BANA KENDİMİ VER

By havvanurdan

2.5M 146K 89K

"Bir şeyleri anladığını anlarsa..." diye fısıldadı, dışarıdan bakan biri için şu an ayak üstü bir ön sevişmen... More

BANA KENDİMİ VER
1. BÖLÜM: "LEYNA"
2. BÖLÜM: "CEHENNEM"
3. BÖLÜM: "MERDÜMGİRİZ"
4. BÖLÜM: "SAVAŞ'IN İÇİNDEKİ YANGIN"
5. BÖLÜM : "ALLAME"
6. BÖLÜM: "ÖLÜM MARŞI"
7. BÖLÜM: "SİYAHU-L LEYL"
8. BÖLÜM: "LİVA"
10. BÖLÜM: "KATRAN KARASI"
11. BÖLÜM: "İDİOPATİK"
12. BÖLÜM: "BİDÂYET"
13. BÖLÜM: "ALAZ"
14. BÖLÜM: "ANKEBÛT"
15. BÖLÜM: "KAPALI KAPILAR"
16. BÖLÜM: "SARHOŞ"
17. BÖLÜM: "GÖLGE"
18. BÖLÜM: "SON AKŞAM YEMEĞİ"
19. Bölüm: "BORDERLİNE, NARSİST ve SADİST"
20. BÖLÜM: "DAVETİYE"
21. BÖLÜM: "AFRAZE"
22. BÖLÜM "RİYAKÂR"
23. BÖLÜM: "ŞANSIN GÜZELLİĞİ"
24. BÖLÜM: "LETÂİF"
25. BÖLÜM: "LAMİA"
26. BÖLÜM: "MÜDARA"
27. BÖLÜM: "ÖLÜLER DE KANAR"
BANA KENDİMİ VER

9. BÖLÜM: "MEYUS"

67.3K 4.4K 1.5K
By havvanurdan

Bölüm şarkısı: "Lana Del Rey - Doin Time"

Sadece Savaş sadece Leyna'lı bir bölüm ♡ Buna istinaden yorumlarınızı ve votelerinizi heyecanla bekliyorum. Keyifli okumalar!

9. BÖLÜM: "MEYUS"

Bu fokurdayan cehennem çukurunda, bir zebani ile yalnızdım.

İskender Bey, Savaş Bey'in onu odasından bir nevi defetmesiyle birlikte kolay gelsin dileklerinde bulunarak çıkıp gitmişti.

O an aralarında her ne varsa odanın duvarlarına zehirli bir kusmuk gibi püskürmüştü.

Ne İskender Bey ağabeydi, ne de Savaş Bey kardeş. Birbirlerine ağız dolusu kelime değil, lav akıtıyorlardı sanki. İkisinin de gözlerinde o an ölümü gördüğümü sandım, ikisinin de gözlerinde o yeşeren öldürme isteğini gördüğümü. O yarım kalınmışlık denen mereti ikisinin de gözlerinde gördüm.

"Ağabeyinizle birbirinizi çok seviyorsunuz." dedim kendime engel olamayarak.

Karşımdaki vahşi avcı başını kaldırdı.

Aciz bir av misali, kalbimin parelenerek göğüs kafesimin o kırçıl boşluğuna saplandığını hisseder gibi oldum. Bir hare geldi, oturdu kalbimin üstüne.

Zihnimde tüm konuyu canlandırdım, bir avcının avını yakalarken izleyeceği yolları düşündüm; ava giden bir leşçinin izleyeceği bütün yol detaylı bir harita ve kroki ile zihnime işlendi. Hepsinin sonunda kan ve revan vardı.

"Hep böyle boş mu konuşursun?" dedi.

"Gördüğümü söyledim o kadar." dediğimde alnıma terle yapışan saç tellerim beni ciddi bir ortamın en gergin anında gıdıklıyordu. "Üstüme vazife değildi, haklısınız."

"Kardeşin var mı?"

Sorusunun cevabını bilmeme rağmen düşünmek için kendime fırsatlar yaratmıştım. O esnada Savaş Bey, masasının üzerindeki rengarenk kalemleri tek düzen bir hizada dizmekle uğraşıyordu.

"Hayır, kardeşim yok." dedim birkaç saniyenin ardından.

"Düşmanın var mı?"

Gözlerim özenle dizdiği kalem dizisine gittiğinde yeni sorusu karşısında bu defa birkaç dakika kadar düşündüm. Aslında çok iyi bildiğim ama hatırlayamadığım bir hazdı bu, bir düşmanının olması.

