The Sedition

Oleh Boipoi

148K 14.5K 10.7K

Birbirimizi sevmek için yanlış dönemdeydik. Lebih Banyak

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm (M)
DU YU RUUUU
40. Bölüm - Final

28. Bölüm

2.7K 296 111
Oleh Boipoi

Selaaaamm aşslkdaşslskaşasd

Bildirim gelince bu hangi ficti yaa dediniz dimi? lşaskdşladka

Hatırlayınca da çok sevindiniz demi? laskdldksaşd

Öyleyse iyi okumalar <3 


-------


12 Ocak 1985 (Evet, flashback yok ben de şaşkınım skdlklsallsaşkdaşl)



Tuhaf hissediyordum.

Evim gözlerimin önünde yerle bir olmuş, evsiz biri olarak okuldaki ofisimde kalmaya devam ediyordum. Bir daha başkasını o şekilde sevemem dediğim adamı göreli tam tamına 5 gün geçmiş olmasına rağmen ondan bir daha haber alamamıştım.

Ne bekliyordum ki?

Tamam, belki de oldukça çok şey bekliyordum.Kollarıma koşmasını istemiyordum elbet, kollarına da koşmayacaktım aynı şekilde. Yine de bir şeylerin değişmiş olmasını dilerdim. En azından bir defa da olsa karşıma çıkıp bana bir şeyler söyleyebilirdi.

İstediğim şey eskisi olmak değildi, yeniden başlamak da değildi. Bizden artık ne o eski mahalle arkadaşları ne komşu çocukları ne de sevgili olmayı deneyen üniversiteliler olabilirdi. Tek istediğim biraz konuşabilmekti işte. Aynı zamanda tek istediğim onu bir daha görmemekti. Askere gittiğinde neler yaptığını merak ediyordum, anılarını dinlemek istiyordum. Evet, bunu babam ya da Wufan yapınca sinirlensem de ondan her bir şeyi tek tek dinlemek istiyordum. Ailesi taşındıktan sonra nerede yaşamaya başlamışlardı merak ediyordum. Onlardan hiç haber alamamıştık. Annem ve benim için Sehun'un yaptığı şey önemli değildi ama Sehun'un annesi için aynı şey geçerli değildi. Bizi gördüğünde utanç duyduğunu söyleyerek taşınmıştı annesi. Mahcup olduğu için gittiğini. Sehun'a sormak istiyordum. Nereye taşındıklarını, gittikleri yerde biz gibi komşular bulup bulamadıklarını. Sehun'un nasıl işe başladığını, işini sevip sevmediğini, ekranda göründüğü gibi havalı bir iş olup olmadığını.

İstediğim tek şey bunları sormaktı. Ama biliyordum sorduğum hiçbir soru yeterli olmayacaktı. Aldığım hiçbir cevap beni doyurmayacaktı. Yenilerine ihtiyacım olacaktı. Bu yüzden istemiyordum. Mümkünse Sehun'u görmek, onunla iletişim kurmak istemiyordum. Çünkü biliyordum ki bir kez daha o kapıdan içeri girerse çıkmaması için her şeyi yapacaktım. Eskisi gibi olmak isteyecektim, acı olan şey ise biz hiçbir zaman eskisi gibi olamayacaktık.

Bir süredir elimde tuttuğum çerçeveyi geri bıraktım. O fotoğrafa ne kadar bakarsam bakayım geçmişe geri dönemeyecektim. Artık haberleri izlemiyordum. Neden bilmiyorum. Eğer istersem herhangi bir lokantaya gidip izleyebilirdim. Ama bunu istemiyordum. Hayatıma girmesini deli gibi istediğim adamın hayatımdan tamamen yok olmasını istiyordum. Ama öncelikle kalbimden yok olması gerekiyordu, yoksa hayatımdan hiçbir zaman çıkamayan bir kabus olarak kalacaktı.

Bu sabah kapımın altından odama bırakılan zarfı açıp açmama konusunda bu saate kadar hep kararsız kalsam da bir çırpıda açmıştım. Belediyeden gönderilen bir zarftı. Evimin çökmesinin tamamen kendi suçları olduğunu belirten basit bir yazıydı. Hükumet destekli konut projelerinin hatalarından birinde oturuyormuşum özetle. Yazının devamında zayıf temele ev yapıldığından da bahsediliyordu fakat bu kadar açıklamaya ihtiyacım yoktu pek. Eğer bu zarfla en yakın postaneye gidersem tazminat vereceklerini de belirtmişlerdi. Belirtilen tazminat tabii ki işime yarayacak bir miktarda değildi. Bununla yeni bir ev bulamazdım. En azından buraya atacak bir yatak almaya yeterdi. Bu soğuklar için yeterli olmayan paltomu giyerek zarfla birlikte odadan dışarı çıktım.

