BANA KENDİMİ VER

Por havvanurdan

2.3M 137K 80.4K

"Bir şeyleri anladığını anlarsa..." diye fısıldadı, dışarıdan bakan biri için şu an ayak üstü bir ön sevişmen... Mais

BANA KENDİMİ VER
1. BÖLÜM: "LEYNA"
2. BÖLÜM: "CEHENNEM"
3. BÖLÜM: "MERDÜMGİRİZ"
4. BÖLÜM: "SAVAŞ'IN İÇİNDEKİ YANGIN"
5. BÖLÜM : "ALLAME"
6. BÖLÜM: "ÖLÜM MARŞI"
7. BÖLÜM: "SİYAHU-L LEYL"
8. BÖLÜM: "LİVA"
9. BÖLÜM: "MEYUS"
10. BÖLÜM: "KATRAN KARASI"
11. BÖLÜM: "İDİOPATİK"
12. BÖLÜM: "BİDÂYET"
13. BÖLÜM: "ALAZ"
15. BÖLÜM: "KAPALI KAPILAR"
16. BÖLÜM: "SARHOŞ"
17. BÖLÜM: "GÖLGE"
18. BÖLÜM: "SON AKŞAM YEMEĞİ"
19. Bölüm: "BORDERLİNE, NARSİST ve SADİST"
20. BÖLÜM: "DAVETİYE"
21. BÖLÜM: "AFRAZE"
22. BÖLÜM "RİYAKÂR"
23. BÖLÜM: "ŞANSIN GÜZELLİĞİ"
24. BÖLÜM: "LETÂİF"
25. BÖLÜM: "LAMİA"
26. BÖLÜM: "MÜDARA"
27. BÖLÜM: "ÖLÜLER DE KANAR"
BANA KENDİMİ VER

14. BÖLÜM: "ANKEBÛT"

61.3K 4K 2.7K
Por havvanurdan

Bölüm Şarkısı: "Büyük Ev Ablukada - En Güzel Yerinde Evin"

Mini not: Paragraf arası yorumlarınızı çok önemsiyorum. Ne kadar çok yorum ve vote olursa o kadar hızlı yazmak istiyorum... Keyifli okumalar ♡

*Ankebût: Dişi örümcek

Leyna Ersen

14. BÖLÜM: "ANKEBÛT"

Caddede her gün olduğu gibi insanların adım sesleri, dudaklarından dökülen sözcüklerin uğultusu, bir yerlere yetişmek uğruna atılan aceleci adımlar, arabaların korna gürültüsü bugün daha az göze batıyordu. Serçeler bile, kaldırımlarda daha sakin dolaşıyordu. Her geçen gün buraya daha fazla alıştığımı o saniyede anlamıştım.

Kasıklarıma saplanan sancıyla, mağazanın önünde duraksadım.

Ellerim koca bir yaradan sızan kan şelalesini durdurmak istercesine kasıklarıma gittiğinde titreyen bacaklarımın üzerinde dengemi güçlükle kurabiliyordum.

"Sanırsam biri beni bıçaklıyor." dedim kendi kendime, "Ya da sadece regl oluyorum."

Regl olmaktan daha kötü bir şey varsa o da bir çocuktur diyerek kendime verdiğim teselli ile rahatlatıcı bir nefes aldım. Saat sabahın 05.55'iydi ve mağazanın önünde cenin pozisyonunda, çikolata şelalesi eşliğinde ağlayarak gülmeme, karnıma bastırdığım sıcak su torbasına çok sıcak diye trip atmama, birkaç kişiyi bıçaklamama ve ağlayarak cenazelerine taziyeye gitmeme az kalmıştı.

Bu ani ruh hali değişimlerime bakacak olursak evet, sadece regl oluyorum.

"İçeri girecek misin yoksa istifa mı edeceksin?"

Savaş Bey'in imalı sesini duyduğum an, ellerimi kasıklarımın üzerinde kurduğu baskıdan çekerek çantamın aşınmaya başlamış sapına sıkıca geçirdim. Ardından hemen arkamda, mağazasına girmek için bekleyen bedenine yol vermek için bir adım geriledim.

"Buyurun, siz girin." diyerek geçmesi için geriye çekildiğimde suratıma gaddarlıkla bakan bir çift gözle kesişti gözlerim.

"İstifa ediyorsun, anladım."

"Hayır." dedim kararlı bir sesle, bir şey söylemeden ve tekrardan bana yer vermeye yeltenmeden mağazaya girdiğinde arkasından küçük yumruk salvoları atmamak için kendimle mücadele veriyordum.

Evet, regl.

Küçük ve titrek adımlarla onu takip etmeye başladım. Kasıklarımda tepinen canavar, sağ, sol, aparkat fark etmeksizin tüm kroşelerini derime gömmeye devam ediyordu. Acı içinde uzun tırnaklarımı avuç içime batırdım. Sadece acının konumunu değiştirmek gibi beyhude bir çabanın eşiğinde geziniyordum.

Savaş Bey, odasının kapısını açıp büyük adımlarla odasına girdiğinde ondan beklenmeyecek bir centilmenlikle kapıyı benim için tutmasını bekledim, tutmadı. Kapı büyük bir hezimetle suratıma çarparken olduğum yerde yeni doğmuş bir bebek gibi iniltiyle ağlamak istedim, ağlamadım.

