Tutuklu (Tamamlandı) ✔

By eymauA

8.2M 232K 38.2K

''Barlas Poyrazoğlu '' Siyahın nasıl daha siyah ve nasıl daha çekici olabileceğini varlığıyla kanıtlayan, güç... More

1. Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
Yeni Kapak
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
DUYURU!
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
DUYURU!
27.Bölüm
28. Bölüm
29.Bölüm
-ALINTI-
30.Bölüm
31. Bölüm
32.Bölüm
*Sürprizzz...*
33.Bölüm
34.Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
42. Bölüm
Final

41. Bölüm

155K 3.8K 1.4K
By eymauA

Arkadaşlar lütfen sondaki duyuruyu okuyun. Önemli!

Multimedia: Poyrazoğlu Hotel ;)


Sonu belli olmayan bilinmezliğe gözü kapalı yürür mü insan?

Belki evet, belki hayır...

Ama ucunda sevdiği insan varsa kesinlikle evet.

İşte bende o bilinmezliğe yürüyenlerdenim. Sevdiği adama tamamen teslim olmuş, o ne derse gözü kapalı kabul eder bir şekilde.

Bir süre sonra araba beş yıldızlı lüks bir otelin önünde durunca camdan kafamı kaldırıp yanımda oturan adama döndüm. Bir şey söylemeden kapıyı açıp aşağı indiğinde peşinden bende indim.

Kapıda duran vale hızla yanımıza gelip sürücü koltuğuna geçerek arabayı götürdü. Barlas bir iki adım ileri gittikten sonra birden duraksayıp bana doğru döndü. O duraksayınca bende olduğum yerde durup ne olduğunu anlamaya çalıştım.

Kafasını yavaşça bana doğru çevirip kolunu katlayınca anlamsızca yüzüne baktım. Anlamadığımı fark edince gözüyle kolunu işaret etti. Ne ima ettiğini anladığımda elimle anlıma vurmamak için kendimi zor tuttum.

Hızlı adımlarla ona doğru yaklaşıp aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapatarak koluna girdim. Ben koluna girince memnun olmuş bir ifadeyle önüne dönüp yürümeye devam etti.

Otelin ışıltılı dönen kapısından içeri girer girmez ilk dikkatimi çeken şey oldukça yüksek olan tavandan aşağı kadar sallanan birkaç metrelik elmasla kaplı avize oldu. Ağzım kocaman bir o şeklini alırken salyamı akıtmamak için kendimi zor tuttum. Otelin sahibi resmen bütün parasını bu avizeye yatırmış.

İçeri girmeden önce otelin adına bakmayı unuttuğumdan resepsiyona doğru yürürken etrafıma bakındım. Otelin adını görmemle şaşkınlığım iyice tavan yapmış bu sefer gerçekten ağzımı kapalı tutamamıştım.

Sağ tarafımdaki duvarda elmas işleme ile koskoca 'POYRAZOĞLU HOTEL' yazıyordu. Burası Barlas'ın kendi oteli miydi?

Barlas kolumdan çekiştirerek yürümeye devam edince kendime gelip önüme döndüm fakat şaşkınlığımı hâlâ üstümden atamamıştım. Resepsiyonda çalışanlar başlarını kaldırıp bizi fark ettiklerinden yüzlerinde büyük bir şaşkınlık oluşmuştu. Bir tanesi şaşkınlığından kurtulup toparlanarak hızla bize doğru yaklaştı.

''Hoş geldiniz Barlas Bey. Haberimiz olsaydı sizi kapıda karşılardık. Kusura bakmayın. Hemen müdür beye haber veriyorum.''

Yanımıza hızla yaklaşıp eli ayağına dolaşarak konuşmaya çalışan çocuğa pek anlam veremesem de sessizce onları seyrediyordum. Çocuk tam arkasını dönüp gideceği sırada Barlas'ın sesiyle olduğu yerde durdu.

''Gerek yok. Odama hanımefendi için birkaç kıyafet ve akşam yemeği gönderin. Onun haricinde kimsenin rahatsız etmesini istemiyorum.''

Barlas'ın isteğiyle çocuk birkaç saniye gözleriyle beni süzüp daha sonra önüne döndü.

''Peki, efendim.''

Çalışanların bakışlarından rahatsız olduğum için başımı önüme eğip kimseyle göz teması kurmamaya çalıştım. Zaten bu gün yeterince tuhaf bakışa maruz kalmıştım daha fazlasına tahammülüm yoktu.

Barlas'ın hareketlenip asansöre doğru yönelmesiyle bende onu takip ettim. Birlikte kol kola asansöre binerken en üst katın düğmesine basarak asansörün durmasını bekledik.

Asansörden inip önümüzdeki büyük ve geniş koridorda yürürken otelin kapılarının bile ne kadar asil durduğunu düşünmeden edemedim.

Koridorun sonundaki büyük iki kapılı odanın önüne gelince Barlas cebinden bir kart çıkarıp kapıya okuttu. O kartın nerden çıktığına anlam veremesem de sessizce kapının açılmasını bekledim.

Kapı açılınca Barlas beni içeri doğru yönlendirip önden girmemi sağladı. İçeri doğru ilerleyip odanın ortasında durunca merak ve hayranlıkla odayı inceledim. Oda dediğime bakmayın benim kızlarla kaldığım evden daha büyüktü.

Cam kenarında dışarıdaki eşsiz deniz manzarasına doğru dönük duran siyah beyaz deri L koltuk ve onun önünde cam işlemeli masa vardı. Sağ tarafımda kalan diğer cam kenarında ise iki tane sallanan sandalye duruyordu. Sol taraftaki duvarın yarısına kadar uzanan büyük bir bar masası ve üzerinde çeşit, çeşit içkiler vardı. Ayrıca sol tarafta iki tane kapı duruyordu. Açık olan kapıdan içeriyi görebilmek için kafamı hafifçe eğince yatak odası olduğunu anladım. İçeride büyük çift kişilik bir yatak, onun karşısında duvara monte edilmiş bir televizyon ve elbise dolabı vardı.

Ben odayı süzerken Barlas kapıyı kapatıp üzerindeki ceketi ve kravatı koltuğun köşesine fırlatarak oturdu. Kaşlarının çatıklığından ve çenesinin seğirmesinden hâlâ daha sinirli olduğunu anlayabiliyordum. Daha fazla sinirlenmesinden korktuğum için ağzımı açıp bir şey de söyleyemiyordum.

Böyle konuşmadan durmanın bir işe yaramayacağını düşünerek koltukta yanına oturup yüzümü ona doğru çevirdim.

''İyi misin?''

Sakince sorduğum soruya cevap vermesini beklerken o aksi gibi sadece camdan dışarıyı seyrediyordu.

''Değilim.''

Sesi her ne kadar sakin gelse de öyle olmadığını biliyordum.

''Büyük bir tepkiyle karşılaşacağımı biliyordum ama sana dokunacağını düşünemedim. Allah kahretsin! Aklıma geldikçe o kolunu koparmak istiyorum!''

