The Sedition

By Boipoi

148K 14.5K 10.7K

Birbirimizi sevmek için yanlış dönemdeydik. More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm (M)
DU YU RUUUU
40. Bölüm - Final

5. Bölüm

4K 388 290
By Boipoi

Tekrar tekrar hatırlatmakta fayda var galiba tatlışlarım, şu anda fic 1978 Aralık'ında geçiyor. Yani eğik gördüğünüz yazılar geçmiş oluyo, zaten bir kaç bölüm daha böyle devam edecek ardından yine normal düzende 78 yılından yazmaya devam edeceğim. 

Bir de radyo konuşmaları eğik ama onların radyo yazıları olduğunu anlamamanıza imkan yok belli ediyolar kendilerini 

E o zaman iyi okumalar dileyeyim ve çekileyim <3 bölüm sonunda görüşürüz :* 


---


Eylül 1975


"Nasıl yani? Gösterişli büyük kapı yok mu? Peki ya çimenlerde yayılan öğrenci grupları?"

"Yabancı dizilerde gördüğün üniversite hayatını ülkemizden bekleme Lu, herkes ders çalışmakla meşgul."

"En azından büyük bir kapı beklemiştim." Hayal kırıklığıyla etrafıma bakmayı bırakıp Sehun'un büyük adımlarını takip etmiştim.

"Seni mutlu edecekse söyleyeyim, seneye büyük bir kapı yapılacağından bahsediyorlardı." Saçlarımı sevip sırtındaki çantayı düzelttiğinde sevinmiştim. Kapı olacağına değil, saçlarımı karıştırmasına.

"Bu bina da mı ders göreceğiz?" Heyecanla tarihi büyük mimari yapıyı göstermiştim. O ise hayır diyerek gülmüştü. "O zaman bu? Soldaki binayı işaret ettiğimde yeniden aynı tepkiyi vermesiyle yine omuzlarım düşmüştü. "O zaman biz nerede okuyacağız?"

"Üniversite hayatıyla ilgili diğer bir bilgi ise Luhan, hiçbir zaman o yola yakın, güzel, görkemli ve tarihi binada dersin olmaz. Orası çoktan sıkıcı hocalarla dolmuştur. Bizim binamız arka tarafta." Ben iki yıl boyunca bunun için mi çalışmıştım? Hayalini kurduğum hiçbir şey gerçek olmuyordu. "Ama iyi bir şey söyleyeceksem, soldaki bina kütüphane binası, ders çalışmaya girebilirsin."

"Gerçekten mi?" İşte keyfimi yerine getiren bir şey çıkmıştı sonunda.

"Evet, tabi yer bulabilirsen. Ben geçen yıl hiç yer bulamamıştım. Unutma, ülkenin en iyi üniversitesindesin. Herkes çalışıyor." Sıkıcıydı, oldukça sıkıcıydı.

"Sehun, hadi Gwangju'ya geri dönelim." Gülerek ağaç dolu bahçeyi adımlamaya devam etmişti. Adımlarımı ona uyumlu atarak yetişmeyi başardığımda kolunu omzuma atmıştı. Onun varlığı gerginliğimi ve korkularımı atıyordu.

Sehun'la birlikte evden çok uzakta, ülkenin en iyi üniversitesinde okuyacaktım.

Bir saniye.

Tanrım ben Sehun'la evden uzakta okuyacaktım. Tanrım ben Sehun'la yalnız bir hayata atılmıştım. Ama sorsanız kendimi hala okul gezisine gelmiş gibi hissediyordum.

"Bizim binamız burası. Geleceğin Tarihçisi ve Gazetecisi işte burada okuyacak." Bunu dediğinde heyecanım ve sevincim ikiye katlanmıştı. Geleceğin tarihçisi olmak... Daha şimdiden bana kasılma hakkını veriyordu. 

"Üst sınıf olduğun için sana saygı duymalı mıyım?"

"Sana mı?" Kaşlarını çatarak baktığında gülmüştüm.

"Çok özür dilerim, size demem gerekiyordu. Üst sınıf hazretleri." Dirseğiyle koluma vurup gülerek bizi bekleyen merdivenleri tırmanmıştı. Binanın içinin beyazlığı gözlerimi alırken daha şimdiden çalışmaktan beynimin akacağını hissetmiştim.

Koridorlar bile 'burada yürüyebilmen için zeki olman gerekiyor' diyordu sanki.

Büyük, ahşap çerçeveli camlar, kışın koridorun soğuk olacağını işaret ederken küçük bir şehrin küçük bir kasabasından buraya gelmenin çok farklı bir his olduğunu anlıyordum. Büyük bir adım atmış gibiydim, Yonsei Üniversiteliler için küçük, benim için Wufan'ın ayakkabıları kadar büyük bir adım.

"Seni arkadaşlarımla tanıştıracağım, hazır mısın?" Sehun'un parlak gözlerine de heyecan düştüğünü gördüğümde aynı şekilde büyük bir gülümseme vermiştim. Gerçekten çok heyecanlıydım.

