BANA KENDİMİ VER

By havvanurdan

2.4M 139K 81.4K

"Bir şeyleri anladığını anlarsa..." diye fısıldadı, dışarıdan bakan biri için şu an ayak üstü bir ön sevişmen... More

BANA KENDİMİ VER
1. BÖLÜM: "LEYNA"
2. BÖLÜM: "CEHENNEM"
3. BÖLÜM: "MERDÜMGİRİZ"
4. BÖLÜM: "SAVAŞ'IN İÇİNDEKİ YANGIN"
6. BÖLÜM: "ÖLÜM MARŞI"
7. BÖLÜM: "SİYAHU-L LEYL"
8. BÖLÜM: "LİVA"
9. BÖLÜM: "MEYUS"
10. BÖLÜM: "KATRAN KARASI"
11. BÖLÜM: "İDİOPATİK"
12. BÖLÜM: "BİDÂYET"
13. BÖLÜM: "ALAZ"
14. BÖLÜM: "ANKEBÛT"
15. BÖLÜM: "KAPALI KAPILAR"
16. BÖLÜM: "SARHOŞ"
17. BÖLÜM: "GÖLGE"
18. BÖLÜM: "SON AKŞAM YEMEĞİ"
19. Bölüm: "BORDERLİNE, NARSİST ve SADİST"
20. BÖLÜM: "DAVETİYE"
21. BÖLÜM: "AFRAZE"
22. BÖLÜM "RİYAKÂR"
23. BÖLÜM: "ŞANSIN GÜZELLİĞİ"
24. BÖLÜM: "LETÂİF"
25. BÖLÜM: "LAMİA"
26. BÖLÜM: "MÜDARA"
27. BÖLÜM: "ÖLÜLER DE KANAR"
BANA KENDİMİ VER

5. BÖLÜM : "ALLAME"

103K 5.5K 1.8K
By havvanurdan

Bölüm şarkısı : "Non Blondes - What's Up"

Paragraflar arası yorumlar bırakmayı ve küçük yıldıza dokunarak vote vermeyi unutmayın. Keyifli okumalar dilerim ʕʔ

5. BÖLÜM: "ALLAME"

Allame. Bir cinayetin kelam ile anlatılma sanatına denilirdi ve bunu ne zaman duysam garipserdim. Bir cinayet, nasıl olur da kelimelere sığardı?

Nefesi soğuk bir failin çığlığı kokan katil, gözlerimin önündeydi.

Kelimelerin gaf ile tükendiği, bir kartalın en derin savaşı içinde olduğu oluk mahzeni içindeydim. Vazgeçmek ve direnmek arasındaki ince çizgide. Kaybetmenin bir sonraki evresinde, tükenmenin arifesinde. Belki de yeni bir hayatın en başındayım ya da ölümün eşiğinde.

Böyle bir yerdeyim işte. Sanki kalsam canım yanacaktı. Gitsem de hayatım.

Morgda yatan ölülerden farksız olan bedenim sadece adını ve ne kadar huysuz olduğunu bildiğim bir adamın güvenli bulduğum kolları arasına sıkışmıştı. Etrafta olan birçok insan can havli ile kendilerini dışarı atmak yerine oradan oraya şaşkınca koşuyordu.

"Savaş Bey..." diye fısıldadım, dilim damağıma yapışmıştı.

Onun burada ne işi vardı? Dumanla kaplı zihnimin içine ilmek ilmek işlenen sorularla birlikte olduğum yerde birkaç saniye duraksamak istedim. Mahşer alanındaydım ve geçmişe dair aklımı kurcalayan gizler, ayak bileklerime kalın bir urganla sıkıca bağlanmıştı.

"Buradasınız..."

Son günlerde, baktığım her yerde bu adamla karşılaşıyordum. Bir iş yerinde, bir barda. Bir cehennem çukurunda.

"Burada ne işiniz var?" dediğimde suratıma anlamsız bir bakış atarak etrafı hırsla kolaçan etmeye devam etti.

"Bu soruyu sorması gereken kişi sen değilsin, benim."

Kalabalık, etraflıca dağılmaya devam ederken gözlerim barı bile isteye ateşe veren adamı arıyordu. Birkaç dakika öncesine kadar parlaklığı ile göz kamaştıran bar şimdi olabildiğince kasvetli, karanlık ve koyu görünüyordu.

Oradaydı. Tam karşımda.

Bir siluet gibi, tozlu gölgelerden ve barın içinden sızan turuncu ışıktan rahatça çıkıp gelmişti. Elinin teki yayvanca pantolonunun cebindeydi. Bize doğru sakin adımlarla yürüdü. Sadece bir şeytan, kendi krallığını kurduğu cehenneminde bu kadar rahat yürürdü.