"Günaydın hocam. Çarşıya gidiyorum da bir şey lazım mı?" Profesörün açık kapısından başımı sarkıttığımda gülen yüzüyle karşılaşmak bana biraz olsun işlerin o kadar kötü gitmediğini göstermişti. Elimde hala hayalini kurduğum bir işim vardı.

"Günaydın Han. Para vereyim de mürekkep al." Çekmecesine uzanmıştı ki kapıdan hızla uzaklaştım.

"Paraya gerek yok efendim, mürekkep dediğiniz kaç para ki şunun şurasında. Görüşürüz." Başımla selam verip adeta kaçmıştım. Çok da param olduğu söylenemezdi. Günümüzde mürekkebin o kadar da ucuz olduğu da söylenemezdi ama kimseden o parayı kabul de edemezdim. Hızlı adımlarla koridorun sonundaki merdivenlerden aşağı indim. Yere vurarak ses çıkartan kundura ayakkabılarım yeniden yüzümün buruşmasına neden olmuştu. Ben ne zaman büyüyüp takım elbise ve kundura ayakkabı giyer olmuştum? Ceketimin içindeki açık sarı gömleğin yakasını gevşetme ihtiyacı hissettim.

"Günaydın hocam." Neredeyse çarpmak üzere olduğum kız öğrenciye bakarak gülümsedim. Boş kafalı biri olduğum için kimseyi çok da iyi hatırlamazdım ancak onu hatırlıyordum. Genelde en önde oturup söylenilen her şeyi not alırdı. Yüksek notlarıyla birlikte onu hatırlamamak elde değildi. Başarılı bir tarih öğrencisiydi.

"Günaydın. Yazdığın raporu okudum, kalemin çok iyi. Böyle devam et."

"Teşekkür ederim Bay Han." Kızaran yanaklarını görünce yüzümde yeni bir gülümseme daha oluştu. Öğrencilerin sevgisini kazanmayı seviyordum. Bu beni yıllardır mutlu eden tek şeydi. Binadan çıkana kadar birkaç kişi daha bana selam vermişti. Sayılan biri olmak için her şeyini feda etmiş biriydim. Ailemi, yaşadığım yeri, arkadaşlarımı geride bırakmıştım. Bu yüzden geldiğim noktadan hiçbir pişmanlık duymuyordum.

Durağa geldiğimde merkeze giden otobüsün anında gelmiş olması bugünün pek de kötü geçmeyeceğini gösteriyordu. Ücreti ödeyip boş bir koltuğa geçmiştim. Bugün annemi arama günümdü ama biraz geciktirmenin zararı olmazdı. Saatin daha sekiz olduğunu göz önünde bulundurursam hiç ama hiç zararı olmazdı.

Postanenin önünde inip içerideki sırayı gördüğümde daha şimdiden beklemekten sıkılmıştım. Sabahın köründe herkes buraya gelmek için koşmuş gibiydi. Bir süre oyalanmak için sıraya geçmek yerine jeton alarak ankesörlü telefonun başına geçtim. Uzun zamandır konuşmadığım bir dostu aramanın zamanıydı. 

"Selam, rahatsız etmiyorum değil mi?" Telefonu açması uzun sürdüğü için çekinmiştim açıkçası. Ne zaman insanlara rahatsızlık vermekten çekinen biri olmuştum bilmiyorum. 

"Deli misin? Senin aramanı bekliyorum günlerdir. Ev işini ne yaptın?" Jongin'in samimi sesini duyduğum anda gözlerim dolmuştu. Onunla en son o olayın sabahında konuşmuştuk. Tuhaftır ki Wufan ya da Chanyeol bile bilmezken Sehun'la aramızdakileri o biliyordu. Nedense ona bir anda her şeyi anlatı veriyordum. Diğerlerine haksızlık ettiğimi biliyordum ama nedense beni en iyi Jongin anlayabilirmiş gibi geliyordu. 

"Hala bir yer bulabildiğim söylenemez. Ama merak etme iyiyim." 

