BANA KENDİMİ VER

By havvanurdan

2.4M 140K 82.8K

"Bir şeyleri anladığını anlarsa..." diye fısıldadı, dışarıdan bakan biri için şu an ayak üstü bir ön sevişmen... More

BANA KENDİMİ VER
1. BÖLÜM: "LEYNA"
2. BÖLÜM: "CEHENNEM"
3. BÖLÜM: "MERDÜMGİRİZ"
4. BÖLÜM: "SAVAŞ'IN İÇİNDEKİ YANGIN"
5. BÖLÜM : "ALLAME"
6. BÖLÜM: "ÖLÜM MARŞI"
7. BÖLÜM: "SİYAHU-L LEYL"
8. BÖLÜM: "LİVA"
9. BÖLÜM: "MEYUS"
11. BÖLÜM: "İDİOPATİK"
12. BÖLÜM: "BİDÂYET"
13. BÖLÜM: "ALAZ"
14. BÖLÜM: "ANKEBÛT"
15. BÖLÜM: "KAPALI KAPILAR"
16. BÖLÜM: "SARHOŞ"
17. BÖLÜM: "GÖLGE"
18. BÖLÜM: "SON AKŞAM YEMEĞİ"
19. Bölüm: "BORDERLİNE, NARSİST ve SADİST"
20. BÖLÜM: "DAVETİYE"
21. BÖLÜM: "AFRAZE"
22. BÖLÜM "RİYAKÂR"
23. BÖLÜM: "ŞANSIN GÜZELLİĞİ"
24. BÖLÜM: "LETÂİF"
25. BÖLÜM: "LAMİA"
26. BÖLÜM: "MÜDARA"
27. BÖLÜM: "ÖLÜLER DE KANAR"
BANA KENDİMİ VER

10. BÖLÜM: "KATRAN KARASI"

63.9K 4.1K 1.1K
By havvanurdan

Bölüm şarkısı: "Kovacks - My Love"

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayalım 🫶🏻 Efsane bir Leyna & Savaş bölümü sizleri bekliyor. Keyifli okumalar ♡

10. BÖLÜM: "KATRAN KARASI"

Bir kadını beğeni ile süzmek için illaki güzel olması gerekmezdi ki. Bir akşam ıssız bir sokakta başı boş adımlar atarken kulak çeperleriniz içinde yankılanan köpek sesi sizi karanlık ve köhne bir mahalleye götürebilir ve oradaki kirli sokak köpeğinin başını okşayan kadını fark edip beğenebilirdiniz.

"Moda ve tasarım okuyoruz diye her daim elbise giyeceğimizi düşündüren nedir?"

Soğuk bir kış gününde havanın delice estiği bir sabah, içinizi ısıtması için bir fincan çay içme isteği ile kavrulan bedeninize istediğini vermek için girdiğiniz bir kafede, serçe parmağını kaldırarak kahvesini yudumlayan bir kadına da hayran hayran bakabilirdiniz.

"Hem de öğrenci halimle." diyerek hayıflandım. "Her gün yeni kıyafetleri nereden bulabilirim?"

Bir kadını güzel bulmanız için güzel olması gerekmezdi ki. Mesela saçını sıkı bir at kuyruğu ile toplamamış, yüzünü net bir şekilde görmediğiniz, hiç mi hiç konuşmayan bir kadının sessizliğine bile aşık olabilirdiniz.

"Kadınları bir kalıba sığdırmaktan ne zaman vazgeçecek bu sektör?"

Bir kadını takdir etmeniz için o kadının mükemmel olması gerekmezdi. Sizin nasıl baktığınız, onu nasıl gördüğünüz önemliydi.

Üzgün bir ifade ile dudaklarımı ısırarak Gazel'in odasındaki boy aynasından üzerime giydiğim andan itibaren fazlaca sığıntı duran elbiseye bakıp aklımdan onlarca belki de yüzlerce "Bir kadını takdir etmeniz için" kalıbı ile başlayan cümle geçiriyordum.

"Ne var sanki pantolon ile gitsem?" diye yakındığım anda bir saat öncesinden alışmak için giydiğim siyah ve oldukça yüksek topukları olan pabuçlar üzerinde dengemi sağlayamayarak sendeleyip yanımdaki dolaptan destek aldım.

Sabahın en erken saatlerinden itibaren ilk iş günüm olduğundan mükemmeliyet hastası sevgili patronumuz Savaş Bey'in beğeni ile onay vereceği bir kombin için uğraş veriyorduk ve ben her denediğim elbise sonrası surat asarken Gazel bu halime kahkahalarla gülüyordu.

"Bir elbise daha denemeyeceğim." diyerek dudak büzüp aynadan üzerimdeki siyah elbiseyi süzerek kendimce onay verdim.

Bundan öncesinde jacket, dolamalı, anvelope ve polo yakalı olmak üzere 4 elbise daha denemiştim. İşin kötü yanı hepsiyle bir sirk maymunu gibi görünüyordum ve yarın ne giyeceğimi de bugünden düşünmek zorundaydım.

Gazel oturduğu yatağa iyice yayılıp bir eleştirmen edasıyla elbiseyi süzerek, "Bir cenaze için iyi." dedi ve ardından haince bir gülüş ile devam etti. "Nasılsa sen de cenazeye gidiyorsun. Olmuş bu elbise olmuş."

