AYKIRI:2 UYANIŞ

Od gul_clk

297K 28.9K 7K

AYKIRI SERİSİ'NİN 2. KİTABIDIR! *** Bu kez çok daha gizemli... Sırlar hiç bu kadar acıtmamıştı! Aşk mı!? N... Více

!!Açıklama!!
Giriş
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
11.BÖLÜM
12.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
~SÜRPRİZ~
'SORU~CEVAP'
3. KİTAP TANITIM

~FİNAL~

12.1K 971 419
Od gul_clk


Bu bölüm Aykırı Ailesi' ne ithaf edilmiştir!!


 " Seninle yaşayamazsam... Ölürüm! Seninle... "

Pamir' in alevlerimin arasına koştuğunu görmemle birlikte ellerim emrimi bile beklemeden, iki yana açılıp alevden iki duvarı sıkıca tuttular. Ve tüm gücümle duvarları iki yana açmaya başladım. Çektiğim acı ve gücümü kontrol etme çabam, kanayan kulaklarımın daha fazla kanamasına sebep olacak şekilde bağırmama neden oluyordu. Yakıcılığı artan alevlerin açılmaya başlamasıyla yer de titremeye başlamıştı. Vücut ısımın da hızla artmasından dolayı, alnımdan süzülen terler tıpkı yüzüme düşen yağmur damlaları gibi anından buhar oluyordu. Çakan şimşekler ve sık sık yere düşen yıldırımlar da sebep olduğumuz depremin boyutunu artırıyordu. Kor, dengede durmak ve beni sarsmamak için toprağa sabitlediği ayaklarına konsantre olurken, alevden yolumun eni kale kapısını ikiye katlayacak kadar genişlemişti! Yani bu kapıdan sığan yaratık, alevlerin arasına da kolaylıkla sığabilirdi! Biraz sonra zihnimdeki karıncalanmayla birlikte, Afşin' in sesini yeniden duydum:

-Beria! Pamir 'B' planını uygulamaya geçti! Şimdi senden istediğim: Yolu çember taşlarına kadar büyüttükten sonra alevlerin arasından çıkıp, Arat'a katılman! O sana ne yapacağını söyleyecek!

-Peki ya Pamir!? O ne yapacak tek başına?

-Endişelenme ben buradayım! Ondan aldığım ilk komutla birlikte Ater' i hızla içeri iteceğim! Çember taşlarında buluşacağız! Sen sadece alevlerin sıcaklığının daha fazla artmamasına dikkat et! Bundan fazlasına uzun süre dayanamayabilir! Şimdi acele et! Her ne kadar Pamir' i alevlerin arasında tek başına bırakmak içime sinmiyor olsa da Afşin' in komutuna uymak zorundaydım. Çünkü en kötü plan bile plansızlıktan iyiydi. Alevlerin daralmamasına ve bu sıcaklığın daha da artmamasına dikkat ettiğim müddetçe Pamir' e zarar verme olasılığım da azalırdı. Derin bir nefes alıp, ciğerlerime batan kaburgalarımı hiçe saydım ve Kor' a yerleşkenin merkezine, yani çember taşlarına kadar koşmasını emrettim.

Kor koşmaya başladığında ben de iki yana açtığım ellerimden fışkıran ateşle, alevden duvarlarımı bu kez de kalenin içinde örmeye başlamıştım. İçimde ki güç büyük bir patlama yapmak için can atarken, Pamir' i düşünen tarafım buna engel olmama yardım ediyordu! Bu kez kontrolü kaybetme lüksüne kesinlikle sahip değildim!

Çember taşlarına vardıktan sonra ellerimi indirdim ve alevlerin arasından çıkıp tüm vücudumu söndürdüm. Biraz durmam gerekiyordu. Aksi taktirde daha fazlası için çırpınan tarafım irademe galip gelecekti. Elementa' nın ısısı artarken, içimdeki alevlerin şevki de aynı oranda artıyordu. Fakat yanan bu dev alevlere inat kendi sesini duyuran yağmur damlaları, bana destek olmaya devam ediyordu.

Atıyla birlikte hızla bana yaklaşan Arat' ı gördüğümde içimdeki sıkıntı biraz olsun hafiflemişti. Gri alevleri, yanıma varmasıyla birlikte etrafında incelip dağılmıştı.

-Beria, her şey yolunda mı!? Önce Pamir, ben daha ne olduğunu bile anlayamadan fırladı çıktı. Sonra da Afşin, B planını uygulayacağımızı söyledi. Fakat kimse bir açıklama yapmıyor. Dışarıda neler oluyor? Büyük bir çığlığın ardından ikimiz de yüzümüzü buruşturup, acı bir iniltinin ağızlarımızdan dışarı sızmasına izin vermek zorunda kalmıştık. Tanrım!! Bu yaratık bizi sadece sesiyle bile öldürebilirdi...! Sürekli çıkardığı bu korkunç sese artık gerçekten tahammülüm kalmamıştı!!

Kendimizi toparladıktan sonra Arat' a kısaca olanlardan bahsettim ve B planı için neler yapmam gerektiğini sordum. Anlattıklarına göre duvarların dış tarafında kalıp Ater' in kaçmasına izin vermeden onu çember taşlarına getirene dek Afşin' e yardım edecektik. Pamir' se... Tanrım bu düşünce hala kalbimi sızlatıyordu! Kendini bir yem olarak öne sürüp, Ater' e alevlerin içinden çember taşlarına kadar eşlik edecekti! Eğer bu planı daha önce duymuş olsaydım kesinlikle reddederdim! Fakat şimdi reddetmem hiçbir işe yaramayacaktı. Pamir şuan alevlerin arasında o yaratıkla baş başaydı ve ben... Onu korumak istiyorsam bu lanet planın tıkır tıkır işlemesine göz yummakla kalmayıp, bunun için elimden geleni de yapmalıydım!!

Arat bir tarafta, ben de diğer tarafında olmak üzere alevden duvar önümüzde kalacak şekilde yeniden kapının ağzına kadar gelmiş bekliyorduk: Pamir' in arkasına taktığı yaratıkla birlikte yerleşkeye girmesini... Zihnimdeki buğuları silmeye çalışıp, Pamir' i ya da Afşin' i duymaya çalışıyordum. Dışarıda neler olduğunu deli gibi merak ederken öylece beklemek, her zamanki gibi işkenceden farksızdı. Tüm vücudumu yeniden yakmıştım ve alevlerimin gücü çok yoğun olduğu için işittiğim tüm sesler bir uğultu gibiydi. Hiçbir sesi doğru dürüst duyamıyordum! Ater' in ki hariç... Onun sesi, ateşimi aşıp kulaklarıma batmayı başarıyordu.

Güçlü bir yer sarsıntısıyla, Kor birkaç adım sendelemişti. Kafamı kaldırıp yukarı baktığımdaysa, dev bir ışık kümesinin bulutların arasından başını henüz çıkarmış olan yıldırımla çarpıştığını gördüm. Çıkan parıltı gözlerime battığı için, onları kısmak zorunda kalmıştım. Ardından kale duvarlarının sert bir darbe alması sonucu çıkan sesle o yöne döndüm. Duvar boydan boya çatlamıştı! Çatlağın hızla büyüdüğünü gören kısık gözlerim de çatlağa eşlik edip saniyeler içinde kocaman oluvermişlerdi. Hemen uzaklaşmalıydım yoksa dev duvar üzerime uçacaktı!!

Kor zihnimde beliren bu düşünceyle birlikte hızla koşmaya başladığında, ben de ışık hızıyla Afşin' in iyi olup olmadığını düşünmeye geçmiştim. Kale duvarları büyük bir gürültüyle ve sarsıntıyla yıkılırken, gök gürültüsü ve yağmur tüm şiddetiyle devam ediyordu! Dev taşların yere serildiğinde nabzım damarlarımı zorlama hızını ikiye katlamıştı. Fakat bunu görmezden gelmek ve gücümün seviyesini sabit tutmak için, etrafıma yaydığım her bir kıvılcımın hesabını tutmak zorundaydım. Çünkü sıcaklık o kadar yükselmişti ki, deli gibi yağan yağmura rağmen toprak, alevlerimin sıcaklığından dolayı çamur haline bile gelemiyordu. Yağmur damlaları yere düşer düşmez buhar oluyordu!

Çöken kale duvarlarından yeterince uzaklaştıktan sonra arkamı döndüm. Afşin, şimdi de topraktan ördüğü yeni bir kulenin üzerindeydi! Bir elini yukarı kaldırdıktan sonra yerden yükselen toprak kümeleri, kuleyi öne doğru uzatarak sadece atının sığabileceği incelikte bir yol olmuşturmuştu. Hayran bakışlarla onun kontrolü kaybetmeden sarı alevleri arasında, yukarıdan bizi seyrettiğini görmek rahatlatmıştı. Afşin' den ters bir işaret almamıştım. Yani Pamir, iyi olmalıydı...

Ater' in acı bir çığlıkla arka ayakları üzerinde kalktığını gördüğümde dikkatim Afşin' in üzerinden ona kaydı. Ayağa kalktığında boyu alevlerimi aşıyordu! Ve gördüğüm kadarıyla gözleri kanıyordu! Bunu Pamir' in yaptığını bilmek dudaklarımın kenarında minik de olsa zafer tebessümüne neden olmuştu. Tabi tebessümüm Ater' in ayaklarını sertçe yere indirmesiyle son bulmuştu.

Yoğun sıcaklıktan etkilenmemeleri için, Afşin' in bizden en az altmış metre geriye gönderdiği muhafız ordusuna zihnimden: 'Hazır olun!' komutunu verdim. Ater'in verdiği her açıkta onu biraz daha yaralayacaktık! Oklar, mızraklar, binlerce bıçak vs... Elimizde neyimiz varsa topyekün savaşmalıydık. Elementsel güçlerimizi en az seviyede kullanıp, onun gücünü büyütmesine izin vermemeliydik! Ben bunları düşünürken beklenmedik bir hareketle Ater önce ön ayaklarını daha sonra da başını alevlerimin arasından çıkardı! Şok olmuş gözlerle birkaç adım geriye sendelerken, aramızdaki mesafeye rağmen beynimdeki sızı ikiye katlanmıştı. Kırmızı gözlerini bana dikip, büyük ağzını açabildiğince açtıktan sonra var gücüyle bağırdı. Buz mavisi ışık kümesi bana doğru gelirken, bu kez ellerimi kulaklarıma kapatmak yerine öne doğru uzatıp kendime ateşten bir kalkan yaptım. Belki de sadece bir saniyede bana ulaşan ışık kümesinin kalkanıma çarpmasıyla ortaya çıkan büyük patlama, ellerimin yanmasına sebep olmuştu! Sanırım kanayan kulaklarıma eşlik eden yalnızca ellerim olmamıştı. Burnumdan akan ılık kanı da rahatlıkla hissedebiliyorum. Hissettiğim acı damarlarımı çatlatıyordu!

Kafamı kaldırıp yeniden karşıma baktığımda Ater' in büyük bir adımla ateşten duvarımı geçip, bana doğru geldiğini görmüştüm. Fakat bu kez donup kalamazdım! Bir şeyler yapmazsam her şey bitmiş olacaktı. Hızla elimi kanamasına aldırış etmeden, arkaya atıp bir ok çektim. Yayımı da diğer elime aldıktan sonra oku yaktım ve Ater' in kanı yenice dinmiş olan kırmızı gözlerine nişan alarak seri birkaç atış yaptım. Oklardan birkaç tanesinin sol gözünün hemen altına saplanmasıyla, Ater korkunç şekilde sinirlenmişti. Ön ayağını yere öyle sert vurdu ki yer hızla ikiye yarılıp beni içine almak istercesine üzerime gelmeye başlamıştı. Alevlerimi büyütüp, Kor' u hızla geriye sürmeye başladım. Fakat sanki toprak ayakları altından kayıyormuşcasına, koşuşu beni ondan yeterince uzaklaştıramıyordu. Neyse ki Afşin' in müdehalesi sonucu yerdeki çatlak birkaç saniye sonra peşimi bırakmıştı. Fakat Ater bu kez de yeni bir çığlıkla Afşin' i vurmuştu. Afşin' in kumdan kulesi hızla çökerken Ater ona doğru attığı dev adımlarıyla, öfkesinin tamamını ona kusmak üzere harekete geçti.

