fakat hakkında çok şey duydum," dedi ve ardından, bana düşünme payı bırakmayacak bir hızda ekledi. "Cenk benim ağabeyim de, Kutay bize çok sık gelir. O ikisinin senin hakkında konuştuğu oluyor."

Kaşlarım çatıldı, Cenk'in bir kız kardeşi mi vardı? Oysa tavırları, onun bir ağabey olmasını garipsememe neden olacak kadar rahattı. Gerçi düşününce, benimki de öyle değil miydi? Kesin İngiltere'de okuduğu üniversitenin kızlarının yarısını fethetmişti, diğer yarısını ise gözü görmüyordu. Utku Kağan Öztürker öyle biriydi.

"Tanıştığıma çok sevindim," dedim gülümsemek için elimden geleni yaparak. "Kutay'ın evine mi gidiyorsun?" diye sormadan edemedim çünkü kaç yıldır İstanbul'da yaşıyordum ve bu tanıdık biriyle toplu taşımada karşılaştığım ilk seferdi. Ortak bir paydada buluşuyor olmamız gerekiyordu.

Bengi güldü. "Hayır, ama yaklaştın. Yani aslında teknik olarak evet Kutay'a gidiyorum ama çok kalmayacağım; Cenk'i toparlayıp eve getirmem istedi de annem. Ben de gidip onu yapmaktansa alışveriş merkezine uğrayıp kendime yeni bir defter alabileceğimi düşündüm," burada elindeki poşeti işaret etmişti, "sonra otobüs durağına doğru ilerlerken seni fark edip durağa geldim ama şu ana kadar konuşacak cesareti toparlayamamıştım."

Bir kahkaha attım. "Evet, zaten benimle konuşmak için çok cesur olmak gerekiyor, ben insan yiyorum."

Bengi sırıttı. "Öyle olduğundan değil elbette, fakat ne bileyim, okulda pek fazla kişiyle konuşmuyorum Cenk'le uğraşmak istemediğimden, eh durum öyle olunca da tanıdık bir yüz gördün mü kaçmaya çok alışıyor insan."

"Neden ki?" diye sordum. "Cenk konuştuklarını yiyor mu?"

"İnsan yemenin senin işin olduğunu sanıyordum?" dediğinde Bengi sırıttım.

"Bence Cenk'i boş ver, gel beraber gidelim eve. Okuldan konuştuğum bir kız arkadaşım var, onun dışında vaktim Kutay ve basketbol takımının geri kalanıyla geçiyor resmen. Bana kız arkadaş gerek!"

"Son cümlen o kadar Cenk ki," dedi Bengi ve bir hareketle cebinden telefonunu çıkarttı. "Numaranı eklesene. Sana ulaşmak isteyeceğim her seferinde Cenk'e yalvarmak istemiyorum. Ona yalvarmak kadar iğrenç bir şey yok. Ne zaman birinin numarasını istesem ona borçlanıyorum, sonra hiç hoş olmayan şeyler yaptırıyor. En son ona borçlandığımda benden... Alper'i tanıyor musun? Alper Tolga?" Onu başımla onayladığımda devam etti. "Hah işte, onun en yakın arkadaşını öpmemi istemişti. Çocuğun adını hatırlayamadım şimdi. Neymiş efendim, çocuğun çıktığı kızı Alperen seviyormuş, sevgilisi olduğu için çok mutsuzmuş, baskete yoğunlaşamıyormuş falan. Sevgili ayırttı bana ya. Çocuk onu öptüğümde neye uğradığını şaşırmış olmalı, iyi ki Cenk'in kardeşi olduğum bilinmiyor, yoksa kelimenin tam anlamıyla sıçardım. Yaşatmazlardı beni."

Bengi'nin telefonunu alarak numaramı "Çağla Ö" adı altında kaydettiğimde, kızın konuşkan olmasının çok iyi bir şey olduğunu düşünüyordum. Bir şeyler anlatmaya başladı mı durmak nedir bilmeyen insanları hep sessiz insanlara oranla daha samimi bulmuştum, neden bilmiyorum. Bir insanın bir şeyler anlatmaya hevesli olması bana samimiyet işareti gibi geliyordu sadece.

"Tarık'tan mı söz ediyorsun ki?" diye sordum. Tarık bizim sınıftaydı ve sürekli Alper'le beraber gezerdi. Öğretmenlere en çok sorun çıkaran üçlünün bir parçası olduğundan Alper'in en yakın arkadaşının o olabileceğini düşündüm. Buğra, bu ikilinin yanında daha "uysal" kalıyordu fakat yine de sorun çıkaran üçlünün bir parçası sayılırdı. Yine de, Alper'le onun en yakın arkadaşı olacak kadar yakın olduğunu düşünmüyordum.