Savaş Bey'in yanına kadar geldiğinde ikisinin de gözlerinde birbirlerini tanıyan bakışlar vardı. Turuncu alev, birden daha zalimce çöktü ve tüm detayları yutarak karanlık bir kırmızıya teslim etti.

Savaş Bey, göğüs kafesinin izbesinde saklanan bastırılmış çığlıkların hepsini bir anda hiddetle bağırdı, "Barı sen mi yaktın?"

Böyle bir soruyu duymayı beklediği belliydi. Cılız omuzlarını silktiğinde gözümde korkunç derecede zayıf bir canavar belirmişti.

Adam bir sosyopat gibi dürtüsel bir bakış ve sıcak bir nefesle, "Dudaklarım..." dedi. "Dudaklarım sigaramı tutmayı beceremedi." Akıl almaz bir rahatlıkla ağzında biriktirdiği tükürüğü Savaş Bey'in ayak ucuna püskürttü. "Bir daha olmaz."

Savaş Bey dayanamayıp derin bir soluk aldığında genzinden aşağıya boca ettiği duman isyan ederek koca bir öksürükle kendini dışarı attı. Bir an için boğulacağı hissine kapılmıştım ki birkaç saniyede kendini toparladı.

Nefesini tekrar kontrol altına aldığında sıcak derisinin üzerinde buz küpleri gezdiriliyormuş gibi irkilerek öfkeyle titrediğini görebiliyordum.

"Dudaklarının sigara dışında tutacağı çok iyi şeyler biliyorum."

Adam yutkundu. Yüzündeki pişkin bakış, utanmaz gülüş bir anda kayboldu. Omuzları dikleştiğinde Savaş Bey'in ardına iyiden iyiye sığındım. Bir yerlere çığlık atıp ayaklarım popoma vura vura kaçmak yerine burada öylesine bir sohbetin içindeymişim gibi dikiliyordum.

Barı kundaklayan adam nispet edercesine derin bir iç çekti. Bir ormanın kuytusunda, temiz bir havayı içine çekercesine.

"Dışarıda görüşürüz." dedi ve Savaş Bey'in omzuna dostane bir şekilde vurdu. Savaş Bey, adamın bu hareketinden ölesiye rahatsız olmuştu. Hiddetli bir bakışla kendi omzuna ve adamın eline baktığında ilahi bir güçle barın buz gibi soğuduğunu hissettim.

"Şansını fazla zorlama Sansar." dedi Savaş Bey. Sansar?

Sansar denilen adam, kızıla çalan düşüncelerini derin ve kirli bir burun çekişle dışarıya bıraktı. Dumandan kanlanmaya başlamış gözleri, saniyeler içinde beni fark ettiğinde olduğum yerden koşarak bir maraton koşucusu gibi çıkışa varabilecek özgüven ayak tabanlarıma koşullandırılmıştı.

"Sen hanımefendiyi güvenli bir yere götür." dedi adam. Gözlerimi, dişlerimi ve yumruklarımı sımsıkı kapayarak dizlerimin üzerine çökmek ve astım krizinden boğulmayı beklemek istiyordum. "Ölmesini istemeyiz, yazık olur, çok tazecik."

Savaş Bey dişlerini sıktığında bedenine süratle yayılan öfkenin, bir panik dalgasına eşlik etmesine izin verdi. Sanki uzun zamandır beni tanıyormuş gibi sahiplenici bir güçle bedenimi, bedeninin arkasına çekti.

Beni bir sır gibi sakladı.

Bu kadar alevin arasında buz gibi, kahredici ve son derece rahatsız olmuş bir tepkiyle adamı süzdü.

"Bulaşma." dedi, elleri kolumun üzerindeydi ve beni kaçmaya yer arayan bir av gibi sıkıca tuttu. "Kız benimle."

Hiçbir şey söyleyemeden sadece ve sadece ikisinin arasında dönen konuşmaları dinliyor, boğazımdan yukarı tırmanan histeriyi güçlükle bastırmaya çalışıyordum.

Birkaç kişi daha yanımdan koşarak alevin kollarından kaçıyordu, bense tam olarak burada durup ölümü beklemenin ne kadar mantıklı olduğunu zihnimin terazisinde tartmaya korkuyordum.

"Hay hay." dedi adam gamsızca. "Tadına bakmadan ölmesini istemeyiz." dediğinde bir adım geriledi, "Bir sonraki sefere artık."