Kor yer sarsıntıları kesilir kesilmez dengesini sağladı ve böylelikle bana da manevra hakkı doğmuş oldu. Yeni bir ok çekip yayıma yerleştirirken, bunun Ater' e engel olamayacağını bilmek çaresizliğime küfretmeme sebep olmuştu. Bu mesafeden attığım ok tahminimdeki gibi hedefe isabet etse dahi onun dikkatini üzerime bile çekmemişti. Dev bedeni sanki çelikle kaplıydı. Ok onu yaralasa bile bu yara devede kulaktan bile küçük kalıyordu. Üstelik o, oldukça hızlı bir şekilde iyileşiyordu! İşte tam bu anda gelen ani bir kararla, hızla öne atıldım. Bu mesafeden bir şey yapamazdım ve Ater, Afşin' in üzerine yürümeye devam ediyordu! Afşin' i kurtarmalıydım! Bunu bu mesafeden yapamıyorsam ben de daha yakından çok daha iyisini yapacaktım! Daha önce kurtaramamıştım onu... Ama bu kez seyirci kalmayacaktım!

Arat' a zihinsel yoldan muhafızlarıyla birlikte hazır komutta beni beklemelerini söyledim. Benim ardımdaki muhafızlarda aynı şekilde hazır olmuşlardı. Son sürat Ater' e koşarken Pamir' e de aynı yoldan acilen alevlerin arasından çıkması gerektiğini söyledim ve bana yetişebilmesi için dua etmeye başladım. Vakit yoktu. Ya hemen şimdi aklımdan geçenleri yapacaktım ya da Afşin için hepimiz geç kalmış olacaktık.

Pamir, alevlerin arasından çıktı mı çıkamadı mı göremeden, Kor hala ileri doğru koşmaya devam ederken planımı uygulamaya koydum. Kılıcımı hızla çektim ve içimdeki gücü sadece iki saniyeliğine özgür bıraktım. Ater ile aramda sadece on metre kala büyük bir alevle kılıcımı onun boyununa savurdum ve iki saniyeliğine serbest bıraktığım büyük gücü ona doğru fırlattım. Bu güç hem çok yüksek sıcaklığa sahipti hem de kılıcımdan ayrılan bir alev yayı şeklinde hızla büyüyüp doğruca Ater' in boynuna isabet etmişti. Yay isabet ettiği noktada, Ater' in boynuna derin bir kesik atmıştı. Çünkü bu hareket adeta yanan kılıcımla onun boynunu kesmeme denkti! Bu anlık ve sert darbem sonucu geriye doğru sendelemişti. Büyüyen gücüm alevden duvarlarımın yakıcılığını da artırdığı için Ater' in geriye sendeledikten sonra duvara değen arka ayakları da ağır şekilde yanmıştı. Şimdi son darbemi yapıp onu yeniden içeri tıkacaktım. Kısa ve güçlü bir atış yapıp ona gücümü emme fırsatını vermemek için derin bir nefes alıp konsantre oldum. Fakat kılıcımı ikinci kez öne doğru savurmadan önce aklımda beliriveren düşünce kalbimi acıtmıştı. Pamir... Onu göremiyordum. Hala alevlerin arasında olamazdı değil mi...? Bu düşünceyle birlikte gelen iki saniyelik tereddütüm, Ater' in beni vurma fırsatı yakalamasını sağlamıştı. Buz rengi bir küre hızla bana doğru gelip, daha ona karşı tepki bile veremeden beni içine alıvermişti. Büyük bir fanus gibi...

İçinden çıkamayacakmışsın gibi hissettiren, içinde hava ya da başka hiçbir şey olmayan bir küre... Nefes alamıyor olmayı bir kenara bırakmış canımın hiç olmadığı kadar çok yanmasına rağmen bağıramıyordum bile! Gözlerim yuvalarında fırlayacakmış gibi hissediyordum ve beynimdeki baskı adeta on katına çıkmıştı. Bir elimi şakağıma bastırırken, kanayan kulaklarım dişlerimin gıcırtısını duyamayacak haldeydiler. Beni fena halde köşeye sıkıştırmıştı ve buğulu cama benzeyen yüzeyden görebildiğim kadarıyla üzerime doğru geliyordu! Sanki bir örümceğin ağına takılan yemini yemeye gitmesi gibi...! Çaresizlik içinde bana yaklaşışını izlerken, kalbim: 'Belki de birazdan duracağım...' düşüncesiyle teklemişti! Şu an... Gerçekten de son anım olabilirdi! Çünkü... Yapacak hiçbir şeyim kalmamıştı!!

Vücudumdaki alevlerim usulca ve iznim dışında sönüyordu. Sanki bu küre benden tüm gücümü çekip alıyordu. Tabii kanım da aynı hızla damarlarımdan çekiliyor, boğazım çöl toprakları gibi kuruyordu. Ater bana beş metre kadar yaklaştığında çıkan mavi bir ışık ve arka arkaya düşen dev yıldırımlar, tükenen umutlarıma yeni bir kıvılcım çakmıştı. Dışarıdaki hareketlenmeleri takip edemeyen gözlerim kararmak üzereyken başka bir karartının bana doğru yaklaştığını görmüştüm. Kalbim fanusa yaklaşan yabancıyla birlikte yeniden sürat kazanmıştı!

Gece mavisi alevden bir kılıç...! Kılıç, fanusun göbeğine saplandı ve onu saniyeler içinde ikiye ayırdı! Kesik fanus toz olup havada dağıldığında elleri, vücudu ve yüzünün birkaç yerinde bulunan yaralarından sızan kanı umursamandan bana bakan Pamir' le göz göze gelmiştim. Gözlerim gözlerindeki iki saniyelik molasını bitirir bitirmez yanık ellerinde takılı kalmışlardı. Ben onun ellerinin yanmasına sebep olmuşken o... Yaktığım elleriyle beni kurtarmıştı...!

Zihnime silkelenip kendime gelmemi söyler söylemez uzaklaşan Pamir' in arkasından bir süre baka kalmıştım. Alevlerimin yakıcılığını normal seviyeye indirebilmek için biraz sakinleşmem gerekiyordu. Vücudumu hızla yeniden yaktım ve kontrolü yeniden ele almak için kendime birkaç saniye daha izin verdim. Fakat Ater' in alevden yola yeniden girdiğini görünce Arat' a ve diğer muhafızlara bekledikleri komutu vermekte daha fazla geç kalamayacağımı da anlamıştım. Şu andan itibaren vereceği ilk açıkla birlikte onu en ağır şekilde yaralayacaktık.

Ater' le birlikte yol boyu biraz daha ilerledikten sonra Ater ikinci kez ayağa kalktı ve Arat' ın zihnime verdiği: 'Şimdi!' komutuyla aynı anda ben de tüm muhafızlara seslendim! Sesimi zihinsel yoldan bu denli geniş mesafeye iletebiliyor olmam gerçekten en büyük avantajımızdı. Çünkü verdiğim komut eksiksiz her bir muhafızın zihnine anlaşılır şekilde ulaşmıştı ve aynı anda hepsini devreye sokabilmişti. Komutumla birlikte tıpkı kalabalık bir güvercin topluluğunun aynı anda havalanmasında ortaya çıkan o cümbüş meydana gelmişti. Okların, aynı anda havalanmaları, gök yüzündeki şimşek ışıklarını bile karartıvermişti. Sanki birkaç saniyeliğine de olsa göğe tavan örmüştü, binlerce ok! Havayı keserken çaldıkları ıslık, Ater' e saplandıklarında çıkardıkları tok seslerle noktalanmıştı. Ardından gelen acı çığlıksa bir kez daha kulaklarımı kapatmama sebep olmuştu! Afşin bu hamlemi gururla tebrik ettikten sonra çember taşlarına gidip yaylarımızı oluşturmamızı söyledi. Az önce düştüğünde aldığı yaralar iyileşmeye başlamıştı bile ve anladığım kadarıyla Ater pes etmek üzereydi. Sonunda bir şeyleri yoluna koyabilmiştik! Gücü azalan ve ağır yaralanan Ater artık uslu uslu yürümeye başlamıştı. İçime her konuştuğunda acı saplayan o ses şimdi bir kez daha fısıldamıştı: Umarım Pamir, az önceki cümbüşte zarar görmemiştir. Umarım atılan oklardan bir tanesi bile ona zarar vermemiştir... Ses susar susmaz derin bir nefes alıp, hala yağmakta olan yağmura içimi çekerek baktım. Daha sonra kalbimin sızısını da sırtlanıp Kor' u hızla meydana sürmeye başladım.

Arat' la birlikte meydana vardıktan sonra alevden duvarlarımın bittiği yerin hemen karşısına geçmiştim. Çünkü duvarlar, Pamir' in çember taşının hizasında bitiyordu ve benim yerim onun yayının hemen karşısıydı. Arat' ta kendi yerini aldıktan sonra bakışlarımız kesişir kesişmez hızla bir patlama yapıp yaylarımızı oluşturmaya başladık! Gücüm artık ciddi anlamda damarlarımı zorlamaya başlamıştı! Boğazım yutkunmama engel olacak şekilde kururken Pamir hala alevlerin arasından çıkamamıştı.

Birkaç dakikanın ardından Afşin' de bize katıldı. Atı çember taşlarındaki yerini alır almaz, o da bir patlamayla yaylarını oluşturdu ve bize eşlik etti. Şimdi tüm gözler alevden duvarlarımın bittiği yerdeydi... Hepimiz büyük bir umutla Pamir' in oradan sapa sağlam çıkmasını bekliyorduk! Saniyeler gücümün irademe olan baskısıyla birleştiğinde dayanılmaz bir hal alıyordu. Gözlerimin kararmasına izin veremezdim. Başımı iki yana sallayıp kendimi toplamaya çalıştım. Şimdi pes edemezdim. Kendimi bırakmak için henüz çok erkendi... Pamir' in oradan sapa sağlam çıktığını görmeden, bu savaşı bitirmeden bırakamazdım. Verdiğim sözden, dönmeyecektim!

Ve sonunda...! Pamir, alevlerin arasından çıkmıştı. Kanlar içinde...! Elleri yanmıştı, yüzünde ve karnında sayamayacağım kadar çok kesik ve yanık vardı! Bir eliyle Aşkar' a tutunurken diğer eli karnındaki derin yaraya baskı yapıyordu. Bu yaralardan çoğu oldukça yeniydi. Yani hepsi beni kurtardıktan sonra olmuşlardı da denebilirdi. Ok yaraları... Bu mesafeden tam seçemiyor olsam da perişan halde olduğunu anlamamak için kör olmam gerekirdi!

Aşkar yürümekte zorlanıyordu çünkü arkasına ve göğsüne birçok bıçak ve ok saplanmıştı. Tabii belki bundan sadece birkaç tane daha az sayıda da Pamir' e saplanmıştı. Fakat Pamir, onları elleriyle çıkarmış olmalıydı. Yine de yaralarının kapanamıyor olması yorgunluğunu ele veriyordu.

Hiçbirimizin adam akıllı burnu kanamazken, onun bildiğini okuyup tüm sorumluluğu kendi omuzlarına alarak, kendini bu denli yıpratması sinirlenmeme sebep olmuştu. O alevlerin arasından hiç çıkmamalıydı! Bana yardım etmek için alevlerin içine dalıp o yoldan çıkmıştı. Sonra da Ater' i içeri tıkıp ardından kendisi de ikinci kez alevlerime maruz kalıp tekrar yola girmişti. O denli yüksek yakıcılıktaki alevlerin arasından iki kez geçmiş olması... Bu tükenişinin sebebini net şekilde açıklıyordu. Tabii bunu yapma sebebinin beni Ater' den kurtarmak olduğunu bilmek de beni içten içe kahrediyordu.

Ater... Tüm bunlara sebep olan O' ydu! Ona olan öfkemin hesabını biraz sonra soracaktım! Her ne kadar Pamir' i yakan ben olsam da yanmasına ve yaralanmasına sebep olan şey o yaratıktı! Ben de onu bu hale getiren yaratıktan bunun hesabını soracaktım!

Pamir yorgun sesiyle zihinlerimize fısıldadı:

-Merak etmeyin... Ben iyiyim. İdare edebilirim! Duraksayarak ve nefes nefese kalmış gibi konuşuyordu. Endişelenmemize sebep olan asıl şeyse: Hızlı koştuğu için nefes nefese kalmış gibi değil de... Nefes darlığı çeken bir astım hastası gibi nefes alıp veriyor olmasıydı! Daha doğrusu nefes almaya çalışıyor olması... Göğsü kanlar içinde kalmıştı ve alevlerinin parlaklığı oldukça az olduğundan onu sanki yanmıyormuş gibi net bir şekilde görebiliyorduk. Yağmur' a gelecek olursak... Sanırım durmak üzereydi...!