"Tarık... Tarık... Bilemedim," dedi Bengi. "İsim tanıdık gibi ama emin olamıyorum. Dediğim gibi, Cenk yüzünden okulun genelinden soyutladım kendimi. N'aparsa yapsın, bir şekilde beni oyunlarına alet etmenin yolunu buluyor. İnsanlar kardeş olduğumuzu nasıl hala anlamadı bilmiyorum, umursadığım da söylenemez, ama işte."

Ben ona bir şey diyemeden otobüs durdu ve Bengi ayağa kalktı. Beni kolumdan tuttuğu gibi çekiştirerek arka çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladı ve ancak otobüsten indiğimizde kolumu kurtarabildim. Bileğimi ovuşturarak, "Bir dahakine daha yumuşak tutar mısın? Elim bana gerekiyor," dediğimde sağ elini 'önemli bir durum değil' dercesine havada salladı.

"Para, ev, araba, el, fani şeyler bunlar. Maneviyata daha çok önem vermelisin," dedikten sonra gülerek kaldırıma çıktı ve onu takip ettim.

Işıkların kırmızıya çevrilmesini beklemeden karşıya atladığında peşinden koşarak bir arabanın altında kalmaktan son anda kurtulduğumda kalbim, yaşadığım şeyin şokuyla peşimden koşturan silahlı adamlar varmışçasına atıyordu. "Sen delisin, bunu biliyorsun değil mi?" diye sordum.

Kaşlarını yalandan çattı ve ellerini beline koyarak "Nedenmiş o?" dedi. Neredeyse aynı boylarda olduğumuz dikkatimi çekti.

"Hangi mantıklı insan arabaların önüne atlar!" diye belirttiğimde ise kahkaha atarak "Aslında arabaların önüne atlamadım; çok matematiksel bir şekilde hızımı ve geçiş açımı ayarlayarak arabaları sıyırmayı düşünmüştüm. Sonra peşimden gelerek sen arabaların önüne atlamış oldun," diye itirazda bulundu.

Birden telefonu, "I like to move it move it," diye çalmaya başladığında ona tek kaşımı kaldırdım, omuz silkti.

"Animasyonları seviyorum. Şimdi izin verirsen şeytanın ta kendisi arıyor, açmam gerek," dedikten sonra telefonunu açarak "Ne var Cenk?" diye sordu.

Telefon sesi yüksek olduğundan Cenk'in dediklerini hayal meyal duyabiliyordum. Bengi'yle beraber Predona'ya yöneldik. Bu sefer arabaların altında kalmamaya ekstra özen gösterdim.

"İstediğimi yaptın mı?" diye sordu Cenk ve Bengi'nin yanıt vermesine izin vermeyerek "Şu an sen neredesin? Bütün bu gürültü de ne?" diye ekledi.

Bengi bir iç çekerek "Kamerayı yerleştirdim fakat hala bunun neden gerekli olduğunu anlamış değilim," dediğinde Cenk bir şey diyecek gibi oldu ama Bengi onu susturdu. "Evet, anlatmayacaksın biliyorum uzatma. Bütün bu gürültünün ne olduğuna gelirsek, İstanbul trafiğinden başka bir şey değil. Çağla'yla yoldayız, sizin yanınıza geliyoruz."

Cenk "Çağla mı?" diye sorduktan sonra sesi kısıldığından dediklerini duyamadım fakat her ne dediyse Bengi'nin pis pis sırıtmasına yol açmıştı.

"Demek öyle," dedi Bengi, sırıtmaya devam ederek. "Söyle ona bir şey olduğu yok. Gayet sağlam. Şimdi kapatmam lazım, gelmek üzereyiz zaten, yüz yüze konuşuruz. Öptüm!" Telefonu Cenk'in yüzüne öyle bir hızla kapatmıştı ki, ben bile ne olduğunu anlayamadım. Ardından bana döndü ve kaşlarını yukarı aşağı oynattı. "Birileri seni tüm gün göremeyince meraklanmış. Telefonunu da evde unutmuşsun sanırım, ulaşamamış sana. Dökül bakalım."

Telefonumun bahsinde bir an duraksasam da Bengi'nin Kutay'dan bahsettiğini anlamak için süper zeki olmak gerekmiyordu. "Dökülebileceğim bir şey yok," dedim. "Yani en azından henüz yok."

Bengi sırıtarak, "Olmasını ister miydin?" diye sorduğunda siteye girmiştik, apartmana doğru ilerliyorduk.

Omuz silktim. "Bilmiyorum fakat birkaç gündür kafam çok dolu, hiçbir şeye odaklanamıyorum pek," dedikten sonra anlık bir duraksama yaşadım, ardından devam ettim. "Tamam, bu bir yalan. Olmasını isterdim fakat olmayacak. Bu arada sana güveniyorum, bu anlattıklarım bir şekilde kulağıma geri dönerse Cenk menk dinlemem, seni parçalarım." En sevimli ses tonumu kullanmıştım.