"Hayır, bir düşmanım yok." dediğimde iradem dışı gergindim. Yorgundum, burada olduğum için telaşlı ve mutluydum fakat böyle bir soruyla karşılaşmayı beklemediğim gibi cevaplarımdan da emin değildim. "Bildiğim kadarıyla yok."

Bir süre sessizlik oldu.

"Sizin?" diye sordum, belki de ona hiç sorulmaması gereken bir soruydu. "Sizin düşmanınız var mı?"

"Düşmana ihtiyacım yok." dediğinde koyu renkli gözleri alaylı bir bakışla gözlerimi buldu. "Annem doğurmuş zaten."

Gülmek ve gülmemek arasındaki o ince çizginin eteklerinde dolaşırken dudağımın kenarının istemsizce kıvrıldığını ve buna müdahale edemediğimi hissettim. Aralarında ne olduğundan emin değildim, birkaç haftadır sürekli olarak birbirlerine iki küçük çocuk gibi laf sokuşturduklarına şahit olmuştum o kadar.

"O sizin ağabeyiniz." dedim ortamdaki meyus havayı bir nebze de olsa kırmak adına. "Eminim ki sizi çok seviyordur, siz de onu elbette."

Parmak uçlarını, özene bezene dizdiği rapido kalemlerden çekerek hemen yan tarafında her yere saçılmış olan marker kalemlere getirdi. Yüzüme bakmadan, birebir temasa karşı bir şekilde işlerini hallediyor ve aynı zamanda beni sorguya çekiyordu.

Bu pejmürde, gözlerinde bir şeyin içi, ortası, iç yüzü, bir gizi barındıran bu adamı anlamak zordu.

"Moda anlayışın yine gözlerimi kanatıyor." diyerek masasının üzerini toplamayı bıraktığında yüzünde yarı istihzalı yarı ciddi bir ifade vardı. Baştan aşağıya bedenimi süzdü. "Siyah kot ve basic tişörtler tedavülden kalksa halin nice."

"Yarın sabah janjan püsküllü, avangart bir elbise giyerim."

"Demode olmakta ısrarcıyım diyorsun yani." dedi ve oturduğu koltukta onda ilk kez gördüğüm bir keyifle arkasını yaslandı. "Oturmayı düşünür müsün?" diyerek ekledi. "Soracaklarım var."

Soracakları vardı. Elbet vardı. Beni bir çırpıda, nefret ettiği abisinin isteğiyle iş yerine kabul etmeyeceğini içten içe biliyordum fakat birkaç dakikadır bu gerçeği beynimin kör, karanlık yerlerine saklamıştım. Nefesimi, dengemi, zaman ve mekan algımı toplamaya çalışırken ürkek adımlarla deri koltuklardan birine adımladım.

O, mendebur bir cadının uzun, kirli ve pasaklı parmakları arasından çıkmış bir büyüydü ve bana mühürlüydü. Bir avcıydı. Bir avdım.

"Teşekkür ederim."

Sırtıma geçirdiği pençenin bedenime ateşlediği taze acı ile dudaklarımı ısırmaya hazırdım. Bu oyundaki her şeyi görüyordum. Uzuvlarımı nasıl bir mıh gibi duvara çakacağını, omurgamın iki tarafında çıkıntı yapan kürek kemiklerimi elleri ile nasıl da paramparça edeceğini. O benim katilimdi, bense faili meçhul bir kurbanı.

Gözlerimi araladım ve önümdeki iki deri koltuktan bir tanesine oturdum. İçimde bir volkan, haylaz bir kanguru gibi zarif bir hareketle oraya sıçramam gerektiğini bile fısıldıyordu.

Ellerini bir erkeğe göre fazla kibar bir şekilde hemen masasının üstünde birleştirmiş, kara gözlerini gözlerime kenetlemişti.

"Öncelikle uzun açıklamaları sevmem." deyip ellerine kurduğu bağı çözerek masanın üzerindeki dosyanın dış kapağını parmak ucuyla okşadı. "Sorular soracağım. Net cevaplar vereceksin."

Gözlerimi odakladığım güzel ellerinden kaldırdım. Oldukça basit bir refleks. Sebebi olmayan bir uyarı veya duygu. Sadece küçük bir şeytan, onun kusursuz yüzü varken ellerine bakıp durmamdan rahatsız olmuştu o kadar. Düşüncelerim ile çığlık atan beynim sessizliği indirgeyecek kadar irade sahibiydi. Kafamın içinde ikinci bir çığlık, daha kötü yankılandı.

"Sizi dinliyorum."