Anlamamış bir şekilde saç diplerimi iyiden iyiye acıtmaya başlayan sıkı at kuyruğumun biraz olsun gevşemesi için parmak uçlarım ile kaşıyıp ona doğru döndüm. Yine yüzünün hatları bir eğlence kaynağı bulmuşcasına kıvrılmıştı ve söz konusu bir cenaze idi.

"Kendi cenazesine giden ilk insan olarak tarihe geçmelisin." diyerek yayıldığı yatakta toplanıp biraz kırışmış olan kıyafetlerini elleriyle çırparak düzeltti. "Savaş Bey, bu elbise içindeki sığıntı görüntünü görünce seni ya işten kovar ya da staj defterine 0 yazar."

"Nazi kampı mı moda evi mi belli değil." diye sızlandım, "Ateş etmeyin ben Polonyalı'yım diye çığlık atmama az kaldı."

"Neden o lanet olası siyah elbiseyi giyiyorsun o zaman?"

"Üşüyorum." diye mırıldandığımda ikimizin de çığlık çığlığa gülmemize az kalmıştı. "Cidden üşüyorum bu arada, bu soğukta elbise mi giyilir?"

"Nereden bilsin ki..." diye iç çekti Gazel, "Savaş Bey hiç Şubat soğuğunda elbise giymemiş ki..."

Sözleri üzerine tiz bir çığlığı odanın içine bırakırken "O adam tam bir deli!" diye bağırarak saatlerdir benimle alay geçen Gazel'in poposuna şakacı bir şaplak atıp yatağın üzerindeki kırmızı kabana uzandım. "Geç kalacağız. Hazır mısın?"

Kırmızı kabanı zor da olsa üzerime geçirmek için verdiğim savaşın kazananı ben olurken, Gazel daha beş dakika önce dudaklarıma bolca sürdüğü kırmızı ruju, aynı renkteki kabanının geniş cebine koyup "Rujunu tazelemeyi unutma." diye de küçük bir taktik verince ona kocaman gülümsedim. Şu an baştan aşağıya onun kıyafetleri içindeydim ve ona koca bir minnet doluydum.

"Teşekkür ederim canım arkadaşım benim." dedim tüm içtenliğimle. Ardından ojeleri henüz yeni kurumuş ellerim ile sırtını sıvazladım. "Sen olmasaydın asla hazırlanamazdım."

Gazel utanç içinde olduğunu belli edercesine kızaran yanaklarını gizlemek adına beni belimden tutup dış kapıya doğru yürümem için hafifçe ittirirken, "Bak şimdi geç kalacağız, işten kovulacağız." diye şakacı bir sesle kızdı.

Ayağıma ilk defa geçirdiğim ve benim gibi rahatına düşkün bir kadının ilk giyişte fazlasıyla zor anlar yaşayacağı topuklu ayakkabı, her adımımda yürümesi biraz daha sıkıntılı hal alırken sekteye uğradıkça Gazel'in omzundan destek alıyordum. Bir de bu şeyleri her gün giyecek olmanın verdiği stres hepten içimi kaplıyordu, huysuzlandığımı hissettim.

"Odasını toplayacağım, masasını hazırlayacağım." diye kendi kendime günün planını sıralamaya başladım. "Toplantısı ya da görüşmesi varsa not alacağım." diyerek devam ettim. "Ee, modaya dair hiçbir şey yok."

"Staj defterinin ilk sayfasına 'Sarı kula aldım, şantiyedeki inşaatçılara verdim içtiler.' de yazarsın sen artık." diyen Gazel o kadar eğleniyordu ki keşke ben de biraz gülebilseydim.

"Gazel sana bir şey soracağım." dedim evimin sokağının taşralı yolunu, topuklu ayakkabılarımla tedirgin bir şekilde yürürken. "Bu adam yani Savaş Bey kahveyi nasıl içer?"

Gazel sorumun garipliğiyle birlikte bir an için yürüdüğümüz yolu bırakıp bana dönmek istese de kolunu kurduğu kafesin içinden çıkarmadığım kolumla onu yürümesi için çekiştirmeye devam ettim.

"Filtre ya da sade Türk kahvesi." Sesi neler olduğunu anlamak ister gibi titrek ve meraklı çıkmıştı. "Ne oldu ki?"

"Savaş Bey her sabah kahve yapmamı istedi, ondan sordum." diye geveledim. "Önemli bir şey değil."

Çakıl taşları ile bezenmiş sokaktan yürümek nadiren topuklu ayakkabı giymiş benim için zorluklarla sınanmış bir sınav niteliğinde olsa da böylesine büyük bir iş yerine bir çalışan olarak gitmenin verdiği heyecan ayak bileklerimin ne denli acıdığını unutmama yetiyordu.

"İnşallah bu sefer de adamı yumruklamaya çalışmazsın." diyerek alay eden Gazel'e ters bir bakış attım.

"Bakarsın bu defa kafa atarım."