Kulaklarımda çınlayan onlarca çığlık ve adım sesleri bir anda susmuş, sadece o adama odaklanmıştı. Birkaç adım atarak sisi yardığını ve büyük adımlarla uzaklaştığını görmüştüm. O kadar.

Bedeninin arkasına saklandığım Savaş Bey'in omzunun üstünden görebildiğim kadarıyla adam bir sis gibi gecenin içinden silinip gitmişti. Bir anda, çabucak, bu kadar hızlı nereye gitmiş olabileceğine bakındım ama onu bir kez daha göremedim.

"Kim bu adamlar?" diye sordum, saklandığım kuytudan çıkarak. Nefes borumdan tüm vücudumu ele geçiren kirli hava, beni boğuyordu. "Siz de mi onlardansınız?"

"Saçmalamayı bırak da etrafına bak." dedi sabırsızca. "Çıkış yolu bulmaya çalışıyorum."

Gözlerim takım elbiseli birkaç adama iliştiğinde sanki böyle bir kaosa daha önceden hazır ve temkinliymiş gibi barın her tarafından, içlerinde ne olduğunu, niye bu kadar önem arz ettiğini bilmediğim kâğıt yığınları topluyorlardı. Ateşten, isten, dumandan etkilenen tek ben miydim?

Savaş Bey, yanımızdan telaşla koşan bir adamı durdurarak sarstı, "Abimi gördünüz mü?"

Adam, dumanın verdiği bulanıklığı geçirmek istercesine gözlerini kırpıştırdı ve karşısındakinin kim olduğunu anlamak için dikkatle baktı. İlk soluğunda "Savaş Bey." dedi ve gözlerini kısarak iyice süzdü. "Abiniz çoktan dışarı çıktı Savaş Bey."

"Çıktı demek." dediğinde, sesinde aradığım telaşın yerine bolca hayal kırıklığı vardı. Neredeyse abisinin kurtulduğuna üzüldüğünü düşünecektim.

"Tamam." dedi hiç düşünmeden. "İçeride kimsenin kalmadığına emin olduktan sonra sen de dışarı çık."

"Tabii efendim, emriniz olur." dedi adam ve aklıyla zoru varmışcasına ateşlerin arasına doğru koşmaya başladı.

Yangın alevi zamana karşı bir savaş başlatmışcasına önümüze gelen her bir çıkış yolunu kapattı.

Benliğimin tuhafına gittiği kadarı ile güvenli bulduğum adam, beni yürütmeye çalışmasından bir dakika bile geçmeden tekrar durdu. Gözleri bir tarama kodlaması gibi tüm duvarları, kapıları süzüyordu.

"Kıpırdama." dedi ve karışık aklının aniden düzgün düşünmeye başlamasıyla yaşadığı şok, onu içinde bulunduğumuz dehşetten kurtarmaya yarayacak o hamleyi bulmaya yönlendirdi. "Burada bekle."

Ah, hayır. Beni burada bırakmazdı öyle değil mi? Elbette bırakırdı. O her şeyi ile acımasız bir adamdı. Çalışanlarına her günü panzehiri olmayan zehri altın sunaklarda sunup gününü gün eden küfredilesi bir patrondu. Bunları çok çabuk unutuyordum.

Beni barın köşesinde astım krizinin eşiğinde bulduğundan beri belime koyduğu elini hızlı bir hamle ile çektiğinde kendimi bir uçurumun kıyısında hissettim. Sanki astım krizi olanlar bir adım atsın demişler gibi.

"Kim bu adamlar?" diye merakla tekrar sordum. En azından ölümüme sebep olacak adamların kim olduğunu bilmek en büyük hakkımdı. "Sizin bu silahlı adamlarla bir ilginiz var mı?"

Cevap vermedi. Vücudu gerginlikle kaskatı kesilmişti, benden birkaç adım uzaklaşmaya çalıştı ama etraftaki duman onu bana daha çok yaklaştırıyordu.

"Siz bir modacı değil misiniz?" diye sorduğumda, hem çıkış kapısına doğru bir adım atmıştım hem de ciğerlerime derin bir nefes bahşedebilmek için çaresizce çırpınıyordum. "Siz bir tasarımcı değil misiniz?"

Beni duymazdan, görmezden, bilmezden gelmeye devam etti. Tek bildiği, yine kendi bildiğiydi.

"Nefes alma Aleyna." dedi emredercesine.

Turuncu alevlerin ardından bile fark ettiğim kömür karası gözleri bana kısa bir bakış attıktan sonra üzerindeki siyah takım elbisesinin ceketini bir çırpıda çıkardı ve kor alevlere daha da yardımcı olmak ister gibi ateşin üzerine attı.