Beni severler miydi acaba? Seveceklerini umuyordum. Sehun'un arkadaşıydım, Sehun'u seviyorlarsa beni de severlerdi. Kasabada bile beni herkes severdi.

Beni seveceklerdi.

"Sehun! Buradayız!" Yemekhaneye girdiğimizde o kalabalıktan kulağımıza ulaşan sese doğru bakmıştık. Siyah, parlak saçlarıyla bize zıplayarak neşeyle el sallayan çocuğu şimdiden sevmiş gibiydim. Sehun da onlara el sallayıp ardından yemek sırasına girmişti.

Kalabalık sıraya rağmen çalışanların el çabukluğu ile kısa sürede tepsilerimiz dolup taşarken burada da yiyecek sorunu çekeceğimi fark etmiştim. Tanrım bu yemekleri ben gün içine yayarak yerdim.

"Çok özledik Sehun seni, nerede kaldın? Bütün gün okulda seni aradık." Sehun'un arkadaşları olduklarını düşündüğüm çocukların olduğu masaya geçtiğimizde yüzümde cana yakın olduğunu düşündüğüm bir gülümseme vardı.

"Eşyalarımızı bıraktık." Sehun konuşmaya beni de kattığında sevinmiştim. "Sizi Luhan'la tanıştırayım."

"Ne kadar da sevimli biri senin aksine! Ben Kyungsoo." Eğilerek selam vermiştim.

"Merhaba ben Baekhyun. Sehun bizden pek hoşlanmadığı için büyük ihtimalle sana bizi anlatmamıştır ama bize senden çok bahsetti, hem de oldukça çok. Aynı anlattığı gibiymişsin! Tanıştığıma memnun oldum." Biz yemekhaneye girdiğimizde bize seslenen Baekhyun'du. Enerjisi yüksek birisi olduğunu daha ilk saniyelerden anlayabiliyordum.

"Bahsetmişti sizden de." Eğer bahsetmese Sehun'a işkence ederek ağzından laf alırdım. Kimlerle, nasıl birileriyle takıldığından haberdar olmalıydım. Ve en yakın arkadaşları bu karşımdaki ikiliydi.

"Ben de bütün Gwanggjulular bunun gibi sanırdım. İçlerinde kibarları da varmış." Kyungsoo'nun ağzındaki pilavı çiğnerken konuşmasına gülmüştüm. Aslında sanırım bizim oradaki kimse kibar değildi.

"Derse geç kalacağız konuşmak yerine yemeğinizi yeseniz?" Sehun'un uyarısıyla sessizce yemek yemeye başlarken onun hiçbir koşulda değişmediğini fark etmiştim. Hep söylenip şikayet eder ve sistemli hareket ederdi. Üniversitedeki arkadaşları arasında da baskın biri olmasına sevinmiştim ve ona yeniden hayranlık duymuştum.

Az yemek yemeyi ne kadar sevdiğimi bir kez fark ettiğim bir andı yine. Çünkü yemeğimi erken bitirip kalan zamanda Sehun'u izleyebiliyordum.

Gözlerimiz kısa bir süre buluştuğunda gülümsemişti. Her günümüz böyle birlikte yemek yiyip birbirimize gülümseyerek geçecekse bu üniversite hayatını oldukça sevebilirdim.Tabağımda kalan, başkalarına göre oldukça lezzetli olan yiyeceklere uzanıp ağzına atan Sehun'un sevimliliğinde kaybolmuştum.

"Kaç yıldır arkadaştınız?" Ancak unuttuğum şey artık yalnız, ya da bizimkilerle beraber yemek yemediğimizdi. Baekhyun ona olan bakışlarımı yakalamıştı.

"Doğduğumuzdan beri." Sehun benim yerime cevap vermişti.

"Böyle bir arkadaşlığınız olduğu için çok şanslı olmalısınız. Baksanıza hiç birbirinizi yalnız bırakmamışsınız."

"Şanslı olan kişi benim aslında. Böyle sessiz görünse de Luhan aslında hep çok sevilen biri olmuştur. Ben ise sevilmeyen. Arkadaşları her zaman Luhan'ı oynamaya çağırırken Sehun'u getirme diye uyarıyorlardı ve Luhan hiçbir zaman bensiz onlarla oyuna gitmedi." Çocukluk anılarımızı anlatırken dudaklarında aşık olduğum o gülüş vardı. Burun delikleri hafif büyüyor, anlatırken çubuk tuttuğu ellerini hareket ediyordu.

"Ne var? Aileniz zengindi. Senin oyuncakların daha güzeldi." Ona daha o zamandan beri onda gözüm olduğunu söyleyemezdim değil mi?

"Luhan'ın oldukça çıkarcı olduğunu da anlatmış mıydım?"

"Luhan'a dair anlatmadığın bir şey kaldığını düşünmüyorum ama kaldıysa da sonra anlatırsın. Ders başlamak üzere." Kyungsoo çantasını ve tepsisini aldığında onu takip etmiştik.

Sehun beni anlatmıştı.

Sehun bana dair çoğu şeyi anlatmıştı.

Tanrım Sehun beni arkadaşlarına oldukça detaylı bir şekilde anlatmıştı.