Ellerini hırsla saçına daldırıp çekiştirince sakinleşmesi için ellerimi koluna koydum.

''Sakinleş artık. Zaten yeterince dövdün adamı, birkaç gün kendine gelebileceğini sanmıyorum. Hem bana da bir şey yapamadı zaten.''

Başını usulca kaldırıp yüzünü bana döndü. Gözlerime uzun, uzun bakınca dayanamayıp avuç içimi yanağına bastırdım. Ellerim yüzünü bulunca gözlerini usulca kapatıp elime iyice yaslandı. Bu hallerine alışkın olmasam da hoşuma gitmişti. Keşke hep böyle uysal olsa...

Gözlerini açıp birden kollarını bana dolayarak göğsüne bastırdı. Kollarıyla beni sımsıkı sarmalarken kokumu içine çekip omzuma öpücükler konduruyordu. Ani hareketinden dolayı şaşırsam da halimden memnun olduğum için kafamı göğsüne yaslayıp kokusunu iyice içime çektim.

''Sana başkasının dokunmasına dayanamam. Sen sadece benimsin.''

Fısıltıyla söylediği sözler kalbimin en derinlerine işlerken ona daha sıkı sarılıp boynuna öpücük kondurdum.

''Sadece seninim.''

**************

Duygusal yakınlaşmamızdan sonra Barlas'ın siniri geçmişti. Şu an eşofmanlarımızı giymiş karşılıklı oturarak yemek yiyorduk. Aklımda ise neden ev yerine buraya geldiğimiz sorusu vardı.

Barlas önündeki yemeğe konsantre olmuşken tek kaşımı kaldırarak sordum.

''Allah aşkına o avizeye ne kadar para yatırdın?''

Gözlerini üzerime dikip anlamsızca bakınca hiç istifimi bozmadım. Ne yapayım? Gerçekten merak etmiştim.

''Neyden bahsediyorsun?''

Elimdeki tabağı önümdeki sehpaya bırakıp sırtımı geriye doğru yasladım.

''Otelin girişindeki avizeden bahsediyorum. Elmas mıydı o?''

Bir süre yüzüme sakince bakıp daha sonra kahkaha atmaya başlayınca afalladım. Bunda gülecek ne var ki?

''Bunu mu merak ediyorsun gerçekten?''

Kahkahaları arasında sorduğu soruya kaşlarımı çattım. Merak edemez miydim?

''Merak ettim ne olmuş?''

Kahkahaları yerini hafif bir gülümsemeye bırakınca sakince sorumu cevapladı.

''Kazandıklarımın yanında ona ödediğim para değersiz.''

Şaşkınlıktan gözlerim kocaman olsa da sessiz kalmayı tercih ettim. Değersiz mi dedi o? Ben kırk yıl para biriktirsem yinede o avizeyi alacak kadar param olacağını sanmıyorum. O ise kazandıklarımın yanında değersiz demişti. Allah aşkına bu adamın ne kadar parası vardı ki?

Daha fazla gülmesini istemediğimden sessiz kalmayı tercih ettim.

Barlas yemeğini yemeye devam ederken koltuğa sırtımı yaslamış uyumamak için savaş veriyordum. Yarı açık gözlerim ile ne kadar uyumamak için dirensem de ağzımdan çıkan esneme bana hiç yardımcı olmuyordu.

Esnediğimi fark eden Barlas bana yüzünü çevirince esnememi bastırmaya çalıştım.

''Uykun geldiyse içeri gidip dinlen. Bu gün yeterince yoruldun.''

Aslında uyusam iyi olurdu. Daha fazla uyanık kalabileceğimi sanmıyordum.

Sırtımı dikleştirip koltuktan çekerek öne doğru yaklaştım.

''Sen uyumayacak mısın?''

Gözlerini kaçırıp camdan dışarı bakmaya başlayınca istemsizce kaşlarım çatıldı.

''Birazdan uyurum.''

Hâlâ aklının sabahki kokteylde olduğunu bildiğimden bir şey söylemeyip başımla onayladım. Oturduğum yerden usulca kalkarak içeri geçtim.

Üzerimi tekrardan değiştirmeye gerek duymayarak çift kişilik yatağın örtüsünü kaldırıp kendimi içine attım. Yumuşacık yatakta yayılırken örtüyü üzerime çekip daha fazla uykuya direnmeyerek kendimi uykunun kollarına bıraktım.

********

Yüzüme vuran ışık ve sırtımdaki sıcaklıktan dolayı rahatsızca yerimde kıpırdandım. Gözlerimi elimle ovalayıp yavaşça açtığımda pencereden yansıyan güneş yüzünden birkaç kez kırpmak zorunda kaldım.

Uyku mahmurluğunu üstümden atabildiğimde arkamı dönmek için hamle yapmıştım ki belime sarılmış iki kaslı kol buna engel oldu.

Yüzümü hafifçe çevirip arkaya bakmaya çalıştığımda Barlas hâlâ derin bir uykudaydı. Bunu sakin ve düzenli nefes alıp verişinden anlayabilmiştim.

Acaba ne zaman gelip yanıma yatmıştı?

Hayır, yani uykusunda bile insan bu kadar güçlü olur mu? Biraz daha sıkarsa belim kırılacak herhalde.

Yatakta debelenerek kollarını çözmeye çalışsam da başarılı olamadım. Sıkıntıyla nefesimi verip yenilgiyi kabul ederken Barlas'ı da uyandırmıştım.

''Çırpınmayı kesip rahat duracak mısın?''

İnat olsun diye biraz daha kıpırdanıp gevşeyen elleri sayesinde yüzümü ona çevirdim.

''Sıcak bastı ne yapayım?''

Kapalı gözlerini hafifçe aralayıp yüzüne ufak bir tebessüm ekleyerek cevap verdi.

''Benim gibi bir adamla aynı yataktayken sıcak basması normal tabi.''

Hayretle yüzüne bakarken ağzımdan kaçan şaşkınlık nidasına engel olamadım.

''Hah! Bende diyordum eski Barlas nerelerde?''

Gözlerini tamamen açıp uyku mahmurluğunu üzerinden atmasına rağmen alaylı sırıtışı hala yüzündeydi.

''Bu kadar özlediğini bilsem arayı fazla açmazdım.''

Gözlerimi devirip yataktan kalkmak için hamle yaptım fakat kolumdan çekerek beni geri yatırdı.

''Ya Barlas bırakır mısın?''

Kafasını hafifçe sallayıp muzipçe sırıttı.

''Bırakmam.''

Birden bu hali gözüme çok tatlı geldi ve dayanamayıp dudağına hızlı bir öpücük bıraktım.

Beklemediği için ilk başta şaşırsa da hızla yüz ifadesini toparlayıp tüm yüzünü kaplayacak şekilde gülümsedi.

''Demek canın yaramazlık istiyor?''

Gözlerim hızla büyürken iç sesim eğer hemen kalkmazsam hiç iyi şeyler olmayacağını söylüyordu.

''Ne münasebet! Hadi bırak beni acıktım ben.''