Ünlü bir mağazada, başarılı bir adamın yanında staj görecektim. Bunun yıl sonu notuma yapacağı katkı bir yana hayalimin mesleğini öylesine deneyimli bir adamdan öğrenmek ve bilgilerimin üzerine yeni bir kat çıkacak olmak içimi içime sığdırmıyordu. Belki de en sonunda ben de kendini Türkiye'ye duyurmuş bir modacı olurdum kim bilir?

"Dünyanın en gergin günü olabilir."

Gazel başını iki yana salladı, "Her gün işe gelirken ben."

Neredeyse yarım saati aşan ve Gazel için sıradan gibi gelse bile benim için hem taze heyecan hem de taze acılı geçen yürüyüş sonunda mağazanın önüne geldiğimizde dönüm noktamın burası olduğunun pekala farkındaydım fakat filmlerdeki gibi iş yerimin önünde durup mağazanın tabelasına uzun uzun bakışlar atacak kadar zamanım olmadığının da farkındaydım.

Kol kola girdiğim Gazel, kendi alanına gitmek için kolumun içinden çıkarken "Sana başarılar ve Savaş Bey'le bol sabırlar diliyorum canısı." diyerek şımarık bir şekilde yanaklarımı sıkmıştı.

"Sana da kolay gelsin."

Koşar adımlarla yanımdan uzaklaşan arkadaşımın haline sessizlikle kıkırdarken şu an için sadece temizlik görevlilerinin olduğu boş mağaza duvarındaki saatin 05:57 gibi bir zaman dilimini gösteriyor olmasını görmemle apar topar bir şekilde Savaş Bey'in odasına koşmaya başladım. Tamam, düşme tehlikesi atlatarak koşamadım kabul.

Kapının önüne gelinceye kadar gördüğüm kim varsa gülümsemeyi unutmayarak sonunda duraksayıp derin bir nefes almayı ve kendime çeki düzen vermeyi akıl edebildim.

Titrek ellerim, telaşlı hareketlerimden dolayı yukarıya sıyrılan siyah elbisemi aşağıya doğru çekerken nefeslerim düzene girmez bir düzensizlikle bozulmaya devam ediyordu.

Sabırsız bir şekilde kapının kulpundan tutup kapıyı yavaşça açarak bedenimi temkinli tavırlar ile içeriye attığımda Savaş Bey'i pencereden dışarıyı izlerken bulunca dişlerim direkt olarak yanak içlerimi ısırmıştı.

İlk günden geç kalmıştım.

"Günaydın Savaş Bey." diyerek kapıyı ses çıkarmamaya özen gösterip yavaşça kapattığımda odanın içi tıpkı dışarısı gibi karanlıktı.

Yarısından daha azına kadar çekilmiş jaluzi perdeden sızabilmek için çırpınan günün ilk ışıkları altında görebildiğim kadarıyla saatler önce uyanmış kadar dinç, hazır ve dinamikti. Güçlükle yutkundum.

"Geç kaldın." dedi. Daha sonra ise pencere ile kurduğu ittifakı bozup elindeki kahve kupasını gözüme sokmak istercesine havaya kaldırdı. "Ve ben senin bu tembelliğin yüzünden kahvemi kendim yapmak zorunda kaldım." diye iğneleyici bir sesle devam etti. "Bu arada sana da günaydın."

Çantamı benim için ayrıldığı belli olan küçük masanın üzerine mahcup bir halde karman çorman hareketlerle koyduğumda her bir hareketimi süzdüğünü anlamak zor değildi. Bu adam sürekli olarak bana dikkatle bakacak mıydı?

"Elbisenin boyu biraz daha kısa olabilirdi ve bir dahakine opak çorap giyersen bacakların daha ince gözükebilir." deyip dumanı tüten kahvesinden koca bir yudum alarak devam etti. "Ayrıca siyah ve kırmızı kombini tarih oldu."

Bozguna uğramış gibi ona şaşkınlık içinde baktığımda sabahın en erken saatlerinde daha çekilmez olduğuna kanaat getirmiştim. Tam bir fiyaskoydu.

"Ne diyordu o televizyondaki kadın..." diye sordu ama aslında kendi kendine konuşuyor gibiydi. Tek gözü düşünceli bir şekilde kısılmıştı, ardından parmağını şıklattı. "Buldum." dedi ve eğlenircesine devam etti. "Bizimle değilsin."

Şaka yaptığını umarak ona ağzı açık bir şekilde baka kaldığımda çoğu insan henüz yataklarında uykulu bakışlar atıp esnerken o sabahın bu saatinde en enerjik, en dinamik ve en uyuz şeklinde karşımda durarak beni iğneliyordu.

"Ne diyordu o televizyondaki şef adam?" diyerek düşünüyor gibi yaptım. "Bazen benim Türkçe sizi anlamaya yetmiyor."

Gülmedi.

Hem de hiç gülmedi.

Günlerdir süre gelen yorgunluğun ve bedensel yıpranmışlığın ötesinde daha çok bir bezginlik içine girdiğimi hissediyordum. Etrafa attığım sönük bakışlar ve ilgisiz, aldırmaz konuşmalar tamamen karşımdaki adamın asistanı olmak için verdiğim mücadele yüzündendi fakat beni asıl bitiren o ve kurallarıydı.

Kendi masasının üzerinde özel dikim tüvit, yün, kaşmir, ipek, saten ve poplin kumaşlardan küçük örnekler kesilmişti.