Hey! Burada anlattığı şeye neler dahildi?

"Bizim dersliklerimiz burada, dersten sonra görüşürüz Luhan. Memnun olduk." Yemekhanenin merdivenlerinde ayrıldığımda sevinçle uzun boyuyla okulun içinde oldukça dikkat çeken Sehun'a dönmüştüm.

"Arkadaşların beni sevdi mi gerçekten?" Alt dudağını ısırıp saçlarımı yeniden karıştırmıştı. Kısa olmaktan şikayetçi olsam da aramızdaki boy farkını seviyordum.

"Luhan seni sevmeyecek insan yok ki." Oldukça şımartılmış bir şekilde dik uzanan merdivenlerden çıkmaya başlaşmıştım onu takip ederek.

Üniversiteli olma fikri hiç de fena değildi. Özellikle her günüm böyle geçecekse.

İki kat çıkmamızın ardından koridorda ilerlemeye başlayınca dersimin burada olacağını anlamıştım. Bu iyiydi çünkü bir kat daha çıkarsam ilk önce öğreneceğim yer sınıf değil revir olacaktı.

"Burası senin sınıfın, programına göre dersin 15 dakika sonra. O zamana kadar sınıfta kalabilirsin değil mi? Benim dersim başlamak üzere de." Sevimli ses tonu bana bir şeyler açıklarken daha güzel oluyordu.

"Tabii ki."

"O zaman iyi dersler." Arkasını döndüğünde ne kadar aptal olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı. Derse geç kalacak olsa da öncesinde yapması gereken bir şey vardı.

"Sehun! Bir şey unutmuyor musun?"

"Yapma Luhan, unuttuğunu sanmıştım. Burada da yapmak zorunda mıyız? Benim bir havam var okulda."

"İyi şanslar kucaklaması olmadan seni bırakacağımı düşünmedin değil mi?" Pes etmeyeceğimi bildiği için oflayarak kollarını açmış ve beni arasına almıştı.

O saçlarımı deli gibi karıştırırken ben ise poposunu pat patlamıştım. İşte bizim şans tılsımımız burdu.

"Artık gidiyorum." Bozulduğunu belli ederek arkasını dönmüş ve dersliğine ilerlemişti. Ben de heyecandan mideme giren krampları görmezden gelerek kapıdan girmiştim.

En öne ya da en arkalara oturmanın iyi olmayacağını düşünerek ortalarda bir yerin camdan olan tarafına doğru yürümüştüm. Birkaç kişi vardı ama pek benimle ilgileniyor gibi bir halleri olmadığı için sessizce gözüme kestirdiğim yere geçip oturmuştum.

Ellerimi nereye koyacağımı bile bilemezken 15 dakika boyunca ne yapacağımı da bilemediğim için biraz dinlenmek amacıyla sınıftaki diğer kişiler gibi başımı sıraya koymuştum. Lisenin sıralarından daha rahat olduğunu söylemem gerekiyordu. Burada rahatla uyuyabilirdim ben.

"O oturduğun yer üç yıldır bana ait yeni gelen çocuk." Tepemde duyduğum sesle başımı kaldırmaktan o kadar çok korkmuştum ki. Belki bana dememiştir diyordum. Ama bana demişti işte.

Daha ilk günümden belaya bulaşmam imkansızdı değil mi? Bunu biz yapardık, her zaman dörtlü oturduğumuz için birisi bizim yerimize oturursa onu zorla kaldırırdık ve dönem boyu kötü bakışlar atardık. Ama sadece bununla kalırdı bu olay. Umarım üniversite ortamında da böyledir yoksa ilk günümden böyle bir olaya karıştığım için Sehun beni öldürürdü.

Daha ilk günden başıma bela açmış olamazdım. Eğer kafamı kaldırıp bakmazsam daha fazla sorun olacağını düşündüğüm için korktuğumu belli etmemeye çalışarak başımı kaldırmıştım. Sonrasında tepemde dikilen çocuğun yüzünü kısa bir anlığına görmüştüm, ardından kırılmaya yaklaşana kadar sıkılan kaburgalarımı hissetmiştim.

"Ben de 3 yıldır burada yalnız oturuyordum. İyi oldu yanıma oturduğun." Çocuk beni rahat bıraktığına şaşkınlıkla bütün bedenim tamam mı diye kontrol etmiştim.

"Sen kimsin?" Artık bunu soracak kadar samimi olmuştuk bence.

"Ben Jongin. 3 yıldır kalmam dışında pek bir özelliğim olduğu söylenemez ama benimle arkadaş olursan sevinirim. Çömezler çok sıkıcı oluyor da." Ben de çömezdim ama o da zaten bunu bildiği için umursamadım ve kendi başıma edindiğim tuhaf çocuğa gülümsedim.

"Ben de Luhan. Memnun oldum."


---------



"Burada ne işin var senin?" Az önceki korku dolu bekleyişim yüzünden üzerime yürüyüp bana bağırması bile korkutucu gelmiyordu. Onu karşımda görmek bana yetiyordu.