Birkaç saniye aralıklarla kapıyı açıp içeri girdiğimde, kalın kaşmir kabanını dilsiz uşağına asıyordu. Soluklarımın öfkeli birer homurtuya dönüşmelerini engellemek istercesine ona bakmayı kestim ve çantamı masamın üzerine bırakarak yavaşça oturdum.

"Kahvem hazır değil." dedi masasına otururken. "Günlük plan tablosunu göremiyorum." diye devam ettiğinde boş bir şekilde suratına baktım, "Randevularım verilmemiş." dedi ve gözlerini gözlerime dikti. "Bir ara bana bir asistan mı ayarlasak?"

Regl dönemini; ağrısız, acısız, katil olma isteğini rahatlıkla bastırabilen, patronunun suratını parçalamak gibi şiddetli düşüncelerin esiri olmadan geçiren tüm kadınlara imrendiğim bir andı bu an.

"Saat 05.57." diye yanıtladım onu. "Siz erken geldiniz."

Masasının kenarındaki birkaç örnek iç çamaşırını itinayla katlamaya başladı, "İş yerime gelirken senden izin alacağımı unutmuşum desene."

Büyük, deri sandalyesini çevik bir şekilde kaydırdığında onu izlemekle yetindim. Dolabının en üst çekmecesinden bir yığın tangayı avcunun içine sığdırdığında yanaklarıma pompalanan alevle, kasıklarıma saplanan acı eş zamanlı bedenimi olduğu yerde kıvrandırıyordu. Tangaları masasının üzerine sıralayarak dikkatle baktı.

Dudakları sayım için hafifçe kıpırdıyordu, "Üç, sekiz, on bir..." dedi kendi halinde. "22 tane olması gerekiyordu. Fazla gönderilmiş." diye eklediğinde iki adet tangayı da masanın en ucuna itti. "Bunlar firmaya geri gidecek."

Hiç vakit kaybetmeden masasının altında duran ve ünlü bir seri üretim firmasına ait bir poşete uzandığında sabah sabah bu kadar iş aşkıyla yanıp tutuşmasını hayretle izlemek, şu an yapabileceğim tek işti.

Dün gece zalim bir zemheri soğuğunun tüm bedenimi ele geçirmesine izin vererek evime kadar yürümüştük. Benim kadar onun da yorgun olduğu bir gecenin sabahında, bu denli eril bir erkeyle çalışmasını ancak hayretler içinde izleyebilirdim.

Poşetin içinden birkaç tane jartiyer çıkardı.

"Jartiyerlerin stripelerinde yanlışlık var." dediğinde el çabukluğu ile tüm çamaşırları kendi aralarında çeşitlerine göre ayırıyordu. "Saten istemiştim, dantel göndermişler."

Birkaç dakikadır yaşadığım unutkanlığıma isyan eden regl ağrım, tesirli bir kasık ağrısı ile yeniden döndüğünde dudaklarımı ısırarak onu izlemeye ve acıdan inlememek için direnmeye çalıştım. İlahi bir gücün şu an üzerime bir kutu 'Arveles' fırlatmasına sonsuz ihtiyacım vardı.

"Sütyenler için metal, halka, agraf kopça sipariş edilecek."

Kulaklarım, bedenime nükseden ağrıyla birlikte uğuldamaya başlamıştı. Daha önce hiç duymadığım korkunç bir gürültü beynimin içinde yükseliyor, kana susamış bir vampir akıl almaz bir hızla bana doğru yaklaşıyordu. Ensemdeki tüylerin bile acı içinde havaya dikildiklerini hissediyordum. Sanırsam regl olmayı en iyi bu şekilde tarif edebilirdim.

"Söylediklerimi not alacak mısın artık?"

Savaş Bey'in sıkılmış sesi, zihnime indirilen bir kırbaç gibi beni ürpertti, "Ne demiştiniz?"

Bir şey söylemeden masasının üzerinde yığınla birikmiş çamaşırları muntazam bir hizayla katlamaya başladığında oturduğum yerde bir yılan gibi kıvrılmak istiyordum. Gözlerimin perdesine kanlı bir çuha yapışıp kalmıştı sanki, güneşe bakıyormuşcasına etrafı kızıldan hallice görüyordum.

Masamdaki küçük post-itlerden birkaç tane alarak titrek ve çirkin bir el yazısıyla, "Kopça sipariş edilecek." diye not aldım. "Başka ne demiştiniz?"

"Dantelli babydoll." dedi. "CMK firmasından muadilleri gelecek."

"Hangi firmadan?" diye karşılık verdiğimde firmanın ismini tekrar etmesi için bir süre bekledim. Gerilim içinde geçen uzun bir bekleyişten sonra tüm işini bırakıp pür dikkat bana baktı.

Oturduğum sandalyeye mıhlanmış, ağrıdan kıpırdayamıyor, bir an için yere yığılıp kalacağımdan korkuyordum. Ayaklarımın varlığını hissetmediğim için şu an ayakta durabilmenin nasıl bir şey olduğunu da bilmiyordum.

"CMK."

Firmanın adını ömrünün son lekelerini bırakan emektar tükenmez kalemle, silik bir şekilde kağıdın en köşesine yazabildim ve titreyen ellerimi sabit tutmak için ekstra çabalayarak telefonun hemen yanına iliştirdim.

Bitkin bir şekilde boş gözlerle etrafı izlemeye devam ettiğimde, Savaş Bey hala eksikler üzerine çalışıyordu.