"Bu ay ne üzerine çizimler yapacağız?" diye sordum hiçbir lafına asi bir sesle cevap vermeden. Buradan atılmak, moda hayatımın sonu demekti ve bunun fazlasıyla bilincindeydim.

"Sen çizim yapmayacaksın." dedi elindeki kahveyi masasının üzerine dikkatli bir şekilde bırakarak. "Bir öğrencinin çizimleri ile katalog hazırlamam."

Bir sinir hali günlerdir biriktiği midemin içinden yükselerek yemek borum boyunca yukarı doğru tırmanıp olduğum yerde donakalıncaya kadar sürdü. O patrondu, emir verirdi, söylerdi, isterdi. Ben ise susardım. Bu acı vericiydi ve onur kırıcı.

"En azından yardımcı olabileceğim kısımlarda destek olmak isterim."

"Hiç sanmıyorum ama bakarız."

Ellerim istemsizce yumruk oldu. Dişlerim artık acımasız birer vampirmiş gibi yanaklarımın içini kanatıncaya kadar ısırırken üzerimdeki kırmızı kabanı güçlük ile çıkararak masamın koltuğuna bıraktım. Bir yanım işten kovulmayı göze alarak ona olan kinimi püskürtmem gerektiği hakkında cesaretlendiriyordu beni.

"Pekala." dedim yenilgiyi kabul edercesine. En büyük cevap sessizliktir demezler miydi? Şu dünyadaki en güçlü insan dahi gelse en sessiz insanı yenemezdi. "Benim görevimi söyleyin, ona göre hareket edeyim."

"Sen örnek çizimler çizebilirsin." dedi ilk defa buz gibi bir ses tonuna sahip değildi. Heybetli gözüken koltuğuna oturduktan sonra devam etti. "Çizimlerin tarafımca iyi eğitilirse birlikte çalışmaya başlarız."

"En azından bir yerden başlamış oluruz, evet."

Ayakkabımın topuğu, titreyen bacaklarımla bir olup beni her an tökezleyecek hale getirdiğinde daha fazla çektiğim zulme katlanmamak için bana ayrılan masaya oturdum ve önüme boş birkaç tane A4 kağıdı çıkardım. Ne çizebilirdim ki?

"Çizmemi özellikle istediğiniz bir şey var mı?"

"Kadın figürleri." dedi, o da ben gibi önüne boş bir sayfa çıkarmış derin derin düşünüyordu. "Zorlandığın kısımlarda benden yardım iste."

"Kadın figürleri, kadın figürleri, kadın figürleri..." diye mırıldandım onun duyamayacağı bir şekilde. Bu çizim yapmadan önce kendimi nasıl çizmem gerektiğine dair hazır hissetmek için yaptığım kendimce bir metot sayılırdı.

Basit kelimeleri mantra gibi tekrarlarken sanki konuşmak, kalbimin tam üzerinde yakıcı bir nefes halinde kopa gelen büyüleyici bir mefhumdu.

"İstersen mutlu bir aile de çizebilirsin." dedi, "Bacasından duman çıkan ev ve dağların arasında anlamsız bir güneş." diyerek ekledi. "İlkokulda yaptığımız gibi."

Bu adam hep iğneleyici bir şekilde laf mı sokacaktı?

Dikkatimi şu an yaptığım her bir hareketi saniyesi saniyesine izleyen patronumdan başka bir yere vermeyi denedim. Derimin altından süzülerek tüm bedenime yavaşça yayılan elektriği, önce kasıklarımda daha sonra da vücudumun kalan kısımlarında patlamadan bir yerlere boşaltmam gerektiğinin farkındaydım. Bu heyecan da neyin nesiydi böyle?

"Çöp adam da olur."

Gözlerimi kapatarak nasıl bir figür çizeceğimi hayal ederken okuduğum bir kitabın kapağında olan, turuncu bir alevin yanındaki kül yığını içinde duran kadının yüzünü hafızamdaki kalıntıları ile çizmeye karar verdim.

Bana ayrılan küçük masanın üzerindeki kalem kutusunun içinden bir tane kara kalem alarak derin bir nefes aldığımda gözlerim ortamı gergin bir ipten daha da gergin bir hale sokan patronuma kaymıştı.

Ne kadar titiz olduğunu belli edercesine bir cetvel yardımı ile kağıda sadece 1 santimlik bir çizik attığında hayret içinde onu izledim. Küçük bir çiziği bile cetvel ile çizecek kadar nizamiydi.

"Masal dinlememiş çocuklar büyüyünce kedi resmini bile cetvelle çizerler." dediğimde ellerimi dudaklarıma kapatmak için çok geçti.

Duymamış ol diye sayıkladım içimden, duymamış ol.

"Cemal Süreya."

Duymuştu.

"Sadece bir an aklıma geldi." diyerek saçma bir açıklamada bulundum. Oysa başını hiç kaldırmadan çizim yapmaya devam ediyordu.

Onun boyalı parmak uçlarından çıkan stilize figürler de ancak kendisi kadar muntazam olabilirdi.