Bedenimi ele geçiren çığlık seli adeta uğultular şeklinde her bir yanıma hükmetmek için çıldırıyor ve gözlerim acı dolu, henüz akli dengesi kaybetmemiş bilinçli bakışları etrafa atıyordu. Karşımda tüm liderlik vasıfları ile oturan adam tıpkı bir çığ gibi aktı, sonu izlenmeyecek kadar ürpertici olan bir korku filmi gibi.

"Son günlerde en sık gördüğüm kişisin." dedi. "Bir nedeni vardır."

Çabucak, "Tesadüfen." deyiverdim.

"İskender'in sevgilisi misin?" diye sordu aniden, tüm ağırlığı ile yüzüme ucu ateşli olan okları savururken tuzdan heykeller gibi oturduğum yerde donup kaldım.

Sorduğu ani soru karşısında ne kadar mantık dolu bir cevap verebileceğimi tam olarak kestirmiş olamasam da uzun boynunu sıkmak, onu azarlamak, hatta dövmek istedim. Sinir ve endişe damarlarımın arasından vücuduma yayıldığında yerimden fırlamama az kalmıştı. Böyle bir kanıya nasıl kapılırdı ki?

"Özel hayatımın sizi ilgilendirdiğini sanmıyorum ama..." dedim. Öfke ile kan kusmak geldi içimden ama bu arzumu zar zor bastırarak bir inilti halinde boğazımda kalmasına izin verdim. "...ama hayır abiniz ile bir ilişkim yok."

Birkaç dakika önce avuç içlerine doldurduğu kara kalemleri önünde duran metal kalem kutusunun içine sesli bir şekilde bırakıp masasının üstünü pratik bir şekilde toplamaya kaldığı yerden devam ettiğinde o kadar rahat ve umursamaz görünüyordu ki sanırsın daha yeni sorduğu patavatsız soru öylesine bir şeydi.

"Peki İskender'le yatıyor musun?"

Bu defa boğazımın o ince borusuna bir dalga gibi yükselen titremeyi bastırmaya çalışmadan yumruk yaptığım elimi daha yeni düzenli bir şekilde yerleştirdiği kalem kutusuna vurarak yere düşmelerini bilhassa istedim ve izledim. Bu şiddet ve dağınıklık, derinlikten yoksun bir eylem değildi.

Sesim bir delinin ki kadar titrek ve sabit tutulamazdı, "Kendinize gelin!" diye bağırdım. "Siz beni ne sanıyorsunuz?"

"Buraya getirdiği ilk asistan adayı sen değilsin." dedi, "Bırak da geçmişte yaşadıklarımı göz önünde bulundurarak sorular sorayım."

Kalın parmakları masasının üzerinde ritmik bir halde oynamaya başladı. Umurunda bile değildi: Ahlaksızlığı su üstüne çıkan minik kabarcık gibi belirgin bir halde gün yüzüne çıktığında bedeninin her parçasını istila eden yakıcı bir soluk ikimizi de ele geçirmiş gibiydi. Gözleri her yana dağılan kalemlere kaydı.

"Çıkarken kalemlerimi toplamayı unutma."

Gözlerim güzelliği ile kendini gören herkese aşık eden ölüm çiçeği gibi, sırf birkaç altın diş için açılan yağma bir mezar gibi aralandığında karşımdaki adamın sanıldığından çok ve daha çok çekilmez olduğunu bir bir keşfediyordum. Bir de Gazel ne zaman onun zor bir patron olduğundan bahsettiğinde burun kıvırıp hayıflanıyordum.

"Buraya bir iş için geldim. Modelist asistanı gibi bir iş."

Şayet bu sefer herhangi bir haddini bilmezlikte bulunursa önce bu odayı onun başına yıkar, daha sonra gider bir restoranda bulaşıkçı olarak çalışır hayatımı kazanırdım o kadar.

Vakur bir şekilde koyu lacivert gömleği arasında kendini belli eden ve her an gömleğin düğmelerini tek tek patlatarak dışarı fışkıracakmış gibi duran kaslarını dikleştirdiği an nefes almayı unutalı hayli olmuştu. Kalbim nefessizlikten hızlı hızlı çarparken ona duyumsadığım saf kini kendime bir kez daha hatırlattım.

"Sürekli olarak seni bu odaya getiren etken nedir?" diye sordu, pekala bu gayet sorulası ve sorulması gereken bir soruydu.

Güçsüz bedenini kavuracağını bildiği halde ışığın çektiği bir böceğin kendi ayakları ile sıcak bilgisayar ekranına çekildiği gibi gerçeği söylemeye itilen dudaklarım dayanılmaz dürtüyü bastırmaya çalıştı.