"Eh iyi, en azından sokakta kalmıyorsun." Belki de bu yüzdendi. Kaldığım o eve sesini çıkarmayan, yalnız kalma kararıma destek olan bir o vardı. Belki de Chanyeol ve Wufan'la birbirimizi çocukluğumuzdan beri tanısak da belki de birini, onun olgunluk çağını görmeden tanıyamıyordunuz. Jongin benim üniversite yıllarıma şahit olan tek kişiydi. Sehun yokken, diğerleriyle sadece tatillerde görüşürken ben her seferinde Jongin'le birlikteydim. Neredeyse ağlamak üzereydim. Bir anda onun yakında olmasını istemiştim. 

"Teşekkür ederim." Diye fısıldamıştım telefona. Burnumu çektiğimi duyduğuna emindim. 

"Tamam, ağlamasana. Dünya üzerindeki tek evsiz sen değilsin."

"Ona mı ağlıyorum ben be!" İkimiz de neye ağladığımı biliyorduk. Sadece Jongin bunu bildiğini açık açık belli etmeyecek kadar nazikti. 

"Pekala, bana aşık olduğunu biliyorum Luhan ama ben başkasını seviyorum. Bu yüzden ağlayıp durma." Beni güldürebilmesine şaşırmamıştım. Bana ilk moral verişi değildi, biliyorum ki son da olmayacaktı. "Bu arada Luhan..." İç çekip derin bir nefes almıştı. Sesinin bir anda ciddileşmesi beni korkutmuştu. "İstediğin zaman buraya gelebilirsin. Küçük ama çalışmak için harika bir yer." 

"Bunu düşüneceğim." Bunu gerçekten düşünmüyor değildim. Fena fikir sayılmazdı. Birkaç kitap alıp gidebilirdim. Jongin'in daktilosu vardı ve benimle paylaşmakta bir sakınca gördüğünü sanmıyordum. Çalışmalarıma oradan devam edebilirdim. Maaşımı alana kadar küçük bir kasabada yaşamak maddi açıdan bana iyi gelebilirdi. Ah, tabii bir de zihinsel açıdan da uzaklaşmak fena olmazdı.

"Ben ciddiyim."

"Ben de ciddiyim. Fırsat bulabilirsem gelirim." 

"Tamam, sana inanıyorum. Şimdi kapatmam gerek derse gideceğim." 

"Görüşürüz." Artık rahatça sırada bekleyebilirdim. "Bu arada Jongin!" Onu hızla durdurmuştum. "Sen dünyanın en harika öğretmenisin."

"Biliyorum. Ama sen de şunu bilmelisin ki, hiçbir zaman benim kadar iyi olamayacaksın." Diyip telefonu yüzüme kapatmıştı. Gereksiz yere söylenmiş ya da söylenecek sevgi sözcüklerindense böylesi daha iyiydi. 

Yüzümdeki gülümsemeyle sıranın bana gelmesini bekledim. Sıra bana geldiğinde ise  memur adam yüzündeki acıma ifadesiyle bana bakıp başıma gelenler için üzgün olduğunu söylemişti. Bu da tuhaftı. Hiç tanımadığın bir insanın adına üzülüyor olmak artık mantıksız gelmemeye başlamıştı. O kadar kişinin adına üzülmüştüm ben, karşılığında ne almıştım? Yalnızca tek başına üzülmekle kalmış bir ben. Hoş kendi başıma gelenlere bile üzülmemeye başlamıştım artık ben. Büyüdüğümü diğer fark etme anım da bu olmuştu zaten. Her şeye o kadar kolay ağlamıyordum bir süredir. Az önce Jongin'le konuşurken ağladığımı saymıyordum, o olgunluğun verdiği bir göz dolmasıydı. 

Bana verilen parayı alıp elektrikli battaniye ve uyku tulumu satın almıştım. Şu an işime yarayacağını düşündüğüm tek şey onlardı. Masada yatmak yerine rahatça yerde uyumaya yeterdi. Şimdilik tek sorunum bu dolu ellerimle eve geri dönmekti. Ne kadar zihinsel olarak olgunlaştığımı söylesem de bedensel olarak ne beş yıl, ne de on yıl önceki çocukla bir farkım vardı. Sadece karşıdan karşıya geçmiş olmama rağmen kollarımı hissetmiyordum. Bugün için farklı planlarım vardı. Şehir merkezine artık o kadar seyrek gelir olmuştum ki bu gelişimi fırsat bilerek biraz gezecektim. Bu eşyaları almakta acele etmiştim. Elimdeki tek seçenek pazar meydanından çıkıp otobüs durağına geri yürümekti ki ben de bunu yapıyordum. 