-Siz sakın gücü kesmeyin! Biraz sonra... O... Burada olacak! Ben yerimi alır almaz, yayımı oluşturacağım. Son vuruşu... Yaparken tereddüt etmeyin! Bunu yapabilirim...! Dedi. Afşin' in endişesi ılık ılık bana akarken gücüne yansıyan tereddütünü yayıma birleştiği noktada hissetmiştim. Aynı şeyi Arat' ta da hissetmek kalbimi titretmişti. Birimize bir şey olsa... Diğer üç kişinin de canı yanıyordu...

Ater' de tıpkı Pamir gibi kanlar içinde alevlerin arasından çıktığında hepimiz silkelenip kendimize geldik. Daha doğrusu gelmek zorunda kaldık. Eğer şimdi bir şeyler yapmazsak işler iyice sarpa sarabilirdi. Pamir alevlerini biraz daha parlattıktan sonra Afşin' e işaret verdi. Afşin işareti alır almaz, sert bir darbeyle Ater' in ardındaki toprağı hızlıca havaya kaldırıp Ater' i vurdu. Bu vuruş onun çember taşlarının ortasına doğru sendelemesine sebep olmuştu. Son darbeyse Arat' tan gelecekti.

Arat, çember taşlarının ortasında büyük bir hortum oluşturup, Ater' i ortaya doğru çekmeye başladı. Hava akımı öyle güçlüydü ki iki elimle de yaylara bağlı olmasam belki de ben bile havanacakmışım gibi hissettirmişti. Tabii Afşin, atlarımızın ayaklarından bizim belimize kadar doladığı dev sarmaşıklarla bizi olduğumuz yere sabitlemişti. Bizi sıkı sıkıya tutan toprak Ater' in ayakları altında kaydığı için Ater' in çember taşlarında durması gereken yere gelmesi uzun zamanını almamıştı.

Ater' de yerine geçer geçmez Afşin ve Arat gücü kesip tamamen yaylarına odaklandılar. Şimdi Pamir'i de çembere bağlayacak olan yaylarını büyütmeye başlamışlardı. Pamir' de onlara yetişmek için var gücüyle bir patlama yapıp iki elinden çıkardığı mavi alevlerle çemberimizin tamamlamasını sağladı. Fakat gücünün kalan her zerresinin avuçlarından akmasına izin verdiği için yaraları iyileşemeyip, kanamaya devam ediyordu! Bu da fazla zamamanımızın olmadığı anlamına geliyordu! Bu şekilde kan kaybederken uzun süre dayanamazdı.

Birkaç dakikanın sonunda element çemberimiz tamamlanmıştı. Yaylarımızın birleştiği noktalarda oluşan beyaz dört sütun göğe ulaşıp, gecenin karanlığını oymaya başlamıştı. O anda, yani element çemberi tamamlanır tamamlanmaz çemberdeki tüm taşlar da ışıl ışıl parlamaya başlamıştı! Yerde yazan tüm harfler, semboller... Büyük bir parıltıyla yanmaya başladı. Ater' in sağır edici ve artık alıştığımız çığlıkları bu ışıkla birlikte göğe yükselirken, zafer artık çok daha yakındı!

Birkaç dakikanın sonunda her şey hazırdı! Artık erken uyanan bu yaratığın, uzun yıllar süreceğine inandığımız uykusuna yeniden yatırılma vakti gelmişti. Hepimizin bakışları bir kez daha Afşin' de birleştiğinde ilk komut geldi! Ağır adımlarla ve gücü artırarak, aynı anda Ater' in üzerine yürümeye başladık. Her bir adımda element çemberinin ışığıyla birlikte çember taşlarındaki ışık da artıyordu ve bu ışık, karanlık yaratığı acılar içinde kıvrandırıyordu. Benim hissettiğim acıysa aynı oranda azalmaya başlamıştı. Bu da doğru yolda olduğumuzu gösteriyordu!

Zirve noktasına geldiğimizde hepimiz aynı anda durduk. Belki de aynı anda yutkunduk... Sorun bu kez yalnız ben değildim. Pamir' in gücünün bizim seviyemize çıkıp çıkamayacağını da düşünüyorduk ve bu düşünce tereddüt etmemize sebep oluyordu. Ater' in çığlıklarını zihnimde uzaklara ittikten sonra Pamir' e seslendim. Evet belki bu mesafeden, bu gürültüde bana cevap veremezdi ama beni duyacağına emindim.

-Soğukların Efendisi... Beni duyduğunu biliyorum. Birazdan yapacağımız şeyden önce sana söylemek istediğim bir şey var. Beni dikkatli dinle! Zihnimdeki karmaşanın içinde doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyordum. Ama şimdi öleceksek eğer... En azından son kez ona bir şeyler söyleyebilmek istiyordum. Zihnimdeki karmaşa demiştim ya az evvel.... Karmaşaya sebep olan şeylerin hepsi de ona söylemek istediğim kelimelerden ibaretti! Meğer ölmeden önce ona söylemek istediğim ne çok şeyim varmış... Tüm bu kelimeleri birkaç saniyeye sığdırmak mümkün değilken, aralarından en önemlileri olduğuna inandığım birkaçını seçtim ve zihnimden onunkine akmasına izin verdim:

-Takıldı kızıl gözlerim gecenin mavisine... Ne karanlık soğuk ne de ölüm vazgeçirebilir beni! Dolaştım... Düğüm oldum, ruhunun enginlerinde. Sen çözmediğin müddetçe, çözülemem... Sen git demedikçe gidemem senden... Ne olur... Ne olur sen de gitme benden...!

Ve beklenen işaret Afşin' in kafasını usulca aşağı eğmesiyle gelmişti! Gözlerimi sıkıca kapadım. Sıktığım dişlerimi serbest bırakıp, atabildiğim en yüksek çığlıkla birlikte içimdeki gücü bir saniyenin dörtte birine denk gelecek hızda dışarı bıraktım. Avuçlarımdan büyük bir patlama şeklinde çıkan ve hızla akan dev alevler, kulaklarımda bir rüzgar uğultusu oluştururken, avuç içlerimde kendi ateşim dışında hiçbir şey hissedemiyordum! Yeterli olduğunu düşündüğüm gücü bir süre sabit şekilde tutmaya devam ettim. Duymuyor, hissetmiyor ve cesaret edip açamadığım gözlerimden dolayı hiçbir şey göremiyordum. Kendimi hazır hissettikten sonra, derin bir nefes aldım ve usulca gözlerimi araladım.

BAŞARMIŞTIK! Gözlerim yaptığımız element çemberinin parlaklığı karşısında açık kalmakta zorlanıyordu. Çünkü ışıltımız gerçekten de göz kamaştırıcıydı! Ve hiçbir şey hissetmeme sebebim... Kurduğumuz inanılmaz dengenin bir sonucuydu! Bu mucizevi bir şeydi... Ne sıcak, ne soğuk, ne de acı vardı! Dengenin doğurduğu huzur ve aydınlık, evrenin kalbini yeniden sarmıştı...

Gülümsemem yüzümdeki yerini genişletirken, dördümüz de bu manzara karşısındaki hayranlığımızı yarıştırıyorduk. Bizim bizden başka mucizeye ihtiyacımız yoktu! Bir süre sonra yeniden yürümeye başladık! Bu kez daha sert ve kararlıydı adımlarımız. Çünkü artık ne beynimizi sızlatan o acı ne de korkunç çığlıklar vardı. Ater sersemlemiş şekilde ne yapacağını bilemeden öylece duruyordu karşımızda. Pençelerini savurması ya da ağzını kocaman açıp kapamaları hiçbir şey ifade etmiyordu artık. Gücünün son demleri de onu terk etmeden önce arkasında dev bir toz bulutu bırakarak yere yığıldı. Adımlarımızı devam ettirirken asla acele etmiyorduk. Ölüme belki de beş adım kala siyah bir duman, Ater' in vücudu etrafında yayıldı ve dev cüsse birkaç saniye sonra tuzla buz olup havaya savruldu. Dev yaratıktan kalan son parçacıklar göğe yükselen dört temel rengin alevleri arasında kayboldu...!

Yağmur çoktan durmuştu. Bulutlar dağıldı, hava yavaş yavaş normale dönüp havalanan kum taneleri yerine otururken, güneş bir kez daha evrenin kalbine doğdu...! Karanlığın gitmesiyle kendisine ihtiyaç kalmadığına inanan çember taşlarındaki parıltılar da yavaş yavaş sönmüşlerdi. Elementsel güçlerimiz, dengenin sağlanmasıyla ve tehlikenin geçmesiyle birlikte bize geri dönmüşlerdi. Ve biz... Kuşağın dört as ana elementi! Sonsuz ömrümüzdeki ilk ve en tehlikeli sınavımızı başarıyla geçmiştik! Sonraki sınavın bizden çok uzakta olduğunu bilmek gülümsememizi ikiye katlıyordu. Tükenmişliğimizin okunduğu gözlerimiz, iyice gülmeye başladığımız için kısılmışlardı ve göğe yükselen kahkahalarımız zafer borazanlarının sesine karışıyordu...!

İşte hemen şimdi bir resim çizmek istiyordum! Bu anın bir resmi olsun istemiştim elimde. Ne zaman, nerede ve ne durumda olursam olayım gülümsememe sebep olacak bir resim...

***

Doğan güneşin ilk ışıkları Elementaya düştüğünde zafer borazanları çalıyordu! Dün geceden sonraki sabahla birlikte tam yüz gün doğumunda da çalacaktı! Dün gece yüz gün, yüz gece kutlanacak olan bir zafer kazanmıştık çünkü! Bundan sonraki gecelerde, gökyüzü renk renk havai fişeklerle aydınlatılacaktı. Zafer Elementa' nın dört bir yanına duyrulacak ve herkes 7. Kuşağın zaferini konuşacaktı. Evrenin kalbinde isimlerimizi duymayan, yeteneğimizden haberi olmayan kimse kalmayacaktı. Savaş öncesi ağır vedanın üzerimize oturan kasvetiyse çoktan kaybolmuştu. Yerine büyük bir mutluluk, coşku bırakmıştı.

Günlerdir uyku uyumayıp, ağır bir savaştan çıktığımız için, konseyi bilgilendirme ayak üstü tebriklerden sonra hemen hepimiz odalarımıza dağılıp bu akşama kadar istirahate çekilmiştik. Bu gece büyük bir kutlama vardı. Konsey de dahil olmak üzere herkes yemekhanede büyük bir ziyafet eşliğinde bizi tebrik edecekti. Aslında bu kadar büyük bir organizasyona gerek olmadığını hepimiz biliyorduk ve katılmak istemiyor olsak da konseyin bile katılacağı bu yemeğe icabet etmek zorundaydık! Zafer sonrası kutlamaya bile zorunluluktan katılıyor olmamız ne kadar hoş bir durumdu...

Belki hepimize iyi gelebilirdi, bu hoş parti(!). Fakat aramızda halletmemiz gereken ve hep sonraya iteklediğimiz problemler kümesi çözülmeden hiçbirimizin parti düşünecek hali yoktu. İlk fırsatta 6. Kuşak hakkında büyük ve gizli bir toplantı yapmalıydık. Pamir bildiği her şeyi anlatmalıydı! Böylelikle 'Vazgeçtim' inden vazgeçip, annesine kavuşabilecekti. Tabii bizde... Şu an her şeyden çok bunun gerçek olmasını istiyordum. Hala içten içe onların ölümünden kendimi sorumlu tutan tarafım ancak bu şekilde huzura erecekti. Pamir' e verdiğim sözü de tutup onları geri getirdiğim zaman...

Günün sonlarına doğru, bir uyanıp bir daldığım düzensiz uykumdan bir kez daha gözlerimi açtığımda, yastığımın terden sırılsıklam olduğunu görmek yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Kendimi odama nasıl attığım, nasıl duş alıp yatağa girdiğim meçhulken, ara ara uyanıp yeniden kabuslarıma dalmak yeterince dinlenememe sebep olmuştu. Savaşın kalıntılarını üzerimden atamamıştım ve kemiklerim hala ağrıyorlardı. Kulaklarımdaki sızıysa hala tazeliğini koruyordu.