Parmak uçları kara kalemin o zor çıkan boyasıyla sarmalanmış ve içinde biriken arzunun dışarı koşar adımlarla fırlamasıyla çizimler yapan bir işkolik olduğunu belli ediyordu. Kalın kara kalemler ve büyük kroki defteri ile yaptığı çizimin ne olduğunu deli gibi merak eden beynimin sesini kendi içimde susturdum.

Bunu soramazdım, terslerdi.

Birkaç dakika boyunca sadece onu izlediğimde işine öylesine bir özen gösteriyordu ki bir daha kafasını bir kez bile kaldırmamış, oldukça büyük gözüken kroki kağıdı içinde kaybolup gitmişti. Sadece arada sırada boyalı parmaklarına giren küçük kramplar ve yorulan bileğini rahatlatmak için duraksamıştı.

"Bana öyle bakmaya devam edecek misin asistan?"

Kafasını önündeki çizimden kaldırmadan sorduğu soruyla birlikte utanç içinde elimdeki kalemi sıkarken onun gibi kendini beğenmiş bir adama olan rezilliğimi nasıl yeneceğime dair bir cümle yoktu aklımda.

"Sadece ne çizeceğime karar veriyordum." dedim bariz bir yalanı ortaya atarak. Aslında birkaç dakika öncesinden bulmuştum ne çizeceğimi, şimdi ise sadece bir yanım onu izlemek istemişti ve bende o yanıma yenik düşerek onu izlemiştim.

"Ve sen de beni mi çizmeye karar verdin?" diye sordu. Kafasını hiç kaldırmadan devam ettiği çizimi sert, bazen aceleci, çoğu bilinçsiz ama tamamı organize olan şekilleri hızlı hızlı kağıda aktardı.

Sorusunu havada asılı bir şekilde bırakarak önümdeki boş kağıda çizeceğim figürün neresinden başlayacağıma bile emin değildim. Halbuki üniversiteye başladığım ilk sene bize sürekli olarak ödev verilen bir teknik çizimdi. Öylesine basit, öylesine sıradan.

"Gerçekten çok iş odaklısınız." dedim, "Bu kadar uzun süre çalışmak herkesin harcı değil."

"O yüzden ben bu masada oturuyorum." dedi ve ekledi, "Sense karşımda."

Savaş Bey yaklaşık yarım saat boyunca ölüm gibi kokan ama koca bir binayı da yakan ateş parçası misali sessizlik içinde çizim yaptı.

Bazen masadaydı, bazen gergin bir biçimde ayakta, bazen de daha iyi bir ışık yakalamak için pencerenin yanındaydı. Ham olmadığını belli eden parmak uçları uzun süreler içinde ağırlaşmaya başlamış olsa da hiç ara vermeden çalıştı.

Arada öyle sinirli bir hale gelmişti ki çekmecesinden çıkardığı kalın kapaklı bir defterden arka arkaya sayfalar yırtarak ve beğenmeyip yerdeki tüylü beyaz halıya atarak bir diğerini çizilmeye koyduğu çizimler benim haftalarca uğraşıp çizemeyeceğim şeylerdi.

Bu adam üstattı.

Önümdeki son on beş dakikadır çizmeye uğraştığım ince kıvrımlı kadın figürüne lanetler okuyup bir sonraki bakışımı yerde paçavra gibi yatan kağıtlara çevirdiğimde bugünün sonunda işten atılacağımı kavradım. Şayet bu adam önemsizce yere savurduğu çizimleri beğenmediyse benim bu uyduruk çizimimi hiç beğenmezdi.

Kendi içinden kopup gelen bir görüntü, belki ses veya bir koku karışımından ortaya yarattığı bu çizimler dizisi inanılmaz derecede büyüleyici gözüküyordu.

Daha öncesinde böylesine çarpıcı, güçlü ya da net çizimler görmediğimden emindim. Okuldaki akademisyen hocalarım bile bu adamın yeteneği karşısında diz çöker ve tapardı.

"Çizimin bittiyse gel." diye bir ikaz duyduğumda dişlerim insafsızca dudaklarımı ardı arkası kesilmez bir şekilde ısırmıştı.

Titrek avuç içime bastırdığım kağıdı alarak hızlı bir şekilde ayağa kalktığımda artık ne olursa olsundu. Gözlerim ilk olarak beyaz halının üstünde duran ve daha yeni Savaş Bey'in umursamazca ezip geçtiği kırışık kağıt üzerindeki çizimlere gittiğinde kesin ve kesin olarak işten atılmışım demekti.

"Bitti sayılır." dedim tereddütle.

Adım atmadan bile ayaklarıma rahatsızlık veren topuklu ayakkabılarımın içinde her ne kadar rahatsız olsam da bunu belli etmemek adına güzel bir kıvrım eşliğinde onun masasına doğru yürümeye gayret ettim. Umarım çizimim ile alay etmez, sadece muhasebeye gidip hesabımı kestirmemi söylerdi.

"Evet bitti." dediğimde kime neyi kanıtlamaya çalışıyorum diye düşündüm.

Masamdan birkaç adım kadar uzakta olan masasına doğru yürürken elleri arasına aldığı bir yığın çizimli kağıtları arkasında duran kağıtlarla dolu büyük çöp kovasına atıp kalemlerini düzenli bir şekilde kalemliğin içine bıraktı.

"Bir bakalım."