Tüm bedenim sıcak bir lavla dolmuş gibiydi. Bir an evvel öğle arasının gelmesini istiyor, çabucak bir marketin hijyen reyonuna gidip tonlarca ped ve tampon alma hayaliyle uyuşuk bacağımı ritmik bir şekilde sallıyordum. İç çamaşırımda şu ana kadar hissetmediğim ılık, yapışkan sıvının noksanlığı ile tamamen ağrıma odaklandığım saniyelerde odada sadece nefes alışveriş seslerimiz vardı.

"Sen regl mi oldun?"

Savaş Bey'in ansızın sorduğu soruyla birlikte dayanılmaz bir sancı, hep birden iliklerime hücum etti. Bu soruya sağır, bu soruya ölü, bu soruya yabancı kalmak isterdim.

"Savaş Bey!"

Hava durumundan, ekonomiden, gündemden bahseder gibi rahatça sorduğu soru karşısında yalnızca omuz silktiğinde oturduğum sandalyeye bir mezar gibi gömülmek istedim.

"Yanlış bir şey söylemedim." dedi ve sandalyesine iyice yayıldı. "Reglin ayıp, sakıncalı, konuşulması kabul edilmez olduğunu savunan gürûhtan değilim."

"Regl olmak ayıp bir şey değil..." diye onayladım onu. Ardından elime bulaşan kalemin mavimsi mürekkebini temizlemek için parmaklarımı birbirine sertçe sürttüm, ilgim ve odağım sadece parmak uçlarımdaydı. "...ama benim nezdimde kişisel ve mahrem bir konu."

"Regl olan tek kadın sen değilsin."

"Değilim evet." diyerek parmak uçlarımı birbirine daha sertçe sürtmeye devam ettim, gözlerim kesinlikle gözleriyle buluşmak istemiyordu. Şu an o suratı, bakılması yasak bir olay yeriydi. "Nereden anladınız?" diye geveledim. "Regl olduğumu."

Bakışlarının üzerimde gezindiğini ona bakmadan anlamak mümkündü. Sesindeki dingin tonla devam etti, "Başın ağrıyor, sanırsam kasıkların daha çok."

"Biraz."

"Eserekli durumundan ruh halin berbat." diye devam ettiğinde deyim hafızasını bir kez daha kanıtlamak istercesine konuşuyordu. Sakince devam etti. "Vücudun daha şiş gözüküyor, özellikle göğüs kısmı."

Oturduğum yerde huzursuzca kıpırdandım, bir yanım göğüslerimi bir hazineymiş gibi saklamak istiyordu. "Bu kadar yeterli." diyerek konuşmaya bir son vermek istediğimde bu tavrım onu sadece daha çok keyiflendirmişti.

"Utanmanı gerektirecek bir konu değil." dediğinde sandalyesinden zevk alırcasına ayağa kalktı. Onda görmeye alışık olmadığım bir keyif hali tüm bedenine sirayet etmişti. "Fizyolojik bir olay."

"Konuyu kapatmanızı rica edeceğim."

"Reglden daha utanç verici konular var." dedi, sanki beni duymuyordu. Israrla konunun üzerinde gezinmeye devam etti. "Sünnet düğünleri gibi."

Ondan beklenmeyecek bir feministlikle kurduğu cümle, başımı kaldırarak ona bakmamı sağladı. Parmak uçlarımda takılı kalan gözlerim, ilk kez gözleriyle buluştuğunda kaşlarım dikkatle çatılmıştı. Ölümsüzlük iksirinin tarifini veriyormuşcasına onu dinlemek istedim, kulaklarım odaklarını bularak ilgiyle kabarmıştı.

"Cerrahi bir operasyonu kültürel bir ritüele dönüştürmek..." dedi ve ekledi. "Sadece erkek egemen kültürünün dayatmasıdır."

Dudaklarım istemsiz bir şaşkınlık ile aralandığında ondan beklemediğim bu feminen tavrı karşısında hayrete düşmüştüm. Koyu renkli gözlerinden ilk kez bu kadar içtenlik akıyordu. Sandalyesini masasına nizamlı duracak şekilde itti.

"Ben çıkıyorum." dediğinde iri bedeninin arkası dönüktü. Masasının solunda kalan dilsiz uşaktan kaşmir kabanını aldığında, derin bir nefes alarak rahatlıkla bıraktım. Kabanını aldığına göre uzak bir yere gidiyor olmalıydı. Bu da daha rahat regl ağrısı çekip belki biraz da uyuyabileceğim anlamına gelirdi.

"Nereye?"

Sorduğum yersiz soru karşısında bana doğru döndü. Kaşının teki mimiklerimin asla beceremeyeceği şekilde sorgularcasına havaya kalkmıştı.

"Yani arayan, soran olursa nereye gittiğinizi söyleyeyim?"

Cevap vermeden önce masasının kenarındaki küçük çekmeceli komodinin en alt çekmecesine uzandı. O çekmecenin içinde ne olduğunu biliyordum. Daha önce merakıma yenik düşerek inatla açtığım, bir elmas gibi gözlerimi parlaklığı ile rahatsız eden bir ölüm metali. Silahı.