Peki ya Pamir? Uyanır uyanmaz yine ilk aklıma gelen o olmuştu. İyi miydi şu an? Yeterince toparlayabilmiş miydi kendini...? Gecenin sonunda durumu en ağır olanımız O' ydu çünkü...

Mimi sığınaklardan çıkıp yanımıza gelir gelmez koşmuştu yaralarımıza. Bizdeki yanıklar ve ufak yaraları gözü görmemişti, Pamir' in kanlar içindeki bedenini görünce. Pamir, her ne kadar iyi olduğunu iddia etse de Mimi endişeyle ona bakan üçümüze de söz vermişti: Onu bu geceki partiye kadar yalnız bırakmayıp iyi edeceğine. Biz de bu sözün verdiği rahatlıkla odalarımıza çekilip dinlenme fırsatı yakalamıştık zaten. Mimi' ye asla hayır diyemezdi bay ben iyiyim. Ve Mimi' de onu asla iyi olduğuna kendisi inanmadan yalnız bırakmazdı. Bunu bilmek gerçekten rahatlatıcıydı. İyi ki onun gibi bir dosta sahiptik! Annelerimiz yoktu belki ama dostluğumuzla kapatıvermiştik boşlukları. Dolduramadığımız kısmınıysa çok yakında halledecektik!

Akşam yemeğine yani kutlamaya fazla bir şey kalmadığını penceremden gördüğüm, kararmaya yüz tutmuş gökyüzünden anlamıştım. Yeni bir kabusa dalmaktansa kalkıp gece için hazırlanmaya karar verdim. Üzerime geçirdiğim bol gömleği tek hamlede sıyırıp yastığımın altındaki 'kimse görmesin' adlı yerine yerleştirdim. Evet sevgili bilinçaltım, bu gömlek Duman' la kapıştığım günün gecesinde Pamir' in odasında kaldığımda onun bana giymem için verdiği gömlekti. Sabah koşarak kaçtığım için bende kalmıştı ve ben tabii ki bu rahat şeyden o günden beri vazgeçememiştim. Hala birazcık 'O' kokuyor diye yıkatmaya bile kıyamıyordum. Zaten Mimi' ye onu yıkaması için vermeye de niyetim yoktu. Altında derin manalar araması işime gelmezdi. Kafamı iki yana sallayıp, kabuslarımın etkisiyle havaya kalkmış saçlarımı karıştırarak banyoya gittim. Önce aklı başında bir duş almalıydım.

Duştan çıktığımda Mimi' nin yatağımın kenarına oturmuş beni bekliyor olduğunu görünce şaşırmıştım. Elinde bir şeyler vardı ve onu havaya kaldırmış sırıtarak tuttuğu şeyle konuşuyordu! Biraz daha yaklaştıktan sonra elinde tuttuğu ( ve konuştuğu(!)) şeyin bir elbise olduğunu görebilmiştim. Boğazımı bana bakmasını sağlayacak şekilde temizledikten sonra vücuduma doladığım havlunun üzerine bir de kollarımı dolayıp soran gözlerle bir elbiseye bir de mutlu Mimi' ye baktım. Mimi sorumu gözlerimden okur okumaz heyecanla ayağa kalkıp elbiseyi bana doğru sallarken:

-Beria, bak! Sence nasıl?? diye sordu. Tanrım! Şu an hayatında ilk kez elbise görüyormuş gibi davranıyordu. Bu hali gülümsememe sebep olmuştu. Bir de binlerce yıldır yaşadığını söylüyor. Oysa hala görünüşü gibi kendisi de çocuktu! Gülümsememi silmeden yanıtladım heyecanlı dostumu:

-Güzelmiş. Parti için mi?

-Evet!

-İyi ama onun boyu senin için biraz fazla uzun değil mi? Baksana elinle havaya kaldırıyor olmana rağmen yere sürünüyor!

-Evet, bunun boyu benim için fazla fazla uzun. Ama sorun değil. Çünkü bunu gece için ben giymeyeceğim.

-Kim giyecek öyleyse?

-Aslında Pamir' e giydirmeyi düşünüyorum ama kararsız kaldım. Bu renk ona yakışır mı diye sana sormak için geldim!! Mimi' nini bunu söylerken ki suratı, birden bire az önceki sorum için beni iğneleyen bilinçaltımın suratına benzemişti! Gerçekten de ne saçma soruydu o öyle! Pamir giyecek değildi ya tabii ki benim için getirmişti. Ama kendime de haklı bir taraf bulmuştum hemen. Elbise giymeyeli uzun zaman olmuştu ve nedense kendimi bu harika elbisenin içinde hayal edemediğim için çıkıvermişti bu soru ağzımdan. Mimi cevap verememem üzerine açıklama yapmaya karar vermişti:

-Aslında bu elbise Afşin' e ait. Böyle günler için kendisine özel diktirmişti fakat daha sonradan renginin esmer tenine yakışmayacağını düşünerek bir kez bile giymemişti. Bugün için hazırlanırken de aklına sen gelmiş olmalısın ki elbiseyi sana getirmem için beni çağırdı. Ve işte... Artık senin de çok güzel bir elbisen olmuş oldu!

-İyi ama Mimi... Ben bunu giyemem ki. Yani şey... Bu biraz fazla abartılı değil mi, sence de? Yani çok iddialı gibi...

-Beria! Elimizde başka seçenek yok! Ve senin bu partide sönük kalmana müsaade edemem. Partiye çirkin botların ve şapkasını kafana geçirdiğin pelerininle gidemezsin öyle değil mi!? Şimdi bu bir emirdir! Hemen giy şu elbiseyi! Mimi' nin nadir gördüğüm çatık kaşlı hali ve bana doğru uzattığı tehditkar işaret parmağı, reddetme şansımı elimden almıştı. Tereddütle de olsa uzanıp elbiseyi aldım. İki tarafıdan tutup şöyle bir baktığımda derin bir nefes almama sebep olmuştu. Hemen ardından da bir kez yutkunmama. Çünkü... Çünkü bu elbise belki de ömrüm boyunca giyip giyebileceğim en iddialı şeye benziyordu...!

Elbiseyi somurtarak ve biraz da gönülsüz şekilde üzerime geçirdikten sonra aynanın karşısına geçmiştim. Şu an... Karşımda duran kişi kesinlikle bir gün önceki benden çok çok farklıydı! Aynadaki görüntüm dona kalmama sebep olmuştu. Kendime yabancı gelen halime uzunca bir süre baktım.

Elbisenin üzerime tam oturmuş olmasına sevinmeli mi üzülmeli mi bilemiyordum. Çünkü iddialı göğüs dekoltesi hareket ederken tedirgin olmama sebep oluyordu. Görüntüm karşısındaki buzlarım çözülür çözülmez aynanın karşısında sağa sola dönerek elbiseyi daha ayrıntılı incelemeye başladım.

Siyahtı... Ama 'Sade' kelimesiyle aynı cümlede kullanılamayacak kadar da mükemmel... İnce askılarının üzerine minik ve değerli olduğu belli olan siyah taşlar dizilmişti. Ve taşlar ince askıyı tamamen kapattıkları için, askılarımı bu taşlar oluşturuyormuş gibi görünüyordu. Aynı taşlar askının bittiği yerden, göbek deliğimin on santimetre üstünde biten göğüs dekoltemde de devam ediyordu. Tabii meşhur siyah taşlarımız, arkaya doğru da devam ederek sırtımın büyük çoğunluğunu açıkta bırakan oval şekildeki sırt dekolteme de hareket katmayı ihmal etmemişlerdi. Bel kısmı oldukça dardı ve alışık olduğum ipli korselerim gibi bu kıvrımımı gözler önüne sermek için elinden geleni ardına koymuyordu. Kumaşı ne çok sert ne de efil efildi, ayrıca sanki üzerine sim serpiştirilmiş gibi de parlıyordu. Danteli andıran işlemeleri vardı. İşlemeler alev şekilindeydi ve aşağıdan yukarıya doğru uzanıyordu. Sanki elbisem etek kısmından yanıyormuş gibi desenler ayak ucuma dökülen kısımda oldukça sıkken yukarıya doğru seyreliyordu. Diz kapağımda hafifçe daralan elbise aşağıya doğru yeniden açılıyordu ve ayaklarımı kapatacak şekilde yere dökülüyordu. Bu tür elbiseleri balık model olarak adlandırıyorduk sanırım, dünyada. Bilinçaltım: "Bence giyen kişiyi bir penguen gibi yürüttüğü için ismi penguen model olmalı!" diyerek modayı katletmişti. Fakat buna rağmen uzun bacaklarımın hareketini kısıtlayan modayı değil de bilinçaltımı alkışlayabilirdim. Umarım büyük ve seri adımlar atmaya alıştığım şu günlerde, beni tebrik etmek için toplanmış onca kişinin önünde düşerek rezil olmazdım! Aksi halde uğruna düellolar yaptığım saygınlığım bir balık yüzünden toz olabilirdi(!). Mimi kendimi inceleyip bir de eleştirdiğim bu faslı sözleriyle yarıda kesti:

-Şu ayakkabıları da giy bakalım. Umarım ayak numaran da Afşin' le ölçüşüyordur, diyerek elinde tuttuğu tahminen yedi santim topuğu olan ayakkabıları bana doğru uzattı. Ayakkabıları da görmemle birlikte iç isyanım haberim olmadan dışarı sızmıştı:

-Tanrım! Siz ikiniz birlik olup böyle bir günde beni rezil etmeye mi karar verdiniz!? Bu elbiseyle yürümeyi başarmak zaten zor, bir de bu ayakkabıları giymemi mi istiyorsun cidden!?

-O elbisenin altına bunları (parmağıyla savaşta epeyce kirlenmiş olan büyük ve çirkin botlarımı göstererek) giymeyi düşünüyorum dersen seni o botlarla, yerleşkeden dışarı kovalarım! Şimdi sürekli itiraz etmek yerine giy şunları daha saçlarına şekil vereceğim. Çok işim var çok... Şu an, Mimi' ye ağzım yarım karış açık şaşkınlık içinde boğulurken sesimi dahi çıkaramadan bakıyordum. Çünkü evde kalmış kızını görücüye çıkaracak anne edasıyla üzerimde hain planlarını gerçekleştiriyordu ve ben itiraz dahi edemiyordum. Tamam mutluydu. Heyecanını bana da bulaştırmak istiyordu, benim de mutlu olmamı istiyordu belki ama... Sanki bu kadarı çok fazlaydı. Buraya geldiğimden beri öğrendiğim bir şey varsa o da mutlu günün ardından gelen şeylerin bizi yeniden en dibe çektiğiydi. Belki de bu yüzden gönül rahatlığıyla sevincimi doya doya yaşayamıyordum. Sanki gülüp eğlenmeye başlasam, koca bir cam gibi kırılıp bedenimin her yerine saplanacaktı mutluluğum. Ve o an bana acıdan başka hiçbir şey getirmeyecekti. Buna rağmen en azından Mimi' nin gönlü olsun diye istediği her şeyi yapmıştım. Saçlarımı farklı bir örgü modeliyle ensemin biraz üstüne topuz yapmasına bile izin vermiştim. Bilinçaltım aynadan son halimi seyrederken, makyaj malzemelerinin Elementa' da henüz icat edilmemiş olmasına şükrediyordu! Çünkü şuan karşımda duran görüntünün benim olabileceğine dair büyük şüphelerim vardı...!

***

Hazırlıklarım tamamen bitmişti ve artık aşağı inmem gerektiğini biliyordum. Mimi diğerlerini de son kez kontrol etmek için benden önce çıkmıştı. Küçücük bedeniyle hepimize yetiyor diyerek gülümsemiştim ardından. Şanslıydım... Onun gibi birisine sahip olduğum için gerçekten şanslıydım.

Odadan çıkmak için kapı koluna uzandığımda diğer elim refleksen belime kaymıştı. Bu hareket farkına bile varmadan benim için bir rutin haline gelmişti. Kılıcım... Her defasında odadan çıkmadan hemen önce kılıcımı alıp almadığımı kontrol ederdim. Bugün onu yanıma alamazdım. Büyük küçük herkesin katılacağı bu partiye konsey üyeleri de teşrif edeceği için(!) hiçbir savaş aletini yemekhane sınırlarından içeri almayacaklardı. Hem zaten bu kıyafetleyken kılıç taşımam ne kadar hoş olurdu bilemiyordum. Bilinçaltım elbisenin üzerine kılıcımı ekleyip, yeni görüntüme kahkaha atmıştı!