"İyi olduğuna sevindim." Hiçbir şey düşünmeden sıkıca sarılmıştım. Tanrım onu seviyordum. Şu an yaşadığım bu acı mutluluk başka neyle açıklanırdı ki? O beni sevmese de onu seviyordum.

Kalbim ona bir şey olacak düşüncesiyle deli gibi atarken onu görmemle dünyalar bana verilmiş gibi seviniyordum. O kollarını bana dolayacak kadar bile beni sevmese de ben onu üzerimin kirlenmesini umursamadan sarılıyordum.

"Eve gitmen lazım. Bu havada ne yapıyorsun burada." Kolumdan tutup evlerinin tersi yönüne doğru zayıf bedenimi sürüklediğinde zor da olsa ona karşı gelip kendimi geri çekebilmiştim.

"B-ben gidemem. Babam evde." Şu an o eve gitmek bu yağmurda sokakta kalmaktan daha kötüydü. Hiçbir yağmur babamın soğuk bakışları kadar üşütemezdi beni.

"Baban evde ve sen bu havada buraya mı geldin?" Sert bakışları değişip yerini şaşkınlığa bırakırken yaşadığım yoğun duygular da beni terk ediyordu yavaşça. Ben babam evdeyken dışarı çıkmayı nasıl başarmıştım ki? Delirmiş olmalıydım. Babam umarım bir an önce yeniden göreve dönerdi, yoksa ben eve dönemezdim.

Hala bana baktığı sırada başımı sallamıştım. Dediği gibi gerçekten aptaldım. Başım büyük bir derde girmişti ve...

"Çok üşüyorum."

"Üşürsün tabi aptal." Beni orada bırakıp cebinden çıkardığı anahtarla evlerinin kapısını açmıştı. "Ne bekliyorsun?" Beni çağıracağını bilmeme rağmen çağırmadan girmek istemediğim için bunu beklemiştim. Soğuktan ve ağlamaktan dolan burnumu çekerek sıcak eve girdiğimde yeniden ağlamamak için kendimi zor tutmuştum.

Bizim evimiz Sehun'ların evi kadar sıcak olamıyordu. Kendi odam hiçbir zaman Sehun'un odası kadar sıcak olamamıştı.

"Banyoya gir ben sana kıyafet getiririm." Banyoya girip aynadaki görüntümle karşılaştığımda ağlamamaya çalışsam da yine de birkaç damla inmeye başlamıştı ıslak yüzüme. Onun yüzünden böyleydim. Söz konusu Sehun'ken aklımı yitiriyordum ve o bana karşı en ufak bir duygu bile beslemiyordu.

Belki beslediği tek duygu acıma ve suçluluk duygusuydu. Onun dışında yüzümü bile görmek istemediğinden emindim. Başına bela oluyordum ve sorun çıkartıyordum sürekli. Böyle söylemişti ve haklıydı da. Ona sorundan başka bir şey getirmiyordum.

Çeşmeyi açıp suyun ısınmasını beklediğim süre boyunca ağlamaya devam etmiştim. Beni sevsin isterken farkında olmadan tamamen sevmemesi için elimden geleni yapıyordum. Fakat yapabileceğimin en iyisi buydu. Yanında kalabilmek için başka bir şey gelmiyordu elimden. Beni itse de, ona gitmeye devam edecektim.

Isınan suyu vücudumla buluşturduğumda titremem artmıştı. Soğuk bedenime temas eden su kendime gelmemi sağlarken hafif iç çekişlerim dışında iyiydim, iyi olacaktım.

Isınmaya başladığımı hissettiğimde biraz daha beklememin ardından suyu kapatıp gözlerimi silmiştim. Kızardıklarından emindim, gerçi o rüzgardan sonra kızarmayan bir yerimin kalıp kalmadığından da emin değildim.

"Buraya kıyafet bırakıyorum." Kapının dışından bana seslenmesiyle artık tamamen iyi olduğuma emindim. Beni sevmese de eğer böyle aptallıklar yaptığımda yanımda olacaksa her şeyi yapmaya hazırdım.

Kapıyı rahatsız edici gıcırtısı eşliğinde hafifçe aralayıp kulpuna astığı kıyafetleri alarak kendimi yeniden içeri atmıştım. Ben oradayken ortalıkta olmayacağını bilmeme rağmen yine de kapının salona açıldığını bilmek yanaklarımı kızartmıştı. Bu halde bile bunları düşünebilmem kendime geldiğimi gösteriyordu belki de.

Nemli vücuduma kıyafet giymekten nefret ederek hemen üzerime bir şeyler geçirdikten sonra elime geçen ilk havluyla saçlarımdaki fazla suyu alarak çıkmıştım banyodan.

Mutfaktan gelen seslerle ürkek adımlarımı oraya yönlendirmiştim. Acaba Sehun ne kadar sinirliydi. Beni öldürmek isteyecek kadar mı yoksa eve geri gönderecek kadar mı? Eve göndermesi zaten sonuç olarak ilk seçenekle örtüşüyordu.

"Kimchi çorbası yaptım, iç."