Gözlerimi saklanacak bir yer arar gibi sağa sola kaydırdım. Son günlerde hayatımda hiç görmediğim kadar silah görmüştüm. Bu kadar tehlikenin, ölümün, savaşın içinde iken kalbimin nasıl bu kadar hızlı attığının farkında bile değildim. Göğüs kafesimi delip geçmek, tenimi yırtarak dışarı fırlamak ister gibi bir hali vardı.

"Beni arayan bulur, merak etme." dedi.

Çekmecenin altından alışılagelmiş bir ihtiyaç gibi çıkardığı silahını, süet kemerinin kenarına iliştirdiğinde nefeslerimin düzensizliğini fark etmeksizin onu izledim.

"Kendinize dikkat edin." dediğimde ellerim dünyanın en yanlış tesellisini söylemiş gibi dudaklarımın üzerini kapanmak için yalvardı.

Ürkütücü gözleri, gözlerime değdi.

Bakışları kendisine uzak ve aykırı bir duyguyu ilk kez tadıyormuş gibi şaşkındı. O bakışın altında yatan şey; geceleri avlanan, ağının ipliklerine asılarak sabırla bekleyen, tuzağına düşürdüğü haşeratı sımsıkı sararak kanını emen bir örümceğin kurduğu bir ağ gibiydi.

O bir ağdı, bense bir ankebût.

Sesi, boğazını temizlemeye ihtiyaç duyacak kadar pürüzlüydü, "Ederim."

Pusuya yatmış bir avcı gibi sabırla, dikkatle odadan çıkmasını beklemeye başladım. Masasının üzerinde hizasız duran birkaç iç çamaşırını parmak ucuyla düzelttikten sonra başka bir şey söylemeden odadan çıktı.

"Sadece 10 dakika." diye mırıldandım. Sesim boş odada yankılandı. "Sadece 10 dakika uyuyacağım."

Masamın üzerindeki not kağıtlarını, sabit hat telefonu ve MacBook'u kenara ittirdiğimde yorgunluk ve uyku tüm bedenimi ele geçirmek isteyen bir ruh emici gibi yanı başımda bekliyordu.

Parmak uçlarımı sızlayan saç diplerime getirdiğimde, Savaş Bey'in katı bir kural gibi dayattığı at kuyruğum bir saç modeli olmaktan çıkıp eski bir Çin işkencesi halini almıştı. Uzun saçlarımı topladığım tepeye uzanarak siyah çengelli tokamı çekiştirdim.

Saçlarım bir gelinin duvağı gibi omuzlarıma döküldüğünde birkaç firketenin zor tuttuğu saç tellerimi de özgürlüğüne kavuşturarak başımı rahatlamışcasına salladım.

"Sadece 10 dakika." diye tekrar ettim kendimi. "Belki 5 dakika da olur."

Ardından başımı yorgunlukla ve kasığımdaki ağrıyı unutmak adına masaya koydum. Tıpkı lisede, o sıkıcı fizik, kimya, geometri derslerinde yaptığım gibi.