Bengi gözlerini devirse de bir yorumda bulunmadı. Birine anlatacağını düşünmüyordum fakat yine de uyarma ihtiyacı hissetmiştim. "Neden olmayacakmış peki?" diye sordu. "Sevgilisi yok, en azından bildiğim kadarıyla. Son zamanlarda başka kızlarla ilgilenirken de görmedim ve senin için endişelenmiş, yani ortada kesin bir şeyler var."

"Ben onun ve ailesinin sorumluluğundayım," diye açıkladım Bengi'ye. "Hani değişim zımbırtısı var ya, onun evinde kaldığım için başıma geleceklerden onlar sorumlu sayılıyor." Bütün o okul değiştirme olaylarını açıklamaya üşendiğimden o konuyu kısa kesmeyi tercih etmiştim, zaten odak noktamız da o değildi.

Bana bir an bakakaldı. Düşüncelerini okuyamıyordum ve konuşmuyordu. En sonunda derin bir iç çekip önüne döndü ve üzerinde büyük, kırmızı harflerle SAFİR yazan zile bastı. "Kutay'a acıyorum," demesinden birkaç saniye sonra o meşhur soru geldi: Kim o?"

Bengi "Ebenin amı, kim olacak. Cenk aç şu kapıyı," diye tersledi kardeşini. Kim o diye soranın Cenk olduğunu nereden anladığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu fakat sorgulamadım. Bengi ilginç bir kızdı fakat kendimi bu ilginçliklere yetişmek zorundaymışım gibi hissetmiyordum. Sadece akışına bırakmak yeterli gibi duruyordu onunla anlaşabilmek için.

"O neden?" diye sordum Bengi kapıyı ittirip apartmana girerken. Ben de peşinden girerek asansöre doğru yöneldim fakat beni durdurarak merdivenleri işaret etti. "Gel, merdivenleri kullanalım. Kız kıza daha çok vaktimiz olur."

Onu başımla onayladım ve merdivenlere doğru ilerlemeye başladım; o çoktan ilk basamakları çıkmıştı bile. "Sahi, sen kaçıncı sınıfsın?" diye sordum. Bırak kardeşininkini, daha Cenk'in yaşını bilmiyordum ki ben. Hiç konusu geçmemişti, ben de özellikle sorma ihtiyacı duymamıştım.

"On fakat bir sene erken başladım," diye açıkladı Bengi. "Yani aramızda bir yaş var. Şimdi... Kutay'a neden acıdığımı anlatmayı düşünmüyorum, kendin bulman gerekecek, fakat çocuğa çok acı çektirme, olur mu? Yazık, valla yazık," diyerek merdivenleri çıkmaya devam etti fakat bu sefer ona yetişmiştim.

"Bu Cenk'i kaçıncı sınıf yapıyor?" diye sordum, Kutay konusunu bir kenara bırakmaya karar vererek. Adının her bahsinde rüyam aklıma geliyordu ki o rüya üzerinde düşünmek istediğim bir şey değildi. Bana Onu hatırlatması bir yana, Kutay benimle o anlamda asla ilgilenmezdi ve ona duyduğum ilginin büyüyüp hoşlanmaya dönüşmesine, ardından da gelecek olan kalp kırıklığına hazır değildim; hazır olmak istemiyordum.

"Cenk on bire gidiyor, fakat aslında aramızda üç yaş var. O da bir sene geç başladı da," diye açıkladı Bengi. Kutay'ın dairesine geldiğimizde kapıyı üç kere tıklattıktan sonra zile abandı. "Birinci sınıfa geçmesi gereken sene çok ağır bir hastalığa yakalanmış, yani ben pek hatırlamıyorum annemler öyle anlatmıştı, ve o yüzden o sene okula başlatmamış bizimkiler onu. Eh, okulun ilk iki ayını kaçırınca da başlayamıyorsun, hele birinci sınıfa, o yüzden o sene okula gitmeyip evde eğitim görmüş fakat gittiğimiz ilkokul o eğitimi geçerli saymadığından bir sonraki sene birinci sınıftan başlamak zorunda kalmış. Ben de çok zeki bir çocukmuşum, okumayı falan çok hızlı sökmüşüm, birinci sınıfı atlattılar yani erken başlamadım aslında."

Kapıyı kimsenin açmadığını görünce zile birkaç kere daha bastı ve en sonunda kapıyı sinir olmuş bir Cenk hızla açtı. "Yeter Bengi yeter! Geldik işte çatlama!"

Bengi ağabeyine tatlı tatlı gülümsedikten sonra ayakkabılarını çıkarttı. O sırada ben çoktan kendiminkileri çıkarıp içeri geçmiştim bile. Ayakkabılarımı ayakkabı dolabına yerleştirdikten sonra Cenk'e bakmadan mutfağa geçtim ve kendime bir bardak su doldurup içtim. Ne ara bu kadar susamıştım bilmiyorum fakat iyi gelmişti. "Bengi, sana da su koyayım mı?" diye sordum fakat cevap gelmedi. Yanlarına gittiğimde Bengi ağabeyine çemkirmekteydi.