"Sehun b-"

"Yerinde olsam bu gece konuşma ve itiraz haklarımdan vazgeçerdim. Eve gitmek istemiyorsan tabii ki." Dediğim gibi, dışarıdaki havadan daha soğuk bakışlarıyla ve iğne gibi batan kelimeleriyle beni susturduğunda zaten ondan özür dileme hakkımdan da vazgeçmiştim.

Sanki sadece konuşmama değil, ses çıkarmama da engel olmuş gibi sessiz adımlar atmaya çalışarak sandalyeye oturmuştum. Masaya yetişebilmek için altımdaki sandalyeyi öne kaydırırken çıkan sese kızmasından bile korkuyordum.

Eğer babamdan biraz olsun bu kadar korksaydım şu an evden çıkmayıp sıcacık evimde radyo dinleyerek uyuya kalmıştım çoktan.

Kimchiden hoşlandığım söylenmezdi, kimchi çorbasını ise küçükken ağlayarak yediğimi hatırlardım. Fakat sanki Sehun yapmış olduğu için dünyanın en lezzetli yemeği gibi gelmişti bana. Ağız yakıcı derecede sıcak olmasına rağmen içmeye devam ediyordum. Ben de biliyordum, belki de dünyanın en kolay yemeğiydi ama onu Sehun yapmıştı. Soğukta kaldığım için, soğukta kaldığı için.

Eğer bunu içtikten sonra yine eskisi gibi sıcak olur muydu bana karşı? Aramızdaki buzları eritmeye yeter miydi?

Ne halde olduğunu merak ettiğim için korku içinde ona bakmıştım. Kaşları beni şaşırtmayarak birbirine en yakın şeklini almış, bakışlarıyla yemeğini daha da ısıtmak ister gibi odaklanmış yemeğini yiyordu.

Üzerini değiştirmişti, onu çirkin gösteren o lekelerden uzaktı. Bu haliyle fazlasıyla benim Sehun'umdu. Benimle konuşmasa da öfkeli olsa da bildiğim Sehun'du. Sevmek istediğim Sehun. Ona baktığımı fark ederek başını kaldırdığında gözlerinden ürkerek yemeğime dönmüştüm. Onun da aynı şeyi yaptığını fark ederek tam rahatlamak üzereydim ki sinirle elindeki kaşığı masaya bırakmıştı.

"Anlamıyorum! Kafayı yiyeceğim. Aptal mısın sen?!" Bunu ben de kendime soruyordum.

"Sehun..."

"Sus Luhan. Sesini duydukça öfkeden deliye dönecek gibi oluyorum." Artık ona bakamıyordum. Bakmaya cesaret bulamıyordum. "Dışarıda kıyamet kopuyor, baban evde ve sen bu kıyafetlerle beni saatlerce kapının önünde bekliyorsun. Aklım almıyor." Hırçın saçlarını çekiştiğinde gözlerim dolmaya başlamıştı.

O güzel saçlarına kıymasından nefret ediyordum. Benim dokunmak için can attığım o güzel saçlara...

"Ne yaptığımdan haberin var değil mi? Niye gittiğimi sıcak evinden çıkmadan önce biliyordun." Daha da sinirlendirmemek için başımı sallamıştım. "O zaman ne işin var burada? Ben kimseye görünmemek için bu havada dışarı çıkmayı göze alırken sen beni bekleyip ne yapmayı planlıyordun?" Cevap versem kızacağını bildiğim için sadece sessiz olarak ağlamayı tercih etmiştim. Elimdeki kaşık titriyordu fakat onu elimden bırakmak için en ufak bir gücüm dahi yoktu. "Endişelendiğin için geldin. Korktuğun için, başıma bir şey gelirse diye telaşlandığın için." Şu konuşmama işine bir son verebilir miydik?

Başımı sallamaya çalışırken gözyaşlarım yemeğe düşüp Sehun'un o güzel el lezzetine leke düşürüyordu.

"Bu hava dışında başıma ne gelebilir Luhan? İlk kez yaptığım bir şey değil. Neyinden korkuyorsun." Yüzümü soğumaya başlayan yemekten çekerek ona bakmıştım. Hala mı konuşamazdım, hala bana yakıcı bir kızgınlık mı besliyordu? "Sakın Luhan sakın. Daha henüz sakinleşmeye başlamışken sakın konuşmaya kalkma. Ne diyeceğini senden daha iyi biliyorum çünkü." Elbette biliyordu. Ama ona anlatmadan nasıl duracaktım ben.

Endişemden, korkumdan evde duramadığımı ona anlatmazsam olmazdı ki.

"O kadar şey yaşadık, hala nasıl beni seviyorsan." Kendi kendine mırıldanarak yemeğine döndüğünde bedenim tutuklu kalmıştı. Bahsettiği sevginin arkadaşlık olduğunu biliyordum. Ama yine de kalbim acımıştı. Onu nasıl sevdiğimi bilmiyordum.

Seni nasıl seviyorum Sehun, hem de nasıl.

"Yemeğini ye." Gözyaşlarım içinde kaşığımı yemeğe daldırmıştım. Ağlarken yemek yenmiyordu ki, ye demek kolaydı.