Odada sadece ince topuklu ayakkabımın sesi yükseldiğinde ellerimin arasında duran çizimi hemen arkasında duran çöp kovasına atarak buradan uzaklaşmak istiyordum. Bir moda tasarım öğrencisi olarak topuklu ayakkabı üzerinde bile tam olarak duramıyordum ki, böyle çalışkan ve işinde iyi bir patronun iş yerinde ne işim vardı?

"Odamda bir podyum varmış gibi yürümeyi kes de çizimlerini getir asistan."

Tedirgin bir şekilde masasına bıraktığım kağıt ile anında geri çekildiğimde iki elimi de saygılı bir şekilde karnımın biraz alt hizasında birleştirerek vereceği herhangi bir tepkiyi veya yapacağı bir yorumu bekledim.

Parmaklarım etlerimi lime lime koparmak istercesine eziyordu. Bir şey söylemeden masasına bıraktığım kağıdı eline alıp daha yakından görmek için yüz hizasına doğru yaklaştırdı ve pür dikkat baktı.

"Birkaç kıvrımda belirsizlik var." dedi incelerken. "Ama bu nihilizm kaynaklı değil, kafa karışıklığından olmuş."

Ondan tutsak edici sözcükler koparmak istiyordum fakat üzerime kurduğu baskı sadece basit bir çizim yapan sıradan bir öğrenci olduğumu beynimin tüm noktalarına kazımak için tekrar ve tekrar bağırıyordu.

"Peki beğendiniz mi?"

Bir veya iki gibi küçük bir zaman dilimi ile incelediği çizimimin olduğu kağıdı düzenli bir şekilde önünde duran mavi dosyanın içine koyduğunda gözlerim külçe gibi ağır bir halde kapanıp açıldı.

"Fena değil." dediğinde aldığım nefes içeride bayatlamış bir şekilde dışarıya kendini teslim ederken ne yapacağımı bilmiyordum. "Sadece cetvel kullanmayı ve metodik gitmeyi öğren." dedi ve ekledi, "Çocukken masal dinlemediysen."

Şaşkınlık içinde dudaklarım arasından süzülen, "Beğendiniz mi?" sorusu ile onun kaşları ciddi bir tavırla çatılırken ben heyecan içinde olduğum yerde zıplamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Kötünün iyisi." deyip arkasına yaslandı. "Bu ay kreasyon konusu kış ve sen de bana yardımcı olacaksın."

Kendimi aptal ve basit kızlar gibi sırıtan bir halde bulduğumda silkelenerek kendime gelip son bir derin nefesi bedenime bahşettiğim anda aynı zamanda suratımı düzlüğe yakın bir hale getirdim.

"Memnuniyetle."

Eli ile halıda ölü gibi yatan kağıtları gösterip, "Şunları topla." diye devam ettiğinde yutmakta olduğum vücut sıvım boğazıma tıkanıp kalırken kağıtlara şöyle bir göz attım.

Baldırlarımı sıkı bir şekilde sarıp kaslı kıvrımlarımı örten renksiz çoraplarım yeni yeni doğmaya başlayan güneş ışınlarının pencereden içeriye süzülmesiyle parıldıyordu.

"Ben mi?" diye sordum, "Kağıtları mı toplayayım?"

Örümcek ağı gibi incecik ama cam gibi de kaygan olan bu çoraplar, bacaklarımı başarılı bir imitasyon gibi ince gösteriyordu. Buna eminim. Fakat özelliklerini saydığım bu çorabın en kötü yanı, beni sımsıkı sarması idi.

"Odada senden başka stajyer görmüyorum ama istersen bir başkasını alabiliriz."

Çoraplarım sayesinde hissettiğim darlık ve ilk defa giyip yürümeye çalıştığım ince topuklu ayakkabılarım ile dizlerimin üstüne eğilip yerdeki kağıtları tek tek toplamak, suya yazı yazmak kadar zor ve imkansızdı.

"Bir temizlik görevlisi eminim ki yardımcı olacaktır." deyip pratik bir cevap verdiğimi düşünerek benim için ayrılan masaya doğru yürümeye başladığımda bariton sesiyle olduğum yerde kalakaldım.

"Kağıtları topla ve bana ver asistan."

Bozuntuya vermemek için ifadesiz olarak kalmayı tercih eden suratım ne yapacağını şaşırırken düşman askerler tarafından savunmasız yakalanan bir asker gibi pes edip zorlanarak dizlerimin üzerine çökmek durumunda kaldım. Tek gayem ise elbisemin kısalığı yüzünden herhangi bir frikik vermemekti.

"Topluyorum, tabii." diyerek ekledim. "Bu seferlik."

Üzerlerine basılıp geçildiği için ayak izleri ile dolu ve çoğu yeri kırışık olan kağıtları halıdan birer birer toplamaya başladığımda nedeni bilinmez bir şekilde sırtımda bakışlarını hissediyordum. Tek düzen içinde kağıtları toplamaya devam ettim.

"Bu çizimleri gerçekten atacak mıyız?"

İç çamaşırı çizimleriyle dolu olan kağıtlar öylesine özen dolu bir kalemin elinden çıkmıştı ki şayet böyle çizimleri yapabilsem çerçeve içine koyup odamın duvarına gururla asardım. Oysa bu pahasız olan çizimleri beğenmeyerek burun kıvırıp yerlere savurmuştu.