Gözlerim usulca kapandı.

~~~

İki büklüm başımı dayadığım masanın hem başıma hem de sırtıma tepki olarak yüklediği ağrılar, bedenimi sarmak için sabırla sırasını bekliyordu. Kasık ağrım artık daha ayrıntılı, zenginleşmiş, ağırlaşmış ve çapraşık bir halde devam ederken yine de uykumun en tatlı dakikasındaydım.

Bu rahatsız uykudan aldığım zevki, evimdeki yumuşacık yatağımdan alamazdım.

Omuzlarımdan aşağıya doğru dökülen saçlarımda o an için hissettiğim bir el ile gözlerim uykulu bir şekilde aralandı. Başım, sanki suçlu bir el tarafından aşağı doğru bastırılıyormuş gibi kalkmıyordu.

Tekinsiz bir el, saç uçlarımda bir yabancı gibi gezinmeye devam etti. Zifiri bir karanlık, kötü bir gerilim, gizli bir düşünce zihnimi ele geçirdiğinde irkilerek başımı kaldırdım.

Gözlerim birkaç dakikadır uykuda olduğum için sancıyordu, ışığa alışmak için kırpıştırdım. Kalbim deli gibi atarken kazağımın ucuyla alnıma biriken boncuk terleri silerek odanın içine hızlıca bakındım.

Saçlarımda gezindiğine emin olduğum ellerin sahibi, Savaş Bey onda ilk kez gördüğüm duygu ile ki bu korkuydu, endişe içinde bir adım geriledi. Havada kalan eli kendini hiçbir yere ait hissedememiş gibi masanın üzerinde gezindi.

"Savaş Bey..." diye fısıldadım, boğazım kurak bir pınar gibi susuzdu. "Ne yapıyorsunuz?"

Bir şey söylemeden sadece telaş içinde baktığı bir iki saniyede, dudaklarımın kımıldaşını izleyerek beni sadece gözleriyle dinledi. Ona sorduğum sorunun, onda bir cevabı olduğuna emin değildim.

"Tokan." dedi, ardından avucunun içindeki çengelli tokamı masamın üzerine bırakarak benden bir adım daha uzaklaştı. "Düşüyordu."

Üzerimdeki uyku mahmurluğunu atabilmek için başımı masadan tamamen kaldırdığımda, kuruyan gözlerimi ovuşturarak ona kısılmış bir çift gözle bakakaldım. Kımıldamadım, gözlerim kırpılmadan sadece yanı başımdaki adama bakmak istedi. Uzun bir bekleyiş ve sessizliğin ardından genzimi temizledim.

"Düşseydi, önemli değil." dedim masanın üzerindeki tokamı alarak. "Yerden alırdım."

Bu, saçlarımın arasında gezdirdiği ellerini gizli bir sırrın ardına gizlemesini engellemek için tecrübesizce ortaya atılmış bir öneriden başkası değildi.

"Saçlarını topla." dediğinde, sesinde daha yeni ki yakalanışını örtbas etmek ister gibi bir kurmaca vardı. "İş yerimde belli standartlar var."

Standartlarınıza uymayanları saçlarını okşayarak mı cezalandırıyorsunuz?

Hiçbir şey söylemedim ama o, dudaklarımın sıkıntı ile öne doğru büzülmesinden ve gözlerimin tetikte beklercesine gözlerini nişan almasından, gitmesi gerektiğine karar vererek yanımdan çekildi.

Vücuduma bir şimşek çarpmış gibi bitkin bir şekilde oturduğum yerde iyice doğruldum. Çengelli toka ile saçlarımı tekrardan özensiz bir şekilde topladığımda, masamın üzerinde daha önce olmadığına emin olduğum küçük bir eczane poşetine ilişti gözlerim.

Savaş Bey, kaşmir kabanını çıkararak dilsiz uşağına asmak için yürümeye başladığında arkasından kaşlarımı çatmış, uykusundan uyandırıldığı için hayli huysuz bir bebek gibi bakıyordum.

"Bu poşet sizin mi?"

Omuz silkti, "Biri kapıya bırakmış. Senin sandım."

Merak içinde poşeti kendime doğru çektim. Sabahın 5'inden beri tüm kemiklerimde acımasızca hissettiğim hırpani ağrılardan başka hiçbir şey hissedemediğimi ve duygularımın tamamen köreldiğini o an daha iyi anlayabiliyordum.

Poşetin yayvanca bağlanmış ucunu merakla çözdüğümde; önyargımın dönüşmesi mümkün olmayan bir nedamete atılması sadece saniyelere bedel olmuştu.

Poşetin içinde bir kutu ağrı kesici, birkaç boy tampon, bir paket uzun boy ped ve stick çikolata vardı.

"Sanırsam benim..." dediğimde dudaklarımın alevini, onları yalayarak söndürmeyi denedim. "Teşekkür ederim."

Bir şey söylemedi. Belini sıkan kemerin ucuna sıkıca sabitlenmiş silahını çıkarıp pantolonunu düzelttiğinde hafif bir rüzgar gibi esen merak, heyecan, korku, kan kokusu ve gizle ondan gözlerimi ayıramadım.

Masasının yanındaki komodinin önünde dizlerini kırarak çömeldi. Ensesi dışında artık bir şey göremiyordum. En alt çekmeceyi açarak silahını kutusuna yerleştirdiğini, çıkan metalik gürültüden anlamıştım.

Ayağa kalkarak deri sandalyesine oturdu. "Bir daha mesai saatleri içinde uyuma."

"Sadece 10 dakika gözlerimi dinlendirdim."

Masasının üzerindeki sprey dezenfektana uzandığında ringe çıkmış iki rakip boksör gibi birbirimize ölümcül bir öfkeyle bakıyorduk. İki eline de sıktığı spreyi yayarken daha yeni bana bir poşet dolusu regl paketi getirmemiş gibi yine tüm insanlığını bir kenara bırakmış, kötü patron rolüne bürünmüştü.

Ceketinin altındaki Rolex marka saatini, kolunu sallayarak dışarı çıkarıp gözlerini kısarak dikkatle baktı, "2 saat 13 dakika önce gitmiştim."

2 saat? Cidden o kadar uyumuş muydum?

"Son 10 dakikadır uyuyordum." Bu uyumaktan kanlanan gözlerimle söylenebilecek en son yalan olmalıydı.

"Bir daha mesai saatleri içinde yalan da söyleme." dediğinde yanaklarımı kendi rengine boyayan bir hararetle dişlerimi sıktım. "Yanıma gel."

Kaskatı kesilen bedenimi, gerinerek açmak için bile fırsat bulamadığım bir acelecilikle oturduğum yerden kalktım. Ayaklarımı hepten sıkan topuklu ayakkabılarımla, sersemlemiş bedenimi sürükleyerek ona doğru yürümeye başladığımda masasının üzerine dosyalarını diziyordu.

"Sizi dinliyorum."

Yanı başında nöbet tutan emir kulu bir asker gibi dikildiğimde, gözlerini dosyalardan ayırmadan masasının altındaki küçük tekerlekli tabureyi çekerek oturmam için eliyle iki kez vurdu. "Otur."

Derin bir iç çekerek yanına oturdum.

"Uzun süredir üzerinde çalıştığım defilenin tasarımları." diyerek açıklama yaptığında bir harita rulosu gibi sardığı büyük kroki kağıdını masasına boylu boyunca açtı. "Daha çok eksiği var ama tamamlanacak."