Zorla aldığım birkaç kaşıktan sonra daha fazla yiyemeyeceğimi fark etmiştim. Bunun nedeni şu an ki ruh halim değildi. Ben fazla yemek yiyemezdim ki. Ayrıca hala içimi çekiyordum ve bu bana yemeğin daha başında tokluk hissi vermeye yetiyordu.

Yiyemeyeceğimi fark etmiş gibi bana bakarak homurdanmıştı ve böylece bir kaşık daha almak zorunda kalmıştım, ardından bir kaşık daha. Kendi yemeğini bitirip kalkmış ve tezgaha bırakmıştı. Hareketleriyle eğer bitirmezsem ne kadar kızacağını şimdiden belli ediyordu.

Mutfaktan çıkıp gittiğinde içime bir şey oturmuştu. Ben yiyene kadar bekleyemez miydi? Bitirdi diye kalkıp gitmek zorunda mıydı?

Çarpıp duran oda kapıları o gitmiş olmasına rağmen yemek yemem için beni zorluyordu. Biraz daha yiyerek kendimi kusmaya hazırlıyordum. Çok yediğimde kustuğumu bütün mahalle biliyordu. Bu yüzden mahalle pikniklerinden nefret ediyordum.

Birbirimizi tanımayıp selam bile vermediğimiz komşuluk dönemine geçemez miydik hemen? İnanıyordum ki böyle bir dönem olacaktı.

Mutfağa yaklaşan adım sesleriyle içimde tuhaf bir sevinç olmuştu. Öyle ki kızmasın diye bir kaşık daha almıştım yemekten.

"Kusacaksın şimdi bırak yemeği, kızmayacağım." Önümden tabağı çektiğinde gözlerimden kalp fırladığına emindim. Eğer aşık olduğunuz kişi normal zamanlarda size demediğini bırakmıyorsa böyle düşünceli hareketler yaptığında mutlu olabiliyordunuz.

Peçetelikten saman rengi peçetelerden alıp burnumu temizlemiştim. İğrenilecek ya da utanılacak bir şey yoktu çünkü 78 yılında yaşıyorduk. Bu normaldi.

İçimi çekerek ona baktığım sırada masanın üstüne kafama vurmak istercesine ilaç bırakmıştı. Astım ilacıydı.

Bir saniye, nasıl ya? Benim astım ilacımın burada ne işi vardı? Gidip almış mıydı, bu hava da hem de?

"Öyle bakma. Tabii ki de bu havada gidip alacak kadar delirmedim. Buradayken bir şey olursa diye bulunduruyordum bir tane işte." Bu havada gidecek kadar düşünceli olmadığını gösterip soğuk davranmaya çalışsa da aptal, bilmiyordu ki benim için burada bir tane bulundurması daha fazla düşünce ve tatlılık doluydu.

İlk kez yıllardır kullandığım bu ilacı mutlulukla almıştım. Sanki bana lezzetli bir şey vermişti. (Fesats loading lkasdlşsk)

Kutuyu elimde sanki ilk defa görüyormuş gibi evirip çevirirken kendimi ilk defa sanılanın ve sandığımın aksine zeki hissetmiştim. Küçük bir umut olsa da, çok küçük dünyanın en küçük umuduyla kenar yüzündeki tarihe bakmıştım. Beklentim kesinlikle bu yönde olmadığı için görüp şaşkınlıkla küçük dilimi yutmak üzere olsam da belli etmemek adına yavaşça kutuyu elimden bırakmıştım.

Üretim tarihi geçen yılı gösteriyordu.

Biz o tarihte çoktan kavga etmiş ve birbirimizi gördüğümüzde yollarımızı değiştiriyorduk. 

Kavgalı olmamıza rağmen ilaç bulundurması sayesinde kışı görmüş kalbimi bir anda bahara ışınlamıştı. Gülümsemiştim, bana bakıyor olmasını umursamadan, öfkeli olmasını, yaptığım bütün aptallıkları umursamadan gülüyordum.

"Eğer burada sabahlamak istemiyorsan gelsen iyi olur. Ben yatıyorum çünkü." Su içtiği bardağı tezgaha bırakıp çıkarken onu takip etmiştim.

Bana böyle bir gecede mutluluk vermeye devam ediyordu. Odasının kapısını açıp ışığı yaktığında tanıdık kokunun yüzüme vurmasıyla mutluluk içinde ölebilirdim şurada. Eskisi gibi birlikte yatacağımız gerçeği ile gülümsememi sona erdirmiştim.

Tabii ki de deli gibi mutluydum. Ama eğer gülmeye devam edersem bana baktığı an utançtan yerin dibine girerdim.

Her zaman uzun bacakları tarafından düşürülmemek için duvar kenarına ben geçtiğim için yatağa ilk ilerleyen kişi ben olurken bileğimden tutmuştu.

Yapma, şimdi bana birlikte yatmayacağız dersen bu havada dışarı çıkıp köpeğine sarılarak uyurdum.