İkinci kata vardığımda koridorun başında ikinci kez dona kalmıştım! Beyaz mıydı o!!? Pamir!!? Pamir ve beyaz gömlek!!? Siyah, uzun bacaklarını saran bir pantolon, belinde yine siyah bir kemer ve pantolonun içine verilmiş tüm siyahlara inat beyaz bir gömlek giymişti. Gömleğin üstten iki düğmesi açıktı. O an Elementa' da düğmeleri olan gömleğe mi şaşırmalıyım yoksa açık kalan düğmelerin seyretme fırsatı verdiği yere mi bakayım bilememiştim. Açık kalan ağzımı usulca kapadıktan sonra bir kez yutkunmuştum. Yeni tıraş olduğu için sakalları oldukça kısaydı ve saçlarını her zaman ki gibi geriye atarak hafifçe yukarı kaldırmıştı. Simsiyah giyinmesine alıştığım adamı böyle görebileceğim... Bin yıl düşünsem aklıma gelmezdi sanırım. Bana yeterince yaklaştıktan sonra aramızda bir adım kala durdu ve karanlıkta parlayan gözlerini acele etmeden üzerimde gezdirmeye başladı.

Yanaklarımın ısındığını hissetmeye başladığım anla kendime küfretmeye başladığım an tam olarak aynı saniyede çakışıyordu! Ve eğer Pamir' in gözleri göbek deliğimin sadece on santim üstünde biten o dekolte de biraz daha oyalanırsa sanırım önce kendimi sonra da onu yakacaktım! Neyse ki korktuğum başıma gelmemişti ve Pamir gözlerinin yeniden gözlerime çıkmasına izin vermişti. Onun da boğazı kurumuş muydu bilmiyorum ama konuşmaya başlamadan önce bir kez yutkunmuştu:

-Oldukça... Oldukça farklı görünüyorsun, dediğinde gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Pamir' den duyabileceğim en iyi iltifat 'Farklı' olurdu zaten(!). Bilinçaltımın kıkırtılarını bastırmaya çalışırken farkında olmadan gülümsemiştim. Gülümsememi silmeden ben de aynı tonla:

-Sen de oldukça farklı görünüyorsun, dedim ve gözlerimle gömleğini işaret ettim. Pamir hoşnut olmadığını belirten bir surat ifadesiyle:

-Hiç açma o konuyu çünkü hala çok sinirliyim! Mimi ben uyurken tüm kıyafetlerimi götürmüş! Dolabı açtığımda sadece bunlar vardı! İşte bu kez kahkahama engel olamamıştım. 'Hay sen çok yaşa Mimi! Sayende gözlerimiz bayram etti!' diyen bilinçaltımı geç kalmış olsam da, bir odaya kapattıktan sonra yeniden Pamir' e döndüm:

-Gülüyorum ama gerçekten yakışmışlar. Bence Mimi' ye kızmak yerine teşekkür etmelisin! Sözüm bittiğinde hala gülüyordum fakat Pamir' in bana doğru bir adım daha atıp soğuk elini elbisemin açıkta bıraktığı kısıma denk gelecek şekilde belime yerleştirmesi, kahkahamı yutmama sebep olmuştu. Belimden gelen ürperti hızla kanıma karışıp tüm vücuduma yayılırken konuşma sırası Pamir' e geçmişti. Başını hafifçe sağa yatırıp gözlerini gözlerime diktikten sonra:

-Demek Mimi' ye teşekkür etmeliyim öyle mi!? diye sordu. Cümlesine yüklediği tehdit sahte mi değil mi idrak edemeyecek kadar şaşkın durumdaydım. Bu yüzden sadece susarak Pamir' in işkencesine devam etmesine izin verdim:

-Oysa ben seni gördükten sonra kendi giydiklerimi unutup, sana bu elbiseyi giydirdiği için ona iki katı daha fazla kızmayı düşünüyordum! İşte bu kez gözlerimin biraz daha büyümesini ve yüzümün on katı kızarmasını geride bırakacak kadar sert şekilde yutkunmuştum. Ne söyleyeceğimi bile bilmeden ağzımı açmıştım ki Arat' ın yukarıdan aşağı inen ayak sesleri Pamir' in beni serbest bıraktığı gibi iki adım geri çekilmesine sebep olmuştu. Tabii açık ağzımı yeniden kaparken, yarım kalan bu konuyu hangi rafa koymam gerektiğini bilememiş halde öylece ortada kalmıştım.

Arat yanımıza vardığında abartılı bir ıslık çalmıştı. O da tıpkı Pamir gibi beyaz bir gömlek siyah pantolon ikilisinin mükemmelliği içindeydi. Yakışıklı olduğunu inkar edemezdim ( Elementadaki diğer tüm kızlar gibi...) fakat bugün o da geleneği bozmayıp 'Harika' lara oynamıştı!! Bir elini bana doğru uzattığında (Pamir'in belimde bıraktığı ürpetinin etkisi olan) şaşkınlığın, artçıları yüzünden boş boş eline bakmıştım. Fakat Arat, durumu ikimizin adına da toparlayarak, uzanıp elimi tuttuktan sonra beni yavaşça kendi etrafımda döndürerek süzdü. Daha ne kadar kızarabilirdim bilmiyordum ama Arat' ın bu hareketi ortam sıcaklığının düşmesine sebep olmuştu. Evet! Gözlerim soğuğun kaynağına ulaştığında Pamir' in çatık kaşlarla bana baktığını gördüğüme şaşırmamıştım. Arat güzelliğime iltifatlar yağdırmaya başlayacaktı ki Pamir, Arat' ın omzuna dokunup onun kendisine bakmasını sağladıktan sonra:

-Hemen Afşin' in yanına git. Geç kalma lüksüne sahip değiliz. Hazırsa eğer onu da alıp bahçeye inersin! Biz Beria' yla sizi orada bekliyor olacağız, dedi. Adeta kelimeleriyle hırpalamıştı Arat' ı. Tabii bizim haylazın da aşağı kalır yanı yoktu:

-Neden ben gidiyorum. Sen git! Hem sizin abla kardeş konuşup halletmeniz gereken 'Meseleleriniz' var. Şu sıralar ona benden daha yakın olmalısın bence, dedi. Tabii bu sözleri ortamın sıcaklığının biraz daha düşmesine sebep olmaktan başka bir şeye yaramamışlardı. Pamir sıkılı yumruğunu biraz daha havaya kaldırdıktan sonra işaret parmağını açarak:

-Sen bana emir mi veriyorsun!? diye sordu. Aslında pek de soru sayılmazdı. Resmen içi buz dolu bir tehditti! Fakat Arat' ın bu tehdite papuç bırakmaya niyeti yoktu:

-Hayır, sadece emrini sana iade ediyorum! Şimdi o da yumruğunu sıkmıştı. Bir adım geri çıkıp burnumu üşüten iki soğuktan biraz olsun uzaklaştıktan sonra sertçe boğazımı temizledim ve:

-O halde ben gidip Afşin' e bakayım. Siz de bahçede bizi bekleyin. Hazır olur olmaz binanın önünde buluşur birlikte gideriz, dedim ve korkunç ikiliden cevap dahi beklemeden ortamı terk ettim. Merdivenleri düşmemek için dikkatle inerken yukarıda bıraktığım ikilinin birbirine girmemiş olmaları için de dua ediyordum. Tebrik alacağımız gün ceza alarak tarihe geçmek istemiyordum!

Afşin' in odasının önünde bizi bekliyor olduğunu görünce rahatlamıştım. Elbisemin izin verdiği büyüklükte hızlı adımlarla yanına ulaştığımda ışıl ışıl gözlerle bana bakmıştı. Bu kadın gerçekten de şaşırmama sebep olacak kadar zevkliydi. Giydiği kırmızı elbisesiyle gerçekten gecenin yıldızı olmaya hak kazanıyordu! Birbirimize bahçeye kadar iltifat ederek yürümüştik. Buraya geldiğimden beri kendimi ilk kez kız gibi hissettim diyebilirim. İlk kez çalışma yapmak, konsey, düellolar, eğitim, av vs. vs' ler dışında bir şey konuşuyorduk. İlk kez elbise giymiştim ve Afşin' i de ilk kez böyle görüyordum. Birbirimize elbiselerimizin ne kadar yakıştığından bahsederken dünkü savaşın adını dahi ağzımıza almamıştık. Hatta birazdan o kalabalık gurubun içine girdiğimizde konsey üyelerinin de katılmayacağını bilsem kendimi Dünyadaymışım gibi hissediyorum bile diyebilirdim. Tabii tüm bu rüya o lanet adımın yüzünü görmemle son bulacaktı. Beni elinde tuttuğu Yesuga' nın kitabıyla savaşa uğurladığı saniyeleri zihnime bıçakla kazımıştım. Son gülenin o olmaması için and içerken ki öfkemse hala damarlarımda kaynıyordu!

Bahçede dört ana elementin büyük buluşması sonucu emin adımlarla yemekhanedeki kutlamaya doğru yol almaya başladık. Afşin, harekete geçmeden önce odalarımızı kilitleyip kilitlemediğimizi sormuştu. Bu soru kılıcımı odada bıraktığım için tedirgin hisseden tek kişinin ben olmadığımı anlamamı sağlamıştı. Konseyin bizden böyle bir şey istemesine şaşırsak da itiraz etme hakkına sahip olmadığımız için reddedememiştik. Sözde güvenlik için kimse savaş aletlerini yanında getirmeyecekti. Oysa buranın güvenliği biz değil miydik...? Herkesin yanındakinden sorumlu olduğu bir ülkede neden güvenlik için böyle bir şeye ihtiyaç duyulsun ki? Yine bilmediğimiz bir işler döndüğünü anlamak için fazla düşünmeye gerek yoktu! Neyin peşinde olduklarını bilmesek de yalnızca boyunlarımızda taşıdığımız ve asla çıkarmadığımız element kolyeleri ile açılan oda kapılarımızı kilitlemeyi de ihmal etmemiştik! Artık eskisi gibi güvenmediğimiz konseye, körü körüne itaat devrini de geride bırakmıştık! Ve en kısa sürede neler olduğunu anlayıp, gerekeni yapmaya da kararlıydık!

***

Yemekhanedeki tüm masa ve sandalyeler kaldırılmış yerine halk için koca bir alan açılmıştı. Konsey için hazırlandığı belli olan, baş köşeye konan kürsü ve etrafındaki muhafızlar, kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Ne kadar da halkıyla iç içe bir konsey...

Mimi beyaz ve tüllü bir elbise giymişti. Yanımıza geldiğinde ellerini çırparak ışıl ışıl gözleriyle şaheserlerini süzdü. Bizimle gurur duyuyordu ve bunu asla saklamadan her an dile getiriyordu. Gerek sözleri gerekse bakışlarıyla. Pamir' in ufak sitemlerini geçiştirip Arat' ın diğer kızlar hakkındaki sorularını sabırla yanıtladıktan sonra soru sırası bana gelmişti:

-Mimi, konsey ne zaman gelecek?

-Bilmiyorum Beria, birazdan burada olurlar sanırım. Neden sordun? Mimi' nin sorusu diğerlerinin bakışlarına da üzerime toplamıştı. Kimseyi savaş sonrası yorgunluğu üzerinden atmadan başka bir işe sürüklemek istemediğim için geçiştirmeyi seçtim:

-Hiç... Öylesine sordum. Bir an önce bu kalabalıktan çıkıp, nefes alabileceğim yalnızlığıma dönmek istiyorum da... Cevabımın kimseyi tatmin etmediğini bilsem de başka soru cevaplamak istemediğim için bakışlarımı salonda gezdirmeye başladım. Salondan yükselen uğultu başımı ağrıtırken bize doğru yaklaşan bir grup dikkatimi çekmişti. Gurubun önündeki sarışın kız neredeyse tüm dişlerini göstererek gülümsüyordu. Nereye baktığını görmek için omzumun üstünden arkaya baktığımda sohbet eden (ya da yine birbirleriyle didişen) Pamir ve Arat' ı görmüştüm. Yeniden önüme döndüm ve gurubun bize iyice yaklaşmasını seyrettim. En önde olduğum için önce beni selamlayan ve kısaca 'Tebrikler!!' diyen kız grubu doğruca Pamir ve Arat' ın yanına gidiyordu. İçimde doğan ve boğuluyormuşum gibi hissetmeme sebep olan bu his neydi bilmiyordum ama ayaklarım kız gurubunun hemen arkasına takılmış bizimkilerin yanına doğru yola koyulmama sebep olmuştu bile.