Kolumu ellerinden kurtarabilmek için çekiştirmeye başladım. İlk başta bırakmasa da daha fazla uğraşmayıp ellerini çözerek beni rahat bıraktı. Bende fırsattan istifade hemen yataktan kalkarak arkama bile bakmadan hızla banyoya girdim. Banyoda biraz oyalanıp işlerimi hallettikten sonra odaya geri döndüğümde Barlas da çoktan kalkmış üstünü değiştirmişti. Dolaptan kot pantolon ve lacivert ince bir kazak alıp tekrar banyoya giderek bende üzerimi değiştirdim.

Barlas dünkü koltukta oturmuş telefonuyla yanında uğraşırken bende gidip yanına oturdum. Geldiğimi fark edince elindeki telefonu cebine koyup bana döndü.

''Kahvaltıya inelim mi?''

Kafamı sallayıp onaylayınca oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru yöneldi. Bende hızla yerimden kalkarak takip ettim.

Birlikte asansöre bindiğimizde nedense ikimizde sessizdik. Fazla üstünde durmayıp asansörün durmasını bekledim. Asansör zemin kata geldiğinde kapı açılır açılmaz Barlas elimden tutup asansörden indi. Beni şaşırtsa da hâlimden memnun olduğum için sesimi çıkartmadım.

Resepsiyonun önünden geçip lokantaya doğru ilerlerken bir yandan da oteli inceliyordum. Gerçekten çok fazla müşterisi vardı ve çoğu da yabancı turistlerden oluşuyordu.

Lokantaya girdiğimizde Barlas kapıda biraz duraksadı. Anladığım kadarıyla boş yer bakıyordu. O sırada bende lokantanın içini incelemeye başladım.

Yine otelin genel havasına uygun olarak hem klasik hem de spor tarzda döşenmiş, kahve ve beyaz ağırlıklı renkler kullanılmıştı. Kahvaltı vakti olduğundan da içerisi çok kalabalıktı.

Lokantaya gireli henüz iki dakika olmuştu fakat Barlas'ı gören takım elbiseli bir adam hızla yanımıza geldi.

''Günaydın Barlas Bey, buyurun hemen sizi masanıza alayım.''

Barlas cevap vermeyip başıyla onayladı ve kim olduğunu bilmediğim adamın bizi yönlendirdiği cam kenarındaki masaya doğru yürümeye başladı.

Etrafa baktığımda gördüğüm kadarıyla açık büfe vardı ve herkes gidip kahvaltısını kendisi alıyordu. Bunun iyi mi kötü mü olduğuna karar veremesem de moralim bozulmuştu. Ben çok yemek yiyen bir insanım, azıcık yiyecekle doymam ama şimdi o kadar insanın içinde görmemiş gibi tabağımı da dolduramam. Aman be sosyetikliğin canı çıksın!

Masaya geldiğimizde Barlas elimi bırakıp arkama geçerek sandalyemi çekti. Bu hareketi beni oldukça şaşırtırken birkaç saniye yüzüne baktım fakat ciddi ifadesinden hiç ödün vermediği için önüme dönüp çektiği sandalyeye oturdum.

Ben oturduktan sonra kendiside karşıma geçip oturdu.

''Ne arzu edersiniz efendim? Hemen söyleyeyim hazırlasınlar.''

Barlas adama dönüp cevapladı.

''Güzel bir kahvaltı masası hazırlamanızı istiyorum. Her şey eksiksiz olsun.''

''Peki efendim. Hemen hazırlatıyorum.''

Garson olmadığına emin olduğum adam hızla yanımızdan uzaklaşırken Barlas'a dönüp sordum.

''Burada açık büfe yok mu? Kendimiz almayacak mıyız?''

Ciddi misin? Der gibi yüzüme baktı.

''Sence ben o gördüğün sıraya girip yemek alacak birine mi benziyorum?''

Gözlerimi devirip cevapladım.

''Evet.''

Alayla gülüp yüzüme baktı.

''Beni hiç tanıyamamışsın küçüğüm.''

Klasik Barlas ne bekliyorsun ki işte? Onu önemsemeyip başımı cama doğru çevirdim. Aslında bir yandan sevinmem lazım. Kibar olma derdinden kurtuldum.

Daha deminki adam yanında servis arabasını sürükleyen iki garsonla birlikte gelip tabakları masamıza yerleştirmeye başlayınca onları izledim. Çeşit, çeşit reçeller, peynirler, zeytinler, börekler, sucuklu yumurta, menemen, bal, tabiri caizse masada bir kuş sütü eksikti. Son olarak da çaylarımızı doldurup başka bir isteğimiz olup olmadığını sorarak yanımızdan ayrıldılar. O sırada gözüm etrafa kayınca millet bize 'Bunların ne ayrıcalığı var?' der gibi bakıyordu. Etrafımla göz teması kurmamaya çalışıp Barlas'a doğru döndüm.

''Bu kadar şeyi kim yiyecek?''

Umursamazca cevap verdi.

''Sen.''

Gözlerimi devirip yüzüne baktım.

''Oradan bakınca senelerdir yemek yememiş gibi mi duruyorum?''

''Yeseydin bir yerlerinden belli olurdu.''

Ağzım kocaman açılırken hayretle yüzüne baktım.

''Millet benim gibi düzgün fiziğe sahip olabilmek için her gün spor salonuna gidiyor beyefendi!''

Bıyık altından sırıtarak yüzüme baktı.

''Herkesin sahip olmak istediği fiziğini yakından görmek isterim.''

Ağzım hayretle açılırken kaşlarım sinirle çatıldı. Kimsenin duymamasına özen göstererek sinirle söylendim.

''Pis sapık! Aklın sürekli başka yerde!''

Rahatça arkasına yaslanıp umursamazca cevap verdi.

''Aklıma sen karpuz kabuğu düşürüyorsun.''

''Eşek olduğunu kabul ediyorsun yani?''

Bir an ne söylediğimi fark edince hızla ağzımı kapattım. Fakat Barlas'ın çatılan kaşlarından anladığım kadarıyla iş işten çoktan geçmişti.

Masada bana doğru eğilip sakin gibi görünen ama tehdit dolu sesiyle cevap verdi.

''Sınırlarını zorlamada kahvaltını et!''

En masum bakışlarımı atarak cevap verdim.

''Özür dilerim.''

Aldırış etmeyip kahvaltısına dönünce bende kaçan iştahımla zorla bir şeyler yemeye çalıştım.

Devamında kahvaltı sessiz sakin geçerken Barlas'ın söylediğimi unutmuş olması için dua ettim.

''Bugün benim işlerim var. Sen odada otur beni bekle.''

Kafamı tabağımdan kaldırıp yüzüne baktım.

''Ne işin var?''

''Seni ilgilendirmez.''

Bu cevaba bozulsam da daha demin söylediğim yüzünden bana tavırlı olduğunu bildiğim için sesimi çıkarmadım. Üzgünce kafamı öne eğerek cevap verdim.

''Peki, ben odaya gidiyorum o zaman.''