"Duvar tarafı soğuk oluyor, zaten yarın hasta kalkacağına eminim de neyse." Benden önce geçip yatarak arkasını dönmüştü. Ona son kez bakıp ışığı kapatmıştım. Hala konuşamıyor olmam haksızlık olsa da sessizce arkasına kıvrılmıştım. Bana yüzünü dönmeyeceğini, eskisi gibi onun kolunda uyuya kalamayacağımı biliyordum. Ama kokusuna sarılmak da yeterdi bana, onun sıcaklığıyla daha da ısınan yorganı örtünmek de yeterdi.

"İyi geceler." Sırtını pişmanlıkla izlerken ağzımdan dökülmesine engel olamamıştım. Buna da kızmazdı herhalde. Gözlerimin yeni hedefi olan başını hafifçe sağa döndürmüştü.

"İyi geceler." Cevap vermesi beni o kadar çok sevindirmişti ki sırtına sarılmamak için yumruklarımı bacaklarımın arasına sokmuştum.

"Özür dilerim." Eğer bunu demezsem kendimi gerçekten suçlu hissedecektim.

"Sus artık ve uyu."

İyi denemeydi Han Luhan.


-----


Gözlerim zorla aralandığında ilk başta yaşadığım kimlik kaybıyla nerede olduğumu anlamam zaman almıştı. Karşıdaki yeşil duvarda gördüğüm plaklar ve posterler bana olduğum yeri hatırlatırken saçma bir gülümsemeyle doğrulmuştum. Bana büyük gelen kıyafetler üzerimde saçma bir şekil almışken kollarımdan sarkan fazla kumaş parçalarıyla birlikte saçlarımı düzeltmeye başladığımda elektriklenmesiyle vazgeçmiştim.

Sehun neredeydi ki?

Pijama altımın büyük gelmesi yüzünden paytak bir yürüyüşle odasından hüzünlü bir veda eşliğinden ayrılmıştım. Ortalıkta olmayan Sehun'u arama işini sonraya bırakıp lavaboya gitmiştim. Güzel kokulu pijamalara işemek işten bile değildi.

Saçlarımın ne kadar uğraşırsam uğraşayım şekil almayacağını bilerek yüzümü yıkayıp banyodan çıkmıştım. Sehun'un bu saatte bahçe dışında bir yere gitmeyeceğini bildiğim için dışarı çıkmaya karar verdiğimde duraklamıştım. Eğer bu halde bir kez daha dışarı çıkarsam Sehun beni kulağımdan tutarak eve götürürdü.

Gerçi mecbur gidecektim ama ikinci bir ağlayarak yemek yeme olayını yaşamak istemediğim için mümkünse kahvaltı saatinden sonra gitmem benim için iyi olacaktı.

Askılıkta gördüğüm montlarda tercih edebileceğim pek bir seçeneğim yoktu. Sehun'un abisinin burada giymek için bıraktığı montunu üzerime geçirip dışarı çıkmıştım. Terlikler için yapabileceğim bir şey de yoktu çünkü sanki Sehun bilerek kaldırmış gibiydi, ortalıkta ayakkabı gözükmüyordu. Bu kadar kıskanç olunamazdı.

Bahçenin yan tarafına dolanıp köşeden köpeğin tüylerini karıştıran Sehun'u izlemiştim. Köpeğe gülümseyerek bakıyordu. Bir zamanlar bana da gülümseyerek bakardı. Saçlarımı aynı bu köpek gibi karıştırarak sarılırdı.

Şimdi ise kendimi bir köpekle kıyaslayacak kadar küçülmüştüm gözünde.

Köpeği sanki varlığımı ve kıskançlığımı fark etmiş gibi olduğum yere dönüp havlamış ve bana yaklaşmıştı. Birkaç adım daha atıp bana gelmesi için çömelerek kollarımı açmıştım. Gövdeme yaslanıp başını omzuna yaslamasıyla gülmüştüm. Bana hala sıcaklık gösteren biri kalmıştı en azından. Sırtını sevdiğim sırada şımarıkça kollarımın arasında hareketlenip yüzünü bana dönmüştü.

"Yalamak yok." Dilini uzattığı sırada kendimi geri çekmiştim, fakat geri yaklaşmıştı heyecanla." Yalamak yok! Yalamak y-" Ve yapış yapış olan dilini yüzümde hissetmiştim.

Hatta beni sevmeyi daha abartarak ani hareketleriyle birlikte sırt üstü düşmeme neden olmuştu. Sehun'un kahkahasını duyduğumda aklımı yitirecek gibi olmuştum ki yattığım yerden kalkamamış, abisinin montunun ıslak kumla kaplamasına engel olamamıştım. Vurulmuş gibiydim, hem de kalbimden

"Daha küçücük köpeğe bile karşı bile duramıyorsun Luhan." Kendime gelip doğrulduğumda yüz ifadesi bu soğuk günde içimi ısıtmıştı.

"Küçücük dediğin köpek ben kadar Sehun."

"Sen de küçücüksün." Bunun anlamı konuşma yasağım artık kalkmış demekti.

"Neyle besliyorsunuz bunu anlamıyorum ki." Üzerimi silkip ayağa kalktığımda bana yaklaşmıştı, kalbim hızlanırken olduğum yerde duruyordum.