Cenk en sonunda kardeşini ittirdi ve ondan kurtulmak adına üst kata doğru ilerlemeye başladı. "Peşimden gelme!"

Bengi bu tepkiye bir kahkaha attı ve bana doğru döndü. "Odana geçelim mi? Sanırım bir süre daha eve dönmeyeceğim, yani en azından Cenk dönmeyecek gibi duruyor ve annemler beni Cenk'i almak için göndermişti, onsuz dönemem."

Omuz silktim. Üst kattan Kutay'ın "Kim gelmiş?" dediğini duyabiliyordum. Cenk ona cevap verince ayak seslerinin bizim olduğumuz yere yaklaştığını duydum ve kısa bir süre sonra Kutay önümüzde bitti. "Neredesin sen?" O kadar sert sormuştu ki irkilmeden edemedim.

Böyle bir tepki beklememiş olduğumdan kaşlarım çatılırken Bengi'nin ağır adımlarla merdivenlere doğru ilerlediğini görebiliyordum. Gerçekleşebilecek bir kavganın konusunu almış, olabildiğince hızlı ve etkili bir şekilde sıvışmaya çalışıyordu; ona izin verdim. "Ne demek neredesin?" diye sorarken Kutay'a, ne yapacağımı bilemeyerek ağırlığımı sağ ayağımdan sol ayağıma geçirdim ve elimi belime koyma isteğine karşı geldim. Nasıl bir tepki vermem gerektiğini ölçemiyor olmanın getirdiği bir fiziksel gariplik durumuydu benimki.

"Tüm gün okulda sana bakındım, hele Kıvanç sabah sensiz geldiğinde. Erken çıktığını ve seni bir daha görmediğini söyledi," evet, erken çıkmıştım; saatlerce erken, "ben de neredeyse her teneffüs seni aradım okul çevresinde ama yoktun. Yemekte de göremedim seni, Mina da nerede olduğunu bilmiyordu; endişelendim." Anlaşılan en kısa sürede Mina'yla konuşmam gerekecekti.

"İyiyim ben," dedim ters bir şekilde, ardından Kutay'ın hiçbir suçu olmadığını hatırlayarak derin bir nefes verdim. Omuzlarım verdiğim nefesle bir şekilde düşerken kafamı kaldırıp Kutay'a baktım. "Erkenden çıkıp okula geldim fakat günün erken saatlerinde hastalandım, o yüzden revirdeydim günün çoğunluğunda da. Uyuduğum için de yemeği kaçırmışım, hemşire öyle dedi. Okul çıkışı da kendimi daha iyi hissettiğimden alışveriş merkezine gittim." Elimde tuttuğum kitap poşetini gösterdim.

Kutay ikna olsa mı olmasa mı bilemiyormuş gibiydi fakat uzatmama kararı almış olacak ki sıcak bir gülümseme gönderdi. "Hafta sonun nasıldı?" diye sorarak konuyu değiştirmeye çalıştı ve bu çabasını takdir ediyordum, fakat keşke başka bir konu seçebilmiş olsaydı. Hafta sonunun tek bir saniyesini bile hatırlamak istemiyordum. O yüzden omuz silkmekle yetindim.

"Annene ne olmuş, öğrenebildiniz mi?" diye sordum konuyu kendi üzerimden çekip annesine yöneltmek amacıyla; aslında özellikle annesi hakkında konuşmak istediğimden değildi, sadece benimle ilgili olmayan herhangi bir şey o an çok cazip görünmüştü, o kadar.

Kutay başıyla onayladı. "Yediği şeylerden birinde sanırım ceviz varmış, alerjisi vardır da. Çok fena oluyor, cildi kızarıyor kabarıyor falan; gece hastanede kaldı reaksiyon dinene kadar, sabah da döndük eve."

"Ciddi bir şey olmadığına sevindim."

Kısa bir sessizlik oldu ve ikimiz de ne diyeceğimizi bilemez bir şekilde kapı önünde dikilmeye devam ettik. Kutay bu ne yapacağını bilememe durumundan rahatsız bir şekilde—tıpkı benim az önce yapmış olduğum gibi—ağırlığını diğer ayağına verdikten sonra sağ elini ensesine götürdü. "Aslında seninle bir şey konuşmak istiyordum," dediğinde heyecanla atan kalbim, aklımda büyümeye başlayan soru işaretine öncü olarak kafamı onaylarcasına sallamama neden oldu. "Daha doğrusu bir şey konuşmak değil de, sana bir şey sormak istiyordum."

İçimde büyüyen heyecanı bastırmak adına hiçbir şey yapamıyor olmak acınası bir durumdu, fakat bu duruma odaklanmadığım sürece pek sorun yok gibiydi. Kutay'ın bana sormak istiyor olabileceği şeyler için duyduğum heyecanı bastıramıyor oluşum, bunu görmezden gelemeyeceğim anlamına gelmiyordu yani. "Evet?" diye sordum, devam etmediğini fark edince. Doğru kelimeleri bulmaya çalışıyor gibi bir hali vardı, fakat emin de olamıyordum.