Uzun bir dejavu hissi yaşıyordum ve bu his hayatımdaki diğer tüm duygular ile çelişiyordu. Gözlerimi çizimlerinden alamazken her bir detayını hafızama kazımak istercesine, özenle inceledim. Bunlar bir çizim, bir tasarım veya dahası değil; bambaşka şeylerdi. Bir başyapıt, belki daha fazlası.

"Defile haziran ayında." dediğinde tasarımlarından gözlerimi çekmeden onu dinledim. Her biri zaten uyarılmış olan zihnimde öylesine enikonu gustolar yaratıyordu ki içimdeki hayranlık dalgasına engel olamadım. "Mezuniyet tarihine denk geliyor."

"Böyle bir organizasyona dahil olarak mezun olmak bana meslek hayatımda büyük bir avantaj sağlayacak."

"Sadece sahip çıkmanı istiyorum." dedi açık bir ifadeyle. "Üzerine bir çizik atmasan da olur, kendi tasarımların gibi düşün ve koru."

"Söz veriyorum." Umarım...

Masasının üzerindeki çizimlerini, kıymetli bir elmas gibi dikkatle toplamaya başladığında suratı suratıma o kadar yakındı ki ona bakmamak, uzun uzadıya incelememek için içimde verdiğim savaş üçüncü bir dünya savaşının başlangıcına sebep olabilecek kadar güçlüydü.

Gözlerimi, sakallarla kaplı suratına usulca getirdiğimde yüzünde hiçbir çizgi ve mimik olmadan kroki kağıdını rulo haline getirmekle meşguldü.

Dikkatimi çeken şeyle birlikte şaşkınca gözlerimi olabildiğince araladım ve doğru görüp görmediğime emin olmak için ona dikkatle bakındım.

Gömleğine etraflıca bulaşmış, küçük birkaç leke aynı zamanda boynunda da vardı. İçimdeki dehşet dalgası dışında her şey işlevsizleşmişti.

"Kan lekesi." diye fısıldadım. Nefesimi, dengemi ve algımı toplamayı güçlükle başardıktan sonra işaret parmağımla boynuna doğru uzandığımda vebalı bir hastaymışım gibi irkilerek geriye çekildi.

"Ne?"

"Boynunuzda..." diye fısıldadığımda kaşlarımı çatmış bir şekilde onu inceliyordum. "Biraz da gömleğinizde."

Parmak uçları, gömleğinin kenarına giderek tiksintiyle dokundu. Sonsuz ve dondurucu bir gizemin ortasına çıkan izleri gördüğümü o an fark etmişti. Boynundaki lekeyi parmak ucuna alarak yok etmek, parlak kırmızı şaibeyi hayvansı bir öfkeyle silmek ve bulaştığı kötülüğün ilk emarelerini kaybetmek için silkelendi.

"Şarap lekesi." dedi, kendisinin bile inanmadığı bir sesle. "Öğle yemeğinde olmuş olabilir."

"Hayır hayır." diyerek parmak ucumu boynunda gezdirdim, onu bu şekilde bir köşeye sıkıştırarak son kerteye getirmiş ve hatta delirmeye ramak bırakmıştım. "Bunlar kan lekesi."

Neredeyse bir canavar gibi dişlerini göstererek hırlayacak, o izleri fark ettiğim için beni paralayacaktı. Masanın kenarındaki dispenser peçeteden bir tane çıkarmak için sertçe asıldığında tüm kutu, gürültü ile yere döküldü.

"Şarap lekesi."

Odanın her yerine saçılan peçeteliği toplamak ya da toplatmaktansa eline geçen ilk bez parçası ile ki bu sabah özenle ayırdığı saten, ipek tangalardı, boynuna öbek öbek sıçramış lekeleri sildi.

"Şarap içmek için çok erken bir saat."

"Şarap içmenin saati olmaz."

Güçlükle nefes alarak sabırsızca oturduğum taburemden kalktım. Nasıl biri olduğunu, bir tasarımcının arkasına gizlediği ikinci kimliğini itiraf etmesini, sakladığı tüm geçmişin gölgelerini öğrenmek için ne pahasına olursa olsun her şeyi feda etmeye hazırdım.

"Onlar kan lekeleriydi."

İçimde kavrulup kana bulanmış gibi çığlık çığlığa haykıran bu gerçeği tekrardan dile getirip açığa vurmak ve inkarlarının ardında bırakmadan bu muallaktan kurtulmak istiyordum.

"Baksana." dediğinde boynuna sıçramış kırmızı ve parlak lekeler, pembemsi bir bulanıklıkla silikleşmeye başlamıştı. "Hastasın, izin veriyorum evine git."

"Hayır, burada kalıp çalışmak istiyorum."

İçini kemiren sabırsız bir öfke ile gözlerini, tehditkar bir bakışla gözlerime dikti. Gömleğine ve boynuna bulaşmış kan lekeleri, şu anki eksik ve silik halinde bile hala çok gerçekçi, çok sıcak, çok kandı. Karşımda uzak bir sis edasıyla şiddetli bir rüzgarın yaratacağı kasırga gibi duruyordu.

Masasının üzerindeki sabit telefon hattına uzandığında, hemen karşısında öylece dikilmeye devam ettim. Aslında hem onun hem de abisi İskender'in kurduğu bu keyikçi oyununda bir av olmaktansa kaçıp gidebilir; hem kendimden hem de onlardan kurtulabilirdim.

Ama yapmadım.

O zaman ne haklarında bir şeyler öğrenebilir, ne de aralarındaki kirli geçmişin hesabı altında ezilmekten kurtulabilirdim. O gün barı yakan adam, polise yalan ifade vererek adaleti şaşırtmam ve bu silahlı dünya bütünüyle benim içimde kalırdı, kimseye ulaşmazdı.

"Adem Bey." diyerek yanıtladığı telefonu itirazsızca dinledim. "Arabalardan birini hazırlar mısınız?"

Birkaç saniye kadar karşı tarafı dinlediğinde gözleri baştan aşağıya beni süzüyordu, rahatsızlıkla olduğum yerde kıpırdandığımda bakışlarının bir lazer gibi beni ortadan ikiye bölmesine az kalmıştı.

"Asistanım biraz rahatsızlandı, evine bırakılacak."

Beni başından mı savıyordu?

Telefonu tekrardan yuvasına bıraktığında ayağımı küçük bir kız çocuğu gibi itirazla yere vurmamak için direndim. Ağzımın içine koca bir hava birikintisi peydah olurken büyük bir baştan atılmaya uğradığımı hissediyordum.

"Kendim giderim."

Kıçını, geniş ahşap masasına büyük bir keyifle dayarken kollarını iki göğüsünün çevresinde birleştirmişti. İçimde bunca süredir hareketsiz bekleyen öfkeye direnmemin bir manası yoktu. Beni her defasında alaşağı etmeyi başarıyordu. İstediği zaman istiyor, istemediği zaman istemiyordu. Peki ona bu hakkı kim veriyordu?

"Bu halde?"

"Halimde bir şey görmüyorum." diyerek kendi masamın kenarına tıkıştırdığım montuma doğru uzandım. "İlk kez regl olmuyorum."

Ama ilk kez bir insanın üzerinde, başka bir insana ait olan kan lekeleri görüyorum.

Montumu sırtıma zorlanarak geçirdiğimde külodumda hissettiğim yapışkan, ılık ve koyu his ile olduğum yerde kalakaldım. Henüz ped ya da tampon takmamıştım. Ayaklarım sanki kalın zincirlerle ırgatlık yapıyormuş gibi ağırlaştı, damarlarımda akan şey artık kan değil kütleden bir buzdu.