Yüzüne bakmaya gerek duymadan sandalyeden kalkıp lokantanın çıkışına doğru ilerledim.

O bana neler yapıyor ben ona rağmen küsmüyorum ama ben bir laf söyledim diye hemen tersliyor. İşe bak!

Sinir ve kırgınlıkla asansöre binip kaldığımız odaya çıktım.

İçeri girer girmez peşimden gelmeyeceğini bilsem de kapıyı kilitleyip koltuğa oturdum.

Alt tarafı ağzımdan bir kelime kaçtı. Ne olacak ki?

Daha fazla olanları düşünmemeye karar verip camdan deniz manzarasını seyrettim. Fakat bu manzara bile beni en fazla on dakika oyalayabilmişti.

Şimdi ben akşama kadar bu odada ne yapacağım?

Sıkıntıyla iç geçirip ayağa kalktım. Odanın köşesindeki mini dolaba yaklaşıp acaba ne yesem diye bir süre düşündükten sonra meyveli soda içmekte karar kılıp yerime oturdum.

Aradan geçen bir saatin sonunda dört tane soda içmiş, üç kez de tuvalete gitmiştim. Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Yatak odasına geçip dolaptan üzerime temiz kıyafet ve iç çamaşırı alıp banyoya yöneldim. En iyisi ılık bir duş almak. Hem kendime gelirim hem de banyo da biraz oyalanırım.

Yaklaşık bir buçuk saatimi de banyoda geçirdikten sonra kendimi yatağa atmış tavanı seyrediyordum. Aslında çıkıp biraz oteli gezebilirdim ama nedense canım istemiyordu. Sıkıntıyla iç geçirirken odanın kapısının çalmasıyla hemen ayağa kalktım. Acaba Barlas mı gelmişti? Açmasam mı ki kapıyı? Şimdi açmazsam bir de onun için kavga ederiz. En iyisi hiç kaşınmamak.

Yavaşça kapıya doğru adımlayıp derin bir nefes alarak kapıyı açtım. Karşımda Barlas'ı görmeyi beklerken dün resepsiyonda bize yardımcı olan çocuğu görmemle biraz hayal kırıklığına uğradım. Barlas niye gelmedi ki?

''İyi günler efendim.''

Kafamı sallayıp cevap verdim.

''İyi günler.''

Arkasından bir kutu çıkartıp bana uzattı.

''Bunları Barlas Bey gönderdi.''

Tek kaşımı kaldırıp sordum.

''Ne ki bu?''

''Bilmiyorum maalesef. Sadece bunu size iletmemi istedi.''

İşte şimdi merak ettim.

''Peki, teşekkürler.''

Kapıyı kapatıp elimdeki kutuyla birlikte içeri geçtim. Koltuklardan birine oturup kutuyu da masaya koyarak hızla açtım. Acaba içinde ne var?

Kutuyu açar açmaz içindeki kırmızı elbiseyi görmem ile şaşkınlıkla birlikte elbiseyi kutudan çıkarıp incelemeye başladım. Diz üstü, kolsuz, v yaka, dantelli ve etek kısmı hafif kabarık bir elbiseydi. Durduk yere bu elbise nerden çıktı anlam veremesem de elbiseyi çok beğenmiştim.

Elbiseyi kenara koyup kutuya tekrar baktığımda içinde ten rengi stiletto bir ayakkabıyla küçük bir kâğıda yazılmış not vardı. Notu alıp hemen okumaya başladım.

Bir saat içinde hazırlanıp resepsiyona in.

Eğer gönderdiklerimi giymezsen gelip bizzat kendim giydiririm!

-Barlas

Gözlerimi devirip notu kutuya geri attım. Ama anlamadığım nokta neden bunları giyip resepsiyona iniyorum? Daha sabah bana tavırlı değil miydi bu? Aslında sırf gıcıklığına kot pantolon ve kazakla aşağı inmek var ama dediğini yapar mı yapar. Bu adamdan her şey beklenir. En iyisi hiç şansımı zorlamayayım.

Hızla odaya geçip elbiseyi ve ayakkabıları giydim. Daha sonra banyoya geçerek saçıma hafif bir fön çekip enseden dağınık topuz yaptım. Bu elbiseyi gönderdiğine göre şık olmam lazımdı. Kesin sabah paspal, paspal kahvaltıya gittiğim için akşam yemeğinde şık olup onu rezil etmemem için bunları gönderdi. Eğer benden utanıyorsa benimle yemesin beyefendi!

Düşüncelerime ara verip banyodaki makyaj malzemeleriyle hafif bir makyaj yaptıktan sonra elbisenin renginde bir ruj sürdüm ve işte hazırım.

İçeri geçip saate baktığımda neredeyse bir saatin dolduğunu fark ettim. Aynada kendime son kez bir bakış atıp odadan çıktım.

Asansöre binip giriş katına bastığımda odadan bir saattir olmayan heyecan bütün bedenimi ele geçirmişti. Acaba ne yapacağız? Aman ya ne yapabiliriz ki? Kesin yemek yiyeceğiz.

Asansör giriş katında durunca dışarı çıkıp resepsiyona doğru yürüdüm. Adımlarım resepsiyona yaklaşırken heyecanımda aynı oranda artıyordu.

Sonunda resepsiyona ulaştığımda etrafta Barlas'ı göremedim. Çalışanlara döndüğüm sırada kutuyu getiren çalışan hızla yanıma geldi. Diğerleri ise kendi aralarında fısıltıyla konuşup beni süzüyorlardı. Kaşlarım istemsizce çatılırken umursamamaya çalıştım.

''Beyza Hanım, buyurun beni takip edin.''

Adını bilmediğim çalışan önden ilerlemeye başlayınca bende onu takip ettim. Otelin arka tarafında bahçeye açıldığını tahmin ettiğim kapıya gelince dışarı çıkmamı söyleyip arkasını dönerek uzaklaştı. Olanlara bir anlam veremesem de dediğini yaparak bahçeye çıktım.

Kapıdan çıkıp merdivenlerden inerken yerlerin kırmızı gül ve mumlarla döşendiğini gördüm. Şaşkınlık ve heyecanla ilerlemeye devam ettim. Sonunda merdivenlerin sonuna geldiğimde kafamı kaldırıp etrafıma bakış attım ve ağzım açık kaldı. Karşımda koskocaman bir havuz vardı ve her taraf kırmızı güller, kalpli balonlar ve mumlar ile döşenmişti. Havuzun ortasında büyük bir köprü vardı ve havuz otelin üç tarafını kaplıyordu. Diğer tarafı ise denize bakıyordu. Etrafı incelerken bu görüntüye gerçekten hayran kalmıştım.

Merdivenlerden itibaren köprüye kadar devam eden güller ve mumlarla kaplı bir yol yapmışlardı. Bende o yoldan yürüyüp köprüye kadar ilerledim. Köprü kırmızı ve siyah fiyonklarla süslenmiş yerlerde ise kırmızı ve beyaz gül yaprakları vardı.