Yanlarına vardığımda kızlarla koyu bir sohbetin içine girmiş olan Arat, beni fark etmemişti bile. Pamir' se yanında ki sarışın kızın sorularını geçiştirirken ona baktığım ilk anda gözleriyle beni karşılamıştı. Deli gibi yanına gitmek istesem de başka bir şey buna engel oluyordu. 'Ne sıfatla?' diyordu mesela içimdeki seslerden bir tanesi... Kıskançlık mıydı bu? Pamir' i o kızdan kıskanıyor muydum? İyi ama ne sıfatla? Artık savaşta bitmişti. Sıradaki görevimiz mutlu olmasa da güçlü bir aile kurmaktı. Zaten burada duygular ve isteklerimiz hep ikinci plandaydı. Önemli olan neslin en güçlü şekilde devamıydı ve bunun için çok yakında, Güney' de başlamış olan düellolardan birinci gelen ana elementler yerleşkeye geleceklerdi. Bizim eşimiz olabilmek için. Bense... Şimdi Pamir' in sıradan bir kızla konuşmasına bile katlanamıyorken, onun başka bir kadına bağlılığını sunmasına şahit olacaktım! Üstelik kendi bağlılığımı da başka bir adama sunarken... Burnum sızlamıştı. Derin bir nefes alıp içimi dağlayan bu duygu seliyle baş etmeye çalışırken çalan borazan sesleriyle herkes bakışlarını kapıya yönlendirmişti. Konsey üyeleri tüm ihtişamlarıyla yerlerine geçerken herkes onları selamlamak için yarışır olmuştu. Artık tüm halk burada diyebilirdik. Yani konsey binası da dahil olmak üzere her yer boşaltılmıştı. Bu da aklımdaki planı uygulayabilmem için çanların çalmaya başladığı anlamına geliyordu.

Geçen birkaç dakikanın ardından gelen tebrikler ve etrafımızdaki kalabalık da artıyordu ve ben daha fazla nefes alamıyormuşum gibi hissediyordum. Rahat olmadığım için yapmacık bir gülümsemeyle aklımdakileri geri plana itme çabam arasında sıkıştığım bir anda Pamir beni bileğimden yakalamıştı. Şaşkın şaşkın ona bakarken ne olduğunu bile soramadan kulağıma eğilip:

-Beni ahırda bekle! Seni bir yere götürmek istiyorum, dedi. Geri çekildiğinde yüzünde uzaktan bakıldığında fark edilmeyecek kadar küçük bir tebessüm vardı. Fakat gözleri aslında o tebessümün arkasında yatan mutluluğu ele veriyordu. Yutkunduktan sonra ben de ona doğru eğilerek:

-Nereye gideceğiz, diye sordum. Sorum gülümsemesini büyütmesine sebep olurken kalbim kulaklarımı zorlamaya başlamıştı. Bu gece için yapmış olduğum planlar hızla ikinci kata yuvarlanırken, Pamir' in ağzından çıkacak olan bir sonraki cümle için sabırsızca bekliyordum. Gözleriyle etrafı kısaca tarayıp kimsenin görmeyeceğinden emin olduğu bir anda bana doğru bir adım daha atıp ellerimi tuttu! Büyüyen gözlerime kısılmış gözleriyle bakmaya devam ederken, zihnime fısıldadı:

-Senden kaçmayacağım bir yere... Ne sorarsan sor cevaplayacağım yere. Çok düşündüm Beria... Haklıydın! Susarak bir yere varamayacağımız gibi birlikte de olamayız.

-Ya diğerleri...? Afşin ve Arat?

-Onlara da neler olduğunu anlatacağım fakat önce senin bilmen gerekiyor. Seninle konuştuktan sonra onlara da anlatacağım. Şimdi kimseye fark ettirmeden çık ve beni ahırda bekle. Ben de biraz sonra çıkıp yanına geleceğim. Pamir sözlerini bitirdiğinde içimdeki sıkıntıların omuzlarıma uyguladığı baskının azaldığını hissetmiştim. Sonunda! Sonunda bana bildiği her şeyi anlatacaktı. Böylece birlikte 6. Kuşağı kurtaracaktık. Hatta bundan sonra konseyin kirli hiçbir oyununa alet olmak zorunda da kalmayacaktık!

Kimseye görünmeden küçük adımlarla salonu terk ettim ve elbisemin izin verdiği ölçüdeki büyük adımlarımla ahırın yolunu tuttum. Bahçe daha önce görmediğim kadar tenhaydı, hatta yerleşkeye (yemekhaneden yükselen sesler dışında) hiç kimse yaşamıyormuş hissi veren ürpertici bir hava hakimdi. Kollarımı vücuduma dolayıp soğuk havanın etkisini azaltmaya çalışırken, konsey binasının önündeki çember taşlarına kadar gelmiştim. O sırada hiç beklemediğim bir şey oldu! Bir ses zihnime soğuk nefesini üflerken beni olduğum yere çivilemişti:

-Gizli gizli nereye gidiyorsun böyle as ateş!? ERBATUR! Sesinin kanımı dondurduğunu ona belli etmemeye çalışırken yavaşça arkamı döndüm. Cevap vermek için ağzımı bile açamadan:

-Takip et beni! Dedi ve hızlıca konsey binasına doğru yürümeye başladı. Neyin peşinde olduğunu bilmiyordum fakat içimdeki savaşçı kılıcını çekip: 'Yeter artık! Ne olacaksa olsun. Çık karşısına ve ona içinden ne geliyorsa söyle, bunun için bundan daha iyi bir fırsat yakalayamazsın. Hazır yalnızken, paylaşın kozlarınızı!' demişti. Tabii ben de onu sonuna kadar destekleyerek Erbatur' un peşine takılmıştım.

Büyük salona varana dek hiç konuşmadan o önde ben hemen arkasında seri adımlarla yürümüştük. Korumaları olmadan benimle yalnız başına görüşecek olması dikkatimden kaçmamıştı. Oysa (her ne kadar saklamaya çalışsalar da) içten içe beni tehlikeli bulduklarını biliyordum. Buna değecek bir sebebi olmalıydı. Benimle yalnız konuşmak istediğine göre kesinlikle buna değecek bir sebebi vardı.

Salonun kapılarını kapattıktan sonra kürsünün hemen önüne kadar yürüdü ve durup bana döndü. Bense salonun ortasında ona yeterince uzak olduğuna inandığım bir mesafede bir an önce konuya girmesini bekliyordum. Erbatur boğazını temizledikten sonra konuşmaya başladı:

-Evet, sonunda uzun süredir beklediğim o büyük gün geldi! İnanmayacaksın belki ama asırlardır yaşıyor olmama rağmen ilk kez bu kadar heyecanlı hissediyorum! İğrenmeme sebep olan kısa bir gülüşten sonra ellerini belinde kelepçeleyip sağa sola volta atarken sözlerine devam etti:

-Hmm... Sanırım konuya en başından başlamalıyım. Böylece senin için her şey daha kolay olur. (Durdu ve bana döndü. Mavi, delici bakışlarını gözlerime diktikten sonra.) İyi dinle beni küçük. Şimdi sana bir masal anlatacağım. Belki de dinlediğin son masal olacak ama anlatacağım her şeyin sonuna kadar gerçek olduğunu sakın aklından çıkarma. Böylece, doğru karar almakta zorlanmazsın.

-Ne demek istediğinize dair en ufak bir fikrim yok fakat artık sabrımın kalmadığını da söylemek istiyorum! Ne anlatacaksanız lafı daha fazla uzatmadan anlatın! Öfkem yüzünden yüksek sesle çıkan kelimeler gülmesine sebep olmuştu. İstediğini ona vermemeliydim. Duygularımı kontrol edip sinirlerime hakim olmalıydım fakat bu adam benim tüm sinir sistemimi çökertiyordu. Ona annemin katili gözüyle bakarken karşısında sakin kalamıyordum!

-Bundan yıllar önce Elementa' da üç küçük çocuk yaşarmış... Annesiz ve babasız büyümeye mahkum edilmiş üç küçük çocuk... Sözleri daha ilk anda beynime batmaya başlamışken bu masalın hiç de hoşuma gitmeyeceğini anlamam kısa sürmüştü. Erbatur, masal adını verdiği saldırısına devam ederken, yüzümdeki ifadesizliği korumak için her zamanki gibi dudağımı içeriden ısırmaya başlamıştım.

-O üç küçük çocuğun isimlerini çok iyi biliyorsun Beria. Çünkü onların anne ve babalarını sen aldın! Evet... Sen ellerinde kan lekesiyle doğan lanetli bir çocuksun! En başından beri yaşamaması gereken lanetli bir bebek!! Kulaklarımda yankılanan son cümle içimi acıtırken, itiraz etmeme bile fırsat vermeden devam etti:

-Her şey Tanrı' nın kitabına yazdığı iki cümleyle başladı. Sanırım yarattığı ilk kuşağın içindeki o hırsı en başından beri biliyordu. Oturduğumuz bu tahtı, çok sevip doğan kuşağa tıpkı kolyelerimiz gibi bu tahtları da devretmemiz gerekirken onlara vermeyeceğimizi biliyordu! Çizdiği kuralların ve dengenin bozulmaması için en ince ayrıntısına kadar hesap yapan Tanrı' nın bize kitabında seni müjdelemesiyle bizim çizdiğimiz kurallar da yıkıldı! Beria... Yesuga' nın kitabında yazan o iki satır, bizim kurduğumuz imparatorluğun çöküşüne atılan bir imzaydı. Yani sen! Sen bizim için en başından beri yaşamaması gereken bir lanetsin! Biz de her gün buna engel olmanın ve buradaki hakimiyetimizi olabildiğince uzatmanın bir yolunu aradık! Doğan her kuşağa güçlü olanın biz olduğunu kabul ettirdik ve seni aradık. Geçen yıllara rağmen senden bir haber yoktu. Tabii... Rima' ya kadar! Onun bir bebeği olacağını öğrenir öğrenmez kontrol etmek istedik. Fakat o köşe bucak kaçarak, bahaneler sıralayarak seni bizden kaçırdı. Bu tavrı şüphelerimizi doğrularken biz de doğuracağı bebekten kurtulma planları yapmaya başlamıştık bile! O günden itibaren vereceği en ufak bir açıkta ona bunun cezasını kesecektik! Ve beklenen açık da çok gecikmeden gelmişti. Erzak' a bağlılığını sunduğunu öğrendiğimiz gün planımızı hemen devreye soktuk! Tabii ilk infaz emrini 6. Kuşak adına çıkarmıştık. Çünkü halk günahsız bir bebeğin annesi ve başka bir adamın hatası üzerine infaz edilmesini sessizce kabul etmezdi. Olası bir ayaklanmaysa istediğimiz son şey bile olamazdı. Bizde bir süre bebeğin Erzak' tan olduğu söylentisinin yayılmasını ve halkın doğacak bebeğe karşı kinlenmesini bekledik. Yeterli bekleyişten sonra da senin infaz kararını kesinleştirdik. Seni kolye devrinden hemen önce, ölümsüzlüğün mühürlenmeden öldürecektik. Fakat zeki annen, hala nasıl yaptığını anlamadığımız bir şekilde seni kaçırmıştı. Bu, planımızı biraz sarsmış olsa da toparlanmamız çok zamanımızı almadı. Annen geri gelir gelmez büyük atanın dahiyane fikrini uygulamaya koyduk!

Altemur 6. Kuşağa yaptığı bir büyü ile onları Yesuga' nın kitabına hapsetti. Halka da Erzak ve Rima' nın işledikleri büyük suç yüzünden 6. Kuşağın tamamına mal olduklarını söyleyerek onlardan ve senden nefret etmelerini sağladık. Böylece olası bir isyanı da önlemiş olduk. Tabii asıl hedefimizden asla vazgeçmemiştik.

Ne oldu biliyor musun Beria... Hani şu en başta bahsettiğim üç küçük çocuk var ya... Onları karşımıza çıkardıklarında gözlerindeki yaş henüz kurumamıştı. Karşımızda tir tir titriyorlardı! Çünkü anne ve babalarını onlardan çekinmeden alan bu adamlar onlara kim bilir daha neler yapardı değil mi...? Uzun süredir susmuş olmanın da verdiği etkiyle sesim kısılmıştı. Fakat buna rağmen acıtan bu sözlere daha fazla susamayacaktım:

-Siz... Hayatımda gördüğüm en aşağılık yaratıklarsınız! Ne istediniz onlardan, ha!? Derdiniz ne!!?