"İlk gün tamamen tesadüftü." dediğimde bu gerçekten de doğruydu. "Sadece arkadaşımı ziyarete gelmiştim, sizinle öyle çirkin bir söz dalaşında bulunacağımızı hesap edemedim."

Kendi içinde daireler çizdi ve bütün nöronlarım kendisini bekleyen sonun yakınlığını haykırırken kısır düşünceler içinde bitkin düştüğümü hissettim. Fakat durum bunun çok daha ötesindeydi. Her şeyi, gücü, benliğimi alıp götürmek kadar öte.

"İkinci gelişim ise artık sizin kim olduğunuzu bildiğimdendi." Dudaklarımı ıslattım. "Zaman zaman dergilerde yazılarınıza ve tasarımlarınıza denk geliyorum, başarınız inkar edilemez."

"Bu kadar mı?"

"Sizinle çalışmak istiyorum çünkü..." diyerek başlattığım cümle devamını bahşetmeksizin sesimin içimde ölmesine izin verirken dilim ile dudaklarımı yalayıp devam ettim. "Amatör bir modacıyım ve sizin gibi deneyimli bir öğretmene ihtiyacım var."

Bir erkeğe göre fazla iyi ama genel bakışla biçimsiz gözüken kaşları kasılarak havaya kalktığında sadece birkaç saniye önce kurduğum cümlenin her bir kelimesi beynimin içinde bir makara gibi dönüp durmuştu. Yanlış bir şey söylemiş olamazdım değil mi?

"Nedense bana hiç inandırıcı gelmeyen bir tarafın var." dedi mekanik bir sesle. Ardından eliyle önündeki masada eğik duran kağıt parçalarını düzeltti, titizlik hastası manyak.

Bir kuş tüm iç organlarımı tarumar edercesine kanatlarını çırptığında, "Denemeden bilemezsiniz." diye iddia dolu bir cümle kurdum.

Doğal siyah bir renk, gözlerinin inanılmaz rengini daha çok belli etmek ister gibi ortaya çıkarıyordu. Tarif edilmesi mümkün olmayan soluk siyah, kömür siyahı gözler. Sonunda kendisinin dikkatli bir şekilde incelendiğini hissetti ve göz çeperlerini güçlü bir ülkenin en rütbeli askeri edasıyla gözlerime dikti. Bu bir savaşın ilanıydı sanki.

"Bir öğrenciyi işe alıp denemeye vakit ayırmayacak kadar profesyonel çalışıyorum." dedi. Ardından gözleri kıyafetlerime bir paçavra giymişim gibi bakındı. "Ama risk almadan da başarı elde edilmez."

Rahatlamış bir nefes aylardır içimde tutulduğundan tazeliğini kaybederek dışarı bırakıldığında kelimelerimin ağzımın içinde tükendiğini fark ettim. "Beni işe alacağınızı mı söylüyorsunuz?"

Ezildiğimi hissettim. Hissettiğim mutluluğun ağırlığı karşısında ezilip geçildim sanki. Böylesine kıdemli bir yerde staj yapmak iş hayatımın en iyi referanslarından biri olabilirdi. Yakıcı, derin bir nefes titreyerek kalbimin zarına değdiğinde irkilerek soluk alıp vermeye devam ettiğimde anlamamış gözlerle beni izliyordu.

Parmak ucu ile önünde duran ve hiç içilmediği doluluğundan belli olan su bardağını bana doğru yavaşça ittirdi, "Sen iyi misin?"

"Teşekkür ederim." diye fısıldadım zar zor. Akabinde titrek ellerim ile su bardağını avuç içime sıkıca alıp dudaklarımı ıslatarak tekrardan masaya bıraktım. "Sadece sevindim, kusura bakmayın."

Bütün bedeni umursamazlığı içinde ezilmiş gibiydi. Benim heyecan içinde oluşumun aksine fazlası ile sakindi, "Hislerin beni ilgilendirmiyor." dedi.

"Haklısınız."

Yüzü yeni karılmış bir betona gizlenmiş katıksız hissizlikti. Kaslarının gerilmesi kendisini ittiği donukluğun kanıtı gibiydi. Sıcak olduğunu sadece bakarak anlayabileceğim dudakları boğuk bir sessizliğe gömüldüğünde kulaklarımda bir uğultu hissettim.

"Kurallarım basittir." dedi en sonunda. "Her dediğimi yaparsan anlaşırız."

Başımı sakin olmayı dileyerek ağır bir hamle ile aşağı yukarı salladım. Kaldığı yerden devam etti.