Karşıdan karşıya geçmiş, cadde boyunca yürüyordum ki yan tarafımda bir araba aniden fren yapmıştı. Bazı şeyleri görmeden de bilirdiniz. Tıpkı KBS binasının önünde olduğumu fark etmem ve hemen yanımda duran arabanın açık mavi tonundan bunun Sehun olduğunu anlamam gibi. Gözlerimi devirmem için bakmama gerek yoktu. Kaderime, şansıma ya da ona benzer herhangi bir şeye lanetler okuyarak elimdeki ağır torbaları yere bırakıp ona dönmeden hemen önce alnımdaki terleri silmiştim. Yerin dibine girmek istiyordum.

Kısacası, her iki karşılaşmamızda da acınacak bir haldeydim. Eski paltom, terlemiş saçlarım ve bitkin görüntümle hiç de iyi görünmediğimden emindim. O uzanıp camı indirirken hafif bir gülümsemeyle selamlamıştım onu. Eskiden olsa onu gördüğüm için ağzım kulaklarıma varırken şimdi sadece zoraki gülümseme oluşuyordu onu özleyen dudaklarımda. 

"Selam." O diyebileceği en basit şeyi söylerken ben bunu yapamıyordum işte. Sessizce yüzüne bakıyordum. "Hangi rüzgar attı seni buraya?" 

"Birkaç şey almaya çıkmıştım." Başını eğerek ellerime bakmıştı. Onda da gözle görülür bir çekingenlik vardı. Fakat beni burada gördüğüne şaşırmaktan çok sevinmiş gibiydi. 

"Ağır gözüküyorlar. Bin, seni gideceğin yere kadar bırakayım." İşte bunu yapmasını yorgunum bedenim deli gibi isterken beynim sürekli hayır ve bir kez daha güçlü bir hayır diyordu. 

"Gerek yok. Seni meşgul etmeyeyim. Otobüse binerim." Yüzünü buruşturup gözlerimin içine bakmıştı. Kendimi berbat hissetmiştim. Bir an eskisi gibi ama aynı anda eskisinden çok farklı biriymiş gibi gelmişti. Belki de farklı olan tek şey ilişkimizdi. Ona 'Beni eve bırakmak zorundasın yoksa seni abine söylerim.' diyemediğim için farklı geliyordu her şey. Kaş çatmasının ardından el frenini çekmiş ve arabadan inmişti. Bunu hiç istemiyordum işte. Yaklaşma, ne olursun yaklaşma. 

"İşten çıkıyordum zaten." Hemen arkamızda kalan dönemin en yüksek binalarından olan KBS binasını gösterdi. "Burada çalışıyorum." Biliyorum, inan bana Sehun, sen bile çalıştığın yeri şaşırabilirsin ama ben senden çok daha iyi biliyordum. "O yüzden beni meşgul etmezsin. Gel hadi." Kararsızlığım arabasına binip binmemek değildi. Kararsızlığım onunla birkaç metre kare içinde bulunmak isteyip istemeyeceğimdi. Tanrım, kesinlikle bunu istemiyordum. "Poşetlerini ver de bagaja koyayım." Elimden zorla aldığında çaresizce kapıyı açıp oturmak zorunda kalmıştım. 

Arabaya girer girmez beni baştan aşağı saran koku beni şakaklarımdan vurmuş gibiydi. O kadar Sehun kokuyordu ki araba bagaja koyduğu eşyalarımı umursamadan arabadan çıkıp koşarak kaçmak istiyordum. Bütün anılarım beni tek tek, yeniden vururken başımda gerçekten keskin bir acı hissettim. Abisinin arabasını gizlice çaldığı günler gibiydi. O zamanlar da kalbim heyecanla çarpardı şimdi de. O zaman da araba abisine ait olsa da ben Sehun'un kokusunu alabilirdim şimdi de. Bir an ne yaptığımı düşündüm. Burada tam şu an. 

Ben ne yapıyordum? Bir yanım gerçekten kaçıp gitmek isterken diğer yanım her şeyi bir kenara bırakıp Sehun'a sarıl diyordu. Ne kaybedebilirsin ki? O da seni özlemiştir diyordu. Bir zamanlar her şeyim olan adam yeniden yanımdaydı. Niye uzak duruyordum? Niye kaçmak istiyordum. Gerçekten ama gerçekten ben ne yapıyordum? 