"Bu Cuma birkaç kişi Cenk'in doğum gününü kutlamak için bir yerlere gideceğiz de, bana partiyi hazırlamamda yardımcı olur musun diyecektim. Yani, tam olarak bir parti olmayacak fakat sürpriz bir şeyler yapmak istiyoruz ve olabildiğince insan gelsin istiyoruz," diye açıkladı Kutay ve bir an üzülür gibi olsam da, kendimi hemencecik toparladım. Ne sormasını beklemiştim ki?

"Evet elbette," dediğim üzerinde pek düşünmeden. "İstersen Bengi'ye de sorabilirim, seve seve yardım edermiş gibi geliyor," diye ekledim sırıtarak. Anladığım bir şey vardıysa o da Bengi ve Cenk'in ilişkisinin beni 7/24 güldüreceğiydi; Bengi'ye Cenk için bir parti hazırlıyoruz desem kim bilir nasıl bir tepki verirdi.

Kutay da benimle aynı şeyleri düşünmüş gibi yüzünü buruşturdu. "O sarışını bu işten uzak tutmak en iyisi olacaktır bence; hiç sorma, yüzüne bile tükürebilir ben ondan beklerim."

Aklımda canlanan görüntüyle pis pis sırıttım. "Yoksa senin yüzüne daha önce tükürdü mü?"

Kutay bana kötü bir bakış attıktan sonra "Bu konu hakkında konuşmayı reddediyorum," diyerek daha çok sırıtmama neden oldu. "Aaa, bu arada neredeyse unutuyorum," dedikten sonra elini cebine attı ve bir telefon—gözlerim kocaman açıldı—benim telefonum!—çıkartıp bana doğru uzattı. "Kıvanç sabah erkenden çıktığın için bunu sana veremediğini söyledi okul çıkışında. Okulda sana bakınmış ama göremeyince verememiş, vereyim diye de bana iletti. Gerçi şarja takmak isteyebilirsin."

Telefonumu Kutay'ın elinden alırken hissettiğim mutluluğu, tamamlanmış olma hissini daha önce hiçbir şey hissettirmemişti. Kutay bu halime gülüp "Ben sizi yalnız bırakayım," dedikten sonra merdivenlere yöneldi—sanırım—emin olamıyordum çünkü telefonumla aşk yaşamakla meşguldüm. O an Mal Dörtlü'den ayrılırken Kunter'in cebimi işaret etmiş olması geldi aklıma ve nasıl bir gazla yukarı koştuysam, ayağımdaki çorapları unutmuş olduğumdan merdivenlerin yarısında neredeyse sırt üstü yere yuvarlanıyordum. Şu merdivenlerin cilası bir gün benim ölümüm olacaktı da, neyse.

Merdivenleri bir şekilde atlatıp odama girmeyi başardığımda elimdeki kitap poşetini çalışma masasının üzerine bıraktım ve Rüzgar'ın ceketini çıkartarak sandalyemin üzerine astım; önce de belirttiğim üzere o ceketten ayrılmak gibi planlarım yoktu. Bengi ve Cenk gittiğinde ilk işim odayı toparlamak olmalıydı veya Bengi'yle beraber toparlayabilirdik; çünkü Mal Dörtlü'yle çok fena dağıtmıştık ortalığı.

Oda biraz hava alsın diye pencereyi açtıktan sonra diğerlerinin yanına, yani Kutay'ın odasına gittim.

"Çağla!" dedi Bengi odaya girdiğim saniye. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı ve bir yandan ağabeyinin elindeki PS3 kumandasını almaya çalışıyor, bir yandan da Cenk'in onu ittirme çabalarını savuşturuyordu. Ardından ağırlığını Cenk'in sırtından çekerek yatakta geriledi ve sırtını yatak başlığına yasladı. "Çağla da geldiğine göre başka şeyler yapalım! Cenk'in oynayamayışını izlemek hiç zevkli değil."

"Senden bin kat daha iyiyimdir."

Bengi sırıttı. "Sıfır çarpı bin yine sıfırdır ve ben asla oyunlarda iyi olduğumu iddia etmedim, sevgili ağabeyciğim. Şimdi o oyunu kapat da başka bir şeyler yapalım, sıkılırsam annemi arar gelmemekte ısrar ettiğini söylerim."

"Film izleyelim," önerisi Kutay'dan çıkmıştı fakat biz bir şey diyecek vakti bulamadan Bengi itiraz etti: "Film izlemek tek başına veya sevgilinle yapman gereken bir aktivitedir, arkadaşlar film izlememeli bence."  Bunun üzerine bana gönderdiği bakışın altındaki imayı anlamamak için gerizekalı olmam gerekirdi.

"Sana göre her şey ya tek başına yapılmalı ya da sevgilinle Bengi," diye yorumda bulundu Cenk.

Bengi ağabeyine gözlerini devirdi. "Sadece sevgilin olmadığı için kıskanıyorsun."