"Titizliğe ve düzene önem veririm." deyip masasının altında duran küçük çekmeceyi açarak içinden kolaylıkla bulduğu bir defteri bana uzattı, anında aldım. "Bu deftere randevularımı yazarsın."

Bacaklarıma sıkı sıkıya kavradığım defteri bastırırken bedenimin bir arkaya bir ileriye sallandığını o an anlayabilmiştim. Tüm ağırlığımı oturduğum deri koltuğa verip dengeli durmaya çalıştım. Sakin ol Leyna, sakin ol.

"Haftanın 2 günü sporda olurum." dediğinde bu defa masasının üzerine çalışma saatlerinin düzenlendiği bir excel sayfasının çıktısını bıraktı. "O günlerde burada benim yerime çalışırsın. Kalemleri falan toplarsın, belki kitapları da."

Zırvalıklarını duymazdan gelerek sanki dinliyormuş gibi başımı aşağı yukarı sallamaya devam ettim. Bu adamı anlatacak bir sürü söz sanatı vardı. Onu bir teşbih ile canavara benzetebilir, açık istiare ile koltuğu olan inine sinmiş bir tilki diyebilirdim. Ama kısaca 'Çatlağın teki' demek daha makul gelmişti.

"İş yerimden biriyle ilişki yaşayamazsın." dedi net bir şekilde. "Aşka karşı değilimdir." diye devam ettiğinde pür dikkat onu dinlemeye başladım. "Seni veya diğerini işten kovarım, o kadar."

Uzun bir süre sonra araya girdim, "Böyle bir şeyin olmayacağına dair teminat verebilirim."

Şüpheci gözlerle beni onaylandı, "Aşk yok."

"Aşk yok." diye tekrarladım onu.

"Her şeyiyle siyah giymek tam bir moda katliamıdır." diyerek kurallarını sıralamaya kaldığı yerden devam etti ve tüm bedenimi süzerken göğüslerimde takılı kalması ile bir an için ellerimi göğüslerime getirip saklamak istedim, kendimi argumansız kalmış hissediyordum.

"Benimle çalışmak istiyorsan kendine çeki düzen vermelisin." Gözleri usulca saçlarıma değdi. "Ve o saçlar serbest kalmayacak. Sıkı bir at kuyruğu en iyi çalışma modelidir."

Dudaklarımın sessizliği ve peş peşe önüme serilen kuralların lisede haddinden fazla disiplinli olan müdüremizin okulun her günü yaptığı konuşmada geçen kurallar ile aynı olması beni tedirgin etmiş olmalıydı ki titredim. O berbat günlere geri dönmek istemezdim.

"Her sabah 6'da odamı toplamış ve kahvemi hazırlamış bir şekilde hazır olmanı istiyorum." deyip boğuk bir nefes aldı. Yaptığı bu hamle ile birlikte kabaran göğsüne yapışan gömleği cildiyle bütün gibiydi. "Dağınık bir adam değilimdir. Sana çok iş düşmez."

Emrettikçe hararetlenen ciğerlerim pus bulutu içinde kalmış gibiydi. Artık soluk aldığımı dahi hissedemiyordum. Bütün bunlar yön duygularımın adreslerini kaybederken bir pusula arayışı içinde etrafa bakınıp yakınma isteği duydum. Yoğun, karanlık bir bulut daha yanaştı gözlerimin paresine, o da kalbimin atmasını yavaşlatıyordu.

"Basit kurallarımı kavradığını umarak mühim olanlara geçmek istiyorum."

"Basitler evet." dedim, umarım sesimdeki imalı tını ona da geçmişti. "Sizi dinliyorum."

Avuç içlerimden salgılanan sıvıyla yumuşamaya başlayan defteri titrek ellerimle önümdeki deri detaylı zigon sehpaya bırakarak tüm iradem ile gözlerimi tekrardan ona çevirdim. O resmen katı kural kokuyordu. Sesi, bakışları, duruşu.

"Birlikte gecelerce çalışacağımız günler olacak." dedi tepkimi ölçmek istercesine. Suratımın o donuk hali şekil değiştirmezken bundan memnun olmuş gibi devam etti. "Ailen bir sorun çıkarır mı?"

"Ailem Kocaeli'nde." diye yanıt verdim rahat çıkarmaya çalıştığım bir sesle. "Ben bu şehre eğitim sebebiyle geldim. Bir sorun olmaz."

"Peki benimle şehir dışına gelebilir misin?" diye sordu bu defa. "Katılmam gereken defileler olacak. Asistanım olmadan katılamam."