"Ya da Adem Bey'i beklesem iyi olacak." diye mırıldandım.

Arsız dudakları, alaycı bir tavırla kenara doğru kıvrıldığında şu an için tek düşündüğüm onun o sinsi suratını paralamak ya da kadınlığımdan sızmaya başlayan kanın elbiseme bulaşmaması için temkinli davranmaktı. İlki daha makul gelse de olduğum yerde dikilmeye devam ettim.

Masasının üzerindeki çizimlerini klasör dosyaları ile bana doğru uzattı, "Evde incelersin."

"Umarım üzerlerine kahve ya da çay dökmem." diye mırıldandığımda, gerginlikle dikleşen bedenine bakarak kahkaha atmak istiyordum. "Ya da şarap lekesi."

Dün akşam evime yürümeden önce kapıda karşılaştığımız adamlardan, kır saçlı olanı kapıyı çalarak içeri girdiğinde artık adının Adem olduğunu biliyordum.

Bana hiç bakmadan Savaş Bey'in önüne gelerek el pençe divan durdu ve talimatlarını bekledi. "Buyurun efendim."

"Hanımefendiyi evine bırak." dediğinde hala gözlerini gözlerimden çekmiş değildi. "Yalnız dikkatli olun." diye ekledi.

Kendimi yabancı bir yerde, tanımadığım ama tekin olmadığını bildiğim insanların arasında yapayalnız hissediyordum. Savaş Bey, çizim dosyalarını almam için tekrar uzattı.

"Hanımefendi önemli değil de, yanında dosyalarım var."

Aptal.

Adem Bey'i beklemeden ve masamın üzerindeki eczane poşetini almadan odadan dışarı çıktığımda mağazanın içindeki kadın naraları, uzun süreli bir sessizliğin içinden çıka gelen bana fazla gelmişti. Kulaklarımı rahatsız olmuşcasına tıkamak isterken, bir yandan da gözlerim Gazel'i bulma umuduyla çırpınıyordu.

Çantama ve elimdeki çizim dosyalarına sarılarak hızlı adımlarla mağazanın koridorunda yürümeye devam ettim. İç çamaşırım her adımımda biraz daha ıslanırken zihnimdeki perişan çığlıkları susturmak ister gibi başımı salladım.

Gazel, köşedeki reyonda birkaç kadına tasarımlar hakkında hararetli bir şekilde bilgiler verirken benimle göz göze bile gelemeyecek kadar yoğundu. Buruk bir gülümseme ile mağazadan dışarı çıktım.

"Buradan hanımefendi."

Soğuk ve sert bir rüzgar suratıma çarptığında montuma sarılarak bana gösterilen ticari, siyah arabaya doğru yürümeye başladım.

Adem denilen adam, odamdaki eczane poşeti ile birlikte hemen ardımdan adımlıyordu. Arabanın yanına geldiğimizde benden önce davranarak kapıyı araladı ve geçmem için birkaç saniye bekledi.

"Teşekkür ederim." dedim kibarlıkla. "Kapımı kendim açabilirdim."

Arabanın içine büyük bir rahatsızlık ve ıslaklık hissi ile yerleştim. Kapımı kapatmadan önce bana göstermesi fazlasıyla garip olan bir saygıyla başını eğdi.

"Bana emanetsiniz."

Yağmurlu ve kapalı hava yüzünden birkaç dakika geç ulaştığımız evime kadar, yol boyunca tek kelime etmeden sükunet içinde geldik. Ne ben ona merakla bir şeyler sorabilmiştim, ne de o Savaş Bey'i gammazlamak için can atıyordu.

Evimi tarif etmemi bile istemeden, adresimi dahi sormadan, hatta ve hatta navigasyon bile kullanmadan sessizce evime sürdü.

Evimin önüne geldiğimizde, Adem Bey'e dönerek minnet içinde "Teşekkür ederim." diye mırıldandım. Yüzündeki izlere, karanlık ifadeye, kır saçlarına ve buruşuk yüzüne rağmen babacan bir tavrın gizlendiği bir ifadesi vardı.

"Geçmiş olsun."

Arabadan inerek yağmurlu havanın verdiği telaşla koşar adımlarla apartmana doğru yürüdüm. Savaş Bey'in çizimlerini montumun içine yeni doğmuş bir bebeği korur gibi sakladığımda ıslanan saçlarım yanaklarıma yapışıyordu.

Eve girdiğimde derin bir soluk, bedenimi çepeçevre sarmıştı. Yutkunarak çelik kapıyı araladım. Soğuk ve karanlık bir hava, evin içinden yüzüme çarpmıştı.

"Doğalgazı mı kapattın Gazel?" diye yakındım. "Ah Gazel ya, ah."

Elimi kapıdan içeriye uzatarak light anahtarı ararken bir yandan da ıslak botlarımı kapının önüne atabilmek için mücadele veriyordum. Sonunda ışıkları açarak ayakkabılarımı da dış kapıda bırakmayı başardığımda, özenle koruduğum dosyanın elimin altında ezilip kalmasına ramak kalmıştı.

Çantamı ve dosyayı, ayakkabılığın kenarına bırakarak koridora doğru rahatlamış bir adım attım. Hemen tepemdeki ampul vızıldadı, boş bir evden beklenildiği üzere başka da bir ses yoktu.

Altımdaki ıslaklığın verdiği rahatsız edici hisle tüm gücümü toplayarak kendimi odama atabilmek için loş ve soğuk koridorda birkaç adım daha attım.

Odamın önüne geldiğimde artan bir perva ile gözlerimi kırpıştırdım. Tüm kitaplarım, kıyafetlerim, takılarım, dolaplarımın içinde olan her şey. Hırpani bir şekilde etrafa dağıtılmış, kasti olarak odamda birileri bir şeyler aramıştı.

"Evde biri mi var...." diye fısıldadım. Boğazım kupkuru, konuşamayacak kadar arıktı.

Vücudumun her yanını saran panikle evden kaçmak için koşmaya çalıştığımda, bedenimin hemen arkasındaki uzun ve iri bedene bir zırh gibi çarparak olduğum yere çakıldım.

Bir çığlık avaz avaz dudaklarımdan kopup odama karışmak istese de arkamdaki beden koca ellerini dudaklarımın üzerine kapayarak beni bir kapana kıstırdı.

Sanki binlerce ses hep bir ağızdan haykırıyordu ama her yer sakit gibiydi, kulaklarımın uğuldadığını hissettim. Göremiyordum, korkunç ve karanlık bir karmaşada iç içe sokulmuş bir labirentin içindeydim.

Çaresizce çırpındım.

"Savaş'ın yeni kıymetlisi bu muymuş abi?" dediğinde sigara dumanından arınmamış kirli nefesiyle boynumu yalamıştı. "Güzel hatunmuş."

Güçsüz bedenim, sert kolları arasında amansızca çırpınırken bacak aramdan sızan birkaç damla kan parkenin üzerini lekeledi.

"Kanıyorsun." dedi bir başka ses.

Çırpınmaktan güçsüz düşen bedenim, sesin geldiği yeri bulmak istercesine tüm odayı tararken onunla göz göze geldim. Tüm vücudum hipotermi gibi titredi. Boğazımın içine yoktan var olan bir yumru tünediğinde, gözlerimi odamın en köşesinde rahatça oturan adamdan alamadım.

"Kanıyorsun." diye yineledi, gözleri iğreti bir şekilde yerdeki kanıma gelmişti. "Kanı severim, kanayanları da."