Cenk, Bengi'nin bu dediğini gerçekten komik bulmuşçasına bir kahkaha attı. "Bengi, Bengi, Bengi... Olay sevgilinin olup olmamasında değil; olay, sevgili olmadan bile bir şeyler yapacak kızlar bulabilmekte."

Bu sözü üzerinde Bengi Cenk'in kafasına bir yastık fırlattı ve hedefi on ikiden vurduğunda sırıttı. "Bunu da hallettiğimize göre, diyorum ki, bir şeyler yapalım!" Olduğu yerde zıplayarak heyecanını vurguladıktan sonra bakışlarını Cenk'e çevirdi. "Fikir üretsene."

"Siz kızlar kendi odanıza geçin, bizi de oyunumuzla baş başa bırakın," dedi Cenk Bengi'nin az önce fırlatmış olduğu yastığı alarak. Ardından, yastığı kardeşine geri fırlattı ve "Hem sizin yapacak dedikodunuz vardır," diye ekledi.

Dedikodu kelimesini duyan Bengi'nin gözleri kocaman açıldı ve bakışlarını bir anlığına Kutay'a değdirdikten sonra yataktan fırladı. Ardından, yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirip odanın çıkışına doğru yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Kutay "Bengi, iyi misin?" diyene kadar bütün bu olan biteni izlediğini farkında değildim. Son on dakikadır bakışlarını telefonundan ayırmamıştı.

"Canım sıkılıyor, sence iyi gibi mi duruyorum?" diye sorduktan sonra Kutay'ın cevaplamasına izin vermeden odadan çıktı. Onu takip etmediğimi fark ettiğinde kafasını kapı aralığından içeri uzattı ve "Çağla, senin de gelmen gerekiyordu," diye bilgilendirdi beni.

Güldüm. "Gelirim şimdi, az bekle." Ardından odamın içinde bulunduğu kaos durumunu hatırlayarak yüzümü buruşturdum. "Odam pek toplu değil, uyarmadı deme."

"Sorun olacağını sanmıyorum, Bengi'nin odasından her gün hortum geçiyor; alışkındır o," diye yorumda bulundu Cenk ve bu yorumu benden bir kahkaha kazanırken, Bengi ağabeyine kötü kötü bakmakla yetindi.

"Çok gecikme," dedi Bengi odadan çıkıp giderken.

Gözlerim Cenk'e, ardından da telefonunda mesajlaşmakta olan Kutay'a kaydı. Benden Cenk'e sürpriz bir parti hazırlama konusunda yardım istemişti ve içten içe keşke başka bir şey sorsaydı diye düşünmeden edemiyor olsam da, bunun da bir şey olduğunu kabul etmem gerekiyordu.

"Ne o, eski sevgililerinden biri başını mı şişiriyor?" diye sordum Kutay'a sırıtarak. Ne gördüğüm rüyanın, ne de Kutay'ın en yakın arkadaşı olacak orospu çocuğunun, ne de kendi güvensizliklerimin Kutay'la aramdaki ilişkiyi bozmasına izin vermeyecektim. Güvensiz mi hissediyordum? Bunu kapatmanın çok kolay yolları vardı ve ben değil miydim zaten bunların ustası?

Cenk güldü. "Durum o olsaydı eminim Irmak kızın kafasını kopartırdı acımadan."

Kutay Cenk'e kötü kötü bakmakla yetindi ve ardından sorumu yanıtlamak üzere bakışlarını bana doğru çevirdi. "Yok ya, Kıvanç ve Atakan'la uğraşıyorum iki saattir. Atakan'ın sanırım hoşlandığı yeni bir kız varmış, onunla ilgili bir şeyler deyip duruyor." Ardından bir an duraksadı. "Sen bu kızı tanıyor olabilir misin?"

Omuz silktim; Umutvar'da pek insan tanıdığım söylenemezdi. Bengi'ye daha fazla kız arkadaşa ihtiyacım var derken ciddiydim. Lisan, Sanem ve diğerleriyle aramıza giren mesafeler sağ olsun, zamanım yedi yirmi dört erkeklerle geçiyormuş gibi hissetmekten alıkoyamıyordum kendimi. Görüştüğümde Mal Dörtlü'yle görüşüyordum ve evde Kutay'laydım; okulda da basketçi arkadaşlarımızın masasına oturduğumdan...

"Büyük ihtimalle tanımıyorumdur, adını söyledi mi?" diye sorduğumda Kutay başını iki yana salladı; gözleri hala telefonuna yapışmış bir haldeydi. "Neyse o zaman gençler, sohbetinize doyum olmaz fakat benim ilgilenmem gereken bir sarışın var," dedikten sonra Cenk'in kahkahası eşliğinde odadan çıkarak odama döndüğümde Bengi'yi etraftaki dağınıklığı incelerken buldum.

"Söylesene burayı dağıtmak için ne kadar çaba harcadın?" diye sorduğunda yüzüne kocaman bir sırıtış vardı ve elimde olmadan güldüm.