Zihnimde gerçekleşen duygu aktarımı açık seçik biçimde ne zor günlerden geçeceğimi kavratmıştı bana. Özdeşleşme olgusunun bilinci içinde sorgulanmaya hazırlanan bedenimi derin ve uzun bir nefes almaya zorladım. Şimdiden bu adam ile yalnız kalmaktan ve konuşuyor olmaktan bıkmıştım. Bir de uzun geceler geçirmek... Beni nefessiz bırakmaktan öte cansız bile bırakırdı.

"22 yaşında reşit bir insanım." dedim bedenime yığılmış olan omuzlarımı dikleştirerek. "Kararlarımı kendim verebilecek yaştayım." diye devam ettiğimde bir yanım frene basmamı söylese de diğer yanım dik duruşumu ayakta alkışlıyordu. "Bu konular üzerinde endişeniz olmasın."

Bedenimin soğukluğuna karşı sanki odanın içi çok sıcak olmuş gibi kara kalem lekesi olan elleriyle birlikte teninin sıkılığından yüz tutmuş gömleğinin ilk düğmesini araladı.

"Bir diğer husus karakterin." Temkin dolu bir bakışla gözlerime baktı, durdu. "Yalan söyleyen bir asistan istemiyorum. Yalan yok."

"Yalan yok." diye tekrar ettim onu. Aslında yalanın en büyüğü daha işe başlamadan vardı. Bu koltukta oturuyor olmam bile yalandı, ben koca bir yalancıydım. Ona bir katile yardım ettiğimi söylemeyen kurnaz bir yalancı, bir pinokyo.

"Tehditler alabilirsin. Sana çizimlerim karşılığında para teklifinde bulunabilirler." diye soğukkanlılıkla devam etti. "Bunlar şirketimin başarısından doğan şeyler." Gözlerini, göz ucum ile süzerek dinlemeye devam ettim. "Böyle bir durumda karşı tarafın para teklifini kabul etmeyip durumu bana bildirirsen, daha fazlasını alırsın. Kimseye kanma ve iş yerimi satma."

"Bana güvenebilirsiniz." Bana güvenmeyin.

"Bunu zaman gösterir." deyip kararlı bir sesle meydan okuduğunu anımsatmaya çalışırken aramızda öylesine güçlü bir iletişimin olduğunu hissettim ki sanki o bir psikiyatrdı ve içimden geçen her bir kelimeyi gözleri ile görüyordu. "Bana bir yanlış yapmaya kalkarsan bu senin beyninin ne kadar küçük olduğunu gösterir. Benimle uğraşmak istemezsin."

"Endişeniz olmasın."

Ona vermek istediğim güven duygusu henüz kendi bedenimin içinde bile dolaşmazken nasıl bir bataklığa saplanıp kaldığımı anlayamaz halde bu koltukta canlı oturmaya devam ediyordum. Anında bir kaygının ve endişenin etrafımı kuşattığını duyumsadım.

Görünüşte bu endişemin sebebi yoktu. Fakat demezler miydi duyulabilecek en kötü endişe, hiçbir sebep yokken müthiş bir sıkıntıya dönüştüklerinde uyanık olmayı haklı çıkaran endişelerdi, diye.

İskender Bey yüzünden giriştiğim bu kirli oyun içinde, üzerim nasıl lekelenmeden sağ salim çıkacaktım bilmiyorum ama bu çirkin anlaşma karşımdaki aşırı dürüst yanlısı Savaş Bey'in kulağına gittiği ilk anda kendimi popoma basılan tekme ile dışarıda bulacağım kesindi. Bu neydi? Bir cambazın ip üzerinde yürümesi mi?

"Diğer kurallar zamanla." dedi ve sesine yüklediği ilahi ciddiyetlik perdesini aralayarak ortamı biraz olsun rahatlattı. "Şimdi tanışalım."

"Hı?" diye inledim şaşkınlıkla. Bir anda irkilerek kendini toplayan bedenimle birlikte dişlerim taze dudaklarımı hırsla ısırmıştı. Yeni yetme gibi sesler çıkarma diye ikaz ettim kendimi, sen profesyonel birisin Leyna. Koskoca polisleri, yalan ifadelerle kandırmış bir profesyonel.

"Ben Leyna Ersen." deyip kendimi toplamış olduğuma inanamazca derin bir nefesi havaya bıraktım. "Moda tasarım 4. sınıf öğrencisiyim ve haftanın 4 günü sizinle çalışmak üzere asistanınızım. Öyleyim değil mi?"