"Merkeze sık gelmiyorsun değil mi?" Arabaya yeniden yerleşirken beynime konan düşünceleri kovmaya çalışıyordum. Eğer aniden bağırmaya başlarsam o kadar zaman sonra delirdiğimi düşünüp benden korkup kaçar mıydı ki? 

"Pek değil." 5 yıl boyunca komada kaldıktan sonra ilk defa konuşmayı denemiş bir adamın sesi gibi çıkmıştı sesim. Korkunçtu. "Hem uzak hem de fazla vakit bulamıyorum." 

"Anladım. Haber bile izleyemediğinden ne kadar yoğun olduğun anlaşılıyor." Yemin ederim, size yemin ederim ki buruk bir gülümseme oluşmuştu yüzünde. Neredeyse onu izlemediğim için bana saatlerce surat asacak gibiydi, yemin ederim ki. "Zaten sık gelsen elbette bir şekilde görürdüm seni burada." 

Ben de ona surat atmak istiyordum, nerede olduğumu bilmesine rağmen kaç gündür uğramadığı için ona lanet okumak istiyordum. Onun yerine sustum. Sessizce yolu izledim. O da benim sessiz kalmama izin verdi. 

"Aç mısın?" Öyle bir anda sormuştu ki bu soruyu tam da acaba gelecekte bize nereye gideceğimizi söyleyen bir cihaz icat edilip edilmeyeceğini tartışıyordum beynimde.

"Efendim?" O yüzden algılamam zor olmuştu.

"İşten çıktım ve kurt gibi açım. Düşündüm ki birlikte bir şeyler yiyebiliriz. Hem de konuşurduk. Yani uzun oldu. Bilirsin, sen ve ben görüşmeyeli. Konuşacak çok şey birikmiştir. Ne dersin? Tabii ki sen de istersen seni zorlamak istemem. Ama birlikte bir şeyler yersek iyi olurdu diye düşündüm sadece. Madem uzun zaman sonra buraya geldin sana burada güzel bir yemek ısmarlamak isterim. İstemiyorsan yemeyiz. Seni bıraktıktan sonra da yerim. O kadar aç değilmişim hatta ya, şimdi düşündüm de." Aptal gibi açıklamalarda bulunarak saçmalaması içimi sıcacık etmişti. Şu anda bana en uzak kişi olsa da hala, bir zamanlar bana en yakın olan kişi vardı içinde. Saçma ve nedensiz bulduğu şeyleri isterken tam da böyle oluyordu. Ama saçma değildi, yeniden bir şeyler yapmamız nedensiz değildi. 

"Açım." Az önce saçmaladığı yerleri zihnimin en özel kısımlarına atarken ilk sorduğu soruya cevap vermeyi tercih ettim. Yüzünde anlık, çok kısa bir anlık koca bir gülümseme oluşsa da kendini çabuk toparladı. 

"Pekala, o zaman seni bu civardaki en iyi yere götüreceğim." Heyecanlı tavırları bana da bulaşmıştı fakat şunu bilmiyordu ki onun olduğu her yer benim için civardaki en iyi yerdi. Okulun yakınındaki, sırf sahibi durmadan haber izlediği için gittiğim o iğrenç lokanta bile buna dahildi. Onun yüzünü görebilmem yeterliydi. 


----


"Ailen şimdi nerede?" Sonunda bu soruyu sorabilecek kadar iletişim kurabilmemiz beni gerçekten rahatlatmıştı. Ayrıca Sehun gerçekten haklıydı. Burası gerçekten son zamanlarda gördüğüm en harika yerdi. 

"Paju'ya geri döndüler." Ne kadar da tuhaftı. Kendi ailem kadar yakın olan bu ailenin nerede olduğunu ilk defa duyuyordum. "Sizinkiler hala aynı yerde değil mi?" Başımı sallamıştım. 

"Evet, ama görsen artık orası çok değişti neredeyse ben bile yolumu kaybeder oldum." Gülmüştü, içten bir şekilde, aramızda hiçbir mesafe yokmuş gibi gülmüştü. 

"Sen eskiden de kaybolurdun Luhan bu yeni bir şey değil." 

"Kaybolmuyordum! Sadece dalgınlıkla başka sokağa sapıyordum." Bazen evimizin önünden geçip giderdim ve bunu birkaç evi daha geride bıraktıktan sonra fark ederdim. Ama söylüyorum, bu gerçekten dalgınlıktandı. 