Gözlerimi yerdeki güllerden alıp karşıma baktığımda Barlas'ı gördüm. Her zamanki gibi siyah takım elbisesinin içinde muhteşem görünüyordu. Fakat bu sefer her zamanki gibi kravat takmak yerine sol cebine kırmızı bir mendil koymuştu. Onu karşımda görünce bütün sinirim, kırgınlığım uçup gitti. İşte benim sinirim bu kadardı. Onu görünceye kadar...

Ne yaparsa yapsın onu bana aşkla bakarken gördüğümde her şeyi unutuyordum. Peki, bundan rahatsız oluyor muyum? Kesinlikle hayır!

Yüzümü kaplayan gülümsemeye engel olmayıp heyecandan düşmemek için yavaşça ona doğru yaklaştım. Köprünün ortasında durmuş gülümseyerek bana bakıyordu. Anlaşılan o da sabah olanları çoktan unutmuştu.

Barlas'a yaklaşıp tam önünde durduğumda bir süre birbirimize gülümsedik. Kalbim heyecanla çarparken ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

Aramızdaki sessizliği bozan Barlas oldu.

''Çok güzelsin.''

Kalbim heyecanla çarparken utançtan yanaklarım ısınmaya başladı.

Gözlerimi kaçırmamak için savaş vererek onu cevapladım.

''Sende çok yakışıklısın. Her zamanki gibi...''

Âşık olduğum çapkın gülümseyişini yüzüne takıp sol elimi tutarak üstüne öpücük kondurdu. Aramızda geçen sessiz bakışma devam ederken arkasından bir gül çıkarıp bana doğru uzattı. Bu ani hareketi beklemediğim için şaşırsam da dikkatimi elinde tuttuğu siyah güle çevirdim. Her taraf kırmızı güllerle kaplıyken neden siyah gül verdiğini anlamasam da uzattığı gülü gülümseyerek elinden aldım. Gülü alınca bana doğru iyice yaklaşıp bir elini belime yerleştirerek aramızdaki mesafeyi iyice kapattı.

''Siyah gülün anlamını biliyor musun?''

Fısıltıyla sorduğu soruya kafamı olumsuz anlamda hafifçe sallayarak cevap verdim.

''Değişiklik anlamına gelir.''diye fısıldayıp bir süre duraksadı. Daha sonra tekrar devam etti.

''Diğer bir anlamı ise eski alışkanlıkların ve eski düzenin ölmesi anlamına gelir.''

Anlamamış bir şekilde yüzüne bakarken boşta olan eliyle yüzümü okşamaya başladı.

''Seninle birlikte hayatım değişti küçüğüm. Eski ruhsuz Barlas öldü. Yerine sana âşık bir Barlas geldi. Gözleri sadece seni gören bir Barlas...''

Bakışları ve sözleri altında erirken tek hissettiğim mutluluktu. Gözlerinin içine mutlulukla bakarken sessizce fısıldadım.

''Seni seviyorum.''

Gülümseyip gözlerime birer öpücük kondurdu ve hafifçe geri çekildi.

''Bende seni seviyorum küçüğüm.''

İşte o sırada duyduğum patlama sesiyle sıçradım. Ne olduğunu anlamak için etrafa bakınırken Barlas sırtımı göğsüne yaslayıp kulağıma fısıldadı.

''Şştt... Sakin ol küçüğüm. Sadece havai fişek, korkacak bir şey yok.''

İçim rahatlarken bakışlarımı gökyüzüne çevirip birbirinden güzel havai fişekleri izlemeye başladım. Rengârenk havai fişekler ardı ardına patlarken büyülenmiş gibi gözlerimi onlardan ayıramıyordum. Birden boynumda kıpırtı hissedince bakışlarımı aşağı indirip boynuma baktım. Boynumda duran kolyeyi fark etmem ile gözlerim irice açıldı. Ne ara yaptığını anlamasam da Barlas boynuma biri ters biri düz birbirine bakan iki B harfi ve onu içine alan C şeklindeki hilal olduğunu tahmin ettiğim, pırlantalarla kaplı bir kolye takmıştı. Hayranlıkla kolyeye bakarken kolları arasında Barlas'a döndüm.

''B-Bu çok güzel. Çok teşekkür ederim.''

Gülümseyerek anlıma ufak bir öpücük kondurup fısıldadı.

''Daima bana şu anki gibi aşkla bak küçüğüm. Senden başka bir şey istemiyorum.''

Bir elimi kaldırıp yanağına yerleştirdim. Yanağını hafifçe okşarken o da gözlerini kapatıp elime iyice yaslandı.

''Seni daima seveceğim.''

Fısıltıyla konuşurken gözlerinin kapalı olmasından cesaret alıp yavaşça yüzüne doğru yaklaştım. Dudaklarımız arasında santimler kalırken gözleri hâlâ kapalıydı. Daha fazla beklemeden usulca öpmeye başladım.

Yıldızların altında birbirimizi aşkla öperken aklımda tek bir soru vardı.

Allah'ım, beni bu kadar seven bir adamı hak edecek ne yaptım?

****************

Romantik gecemizin ardından neredeyse bir hafta geçmişti. Bu süre zarfında her şey normale dönmüştü. Şirket artık tamamen Barlas'ındı. Derin'in dediğine göre çalışanlar ilk başta olanlara anlam veremeyip dedikodu yaparak durumu eşelemiş, daha sonra Barlas'ın 'Eğer işten atılmak isteyen varsa durmasın, saçma sapan laf yaymaya devam etsin!' tehditinden sonra ağızlarını açmamışlardı.

Benimle ilgili olan dedikoduları sorsam da kızlar ağızlarını açıp tek kelime etmediler. Aslında onların söylemesine gerek yoktu. Neler söylediklerini az çok biliyordum. Sırf insanların yargı dolu bakışlarını görmemek içinde şirkete gitmiyordum.

Bir haftadır Yavuz'dan bir atak beklememize rağmen o aksi gibi hiçbir şey yapmamış ve sessizliğini korumuştu. Şu an nerede ve ne yaptığını merak etsem de cesaret edip Barlas'a soramamıştım.

Salonda oturmuş Barlas'ın aşağı inmesini beklerken içeriye elinde telefon ile Âmine içeri girdi.

''Beyza Hanım size telefon var.''

Bana mı? Kim beni Barlas'ın evinden arasın ki?

Merakla Âmine 'nin uzattığı telefonu alıp kulağıma götürdüm.

''Alo?''

''Beyza'm.''

Şaşkınlıkla gözlerim açılırken olduğum yerde doğrulup telefonu sıkıca kavradım.

''A-Anne?''

Annemin sesi tedirgin ve endişeli gelirken nasıl oldu da burada kaldığımı öğrenip telefon numarasını bulduğunu düşünüyordum.

''Kızım sakın gelme! Sakın!''

Annem endişe ve telaşla bağırırken elim ayağıma dolaştı. Sırtımdan soğuk terler akarken gözlerim merdivenden hızla inip yanıma doğru gelen Barlas'a kaydı.

''Anne sen iyi misin? Neler oluyor?''

