Ağırlaşmış göz kapaklarımı aralayarak etrafıma baktım. İkimiz de masanın üstünde sızmıştık. Yavaşça doğrularak ağrıyan belimin acısıyla inledim. Bay Styles sesimden dolayı rahatsızca gözlerini aralayarak bana baktı.
"Siktir... saat kaç?"
Gözlerimi ovuşturarak rahatsızca telefonun ekranına baktım. Kısık ışık bile gözlerimi acıtmıştı.
"İki buçuk."
O da acıyla belini doğrultarak ayağa kalktı. Yavaş adımlarla yanıma gelerek elini uzattı. Uzattığı elini tutarak ayağa kalktım. Nazikçe beni merdivenlere doğru sürüklediğinde arkasından ilerledim.
Biraz önceki uyuşukluğu gitmişti. Hızlıca merdivenleri çıktı. Ben de onu takip ettim. Bir kapının önünde durarak yavaşça kapıyı açtı. Birkaç saniye kablolarla uğraştıktan sonra odayı hafif sarımsı led ışıkları ile aydınlattı.
Yavaşça bordo renkli yatak örtüsünü kaldırarak beni yanına çağırdı. Kapıyı kapatarak ağır adımlarla yanına ilerlediğimde beni yatağa oturtup dolabına doğru yürüdü.
Dolabı açarak içinden bir gri bol bir eşofman ve uzun soluk asker yeşili stretch tişört çıkarttı. Yanıma yaklaşarak tişörtümün uçlarını tuttu. Kollarımı kaldırarak çıkartmasına yardım ettim. Elindeki soluk asker yeşili tişörtü üzerime geçirip parmaklarını pantolonumun düğmesine götürerek hızlı hareketlerle çözdü. Pantolonum bacaklarım arasından kaydığında sadece siyah iç çamaşırım ve uzun yeşil tişört ile kalmıştım.
Geri çekilerek hızlı hareketlerle kendi üzerindekileri çıkarttı. Ardından altına gri bol eşofmanını giyerek çıplak göğsüne düşen haç kolyesi ile yatağa girdi. Ben de yanına sokulduğumda belimden tutarak bedenimi kendi bedenine doğru çekti. Uzun parmakları bacaklarımda dolanmaya başladığında üzerimizi örttüm.
"İyi geceler Connor..."
Başımı çıplak göğsüne yaslayıp vanilyalı kokusunu içime çektim.
"İyi geceler Bay Styles."
* * *
Gözlerimi rahatsızca araladım. Led ışıkları uyumama engel oluyordu. Başımı çevirerek Bay Styles'a baktığımda uykusunda konuşarak yatmaya devam ediyordu. Eğilip onu dinlemeye çalıştım ama kelimeleri ağzına yuvarlıyordu.
"Ben... hmm... yapmadım... hayır..."
Yüzüne doğru biraz eğilip nemlenen saçlarına parmaklarımı hafifçe geçirdim. Yavaşça saçlarını okşayıp karşımdaki güzelliği izlemeye başladım. Yeterince ayıktım ama başım biraz ağrıyordu.
"Muz istiyorum... mmh, özlemişim..."
Acaba rüyasında ne görüyordu? Heyecanla onu dinlemeye devam ettim.
"Anne pijamalar..."
Karşımdaki kişi ne kadar 1.83 olsa da hala küçücük bir çocuktu. Aniden endişelenerek kendini sıkmaya başladığında alnına küçük öpücükler kondurarak onu sakinleştirmeye çalıştım. Gerilen çenesi öpücüklerim ardından gevşemeye başladığında hayranlıkla kıvrılan koyu pembe dudaklarına baktım.
Öyle mükemmel dudakları vardı ki onları öpmemek suç sayılmalıydı. Kendini öptürmemenin nedenini anlayabiliyordum ama onu öpememek resmen benim için bir cezaydı. Küçücük bir öpücük kondursam anlar mıydı? Alt tarafı küçük bir öpücük? Zaten uykusu dışında bana kendini asla öptürmeyecekti.
Sağ elimle saçlarımı arkamdan toplayarak yüzüne doğru eğildim. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Dudaklarına yaklaştığımda mırıldanışlarının kesildiğini fark ettim. Verdiğim nefesler dudağına çarpıyordu. Gözlerimi kapatıp son kez yutkunduktan sonra dudaklarına eğildim. Tam dudaklarımı dudaklarının üzerine değdiriyordum ki korku ile gözlerini araladı. Ardından başını öbür tarafa çekerek buna engel oldu. Hemen yanındaki abajurun ışığını yakarak yatakta doğruldu. Elleri ile yüzünü ovuşturduktan sonra bana döndü.
"Sen... ne yapıyordun?"
Utanç ve suçlulukla geri çekildim.
"Beni öpmeni istemiyorum, seninle öpüşmek istemiyorum beni neden zorluyorsun?"
Gözlerim dolmuştu. Yaşanmışlığı hakkında ne kadar doğru olsa da cümleleri onur kırıcıydı.
"Bir daha beni uyurken veya herhangi bir şekilde öpmeye kalkarsan benim için tamamen bitersin Arline, anladın mı?"