"Bunlar çok güzel." diye mırıldandım kendime ve beğenime engel olamayarak. Üst üste dizdiğim her bir kağıt ile onun çizimlerine karşı olan hayranlığım artmaya devam ediyordu.

"Bunları beğeniyorsan vay halime." dedi kibirli bir sesle. Ardından aynı tonda devam etti. "Seninle çok işim var demektir."

Dizlerimi karnıma doğru biraz daha bastırarak yaklaşık elliye yakın kağıdı halıdan toplamaya devam ettiğimde ortamdaki tek ses kağıtların hışırtısı ve nefes sesimdi. Böylesine sessiz kalabilmeyi nereden öğrenmişti?

Sonunda kağıtları yerden toplama görevim sona erdi. Titreyen ayaklarımın üzerine daha net bir baskı ile bastırıp ayağımın kayarak düşmemem için kendimi olduğum yere sabitledim. Sonrasında ise oldukça dikkatli bir şekilde elimdeki kağıtlarla ayağa kalktım.

Çok bir iş yapmamış olsam da nefes nefese kalan göğsüm inip kalkıyor, patronum görevimi tamamlamamı bekliyordu. Ellerimin arasına biriktirdiğim kağıtları büyük bir titizlikle düzene sokup ona döndüm.

Bıkkın bir şekilde beni izliyordu. Aslında o kadar da yavaş bir şekilde yapmamıştım. Sıkılması tamamen onun sabırsızlığındandı.

"Buyurun." Heyecandan titreyen parmaklarımı belli etmemek adına sıkıp kağıtları Savaş Bey'e uzattım.

Hızlı bir hamleyle avuç içimden aldığı kağıtları yine çevik bir hareket ile arkasında bulunan çöp kovasına attığında daha yeni verdiğim zorlu mücadele sonucu elde ettiğim başarımın çöpü boylaması beni bir miktar üzmüştü.

Bir şey söylemeyeceğini anladığım vakit kendi masama yürümeye yönelik attığım adım yine onun diktatör sesi ile olduğu yerde kalakalırken acaba bu sefer nasıl bir şey isteyerek sınırımı ve sabrımı zorlayacaktı merak etmiştim.

"Bekle, sana kataloğu vereceğim." deyip ayağa kalktığı an bedenim heybetli duruşundan irkilmişce geriye doğru bir adım atmak ve atmamak arasındaki o ince çizgi arasına sıkışıp kalmıştı. Olduğum yerde bekledim. "Evde incele, bana alış. Kalemimi öğren ve çalış."

Bir cenazeye gider gibi giydiği kolalı gömlek, siyah takım elbise ve siyah saati onu oldukça ciddi gösteriyordu.

Hızlı, kendinden emin ve seri adımlarla yanımdan geçip çekmecelerin olduğu yere doğru yürüdüğünde sadece göz ucum ile onu süzdüm. Sanırım biraz daha ayakta dikilmeye devam edersem çığlık atarak topuklu ayakkabılarımı odanın dört bir yanına fırlatacaktım.

Hemen yanımdaki çekmeceyi açmak için daha yeni benim yaptığım gibi diz çöktüğünde o kadar çekici gözüküyordu ki biraz evvel ki çömelişim yüzünden utanç duyuyordum. En alt çekmeceyi sert bir çekiş ile açtı.

"Çok sevinirim."

Çekmeceyi açar açmaz etrafa dağılan kuvvetli ama kesinlikle kötü olmayan koku, sinüslerime kurşun kalem yontuları ve kurumuş mürekkepten oluşan bir karışımla hücum etti. Koku önce yüzümü naçizane bir vuruşla kapladı, sonra gözlerim hemen kitaplar ile dolu çekmecenin içini taradı.

"Kalemizin gerçekten çok keyifli."

Hepsi, kitap kapağının bir zanaat olduğunu göstermeye yemin etmiş sade kapaklı eserlerdi ve tarihi oldukları çok belliydi.

Her kitabın dokuma kumaştan veya deriden bir kapağı vardı. Bu adam ya tarihi eser hayranıydı ya da tam bir kitap kurduydu. Bir hınçla dolu olan çekmecenin en altından birkaç dergi çıkardıktan sonra rafı sertçe kapattı.

"Kitapları..." dedim, belki de susmalıydım. "Sever misiniz?"

Cevap vermedi.

"Arkandaki dolaba bak." dedi önceki sorumu duymazdan gelerek. "Orada da birkaç çizim defterim olacak."

Sessizlik içinde sadece başıyla işaret ederek gösterdiği dolaba doğru yürümeye başladım. Bu dolap, heybetli masasının hemen yanında üç çekmeceli bir komodindi.

Bacaklarımı bir ahtapot gibi saran ince çorabımın verdiği gerginlik ile tekrardan dizlerimin üzerinde çöktüm. Sırtım, bakışları yüzünden karıncalanıyordu.

Daha fazla bu şekilde kalmak istemediğimden ivediyle en alttaki çekmeceyi açmak için küçük metal sapa uzandığımda, arkamdan "Hayır hayır." diye bir uyarı geldi. "İlk çekmeceyi aç."