Endişe ve panikten yerimde duramazken Barlas bana endişe ile bakıp sordu.

''Neler oluyor?''

Kafamı bilmiyorum anlamında sallayıp telefonu sıkıca kavradım.

''Anne cevap ver!''

Telefonun ardından sadece hışırtı sesi gelirken duyduğum ses ile tüylerim diken, diken oldu.

''Merhaba sevgilim.''

Ayaklarımın bağı çözülürken kendimi koltuğa bıraktım.

''Y-Yavuz...''

Fısıltıyla çıkan sesimi ben bile zor duyarken onun duyduğuna şüpheliydim. Barlas söylediğim ismi duyunca kaşları anında çatılıp bana doğru bir hamle yaparak telefonu almaya çalıştı. Ona engel olup telefonu elimden almasına izin vermedim.

''Ne istiyorsun annemden? Rahat bırak onu!''

Sonunda sesimi bulabildiğimde bağırmaya başladım.

Karşıdan bir süre cevap gelmeyince iyice korkmaya başladım.

''Bilmem... Sen benden ne istemiştin?''

Gözlerimi yumarak sakin olmaya çalışıp derin bir nefes aldım.

''Seni kandırdığım için üzgünüm. Fakat iş işten geçti artık. Annemi rahat bırak. Onun bir suçu yok. Bu olanlardan haberi bile yok.''

Karşı taraftan alaylı bir kahkaha yükselince iyice gerildim.

''Tabi, hemen bırakıyorum.''

Dalga geçtiğini bildiğimden gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalıştım.

''Kendini o kadar zeki mi sanıyorsun sen lan! Bana yaptıklarınızı fitil, fitil burnunuzdan getireceğim!''

Zorla tutmaya çalıştığım gözyaşlarım sonunda serbest kalınca sesim titremeye başladı.

''Lütfen ona zarar verme. Ne istersen yaparım.''

Keyifli bir homurtu çıkartınca bunu söylememi beklediğini anladım.

''İşte şimdi aynı dilden konuşuyoruz.''

Burnumu çekip ağlamamaya çalışarak sordum.

''Ne istiyorsun?''

Ciddi sesiyle sorumu cevapladı.

''Vereceğim adrese Poyraz ile birlikte geleceksin. Ama yalnızca ikiniz. Yoksa biricik annene olacakları düşünmek bile istemezsin.''

Tüylerim diken, diken olurken gözyaşlarım tekrardan akmaya başladı. Daha fazla dayanamayan Barlas ise telefonu elimden aldığı gibi küfretmeye başladı.

Kükreyişi kulağımda çınlarken tek düşünebildiğim annemdi.

Barlas telefonu hışımla duvarı fırlatırken paramparça olan telefon odanın bir köşesine savruldu. Hızla ayağa kalkıp Barlas'ın önüne geçtim.

''Adresi verdi değil mi? Hemen gidelim!''

Sinirli suratını bana çevirip çenesini sıkarak cevap verdi.

''Sen hiçbir yere gelmiyorsun. Ben gidiyorum!''

Gözlerim kocaman açılırken panikle başımı sağa sola salladım.

''Kesinlikle olmaz! Bende seninle geliyorum.''

Sinirle bana doğru birkaç adım atıp durdu.

''Gelmiyorsun dedim!''

Sonunda bende sinirlerime hâkim olamayarak bağırdım.

''Annem adamın elinde! O oradayken ben burada durup bekleyebilir miyim sanıyorsun! Bende geliyorum.''

Ellerini sinirle saçlarından geçirip koltuğa bir tekme atarak bana doğru döndü.

''Yürü gidiyoruz.''

Aceleyle evden çıkarken koşarak arabaya bindik. Yavuz'un verdiği adrese giderken stresten oturduğum yerde sabit duramıyordum. Bir yandan ayaklarımı deli gibi sallıyor bir yandan da hiç alışkanlığım olmamasına rağmen tırnak yiyordum. Barlas'a dönüp baktığımda direksiyonu sıkıca tutmuş çatık kaşlarıyla bir yandan sessizce küfür ediyor diğer yandan da yola bakıyordu.

Cebinden telefonunu çıkarıp bir numarayı tuşlayınca ne yaptığını anlamak için dikkat kesildim. Telefonu kulağına götürüp bir süre karşı tarafın açmasını bekledi.

''Cüneyt, sana yollayacağım adrese adamları topla getir. Soydan Beyza'nın annesini kaçırmış. Fakat dikkatli olun sizi görmesin. Temkinli yaklaşın.''

Birkaç bir şey daha söyleyip telefonu kapatınca hızla ona döndüm.

''Ne yaptığını sanıyorsun? Sadece ikiniz gelin dedi. Ya anneme bir şey yaparsa?''

Sakin olmaya çalışarak cevap verdi.

''Sen onun orda tek olduğunu mu sanıyorsun? Eğer istediğini yapıp yalnız gidersek anneni kurtaramadığımız gibi üçümüzü de orda silahtan geçirir.''

Cevap vermek yerine sıkıntılı bir nefes verip arkama yaslandım. Haklıydı. Sonuçta bu tarz işleri benden daha iyi bilirdi.

Araba şehrin dışında ormanlık bir alana girince gerginliğim iyice arttı. Umarım bu gün buradan sağ kurtulabilirdik.

Ormanlık alanın ortasında boş arazi gibi bir yere gelince onları gördüm. Annem yerde elleri bağlı oturmuş usulca bana bakıyordu.

Bir anda kalbimde bir sıkışma hissettim. Bütün duygularım birbirine girmeye başladı. Korku, özlem, hasret, endişe, panik...

Annemi kaç aydır görmemiştim. Üstüne üstlük hiç aramamıştım da. Kim bilir beni ne kadar merak etmiştir. Acaba Yavuz her şeyi ona anlatmış mıdır? Eğer anlattıysa kim bilir ne kadar hayal kırıklığına uğramıştır. Gerçekten çok hayırsız bir evladım.

Gözümden birkaç damla yaş akarken Yavuz'un karşısında güçsüz görünmemek için hızla sildim. İyi ki Barlas Cüneyt'e haber vermiş. Tahmin ettiği gibi Yavuz yalnız değildi. Etrafında üç tane adamı vardı.

Barlas arabayı durdurduğunda bana doğru dönüp elini elimin üstüne koyarak konuştu.

''Sakın ters bir hareket yapıp yanımdan ayrılma. Arkamda kal anladın mı?''

Gözlerinin içine bakıp usulca başımı salladım. Anladığımı gören Barlas yavaşça bana doğru eğilip torpidodan silah çıkarttı. Gözlerim kocaman açılırken korkuyla sordum.

''Onu kullanmayacaksın değil mi?''

Bana kısa bir bakış atıp soğukça cevap verdi.

''Gerekirse evet.''

Tüylerim diken, diken olurken cevap veremedim.

Barlas kapıyı açıp arabadan inerken derin bir nefes alarak bende peşinden indim. Yavuz bize bakış pis, pis gülmeye başladı.

''Hoş geldin sevgilim.''