"Pek zor olmadı," derken ben de sırıtıyordum. "Gerçi toparlaması o kadar kolay olacakmış gibi durmuyor ama..." derken sesimi dramatik bir şekilde kısmayı başardığımdan kendimi tebrik ettim. Bengi de yapmaya çalıştığım şeyi anlamış olacak ki sırıtmaya devam etti.

"Hadi gel, başlamazsak asla bitmeyecek," diyerek yerdeki boş içecek şişelerini—varlıklarını hiçbir şekilde sorgulamadan—ki aslında sorgulaması gerekirdi çünkü kaç gündür evde yoktum, güya—çöpe attı.

Birkaç on dakika sonra oda yüzüne bakılacak şekle sokulmuştu. Bengi yeni yaptığımız yatağımın üzerine uzanarak sırtını yatak başlığına dayadı ve bir oh çekti. "Sırtım ağrımış, uzanmak o kadar iyi geldi ki." Bir an duraksadıktan sonra devam etti, ben de bu sırada çalışma masamın önündeki sandalyeye ters oturmuş Bengi'ye bakıyordum. "Ben olmasam ne yapacaksın? Zor toplardın bu odayı," dedi alayla.

Güldüm. "Valla bilemiyorum," dedikten sonra ofladım.

Bengi'nin kaşları çatıldı. "N'oldu şimdi?" diye sordu, ardından sırıtarak devam etti. "Yoksa aklında özel birileri mi var?" Kaşlarımın çatıldığını görünce ekledi. "Yan odadaki özel birileri."

Gözlerimi devirdim. "Konuyu kurcalamayı bırakır mısın? Evet tamam itiraf ediyorum, çocuktan hoşlanıyor olabilirim fakat bu, konu hakkında bir şeyler yapacağım anlamına gelmiyor."

"Neden?"

"Ne demek neden?"

"Neden bir şey yapmayacaksın ki? Belki karşılıklı?" Bengi kaşlarını kaldırmış bana meydan okuyan bir ifadeyle gözlerini yüzüme dikmişti. Kollarını da göğsünde kavuşturmuş olsa tam bir sahne olacaktı, fakat sanırım onu yapamayacak kadar yorulmuştu. Kafasını yatak başlığına koyduğu açıyı düşünürsek gerçekten yorgun olmalıydı çünkü bana bakabilmek için gözlerini hafifçe aşağı kaydırması gerekmişti.

Dudaklarımı hafifçe büzerek gözlerimi kıstım. "Ne o? Bir şey mi biliyorsun Cenk'in kardeşi?"

Bengi güldü. "Ben çok şey bilirim Kutay'ınki fakat bilgilerimi paylaşmayı pek sevmem," dedikten sonra sağ gözünü kıstı—bunu nasıl yaptı en ufak bir fikrim yok—ve ardından göz kırpıp tekrardan güldü; bu sefer ona ben de katıldım.

"O değil de, Cenk'in doğum günü yakınmış sanırsam?" diye sordum, Kutay'ın yardım isteği tekrardan aklıma gelirken. Bu aynı gün içerisinde iki ediyordu ve soralı en fazla bir saat olmuştu; kendimi frenlemem gerekiyordu. Bengi'ye hayır demiş olduğu için Kutay, onu çağırmak gibi bir planım yoktu. Hem, eğer Bengi'den habersiz yapacaktıysak, başkasının olmama ihtimali yüksek demekti ve Kutay'la bir şeyler yapma fikri hoştu. Gerçekten hoştu.

"Hı evet," dedi Bengi, ardından sırıtarak devam etti. "Cuma günü dışarı çıkaracaklar bizimkini ama bildiğimi söyleme, Kutay, Kıvanç ve Ömer kendilerini sır tutmakta bir numara sanıyorlar." Güldü. "Aslında var ya, bildiğim her şeyi bir şekilde insanlara yaysaydım, okul çökerdi."

Kaşlarımı kaldırdım. "Nasıl başarıyorsun o kadar şey bilmeyi? Ben valla ne birilerini tanıyorum, ne de işe yarar bir şeyler biliyorum. Ayrıca, Kutay'a söyleme partiyi bildiğini, valla çok üzülürmüş gibi geliyor. Sır olduğunu söylerken heyecanlı gibiydi. Hatta bir süre nasıl söyleyeceğini bilemedi."

"Yok be, ne söyleyeceğim. N'aparlarsa yapsınlar, bana dokunmadıkları sürece mutluyum ben. Cenk'in partisine gelmeyeceğim sonuçta."

"Neden ki? Abinin partisine gitmezsen garip olmaz mı?" diye sordum merakla, Cenk ve Bengi'nin ilişkisinin "garip" olduğunu ilk saniyede fark etmiştim fakat kolay kolay çözemeyecekmişim gibi geliyordu. Eğer benimki İstanbul'da olsaydı ya da ben Londra'da olsaydım doğum gününü asla kaçırmazdım. Gerçi gideceği bara beni almazlardı ya, neyse. "Yani benimki burada olsa partisini asla kaçırmazdım."