Dudağının kenarının az da olsa gözle görülür şekilde kıvrıldığına dair yeminleri geçtim, tüm kutsal kitapların üzerine ellerimi emince bastırabilirdim. Biraz daha zorlasa resmen tebessüm edecekti, bana ısınmıştı. Tanrı şahidim olsun o kadar da acımasız değildi.

"Öylesin." dedi düz bir sesle. "Bu kadar mı?"

"İzmitliyim ve burada bir ev arkadaşım var. Siz de tanıyorsunuz onu. Gazel." diye devam ettim onun bana miras ettiği tebessümü dudaklarıma yerleştirerek. "22 yaşındayım. Kardeşim yok. Haliyle düşmanım da."

Oturduğu yerde dikleşti. Çok uzaktan kıpırtıları sezilen ama ne olduğu seçilemeyen bir rüzgarın teninde uyandırdığı bir kasırga vardı onda.

"Bunlar önemsiz." diyerek kestirip attığında suratında daha fazlasını istediğini belli eden hain bir ifade vardı. Çok daha fazlasını, derine inmek istercesine fazlası. "Şimdi bana İskender ile olayını anlat."

Boğazımdan mideme doğru yol alan tükürük göçü, geçtiği yerlere bir darbe tadını bırakırken yemek borumun ezilip alt üst olduğunu hissetmem geç olmamıştı.

Gözlerimi karşımda oturan koca kuleye çevirdim. Bu adam tırmanması zor, ulaşması ise imkansız olan bir kuleden başkası değildi. Ben ona yaklaştıkça o bir kat daha yaklaşıyordu gökyüzüne.

"Bir olayımız yok. Üniversitedeki akademisyen hocam bir görüşme ayarladı." diye ağzımın içinde bir şeyler geveledim. Her şeyi öğrenebilirdi ama İskender Bey ile bir anlaşma yaparak katilin tekini hapisten çıkardığımı değil. "İskender Bey'de onay verip beni buraya getirdi. Bu kadar."

İşaret ve orta parmaklarını zarif bir şekilde havaya kaldırıp susmamı işaret etti ve "Avzem'e bir şey söylemeyeceğim. Daha rahat ol." diye araya girdi.

Avzem? O kimdi?

Gözlerim hafif bir şekilde kısıldı, şaşkındım. Kafam henüz bugün olanları ve şu an işe alınmamı bile kavramamışken hayatıma her gün yeni bir isim katılıyordu ve dahası bu isimlerin çoğunu bilmiyordum.

"Avzem kim?"

"Sana evli olduğunu söylemedi mi?" diye sordu, sonra ise kafası içinde birkaç şeyi tartıp biçti. "Avzem, İskender'in eşi. Benim de yengem gibi bir şey işte. Şu aile zırvalıklarını pek anlamam."

Beynimin içinde karman çorman olan yapboz yeni bir kişi ile iyice karışıp kalırken İskender Bey'in evliliği ile ne ilgimin olduğunu sorgulamadan edememiştim. Bana neden evli olduğunu söylemeliydi ki?

"Bilmiyordum. Bilmem de gerekmiyor." diye geçiştirdim ama o inatla geçmemişti.

"Evli bir adamla birlikte olmayı kimse hak etmez." dedi ve devam etti. "Sen de hak etmiyorsun."

"Bunu ima etmekten ne zaman vazgeçeceksiniz?"

Tüm konuşma buraya geldiğim ilk anda ki sorgulamaya tekrardan dönerken bu defa sinirle masanın üzerindeki kalem kutusunu fırlattığım gibi basit bir hareket yapmayacak, düzgünce ona kendimi anlatacaktım. Yoksa bu mide bulandırıcı soru daha çok karşıma çıkıp gururumu yıkmaya, her an patlamaya hazır bir bombaydı.

"Savaş Bey, anlamak istemiyorsunuz biliyorum ama abiniz ile bir ilişkim yok." dedim kesin ve keskin bir dille. "Beni buraya sadece işimi iyi yaptığım için getirdi, aramızda bir ilişki olduğu için değil."

Gözlerini sıkılmış bir şekilde devirdi ve "Emin misin?" diye sorguladı. Bir adam ne kadar kötü olabilirdi de kardeşi bile ona güvenmezdi aklım almıyordu.

"Eminim."

"İskender'i tanımadığına şimdi ikna oldum." diyerek arkasına yaslandı. "İskender'le tanışsaydın kendisi dışında kimse için kılını kıpırdatmayacağını iyi bilirdin."