"Seni takip etmeyi ne kadar sevdiğimi bilemezsin." Onun öylesine, dalgınlıkla söylediği şey bende öylesine yoğun hisler uyandırmıştı ki yediğim bütün yemek boğazıma oturmuş gibi hissettim. Sehun beni takip ederdi, nereye gidersem gideyim peşimden gelirdi. Tıpkı benim ona yaptığım gibi. Sehun'un şu an neler yaptığını duymak güzeldi. Ancak kesinlikle ve kesinlikle geçmiş hakkında konuşmak istemiyordum. Midem bulanıyordu, parmaklarım karıncalanıyordu. 

Sessiz kalarak yemeğin ardından söylediğimiz tatlıyı yemeyi tercih ettim. Bir insan düşünün ki size bir nefes kadar yakında. Bir insan düşünün ki aynı zamanda sizden kilometrelerce uzakta. İşte o kişi Sehun'du. İmkasızın içinde, imkanlı kılmak istediğim kişiydi. 

"Asistan olmaya nasıl karar verdin?" Şükürler olsun, konuyu değiştirmekte hala iyiydi. "En son çalışmaktan nefret ediyordun çünkü."

"Zor bir karar değildi. Tarihe olan ilgimi biliyorsun, biraz üzerine gideyim dedim sadece. Bir de şimdi ki okulumdaki hocaların da etkisi oldu." Sırtını dikleştirerek rahatsız bir hisle suyundan içmişti. Sorun neydi bilmiyorum ama bir anda gerçekten diken üstünde otuyor gibi görünmüştü. 

"Hocaların iyi demek." Bu bir soru değildi. Kendi kendine bir noktaya varmak istiyordu. "Yakın mısın hepsiyle? Yani demek istediğim kafa insanlar mı?" Ağzından kelimeleri adeta tükürerek dışarı çıkarmıştı. Onu anlayamıyordum. Yıllar sonra değişen en büyük şeylerden biri bu olmuştu. Artık bakışlarını okuyamıyordum.

"Evet, oldukça." Durmuş ve kaş çatmasını istemiştim. Zaman geçtikçe yüz hatları daha belirgin olmuş adeta. Bütün çizgileri yüzüne oturmuş onu daha olgun, daha kendinden emin ve tamam, daha çekici olmuştu. "Çoğu askerliğini Kore Savaş'ında yaptığı için eğlenceli şeyler duyuyorum." 

"Öyle mi?" Kusursuz bir şekilde birbirine yaklaşan kaşları yeniden ayrılıp yerine oturmuş, sırtını sandalyesine yaslamıştı. "Demek o kadar yaşlılar?" Bu sefer ki gerçekten bir soruydu. 

"Sorma, gittiğim her yerde en küçük olmaktan sıkıldım artık." Geçmişten konuşmama kararı alan ben miydim gerçekten? Yeniden geçmişi düşünmüştüm sonuç olarak. Yaş olarak olmasa da fiziksel olarak küçüklüğüm aralarındaki en küçük olarak sayılmama neden oluyordu. O zamanlar beni rahatsız eden bu hissi bile özlemiştim. 

İçten bir gülümsemeyle bana bakmış ve bir süre sadece yüzümü ve hareketlerimi incelemişti. Deli gibi gerilerek tatlımdan bir kaşık daha aldım. Bir şeyleri inceliyor gibiydi. Gibisi fazla, tamamen hareketlerimi izliyordu. Bir şeyler bulmalıydım, konuşacak bir şeyler bulmalı dikkatini dağıtmalıydım. Yoksa deli gibi kızarmaya hazırdım. 

"Askerlik nasıldı?" Bula bula dünyanın en kaba sorusunu bulmuştum. Yüzünde öyle bir ifade oluşmuştu ki sorduğum anda buna pişman olmuştum. Konuşmak isteyeceği bir konu gibi görünmüyordu. 

"İki yıl." Derin bir nefes alıp gözlerimin içine bakmış, uzun bir süre daha bakmış ve ardından cebine uzanmıştı. Tanrım. Cebinden sigarasını çıkartıp dudaklarında götürdüğünde nefes alamadığımı hissettim. Böyle bir şeyin başıma geleceğini düşünmediğim için yanıma ilaç almamıştım ama artık buna gerçekten ihtiyacım var gibiydi. Sehun nefesimi kesiyordu.