"Abin mi var?" diye sordu Bengi şaşkınlıkla. "Ben seni tek kardeş sanıyordum."

"Yok, Londra'da okuyan bir abim var da, neden bu kadar şaşırdın ki?" diye sordum sırıtarak. Bu kadar şaşılacak bir durum yoktu ki ortada. "Bana şımarık falan mı demek istedin sen?" diye ekledim alayla.

"Senin abinin olması demek kaynaklarımın yeterince doğru olmaması demek!" dedi Bengi yıkılmış bir ifadeyle. "Kim bilir başka neleri yanlış biliyorum..."

"Bekle," dedim. "Benim hakkımda araştırma mı yaptın?" Gözlerim kocaman açılmıştı çünkü ne bileyim, kim başkası hakkında araştırma yapardı ki? Gerçi kimi kandırıyorum, benim de ilgimi çeken birisi olduğunda tüm sosyal medya hesaplarına baktığım olmuştu fakat Bengi'nin bir "kaynağı" vardı; demek ki kendisi bakmamıştı. Ne?

"Ya şey," dedi gülerek. "Benim bir arkadaş var da, bizim okula gitmiyor fakat okuldaki herkes hakkında bir şeyler biliyor, inan nasıl yapıyor bilmiyorum. Okula ilk geldiğinde seni sormuştum da ona. Sonuçta yenisin, merak uyandırıyorsun. Sonra bir de Kutay'la arkadaş olduğunu öğrenince iyice meraklanıyor insan."

"Ha bu çok normal zaten," dedim ona garip bir bakış göndererek.

Bana dil çıkarttı. "Cenk yüzünden arkadaş olamadığım o kadar çok insan var ki insan bir şekilde hayatlarının 'içinde' hissetmek istiyor. Gerçi bir takım kişiler hakkındaki araştırmayı sırf onun için yapıyorum. Dedim ya, saçma sapan ne kadar planı varsa hepsine katıyor beni. Şimdi de dokuzuncu sınıfların soyunma odasına kamera yerleştirtti bana, sonra izleyip olmaması gereken bir şey oluyor mu ona bildirecekmişim." Ona artık nasıl bakıyorduysam, kendini "Bana öyle bakma, neden istedi en ufak bir fikrim yok," açıklamasını yapmak zorunda hissetmişti.

"Dokuzlarda kim var ki kızlardan? Hani Cenk'in 'planlarından' birinde olabilecek?" diye sorduğumda Bengi bana "hah amatöre bak" dercesine güldü.

"Çağla, Çağla... O işler pek öyle yürümüyor. Dokuzuncu sınıflardan biriyle ilgili bir şeyler aramadığına adım gibi eminim. Kesin olay on birinci sınıflardadır. Hangimiz bir on birinci sınıfı dokuzuncu sınıf soyunma odasında ararız?" Ona cevap vermediğimi görünce "Aynen öyle, hiçbirimiz," diye kendini onayladı. "Gerçi tam olarak neyi veya kimi aradığını bilmediğim için emin de olamıyorum ya, neyse. Öğrenirsem söylerim merak etme."

"Garip ama eğlenceli duruyor," diye yorumda bulundum. "Bu arada soyunma odası... kızlarınki, değil mi?" diye sordum sadece emin olmak için. Cenk başka neden Bengi'ye izletiyor olabilirdi ki yani?

Bengi bir kahkaha attı ve ben de istemsizce güldüm. "Evet evet, kızlarınki. Zaten o yüzden ben izliyorum ya. Erkeklere koydurtmadı, o yüzden az çok bir fikrim var neden kamera yerleştirdiğimle ilgili, ama işte, konu Cenk olunca bilemiyorsun ve diğerleri de hiç renk vermiyor bu planlarla ilgili. Sanırım biri birini aldatıyor da neyse, göreceğim izleyip."

Aniden aklıma gelen bir fikirle heyecandan yerimde zıpladım. "Ben de katılabilir miyim?" Bengi kaşlarını kaldırınca açıklama ihtiyacında bulundum. "Hani sen Cenk için bir şeyler yapıyorsun ya, bu şeylere ben de katılabilir miyim?"

"Evet elbette, ben de tek başıma sıkılıyordum zaten. Gerçi bunu kimse bilmesin, sonra asla sonunu duymazsın Cenk'ten. Veya Ömer'den. Ya da Atakan'dan. Hatta Poyraz bile susmaz."

Poyraz ismini ilk defa duyduğumdan kaşlarım çatıldı. "O da kim?"

Bengi tatlı tatlı gülümseyerek "Öğreneceksin küçük çekirge," dedi. "Her şeyin bir sırası var."

Continue Reading

You'll Also Like

25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
2M 73.5K 60
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
6.1M 197K 99
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
1.1M 15.9K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...