Dişlerimi sıkarken cevap vermeyip sakin olmaya çalıştım. Mümkün oldukça da anneme bakmamaya çalışıyordum. Çünkü eğer bakarsam dayanamayıp ağlayacağımı biliyordum.

''Ağzını topla lan şerefsiz! Senin hiçbir bokun olduğu yok!''

Barlas sinirle kükrerken sakin olması için kolunu tuttum fakat Yavuz alayla gülerken pek işe yaradığı söylenemezdi. İkisi de birbirine öldürecek gibi bakıyordu. Bir sorun çıkmaması için hemen araya girip bütün dikkati üzerime topladım.

''Geldik işte. Ne derdin varsa annemi bırak da bizimle uğraş.''

Yavuz ilk önce alayla sırıtıp yüzüme baktı. Daha sonrada yüzüne ciddi bir ifade yerleştirdi.

''Haklısın, geldiniz ama istediğimi alana kadar anneni bırakmaya niyetim yok.''

Gözlerimi kapatıp sakin olmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Gözlerimi yavaşça açarken dayanamayıp Yavuz'un önünde oturan başına silah dayanmış anneme bakışlarımı çevirdim.

Annem ile göz göze gelince bakışlarındaki özlem, korku ve şefkati görünce afalladım. Görmeyeli ne kadar da özlemiştim.

Gözyaşlarım akmak için beni zorlarken dişlerimi sıkıp ağlamamak için direndim. Gözlerimi annemden kaçırıp dikkatimi Yavuz'a verdim.

''Ne istiyorsun?''

Barlas ile aynı anda sorunca kısa bir süre göz, göze gelsek de ikimizde tekrardan Yavuz'a döndük.

''Hisselerimi geri istiyorum.''

Bunu isteyeceğini bildiğimden pek şaşırmasam da beni asıl düşündüren Barlas'ın ne tepki vereceğiydi. Sonuçta kaç aylık uğraş o hisseler içindi. Şimdi bir çırpıda sırf benim için tekrar verir miydi o hisseleri?

Kafamı yanımdaki adama çevirip endişeyle baktığımda ifadesizce Yavuz'a baktığını gördüm. Bu sessizliği beni korkutsa da merakla ne söyleyeceğini bekledim.

Beş dakika kadar süren sessizliğin ardından Barlas ellerini yumruk yapıp gözlerini kapatarak cevap verdi.

''Tamam.''

Bunu beklemediğim için şaşkınlıkla Barlas'a baktım. Fakat gayet ciddi görünüyordu.

Yavuz ise memnun olmuş bir şekilde gülümsüyordu.

''Güzel. Şimdi gelelim ikinci isteğime.''

Söyledikleri karşısında kaşlarım hızla çatılırken öfkeyle soludum.

''Daha ne istiyorsun! Hisseleri vermeyi kabul etti işte!''

Yavuz düşünürmüş gibi yapıp alayla konuştu.

''Aslında pek istek sayılmaz. Ben konuşacağım sizde dinleyeceksiniz. Söylediklerimi duyduktan sonra bana teşekkür edeceksin Cansu.''

Dişlerimi sıkarak cevap verdim.

''Ben Cansu değilim! Benim adım Beyza.''

Yavuz kahkaha atınca sinirim bozulsa da sakin kalmaya çalıştım.

''Aslına bakarsan bende beni kandırdığını gerçek adının Beyza olduğunu düşünüyordum. Ama galiba benimleyken gerçek olan tek şey adındı.''

Ne söylemeye çalıştığına anlam veremezken sessizce devam etmesini bekledim. O sırada ise Barlas aniden öne doğru atılıp bağırdı.

''Sakın! Sakın Soydan! Ağzını dâhi açayım deme! Yoksa şirketini unut!''

Barlas'ın ani tepkisine anlam veremezken kafam iyice karışmıştı. Anneme baktığımda ise sessizce ağladığını fark ettim. Olanlara anlam veremeyince hızla öne atılıp sordum.

''Neler oluyor? Ne saçmalıyorsunuz ikinizde?''

Yavuz silahı annemin başına iyice dayarken cevap verdi.

''Seçim şansın yok Poyraz. Gerçekleri duyduktan sonra eğer hâlâ anneciğini kurtarmak istiyorsa hisselerimi geri vermek zorundasın.''

Ben yokmuşum gibi davranıp aralarında konuşmaya devam ederken Yavuz'un dikkatini çekmek için bir adım daha öne atıldım fakat yanındaki adamlar silahlarına yönelince korkuyla olduğum yerde durdum.

''Ne söylemek istiyorsan açık, açık konuş Yavuz! Daha fazla oyun oynama!''

Barlas hızla aramıza girerken bana yandan bakış attı.

''Sakın anlattıklarına fazla tepki verme. Söz sana her şeyi anlatacağım.''

Kafam iyice allak bullak olurken merakla Yavuz'un cevap vermesini bekledim.

''Senin adın Beyza değil sevgilim. Cansu...''

Anlamsızca Yavuz'a bakarken saçmaladığını düşündüm. Benim adımı benden iyi mi bilecekti?

''Benim adımı benden iyi mi biliyorsun? Benim adım Beyza! Cansu değil.''

Yavuz gülerek cebinden bir kâğıt çıkardı. Daha sonra yüzüme dikkatle bakarak devam etti.

''Bir haftadır neden ortalıkta yoktum biliyor musun? Çünkü seni araştırıyordum.''

Kaşlarım çatılırken devam etmesini bekledim.

''Öğrendim ki anne baba dediğin insanlar aslında senin öz ailen değilmiş.''

Dediklerini algılamaya çalışırken ilk önce anneme baktım. Sessizce ağlamaya devam ederken ağzından tek kelime çıkmıyordu. Hızla yanımdaki duran adama döndüm. Yüzüme bakmadan sadece Yavuz'a odaklanmış ve ellerini yumruk yapmıştı.

''Ne saçmalıyorsun sen? Yalanlarına inanacağımı mı sandın?''

Kesinlikle yalan söylüyordu. Böyle bir şey olamaz!

''Bunu söyleyeceğini tahmin ediyordum.''

Elindeki kâğıdı bana doğru fırlatıp devam etti.

''Kâğıdı aç ve oku.''

Yere eğilip kâğıdı hızla aldım ve açarak okumaya başladım. Bu bir evlat edinme belgesiydi ve altında ise anne ve babamın imzası vardı. Gözyaşlarım usulca yanaklarımdan akarken kendime hâkim olmaya çalıştım.

''Öğrendiğim seni evlat edindikleri gün yurttan kaçarak bir kaza geçirmişsin. Sonrasında ise hafızanı kaybettiğin için seni evlat edinen ailen sana öz kızlarıymış gibi davranıp gerçekleri saklamışlar. Peki, asıl eğlenceli olan ne biliyor musun?''

Bakışlarım elimdeki kâğıttan ayrılmazken ağlayarak Yavuz'un anlattıklarını dinledim.

''Yanındaki adamın her şeyi bilmesine rağmen sana söylememesi.''