-Şşştt... Sessiz olmazsan masalıma devam edemem, küçük. Sinirlerine hakim olmayı öğrenmelisin! Derin bir nefes alıp yükselen vücut ısımı sabit tutmak için savaşırken Erbatur sinir bozucu gülümsemesiyle:

-Güzel... Şimdi devam edebilirim, dedi. Derin bir nefes alıp kürsünün arkasına doğru yürümeye başladığında yüksek sesle konuşmaya devam etti:

-Ne diyordum? Korkudan karşımızda tir tir titreyen üç küçük çocuk...! İşte o an ikinci dahiyane planımızı devreye sokmak için ilk adımı atacaktık. O üç küçükten bir tanesi, sana karşı kullanacağımız bir silah olacaktı! Kim olduğunu biliyorsun öyle değil mi? Sorusunu kürsünün arkasından bana bakarken imalı bir sırıtış eşliğinde sormuştu. Cevap zihnimde yankılanırken dişlerimi sıktığım için bunu dışarı söyleyememiştim. Zaten buna gerek de yoktu. Erbatur benden bir cevap beklemiyordu.

-Pamir...! Senin için daha iyisini bulamazdık zaten. Boyu eline verdiğimiz kılıç kadarken anlamıştım doğru kişinin o olduğunu. Ve daha o günden itibaren ufak ufak ekmeye başlamıştım içine sana ve annene karşı olan nefret tohumlarını. Annenin portresine bakarken gözlerinde yanan alevlerde boğulacağın günü iple çekiyordum. Onun en iyisi olması için her saniye gözüm üzerindeydi. Evet! Pamir, senin yüzünden çocukluğunu bile yaşayamadı Beria. Çünkü en iyilerin kendilerine ayıracakları vakti yoktur. Tüm hayatını seni öldüreceği güne hazırlanarak geçirdi! Gözlerime oturan yaşları inatla orada tutuyordum. Aşağı akmalarına beni bu pisliğin karşısında zayıf düşürmelerine izin veremezdim!

-Hiç düşünmedin mi neden anneme bu kadar çok benziyorum diye...!? Pamir' in seni ilk gördüğü anı hatırlarsan belki bir tahminde bulunabilirsin. Ya da dur, seni hiç yormayalım ve ben söyleyeyim! Annesine, Pamir' in asıl nefretine bire bir benzeyen bu kızı öldürmek, onun için çok daha kolay olacaktı! Ben de yaptığım bir büyüyle onun için durumu daha kolay hale getirdim. Seni buraya gelir gelmez kimseler görmeden yanımıza çağırma sebebimiz de buydu! Eğer yaptığım büyü mesafeye ve zaman farkına rağmen işe yaramamış olsaydı seni hemen burada Rima' nın kopyası haline getirecektim. Fakat buna gerek kalmamıştı ve sen Dünya' dan tamamen Rima' ya benzer bir şekilde gelmiştin. Bunun tek anlamıysa planımız tıkır tıkır işlemeye devam ediyor olduğuydu. Sözleri bittiğinde attığı büyük kahkaha sıktığım yumruklarıma batan tırnakların biraz daha derine batmasına ve avucumun kanamasına sebep olmuştu. Ama bu bile o kahkaha kadar acıtmamıştı canımı. Öfkemin verdiği cesaretle bir adım öne çıkıp bağırdım:

-NEYLE!!? ONU NE İLE TEHDİT ETTİNİZ DE SİZİN AŞAĞILIK PLANINIZA ORTAK OLMAK ZORUNDA KALDI!? SÖYLE! Bağırışım kahkahasını yarıda keserken yüzündeki pis sırıtışı silmeden eğilip kürsünün arkasından aldığı bir şeyle ağır ağır öne doğru yürümeye başladı. Ve bedeni tamamıyla açıkta kalacak şekilde kürsünün önüne dolaştığında elinde tutmuş olduğu kılıç kalbimin durmasına sebep olmuştu. Beynimde çakan şimşekler, nasıl büyük bir oyunun çarkları arasında sıkıştığımı bir bir yüzüme çarpmaya başlamıştı! Erbatur' un elinde tuttuğu kılıç: PAMİR' İN KILICIYDI!!

Tüm bu gece... Hatta belki de Ater' i uyandırmaları... Hepsi bu kılıcı alabilmek için kurgulanmış bir oyundu! Aksi halde Pamir' in elinden düşürmediği ve beni öldürebilecek tek şeye asla ulaşamazlardı. Dudaklarımdan, şok olmuş zihnimden sızan masum bir soru süzülüverdi:

-Nasıl...? Bunu nasıl yaptın!? Gülmeye devam ederken:

-Zeki bir kız olduğunu düşünüyordum... Yanılmışım! Sen de bizim korkak olduğumuzu düşünürken yanılmıştın Beria... Bizi fazla hafife aldın! Evet, Ater' i uyandıran bizdik! Çünkü bu savaşı kazanacağınızı biliyorduk. Tanrı' nın son elementinin... Yani senin ölümün bu kadar kolay olamazdı değil mi! Belki biraz da buna güvendiğimiz için bu erken uyanışı gerçekleştirmekte de tereddüt etmedik! Neyse ki siz de tahminlerimizi doğru çıkartıp ilk savaşınızı kazandınız. Sonra ne oldu bil bakalım...? Evet! Bu parti planı ve partiye katılmamız... Tabii güvenlik(!) açısından kılıçlarınızı yanınıza almamanızı emretmemiz! Yeni bir kahkaha saldırısından sonra ağır adımlarla bana doğru yürümeye başladı.

-Odaya nasıl girdin!?

-Ben değil, küçük. Göktan girdi! Ne demişler... Kapıdan giremiyorsan pencereden girersin! Pamir, odasının camının kırılmasına çok üzülmez umarım. Sonuçta bir cam ona daha önemli bir şeyi geri verecek... Annesini!

-Ne demek istiyorsun!? Bu soru belki de sonsuz ömrümde cevabından en çok korktuğum soru olabilirdi!

Artık bana sadece birkaç adımlık mesafede duran Erbatur omuzlarını dikleştirdi ve elinde tuttuğu kılıcı kınından sıyırıp çıkardı! Yutkunma isteğimi bastırırken kulaklarım cevaba odaklandığı için kılıcın tiz çığlığını pek umursamamıştı. Çünkü bu sorunun cevabı, Pamir'i neyle tehdit ettiklerinin de cevabıydı. Onu ne ile tehdit ederek, beni kılıcına ölümlü kılmasını sağladıklarının cevabı...

Elindeki kılıcı ağır ağır çevirerek etrafımda dönmeye başlayan Erbatur, bir süre sonra sorumu yanıtladı:

-Yapılan her büyünün onu ortadan kaldırabilecek bir 'Şart' ı vardır Beria. Altemur' da 6. Kuşağı kitaba hapseden büyüyü yaparken onu bozacak bir şart ileri sürdü! Tabii bu şart, bizim Pamir' i de işin içine dahil ettiğimiz planın garantisi olacaktı. Yani ona sunacağımız reddedilmez bir teklif... Kalbim cümlelerin devamını tahmin eden zihnime savaş açmışken artık bacaklarım beni taşıyamayacak kadar yorulmuşlardı.

-Şartın ne olduğunu tahmin edebiliyorsun öyle değil mi? Sorusunu bana bir adım kadar yakınken enseme fısıldamıştı. Ağır adımlarla karşıma geçerken, sıkılı yumruklarımdan dolayı kanayan ellerimi serbest bıraktım. Belki de bu teslim oluşumun ilk belirtisiydi...

-Silah olarak seçtiğimiz o küçük Pamir' in ilk dersiydi bu! Ona verdiğimiz ilk ödev! Annesini geri getirmek istiyorsa bu büyüyü bozacak olan şartı yerine getirmeliydi. Asıl can alıcı nokta ne biliyor musun, küçük(!)? Babası annesine bağlılığını sunmadığı için Elis hala bir ölümlü! Yani Pamir' in annesine kavuşmak için elini çabuk tutması gerekiyordu. Yoksa ona kavuşamadan sonsuza dek ve bu kez gerçekten ölümüyle yüzleşmek zorunda kalacaktı! Zaman aleyhimize işliyor küçük...

Pamir' in yerine getirmesi gereken o ufak şartsa: Senin ölümün, Beria! Verdiğin son nefes, 6. Kuşağın ilk nefesi olacak! Bu şarta bile küçük bir çocuk için fazlasıyla direnmiş olmasına rağmen, son teklifimiz şartımızı kabul etmesini sağlamıştı. Uzun uzun düşünüp başka bir yol arayacak vakte sahip değildi ne de olsa! Hadi ama... Büyük bir alkışı hak ediyoruz öyle değil mi, bu harikulade plan için? Erbatur' un kahkahalarını duyamayacak kadar şaşkın ve tükenmiştim. Sanki az önce duyduklarım ruhumu bedenimden söküp almıştı! Titreyen dizlerimin üzerinde zar zor dururken bir damla yaşın hissizce aşağı kaymasına göz yummuştum. Beyni, hisleri boşaltılmış bir heykel gibi kala kalmıştım salonun ortasında.

Pamir' in vazgeçtim demesi gerçek bir vazgeçişti! Annesi ölecekti! Ve o... Onu bir daha görememek pahasına beni yaşatmayı seçmişti! Onu böyle bir seçimi yapmak zorunda bıraktığım için kendimden nefret ederken aldığım nefeslerin buna değip değmediğini tartıyordum. Onun için annesinden önce mi geliyordum? Gelemezdim! Bunu yapamama sebebi katil olmak istememesiydi. Hiçbirimiz elimize kan bulaşsın istemiyorduk. Bunu ona yapmaya hakkım yoktu. O yüzden izin verecektim! Erbatur' un bu işkenceyi Pamir için bitirmesine... Beni ve onu bu ızdıraptan kurtarmasına hemen şimdi, burada izin verecektim!

Titreyen dizlerimi beni taşımaları için daha fazla zorlamayarak kendimi olduğum yere bıraktım. Dizlerim sert zeminle buluştuğunda boş gözlerle karşıya bakmaya devam ediyordum. Gözlerimi sıkıca kapayıp sertçe yutkundum. Biriken yaşlar arka arkaya kayarken yanaklarımdan, beni duyamayacağını bilsem de zihnimden bir özür yolladım Pamir' e... Sanırım ona verdiğim sözü tutamayacaktım! Ona dönemeyeceğim bir yola girmek üzereydim! Bu düşünce daha sıcak, kalbimin en acıyan köşesinden gelen gözyaşlarımın da intihar etmesine sebep olurken kafamı kaldırıp karşımda elindeki kılıçla oynayan Erbatur' a baktım.

-Sen kazandın! Bitir... Bitir artık bu işkenceyi. Dayanamıyorum... Onu acıtmaya dayanamıyorum. Kalbim bu yükü daha fazla taşıyamaz.

-As ateş! Cesaretin ve fedakarlığın gerçekten göz alıcı ama gözyaşların... Senin en büyük zayıflığın da bu sanırım! Tek zaafın bastıramadığın duyguların. Neyse ki ben halden anlayan bir adamım. Bu işi senin için sonlandıracağım. Kontrolümden çıkan göz yaşlarımı tıpkı nefesim gibi tutup, gözlerimi kapadım. O an 'İşte oyunun sonu!' dedi içimdeki ses... Ateş kız ölür ve perde sonsuza dek kapanır! Hoşça kal, Soğukların Efendisi...

Kapının sertçe açıldığını ve arkasında ki duvara çarptığını duyduğum halde yerimden kıpırdamamıştım. Sanki ruhum bedenimi çoktan terk etmişti. Şu dakikadan sonra hiçbir şey beni bu kararımdan döndüremezdi. ÖLECEKTİM! Pamir için, ölecektim! Onun hayatından daha fazla çalmadan, ona kendi hayatımı verecektim!

-BERİA!!