~~~

Merhabalar! ♡

Artık elimde depo bölüm olmadığı için bölümleri baştan sona yeni bölüm olarak yazıyorum. Bu nedenle artık ilginize, yorumlarınıza daha çok muhtaç. Siz ne kadar sever ne kadar okursanız, ben o kadar hızlı o kadar heyecanla yazarım.

Her hafta bir yeni bölüm gelecek, baktık ki çok enerjiksiniz bu sayıyı 2 yeni bölüme de çıkarırız. (◕‿◕)

Şimdi gelelim bölüme. Düşünceleriniz neler? En sonda neler olmuş olabilir?

Özellikle Savaş hakkında fikirlerinizi, tahminlerinizi merak ediyorum.

Yorumlarınızı ve beğenilerinizi eksik etmeyin, bir duyuru paylaştığımda bunu profilimde görebilirsiniz. Sık sık takip edin. Sevgiler 🌸

Continuar a ler

Também vai Gostar

50K 3.9K 52
. . Başlangıç tarihi: 10.03.24
271K 618 19
+18 içerir
3.4M 121K 68
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
Haz Por 🍀

Romance

272K 3.7K 19
Çocukluktan beri Karan Avcıoğlu'na karşı hisleri olan Efsun Alakurt'un hikayesidir. Sevdiği adamla birlikte olduklarından sonra her şeyin farklı ola...