Sabahtan beri beni duymuyordu, görmek istemediğinde görmüyordu. Bazen odasında yokmuşum gibi davranıyordu. Aklımda çalkalanan tüm düşünceleri bir araya getirerek bir deli cesareti ile bana yaptığının aynısını yaptım ve seslenişini duymadım, kulaklarımı tıkadım.

Dediğinin tam aksine, en alt çekmeceyi çektim.

Çekmecenin içini açar açmaz tüm göz kamaştırıcılığı ile şaşaalı o şeyi gördüğümde bedenim yokuş aşağıya giden bir fren gibi boşaldı, geriye doğru sendeledim. Dizlerim sert zemine öylesine çakılmıştı ki inlememek için tüm gücümle kendimi sıkmak zorunda kalmıştım.

"Savaş Bey..." diye fısıldadım, büyük bir girdabın içinde oradan oraya savruluyormuş gibi hissediyordum. "Burada..." dedim. Boşluk. Bakışlarımı yutan bir boşluktu.

"Orada bir silah var, evet." diye beni tamamladı.

"Sizin mi?" diye şaşkınlıkla sorduğumda gözlerimi parlak metal kaplamadan ve üzerine ince bir işçilikle kazınmış isimden alamıyordum.

Beni tekrarladı, "Senin mi?"

"Hayır hayır, benim değil." diye saçmalayarak çekmeceyi sertçe kapattım. Sanki kapatınca içindeki silah, dört yapraklı bir goncaya dönüşecek ve yok olacaktı. Hiç var olmamış gibi.

"Senin değilse benimdir." dediğinde sesindeki müstehzi tınıyla yalın bir karanlığa doğru çekildiğimi hissettim. "Ne de olsa odada ikimizden başka kimse yok."

Sırtımda gezinen gözlerini, ona dönmeden tüm hücrelerimde hissediyordum. Etlerim lime lime parçalara ayrılmışcasına sızlıyordu.

"Sizin bir silahla ne işiniz olur?"

Hiç düşünmeden cevap verdi, "Tek sanat eserlerim çizimlerim değil, çizdiklerim."

Anlamak istemedim, anlamamak için yalvardı zihnim. "Anlayamadım?"

İrademin bedenimi terk ettiği saniyelerde ona doğru dönme ihtiyacı ile kavruldum. Dizlerimin üzerinde oturmaya bir son vererek yavaşça ayağa kalktım ve sessizce beni izleyen adama döndüm.

Henüz ne olduğunu bile anlamamıştım. Benden daha uzakta olduğunu düşündüğüm adam, iri bedeniyle bir adım öteme kadar sokulmuş ve daha yeni bir silah üzerine birbirimize sorular sormamışız gibi moda üzerine yazılıp çizilen dergiler getirmişti.

Dergileri ani bir hareketle tutmam için bana uzattığında gözlerim daha yeni gördüğüm, üzerinde Savaş Kaner yazan silahın olduğu çekmeceye öylesine buhran bir şekilde dalmıştı ki ne olduğunu bile anlamadan ellerimi omuzlarında buldum.

"Dergiler." dedi.

Şaşkınlık içinde irkilen bedenim onun kaskatı bedeninden destek alırken bir anda zeminin azizliğine uğrayarak kayan topuklu ayakkabım yüzünden tüm ağırlığım onun üzerine abanmıştı.

"Dergiler evet." diye fısıldadım.

Gözlerim kocaman bir şekilde açıldı. Elime tutuşturulan dergiler büyük bir gürültü ile yeri boyladığında, tir tir titreyen bacaklarım daha fazla ayakta duracak gücü kendinde bulamadığı için kontrolü tamamen ona bırakmıştı.

Şaşkındı, en az benim kadar şaşkın.

Kayan ayağım ve dalgınlığım yüzünden ne olduğunu bile anlayamadan ikimizde bedenlerimizi yerde bulduğumuzda bayılacakmış gibi hissediyordum. Altın bir külçe kadar sert olan göğsünün üzerine düşen vücudum her bir noktası ile ölmeye hazırdı ama felçli bir hasta gibi kıpırdamaksızın üzerinde kaldım.

Kulaklarım lavların içine atılmış gibi yanıyordu. Dudaklarım ise ne diyeceğini bilmez bir şekilde aralık bir halde kalırken kafamı kaldırıp üzerine düştüğüm adamın, patronumun, Savaş Bey'in gözlerine baktım.

O gözler kömür karasıydı, o gözler katran karasıydı.

~ ~ ~

Hello 👻

Bundan sonraki bölümlerde diyaloglar daha fazla, iç monologlar daha az. Hiç endişeniz olmasın.

Bölümü nasıl buldunuz? Yavaş yavaş Savaş Kaner'i tanımaya başlıyoruz mu dersiniz?

Yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyorum. Bir diğer bölümü yazarken yorumlarınızı okumak kadar keyiflisi yok.

Kendinize iyi bakın, hoşça kalın 🩷

Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 132K 73
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
817K 34.5K 50
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
1.6M 56.5K 79
Arya: Neden? Arya: Neden yaptın bunu? Arya: Neden beni aldattın?!
Atlas By m

Romance

55.6K 4.7K 20
Bir mantık evliliği hikayesi.