"Hadi seni bağlama zamanı geldi artık." Tamam, bana değil, paçalarıma yapışmış köpeğe yaklaşmıştı. 

Köpeği benden kurtarıp en az kendisi kadar büyük kulübesine bağladığı sırada onu izliyordum. Sanki dün gece bana parlayan çocuk o değil gibiydi.

"Üzerini giyinmen için illa abimin ya da Wufan'ın kıyafetleri mi gerekli?" Bana büyük gelen montu süzdüğünde söylemişti. Aslında seninkiler ilk tercihimdir demek istememiştim. 2 yıl önce olsa derdim tabii ki.

"Dün eğer mont giyseydim çıkamazdım. Bu halde çıkıp babamın şaşırma süresinden faydalandım." Doğrularak yürümüştü, tamam bu sefer bana yaklaştığından eminim.

"Hala çıkıp buraya geldiğine inanamıyorum." Bir şey itiraf etmem gerekirse, ben de inanamıyordum.

"Büyüdüm artık ben, babam da bunun farkında. Artık eskisi gibi fazla kızacağını sanmıyorum. 79 yılına gireceğiz neredeyse, biraz modernlik..." Umursamadığımı gösterir şekilde omuz silkmiştim. Keşke bu dediğime kendim de inanabiliyor olsaydım.

"Güzel rüya, ama hadi uyan da kahvaltı yapalım." Küçümseyici bir gülümsemeyle beni es geçip eve doğru yürümüştü. Yine mi bana yaklaşmamıştı yani?

"Han Luhan!" Onu takip etmek üzereyken sokağı dolduran sesle çakılı kalmıştım. Babamın sesi bu saatte bütün komşuları uyandırmaya yeterken acaba köpek kulübesine girsem babam burayı da arar mıydı?

Keşke babamın pamuk gibi olduğu o rüyadan hiç uyanmasaydım.

1979 yılında da aile baskısı vardı. 


------



Luhan'dan ilber hoca yaratmama 45 bölüm kala klasdlskşadkadşal sehunu da öyle bir geçer zaman ki osman yapıcam şlakdşlasklkdlaşskdsaşlkdlş

Ya bilmiyorum ben kavgacı hunhan mı seviyorum nedir bu bölüm çok hoşuma gitti şlkasdskdlşkdşa

Aslında bu bölüm şu malum olayı açıklayacaktım ama bu bölüm değilmiş o aşslkşasdkad daha gelmemiş sırası bu bölümü yazmam gerekiyomuş alşskdşa

3700 kelime oldu, e haliyle bu bölüme sıkıştırmayayım onu da şlksşdkasşld

Bölümler aslında geç gelmiyo lsakdşlask ben artık uzun yazıyorum çünkü *-* eski ficlerime bakıyorum başa yazdığım flashback kadar bölüm yazıp atıyomuşum gün aşırı şimdi onun en az ikiye katlayıp attığımdan en az bir hafta gecikmesi normal alşskdşla e üstüne bir de ablanız meşgul bebeğim lşaksşdlkla

Dedim ki Luhan'ın ayrılmaz kankaları her ficte baek ve soo oluyo çılgınlık yapıp sehuşun kankaları olsun dedim lşsakdaşslkdsdasşl 

Luhan'ın da kankası Jongin oldu ama bence çok güvenmeyin derim ona şlaksdasklaşskdş

Bir sonraki bölüm umarım şu kavga olayını açıklarım yoksa kendim de çatlayacağım badpoi olamıyorum gönül rahatlığı ile şlksdşaksdş 

Kapak değişti çünkü ünlü kapakçı İlolayda İlalaydanes henüz fice içine sinen bir kapak bulamadığı için takılıyo kafasına göre lşaskdşlkaslşdad onu çok seviyorum yıldızı parlasın <3 -iLtA-  (evlenme teklifi de ederdim de onu da sen yap şlaksdlşkas)

Kaisoo var kapakta diye de sevinmeyin çünkü bir iki bölüm sonra fic karışır Jongin'i Sehun'un abisine, Sooyu da Luhan'ın kardeşine falan veririm badpoinin daha kötü olduğu bi fic olacak çünkü alşksdşkdaşd

Yani tamam şimdi jongin ve abisi ne alaka o kadar delirmedim de yani beklentiyi yüksek tutmayın o beklentilere ev kurmayın aksdşadkş

Ya ben depresyondayım ondan çok saçmalıyorum fark ediliyo mu? şlkşlkşdalskşaka

Neyse siz bu bölümü okurken ben yine bir köşelerde geziyor olacağım 

Sizi seviyorum iyi geceler <15 

Continue Reading

You'll Also Like

2.5K 182 28
*Yibo'dan bir şey çalamadığını düşünüyordu Zhan ama Yibo'dan ilk olarak aklını çalmıştı Zhan daha sonra daha da değerli bir şey çalacaktı hem de en...
786K 64.6K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
1.3K 227 8
alt tarafı soru cevaplican amk.
3.8K 610 10
elimdeki topu henüz karşımdaki çocuğa atmamışken, gözlerimi gözlerinden çekmemişken, diğer kulüpler hakkında hiçbir şey bilmezken ve en önemlisi ben...