Gözyaşlarım deli gibi akarken hayal kırıklığıyla bakışlarımı anne dediğim kadına çevirdim.

''Doğru mu söyledikleri a-anne?''

Sesim zorlukla çıkarken gözlerinin içine bakarak cevap bekledim. İçimde fırtınalar koparken söylediklerinin yalan olmasını deli gibi istiyordum. Annemin gözlerine yalvarırcasına baktım fakat o gözlerime bakmak yerine kafasını çevirmişti.

''Doğru kızım.''

Ayaklarım titrerken daha fazla bedenimi taşıyamayıp yere çöktüm. Gözyaşlarıma artık hıçkırıklarımda eşlik ediyordu. Birden kolumda bir el hissedince kafamı çevirdim. Barlas kolumdan tutmuş beni kaldırmaya çalışıyordu.

Kolumu elinden hırsla kurtarıp bağırdım.

''Sakın dokunma! Her şeyi bilmene rağmen benden sakladın! Nasıl yaparsın böyle bir şeyi?''

Özür diler gibi gözlerimin içine baktı.

''Anlatacağım ama sonra. Lütfen.''

Gözlerimi yere çevirip yüzüne bakmamaya çalıştım.

''İstemiyorum.''

Cevap vermeyip yanımdan birkaç adım uzaklaşınca ağlamaktan bulanık gören gözlerimi kaldırıp Yavuz'a baktım. Bu hâlim onu sevindirmiş olacak ki gülümsüyordu. Ona kızmaya hakkım yoktu. Hatta ona bir teşekkür bile borçluyum. O olmasaydı belki de ölene kadar gerçeği öğrenemeyecektim.

Birden Yavuz'un arkasından sessizce yaklaşan Cüneyt ve birkaç tanıdık koruma görüş açıma girince bakışlarımı anneme çevirdim. O da benim gibi sadece ağlıyordu. Başında ise hâlâ silah dayalıydı.

''Şimdi gerçekleri öğrendiğine göre artık şu hisseleri konuşalım.''

Bakışlarım tekrardan Yavuz'a dönünce tepkisizce ona baktım. Yanımda duran Barlas da benim gibi tepkisizdi fakat bir yandan da elinin arkasındaki silaha gittiğini gördüm. Gözlerim korkuyla açılırken kimseye bir şey olmaması için içimden dua ettim.

Cüneyt Yavuz'a doğru yavaşça yaklaşırken korumalarda diğer adamların arkasından usulca yaklaşıyordu. Nefesimi tutmuş bir şekilde biraz sonra olacakları bekliyordum.

Barlas Yavuz'a cevap vermediğinden Yavuz sinirlenip silahını Barlas'a doğrultunca kalbim sıkıştı.

''Benim olanı geri vereceksin Poyraz!''

Korkuyla bakışlarımı Barlas'a çevirdim. Yüzünü alaylı bir gülümseme yerleştirip cevapladı.

''Avucunu yalarsın Soydan.''

İşte o an Cüneyt ve korumalar aynı anda Yavuz ve adamlarının üstüne çullandı. Cüneyt Yavuz'un elinden silahı hızla alırken Barlas koşarak onlara yaklaşıp Yavuz'a yumruklarını indirmeye başladı.

Oturduğum yerde hızla silkelenip kendime geldiğimde koşarak anneme gidip sarıldım. Gözyaşlarım hiç durmadan akarken annemin söylediklerini zor duydum.

''Ne olursa olsun sen benim kızımsın. Daha önce söylemediğim için affet.''

Birbirimize sarılmış ağlarken bir el omzuma dokundu. Başımı çevirip arkaya döndüm. Barlas ciddi yüz ifadesiyle bana bakıyordu.

''Gidelim.''

Cevap vermeden önüme dönüp annemi yerden kaldırdım. Ayağa kalkarken bizden birkaç adım uzakta durup bizi seyreden Cüneyt'i görünce ona döndüm.

''Cüneyt, rica etsem bizi kızların kaldığı eve bırakır mısın?''

Cüneyt kararsızca bir bana birde arkamda olduğunu bildiğim Barlas'a baktı. Bir cevap alamazken arkadan tanıdık bir el kolumu kavradı.

''Ne saçmalıyorsun. Eve gidiyoruz. Oturup konuşacağız.''

Arkamı dönmeden kolumu çekip ellerinden kurtardım.

''Konuşmak istemiyorum. Hatta mümkünse bir süre görüşmeyelim.''

Arkamda duran adamdan ses gelmezken bakışlarımı tekrar Cüneyt'e çevirdim. Bir süre arkamdaki adama baktıktan sonra bana döndü.

''Gelin sizi götüreyim.''

Ona teşekkür edip annemin koluna girerek Cüneyt'in arabasına doğru yürüdüm. Arabaya binene kadar ise arkamı dönmedim. Çünkü ona bakarsam affedeceğimi biliyordum.

Araba yolda sessizce ilerlerken onu orada bıraktığım için çoktan pişman olmuştum bile. Yinede ona olan kırgınlığım pişmanlığımın önüne geçmişti.

Hayatım şu birkaç ayda ne kadarda değişmişti. Artık her an başıma yine ne gelecek korkusuyla yaşar oldum. Acaba bu hikâyenin sonunda gülebilecek miyim?

İyi akşamlar arkadaşlar.

Biliyorum bölüm yine geç geldi ama bence geç gelmesini telafi ettiğimi düşünüyorum. :D Umarım yanılmıyorumdur.

Bu arada iyi mi kötü mü bunu sizin karar vermenizi istediğim bir haberim var. Finale son 2 bölüm kaldı. Bu hikâyeye başlayalı bir seneden fazla oldu ve bu zamana kadar yanımda olup destek veren herkese teşekkür ederim. Ama bu demek değil ki ayrılıyoruz. Size başka bir haberim daha var. Yeni bir hikâyeye başlıyorum!! :D

Hikâyemin kurgusu aklımda oluştu sayılır ve çoktan ilk bölümün yarısını yazdım. Tutuklu final yaptıktan sonra onu yayınlamayı düşünüyorum. Tutuklu benim ilk deneyimim olduğu için acemilikten kurguda hatalar eksiklikler olabilir. Fakat yeni hikâyemin bundan daha iyi olacağına inanıyorum.

Umarım onu da sevip desteklerinizi eksik etmezsiniz :)

Bu arada yeni hikâyem için kapak yapabilecek birileri varsa bana ulaşsın lütfen. Beni çok mutlu edersiniz :)

Neyse yeni kitap hakkında daha sonra tekrardan bilgi vereceğim. Yinede merak ettiğiniz bir şey varsa sorabilirsiniz :)

Görüşmek üzere :)

Continue Reading

You'll Also Like

119K 11.7K 69
Yankı, kendisine kin dolu bakışlarla bakan arkadaşına ve bir de yerde kanlar içinde yatan küçük kıza baktı. Yere düşen arkadaşının bastonunu uzanıp a...
996K 54.3K 41
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
4.1M 252K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
326K 26.3K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...