Kibritini çakarak sigarasına yaklaştırdığında yüzünün kısa süreliğine parlamasını gözlerimi kırpmadan izledim. Sigara içen Sehun'a vücudumun hiçbir yeri dayanamıyordu ve bunun uzun zaman sonra tam karşımda gerçekleşiyor olması hiç ama hiç iyi bir şey değildi. Sigarasından derin bir nefes çekerek tüm ilgisini yeniden üzerime yönlendirmişti. Titremiştim. 

"Merak etme, o kadar sık içmiyorum." Bir nefes daha aldıktan sonra masanın kenarındaki tablaya koymuştu sigarasını. Şu an düşündüğüm son şey bile değildi Sehun'un sağlığı. Umrumda olan tek şey kendi ruh sağlığımdı. "Askerde geçirdiğim o iki yıl hem korkunç hem de bana çok fazla şey katan bir dönemdi. Korkunçtu çünkü bilmiyorum... Bu konuda farklı düşündüğümüz kesin ama ben devletin kas gücünden yararlandığı silahlı kölelerinden biri olmak istemiyordum." Vay be, Sehun'un düşünceleri biraz bile değişmemişti. Bu konuda hala yakıcı ve yaratıcıydı. "Fakat güzeldi. İyi arkadaşlıklar edindim." Sehun'un gittiği her yerde parladığı kesindi. Askerde olsa bile, binlerce kişiyle aynı görünse bile o her zaman dikkat çekerdi. Her zaman çevresine katacak insanlar edinirdi. 

"Bunu duyduğuma sevindim. Yani iyi arkadaşlıklar kurduğuna." Bu konuda keşke Sehun gibi olabilseydim. Ben geride bıraktığım o günlerde yeni bir arkadaşlık kuramamıştım. Ben yıllardır eski arkadaşlarına tutunmaya çalışan bir çocukluk hayaletiydim. Ben yıllardır hiç olmadığım kadar yalnızdım. "Bileğine ne oldu?" Sigarasına uzandığında paltosunun kolu sıyrılmış ve oradaki yarayı ortaya çıkarmıştı. 

"Endonezya depreminde oldu." 

"Endonezya depremi mi?" 

"Gerçekten haber takip etmiyorsun değil mi?" Bunu şikayet eder bir şekilde değil, gayet eğlenerek demişti. Dünyadan izole yaşamaya devam ettiğimi düşünüyordu. Bir bakıma öyleydi. Siyaset haberleri ve onun sunduğu şeyler dışında bir şeyler takip etmezdim. "Deprem sırasında haber yapmaya gönderilmiştim." Umursamaz bir şekilde bileğine bakıp yarasına bakmıştı. Derin bir iz gibi görünüyordu. Canının ne kadar acıdığını hayal ederek bir süre kendime acı çektirmeyi tercih ettim. "Arama kurtarma çalışmalarına yardım ederken kolum bir yerlere sıkışmıştı işte." Omuz silkerek sonuna gelen sigarasını tamamen bitirip söndürmüştü. 

"Hep böyle gidiyor musun peki?" Aslında bu sorunun cevabını biliyordum. Hayır, bir süredir gitmiyordu. Onu rastgele televizyonda gördüğümden beri takip ediyordum ve başka şehirler dışında hiçbir yere gitmemişti. Demek ki bu olay ben onun muhabir olduğunu öğrenmeden önce olmuştu. 

"Aslında bir süredir gitmiyordum. Ama geçen gün Tayland'a gönderildim. Birkaç gündür yoktum, bugün geldim. Yoksa çok daha önceden ziyaret ederdim seni." Yüzündeki o yaramaz bakışı yakaladığım anda içimde ufak bir umut filizlenmişti. Sehun beni görmek istiyordu, Sehun beni görmek istemişti. Yalnızca gelememişti. En azından onun için hala değerli biri olduğumu fark etmiştim. 

"Anlıyorum." Aptal bir şekilde başımı sallamıştım birkaç seferden biraz daha çok olan birkaç sefer kere. "Peki muhabir olmaya nasıl karar verdin? Daha çok basın işlerini sevdiğini sanıyordum." Bu da sormak için sorduğum sorulardan biriydi. Aradan yıllar geçmişti elbette istediği şey değişecekti. 

"Bilmem." Omuz silkmişti yeniden. Geçen o kadar zaman onu gerçekten daha fazla öz güven sahibi biri yapmıştı. Konuştukça daha çok açılıyor, sözler ve gülümsemeler daha rahat dökülüyordu. "Ön planda olmayı seven biriyim biliyorsun. Tam bana göre bir meslek değil mi?" İşte buna sonuna kadar katılıyordum. Tam onluk bir meslekti. İnsanları etkilemeyi iyi bilen, güzel konuşmalar yapan, etkili ve etkileyici biriydi. Ve yeniden aptal gibi başımı sallamıştım. 