Öğretmen olduğu için kolayca otoriter sesini kullanmıştı. Dolan gözlerimi yere sabitleyerek gözlerimi kırpıştırdım. Ağlamama engel olarak tekrar doğrulduğumda iç çekip kollarını araladı.
"Gel buraya."
Suçlu ve pişman bir çocuk edasıyla kollarının arasına girdiğimde kaslı ve dövmeli kolları beni göğsünde sıkıştırdı. Saçlarıma küçük bir öpücük kondurup yanağını yasladı.
"Seni kırmak istemiyorum ama lütfen sen de beni anla..."
Başımı sallayarak gözlerimi kapadıktan sonra güzel kokusunu son kez içime çektim.
Harry
Saat daha altıydı ve Harley Daylen'ı bırakıp gitmişti. Televizyonun önünde biberonundan meyve suyunu içen oğluma baktım.
Ardından tekrar önüme dönerek ders için makale yazmaya devam ettim. Sıcak kahvemin kokusu ciğerlerime kadar dolmuştu. Parmaklarımı kahvemin kulpuna dolayarak bir yudum içtim. Sıcak kahve boğazımdan kaydıktan sonra Daylen'ın huzursun olduğunu fark ettim.
"Bir şey mi var balım?"
Mutsuz gözüküyordu ve onu mutlu edecek güzel sözcükler kullanmalıydım. Yutkunarak başını iki yana salladı.
"Arline uyuyor mu?"
Başımı salladım.
"Gece pek uyuyamadı, kaldırmak istemedim. Kalktığı zaman beraber kahvaltı yaparız."
Başını sallayarak ellerini bacak arasına yerleştirdi.
"Uhm, oralarda bir sorun mu var?"
Suçlu bir ifadeyle başını olumsuzca salladığında oturduğum yerden kalkıp yanına ilerledim. Oturduğu kanepenin önüne gelerek dizlerim üzerine çöktüm. Ellerimi bileklerine koyarak yavaşça kasıklarının üzerinden çektim.
"Söyle babana hayatım."
Dudaklarını büzerek bana baktı.
"Mm, altını mı ıslattın?"
Utançla gözlerini benden kaçırdığında gülümseyip altın sarısı yumuşak saçlarına bir öpücük bıraktım.
"Utanmana gerek yok küçük prens, baban şimdi halledecek."
Küçük bedenini kucağıma alarak ayağa kalktım. Hızlı adımlarla üst kata çıkarak Daylen için ayırdığım odaya girdim. Daylen'ı yere bırakarak çekmeceden aldığım çarşafı yatağın üzerine serdim. Daylen'ı tekrar kucağıma alarak çarşafın üzerine yatırdım.
"Baba..."
Islak mendil, pişik kremi, kuru bir mendil ve temiz bir bez alarak yatağa döndüm. Clay'in altındaki lacivert eşofmanı çıkartarak kenara koydum. Ardından bezinin cırt cırtlarını açıp ıslak bezi altından çıkarttım. Utanarak gözlerini kaçırdığında yüzüne eğildim.
"Ben senin babanım hayatım, burada utanacağın en son kişi benim. Bunları yapmak benim görevim."
İç çekip tavana bakmaya başladığında ıslak mendili alarak yavaşça kasıklarından başlayarak yukarıdan aşağıya doğru silmeye başladım. Yeterince temizledikten sonra kirli mendili kenara bırakıp yenisi aldım. Daha fazla oğlumu utandırmamak için mendil ile penisini kökten uca doğru bir kerede sildim.
Onu da kirlilerin arasına bırakıp bir tane daha aldım. Hızlı ve özenli bir şekilde testislerini yine bir kerede silerek poposunu da sildikten sonra mendili kenara bıraktım. Kuru mendil ile kasıklarını kuruladıktan sonra tahriş olmaması için pişik kremini önce elime döküp yavaşça oğlumun kasıklarına masaj yaparak sürdüm.
En sonunda temiz bezi altına koyarak cırt cırtlarını kapattım. Kirli olan her şeyi yan taraftaki poşetin içine doldurarak odanın içindeki çöpe attım. Ayağa kalkarak dolaba yöneldikten sonra Clay için bu sefer koyu yeşil bir şort seçip altına giydirdim. En sonunda onu koltuk altlarından tutarak kucağıma aldım.
"İşte benim delikanlı oğlum daha temiz oldu."
Utanarak başını eğdiğinde bir öpücük daha kondurdum.
"Daha çok küçüksün benim minik farem, böyle kazalar yaşaman çok normal."
Gülümseyerek Daylen ile aşağı indim. Onu tekrar koltuğa oturtarak meyve suyu ile dolu biberonunu tekrar eline verdim. Gülümseyerek çizgifilmini izlemeye devam ettiğinde bilgisayarımın başına tekrar geçtim.
Oğlumun benden bir yabancıymışım gibi utanması beni mutsuz etmişti. Sanırım annesi ve babası ayrı olan bir çocuğa göre böyle davranması gayet normaldi ya da yeterince iyi bir baba değildim...