Pamir' in sesi salonda yankılanırken, soğukluğunu sırtımda hissetmek onun hayal olmadığını anlamamı sağlamıştı. Hızla açılan gözlerime batan soğuk, soyut düşünce dünyamdan sıyrılmamı sağlamıştı. Ölüm kokulu salona karışan kokusu, burnumu sızlatıyordu. Kalbim... Kalbim sızlıyordu! Sızımı yuttuktan sonra cesaretimi toplayıp, ellerimin tersiyle gözyaşlarımı sildikten sonra omzumun üstünden ona baktım. Nefes nefeseydi. Üstü başı, saçları dağılmıştı. Hızla inip çıkan göğsünde, geç kalmış olmanın korkusunu taşımıştı. Beni dizlerimin üstünde, elinde ölümüme açılan kapının anahtarını tutan Erbatur' un karşısında gördüğü için kocaman açılan gözleriyle bana bakıyordu. Kim bilir ne zamandır yerleşkenin altını üstüne getirerek beni aramıştı! Evet, geç kalmadığını ve benim hala yaşıyor olduğumu düşündüğünde ufak çaplı bir rahatlama dalgası gelip geçmişti fakat kılıcının bana o denli yakın olması nefes alış verişinin yavaşlamasına izin vermemişti!

Gözlerimiz kesiştiğinde vazgeçmemek için içimdeki Kızıl Şeytan' ın çığlıklarına kulaklarımı tıkadım. Yapamazdım... Ona bunu yapamazdım! Bu salondan çıkıp hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edemezdim! Aldığım her nefesin, başkalarına ait olduğunu düşünürken yaşayamazdım! Kararımı çoktan vermiştim! Ve o... Geç kalmıştı!

Hızla ayağa kalkıp Erbatur' un elinden Pamir' in kılıcını aldım ve kılıcı boynuma dayadım! Erbatur, bu hareketim karşısında başta şok olsa da, daha sonra abartılı bir alkış tutmuştu. Bir süre sonra Pamir' e dönüp:

-Gördün mü bak!? O senin kadar korkak değil. Annesi için tereddüt dahi etmeden ölüme gidebilir! Ya da tıpkı senin annen gibi hala bir ölümlü olup, süresi kısıtlı olan babası için...

-KES SESİNİ!!! Pamir' in tehdidini iliklerime kadar hissederken Erbatur, çıkışa doğru yani ona yürümeye başlamıştı. Yanına vardıktan sonra:

-Yarın çok güzel bir gün olacak çocuk... Ve sen... Bana sadece teşekkür edeceksin! Dedi. Pamir' in üzerimden bir dakika olsun ayırmadığı gözlerine kısaca baktıktan sonra cevap beklemeden salonu terk etti. Bizi kaderimizin kesiştiği noktada yalnız bırakmıştı! Belki de haklıydı... Yarın Pamir için güzel bir gün olabilirdi! Olması için elimden geleni yapacaktım! Artık benim yüzümden kimse acı çeksin istemiyordum. Annemi, 6. Kuşağı özgürlüklerine kavuşturmak istiyordum! Pamir' in annesi ve benim hiç görmediğim babamın kısıtlı hayatlarından daha fazla çalamazdım!

Pamir seri ve büyük adımlarla bana doğru gelmeye başladığında akan bir damla yaşı daha boşta olan elimin tersiyle hızlıca silip bağırdım:

-HAYIR! DUR! Pamir sakın! Sakın yaklaşma yoksa...

-YOKSA NE, BERİA!? YOKSA GİDER MİSİN!? BANA VERDİĞİN SÖZÜ UNUTUP, DÖNEMEYECEĞİN BİR YERE Mİ GİDERSİN!? Pamir bana beş adım kala durmuştu. Durmuştu belki ama benden daha çok bağırmıştı. Bu görüntüyü, birazdan olacakları kimse daha çok reddedemezdi sanki! Ağlamak artık alışkın olduğum bir eylem haline geldiği için durumu görmezden gelmek de kolay olmuştu. Fakat bugünkü göz yaşlarım, kalbimi yakıyordu. Ona verdiğim bir sözü tutmak için diğerini çiğnemek zorundaydım. Onun için ondan vazgeçmek zorundaydım!

-Evet! Evet, gideceğim çünkü sana bir söz verdim! Kılıcın kabzasını daha sıkı kavrayıp parlak metali boynuma biraz daha yaklaştırdığımda Pamir bir kez daha bağırdı:

-HAYIR! Hayır, böyle değil Beria! Böyle olmak zorunda değil. Ver onu bana! Hem... Senin bana verdiğin tek söz beni bırakmayacak olman! Gitmene izin veremem Beria... Ölmene izin veremem! Ver o kılıcı bana! Gözyaşlarımın aksine, bastırdığım hıçkırıklarım sesimin bir inilti gibi çıkmasına sebep olmuştu:

-Mutluyum... İnan çok mutluyum! Ölüyorum ve son gördüğüm senin gözlerin... Ölüyorum ve son duyduğum: Sesin... Kokun hala aklımdayken ölüyorum. Senin için...

-Beria, hayır... Yapamazsın... Gidemezsin... Pamir' in kafasını iki yana sallarken, dudaklarından fısıltı şeklinde çıkan bu sözleri birer çığlık olsaydı bu kadar çok acıtmazdı belki de... Elini bana doğru uzattığı halde yanıma gelemiyor oluşu, bana bu kadar yakınken aramıza kilometrelerin girmesi... Daha ne kadar acıyabilirdi canım? Daha ne kadar sevebilirdim adına 'İmkansız' dedikleri bir adamı?

Ilık ılık akan gözyaşlarımın arasında, artık iyice titreyen sesimle son sözlerimi söylemeye başladım, imkansızıma:

-Özür dilerim... Sana bunu yaptığım için çok özür dilerim. Ne olur... Ne olur affet beni! Unut... Unut beni, ne olur. Yaşamadım varsay. Beni hiç görmedin... Adımı duymadın say. Sana hiç gitmeyeceğim dediğim günleri de beni de unut. Sanki hiç doğmamışım gibi devam et hayatına. Ben hariç... Ben hariç herkesi çok sev, olur mu!? Sen hep gülümse... Ölürüm... Ben o gülüşe bir değil bin kez ölürüm! Ölürüm, yeter ki sen gülümse... Titreyen elime rağmen kılıcı boynuma yakın bir yerde tutarken, Pamir bana doğru uzattığı elini yavaşça indirdi. Benden vazgeçtiğini düşünmeye başlamışken, bakışlarımın elinden gözlerine kaydığı notada bu fikri lanetlemişti. Ağlıyordu...

Sözlerin taşıyamayacağı kelimeleri göz yaşlarına yüklemişti. Gitme diye akan her damla yaş, mezarımı kanla suluyordu. İkilemde kalan ruhum, ölmek istemeyen tarafıma yenik düşmek üzereydi fakat diğer tarafım... Onun için yapabileceğim en iyi şeyin gitmek olduğunu söylemeye devam ediyordu. Bencilce ve korkakça davranmayacaktım! Gitmek istemediğim halde onu bir kez daha annesinden ayırmayacaktım. Ama yanlış bir şeyler vardı! Gidişim ona acı değil mutluluk getirmeliydi... Öyleyse neden? Neden ağlıyordu!? Mavisine tutulduğum gözlerinden sessizce akan her damla beni yerin yedi kat altına sokuyordu. Dayanamam... Ağlamasına dayanamam... Artık bitme, gitme zamanı gelmişti...

-Hoşça kal, Soğukların Efendisi. İnandığım tek mucizem... Sanırım artık gitmem gerekiyor. Sana verdiğim sözü çiğneyerek bir diğerini tutmuş olacağım. Sen de bana vermiş olduğun 'Gitmene izin vermeyeceğim!' sözünü tutma ve... Beni unut! Sözüm biter bitmez kapadım gözlerimi ve soğuk metalin sıcak boynuma sertçe dokunmasına izin verip, yumuşak bir hareketle aşağı kaymasını sağladım.

Yere düştüğümde her şey buğulu bir camın arkasından görünüyordu. Uzaklardan bir ses ismimi söylüyordu. Hayır, bağırıyordu! Fakat kulaklarım sanki bu sesi uzaktaymış gibi duyuyordu. Kendimi zorlayıp sese kulak kesildim. Pamir' in sesi... Yanıma gelmiş, başucumda diz çökmüştü. Göz yaşları onun gözlerinden benim yanaklarıma düşerken, ağlama diye boynuna sarılmak isteyen yanım ölmeye yüz tutmuş bedenime hapisti. Gitmek istemiyordum... Ondan gitmek istemiyordum... Tanrım! Onu böyle bırakıp gitmek istemiyorum. Ya beni alma ondan... Ya da bırak ölümüm kalbine huzur getirsin...

Söyledikleri de görüntüsü gibi pusluydu. Kollarındayken son nefesimi vermeden önce, son kez anlamak istedim söylediklerini. Ölüme: 'Birazcık daha...' deyip, gözlerimi araladım. Kulaklarıma da gözlerime görmeleri için verdiğim emirden verip, Pamir' i duymak istediğimi söyledim. Belki de son kez...

Pamir ona cevap veremediğimi görünce beni usulca yere bıraktı. Daha sonra botunun yanındaki gizli bölmede taşıdığı bir bıçağı çıkarıp ucunu açtı. Puslu zihnim ne yaptığını çözmeye çalışırken, çatallaşmış sesiyle son derece kararlı birkaç kelimeyi serbest bıraktı:

-Madem ölümüne engel olamadım... Ben de seninle birlikte ölürüm, Beria! Sana verdiğim sözden de senden de vazgeçmeyeceğim! Seni unutamayacağımı bildiğim, bana acıdan başka hiçbir şey getirmeyecek olan yeni bir güne uyanmaktansa, ölürüm! Senin bana öldüğün gibi ben de sana ölürüm...

Sözleri biter bitmez tereddüt dahi etmeden kesti sol avucunu! Yere düşen birkaç damlanın ardında da düğümledi kaderini kaderime... Ömrünü ömrüme... Dudaklarından çıkan, sol avucundaki kana söylediği her kelime kazındı kaderine!

-Ömrün, ömrüm... Kaderin kaderimdir! Her şeyimle sana bağlıyım! Yaşadığını yaşayacağım! Attığın her adımın yanındaki adım olacağıma, seninle yaşayamazsam seninle öleceğime... Kanım üzerine yemin ederim!

BİTTİ Mİ??......... 

HAYIR!!! .......

DEVAM EDECEK Mİ??..... 

ÇOK YAKINDA!!!.....

Bu bir aile geleneği Aykırı Ailem!! Biz bitti demeden bitmez!! ;) 3. Kitap açıklamasını yakında yapacağım :)) Takipte kalınız... <3<3

Ne demiştim: Onlar birbirlerine asla 'Seni seviyorum!' diyemeyecekler. Ama... Ellerinde ki kalemle yeni bir kader yazacaklar kendilerine...

Bazen bir bakış çok 'Seni seviyorum' lara bedeldir. Bazen iki saniyelik bir denk geliş ya da aynı anda farklı iki yüzde beliriveren tebessüm... Çok daha özgündür, seni seviyorumdan. Bazıları 'Seviyorum!' diyemeden sever. Ama öyle bir bakar ki... o bazıları... Evrendeki tüm seni seviyorumlar susuverir! İşte onlara dikkatli bakınız. Çünkü onlardır asıl sevenler. Konuşmaya, dokunmaya hatta bazen bakmaya bile gerek duymadan severler. Öyle bir severler ki... Tüm hislerinden soymuş da olsak geriye bir tek sevdikleri kalır! Sevdiklerini çıkaramayız onlardan. İşte böylelerinde... 1' den 1 çıkınca 'O' kalır! HAYIR! O! Sıfır değil! O... Sevdiği... Sıfırdan çok uzak, sonsuza yakın!

Sizi sonsuza en yakın noktadan seviyorum. BENİM AİLEM! Aşkı da birlikte yazacağız, efsaneyi de... Gittiği yere kadar, biz bitti diyene kadar... Yani yine: 'ŞİMDİLİK' Hoşça Kal' ın... <3<3

~Gülçin ÇELİK~


Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

6.2K 741 28
Kitabın açıklamasını yaparsam lanetlenebilirim ya da kötü bir büyüye maruz kalabilirim. Merak ettiğinizi hissedebiliyorum. Daha fazla merak etmeyin v...
488 90 5
Her şeyini kaybetmiş, intikam almak için yanıp tutuşan bir adamın hikayesi. Artık isimsiz kalan bir adamın hikayesi. Kendi yaralarına rağmen doktor...
327 137 29
✨WattpadScifiTr | Yüksek Teknoloji Çağı Satırları Okuma Listesinde ✨ Dünya yok olmak üzeredir. İnsanoğlu her geçen gün daha korkutucu olmakta ve büyü...
811K 18.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...