"Kalkalım mı?" Bu teklifim de şu an burada yemek yiyor oluşumuz gibi bir anda gerçekleşmişti. Bir anda çok fazla geç olduğu, uzun bir süredir burada olduğumuz hissine kapılmıştım. Oysaki henüz 2 saat bile olmamıştı. 

"Olur. Hesabı ben öderim." Neredeyse bir şeyler söylemek üzereydim ki cüzdanını çıkartıp garsonu çağırmıştı. Hesabı ödeyip ödemek istemediğimden emin olamadığım için sesimi çıkartamadım. Parasız olduğum için değil, Sehun'un ödemesine alışkın olduğum için, bunun değişmesini istemediğim için ödemek istememiştim. 

"Teşekkür ederim." Kuru teşekkürümün ardından birlikte dışarı çıkıp arabasına kadar yürümüştük. Önden gidiyordum ve hemen arkamda oluşu beni geriyordu. Neyse ki birkaç blok ötedeki arabasına ulaşmamız uzun sürmemişti. Yan koltuğa geçtiğimde o çoktan yerine oturmuş kemeriyle uğraşıyordu. 

"Kilo almışsın." Bunu o kadar rahat bir şekilde söylemişti ki kendimi kötü hissetmiştim. Bu kötü bir şey miydi yani? Beğenmemiş miydi beni? 

"Yalnız yaşadığım için sağlıklı beslenemiyorum." Durmadan erişte ve mandu yemek insanda elbette biraz kilo yapıyordu. 

"Anlıyorum." Gülerek beni süzmüş sonra arabayı çalıştırmıştı. Kendimi gerçekten çok rahatsız hissetmiştim. Şişko olduğumu mu ima ediyordu acaba? O kadar çok kilo almadığıma emindim oysaki.

"Kötü mü görünüyorum?"

"Hayır." Omuz silkmeye ve umursamazca konuşmaya bir ara verebilir miydi artık? Bu alışkanlığı da nereden edinmişti böyle? 

Ona sinirlenerek kemerime sarılmış ve yolu izlemiştim. Acilen odama gitmek istiyordum. Mümkünse zayıflayana kadar da insan içine çıkmamak. İyileşen bir moralim varsa bile artık yerle bir olmuştu. Kendini beğenmiş züppe herif!

"Aksine. Harika görünüyorsun." 

Pekala, şu an kesinlikle ilacıma ihtiyacım vardı. 



----------------



Ayyyyayayay evet uzun zaman olmuş saşdkdşlkadşa

Sizi çok özledim o yüzden evlenelim mi? 

Geciktiği için üzgünüm vakit bulamadım çünkü yazacak 

Bir de umarım çok fazla hatam yoktur çünkü ne yazdığıma dair en ufak bir fikrim bile yok şaalsksşldkasldşksadlşa

Ve geçmiş bölümü yazmamak çok tuhaf geldi artık geçmiş şeysi arada gelir gibi bakalım o.o 

Bu arada rehin alındım bölüm istiyosanız hesabıma para yatırmak zorundasınız çünkü arkadaşımın bilgisayarını kullanıyorum ve benden internet kafeci gibi kullandığım saat başına para kesiyor :( 

kedisi de beni dövüyor :( daha bugün kolumu ısırdı artık tek kolla fic yazıyorum :( 

Öyle işte gördüğünüz gibi sizi çok özledim ama artık gitmeliyimmm

İyi geceler 

Sizi seviyorum 

(Allam nolur bölümde çok fazla mantık, cümle, yazım yanlışlığı falan yapmamış olayım) 

Lanjutkan Membaca

Kamu Akan Menyukai Ini

betty Oleh ︎ ︎

Fiksi Penggemar

2.4M 211K 33
Ama New York'a geldiğimden beri bir kokusu var. for vanilla baby
11.8M 578K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
2.7K 296 20
WattPadd Uygulamasında BL kurguları yazan Baekhyun ve Homofobik(!) olan Chanyeol... Uyarı: Küfür içerir. Rahatsız olacaklar okumasın.
2.2K 406 15
Hepimiz birer birer yok olmuştuk. Cehennem bizi adım adım içine kabul etmişti. Şimdi seç diyordu; Hangisi yaşasın? Başlangıç: 06.Eylül.22 Bitiş: 01...