Şu an peşi sıra söylediğim yalanlar içimde bir yangın çıkarmışlardı ve ben onları gün yüzüne çıkarmamak için alevler çevresinde dans ediyordum.

"Aile ilişkileriniz ile ilgilenmiyorum." dediğimde staj dosyamı kendime iyice bastırmıştım. "4 ay boyunca tek yapmak istediğim kendimi sektörde geliştirmek, entrikalara dahil olmak değil."

Hararetten boğulacak gibi olan göğüs kafesim, bedenimin bir parçası olduğu için benden utanıyordu. Birkaç saattir bana güvenden ve dürüstlükten bahseden Savaş Bey'i bile kandırıp kazanmıştım burada olmayı.

Ben artık kötü bir insandım ve bu gerçeği taşıyamayacak kadar da güçsüz.

Konuyu değiştirmek için sordum: "Stajım bir dönem, toplam 4 ay sürecek. Staj dosyamda birim sorumlum siz olacağınız için defterimi birlikte doldurabilir miyiz?"

"Kağıt zırvalıkları." diyerek geçiştirdi. "Bakarız."

"Peki 4 ay sonra stajım bittiğinde burada çalışmaya devam edebilir miyim?" diye sordum. "Tabii benden memnun kalırsanız."

"Burada 1 ay bile dayanan asistanım olmadı." dedi ve odasını gözüyle süzdü. "Bak, odamda kimse yok." dediğinde alter egosu karşısında şaşkındım. "4 ay sabredersen, iş yerimi senin üstüne yaparım."

Zoraki bir şekilde tebessüm ettim. Umarım bir gün bu adamı dövme fırsatım olurdu ve okkalı bir şekilde dövebilirdim.

"Bankadan maaş hesabı açtır ve muhasebeye bildir." dedi, "Asgari ücret ve genel sağlık sigortası."

Minnet edercesine başımı salladım. "Teşekkür ederim. Çoğu iş yeri stajyere maaş vermiyor."

Bir şey söylemeden masasının üzerindeki dosyalarını açarak incelemeye başladı. Birkaç dakika boyunca uslu bir kız çocuğu gibi oturup bekledim.

"Kendi odanmış gibi burada oturmaya devam edecek misin?" diye sorulan imalı bir soru ile oturduğum yerden ani bir şekilde kalktığım an zigon sehpanın üzerindeki defteri de çabucak kaptım.

"Yarın 6'da hazır bir şekilde burada olacağım." dedim hafif bir tebessüm ederek.

Savaş Bey oturduğu koltuktan gayri ihtiyari bir yavaşlıkla kalkarak kırışan gömleğini düzelttiğinde, bir kadın olarak ilk defa hemcinsim dışında birini güzel bulduğumu fark ettim. Patronum olan bu adamın çekiciliği beni ona hayran bırakmaya yeterdi ama o bir dürüstlük abidesiydi, bense bir yalancı.

Kemikli ellerini sıkmam için bana uzattı. Biraz önce verdiği defteri tek elim ile tutup boşta olan elimi bana uzattığı elinin içine bırakarak memnuniyetle sıktım. Yıllara süre gelen hayalim şu an avuç içlerimin arasındaydı ve ben sevinç içinde çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Şirketimin ismi Pusula." dedi soğuk ve düz bir sesle. "Adı çok manidardır." diye devam ettiğinde tuttuğu elimi hafifçe sıkarak sallamaya başladı. "Burası kendini kaybedenlerin yeri ve sen de burada kendini bulmaya hoş geldin."

~~~

Heyyoo, nasıl bir bölümdü? Beğendiniz mi?

Beğenileriniz ve yorumlarınız bir çiçek kadar kıymetli. Esirgeyip soldurmayın. Ne kadar çok kişi görürsem o kadar çok bölüm yazma aşkıyla doluyorum, sevgiler 🌸

Hepinizi öpüyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

2M 59.4K 71
Çiçek serisi 1 Zengin , güçlü ancak bir o kadar da sert ve soğuk bir adam . Adeta çelikten bir duvar. Hayatında yeniliklere , aşka ve kadınlara asla...
54.8K 4.9K 24
"Delibal, hem şifa hem zehir."
19.9K 1.1K 20
Bir araba kazası her şeyi değiştirir. Tıpkı Bulut Akın'ın hayatını değiştirebileceği gibi. Araba kazasından sonra Bulut hastaneden kaçma girişimind...
515K 37.7K 16
Çimlerin kralı, Fenerbahçe'nin göz bebeği Kuzey Karahanlı. Hayatını kariyerine adamış, tek amacı daha da başarılı olmak olan bir adam. Buz patenine...