Sanki istediği şeyin mümkünatı varmış gibi tekrarladı, "Nefes alma Aleyna."

Uzun, ince, belirgin kemikli parmakları üzerindeki gömleğin ilk düğmelerine gittiğinde kalan son dem gücümün kırıntılarını da ayakta durmak ile harcıyordum.

Gömleğini parçalara ayırdığında beynimin fonksiyonlarını bunu neden yaptığını düşünmeye harcamadan halsizce olduğum yerde sendeledim.

Ya yanarak ya da astım ile. Acaba hangisi daha özel ve hatırlanası bir ölüm olurdu?

Savaş Bey, gömleğinin hatrı sayılır bir parçasını burnuma bastırıp elimi de zorla üstüne kapattığında katilimin daha yeni barı ateşe veren psikopat değil de onun olduğunu düşündüm. Beni öldürmeyi bu kadar çok istediğini bilmiyordum.

"Sözümü dinle." dedi elimi burnumun üzerindeki gömlek parçasına daha çok bastırarak. "Nefes alma."

Bir yangının pençeleri arasındaki kapana takılı kalmıştık ve her bir alev parçası ciğerimizi parçalamak ister gibi üzerinde jiletlerle geliyordu. Tuhaf olanı ise bu sıcakta, buza dönmüş ellerini hissediyordum. Bu ateşte kara gözlerini görebiliyordum.

Burnumun üzerindeki gömlek parçası adeta bir zırh misali beni kirli havadan koruduğu gibi kalan bir gram temiz havadan da ediyordu. Bez parçasını nefessizlik içinde çektim.

Dilim ve damağım artık bir bütün olmuşlar ayrıyeten tek görevi paylaşmışlardı; bana susuzluk hissi vermek.

"As-tım..." diye mırıldandım.

Ellerimin arasından düşmeye yüz tutmuş küçük gömlek parçasını çevik bir hareket ile kendi parmakları arasına alarak burnuma daha şiddetli bir şekilde bastırdı.

"Başlatma şimdi astımına." diyerek terslediği beni, belimden tutarak yeni bir çıkış kapısı bulmak üzere yürütmeye başladı.

Vücudumun her bir noktası ki buna ayak parmak uçlarımdan saç diplerime kadar her bir hücremde dahildi, nefessizlikten gözlerim bulanıklaşmaya, beynim düşünmemeye başlamıştı.

Astım hastası birinin zaten az olan nefes alışverişini bir de kendisi bir bez ile tıkamaya çalışarak sadece ölümümü daha erken bir saate çekerdi o kadar.

"Neler olduğunu bilmeye hakkım var." diye direttim. İçime nakşedilen duman, ciğerlerimi dondurmakla tehdit eden bir eter gibi süzülüyordu. "Sizi bir tasarımcı olarak tanıdım. Öyle misiniz değil misiniz?"

Geceleri kabuslarıma giren, korkunç bir hayalet gibi haykırdı. "Tasarımcıyım!" ve ekledi, "Ama o da bir tasarımcı."

"Kim?" dedim, kafam allak bullak olmuştu.

"O." demekle yetindi. "Bu da benim için tasarladığı ölümün defilesi."

Sözleri. Başını ve sonunu bilmediğim sözleri anlamsız bir şekilde beynimin içinde yutuluyordu. Yalın bir karanlığın içinde, alevlerin arasında koca bir puzzle'ı birleştirmenin ne kadar zor olduğunu o an anladım. Ufak bir ihtimalle buradan canlı çıkabilirsem ancak. İşte o zaman her şeyi tam anlamıyla anlayabilirdim.

Burnuma sıkı sıkıya yapıştırdığı gömlek parçasını halsiz bir şekilde çekerek ayak ucumda tüm ihtişamı ile yanan alev topunun içine attığım da bedenimi tutan beden sinirden kasılmıştı.

"Ne..fes alamıyorum." diyebildim.

"Ne güzel işte." dedi soğukkanlılıkla. "İnan bana şu an nefes almak istemezdin."

Ona baygın bir bakış attığım an bir şey söylemeden boynumu kırarcasına tutarak yırtık gömleğinin olduğu göğsüne bastırdı ve nefes almamı tekrardan engelledi. Bu adamın derdi neydi?

"Buradan." diye komut verdi. Büyük elleri belimi sıkıca sarmıştı. "Dikkat et." dediğinde alevlerin üzerine basmadan yürümeye çalışıyordum. Benimle birlikte adımlarını ritmik bir şekilde atıyordu.

Birkaç adım boyunca sessizce, nefes almayı her şeyden çok istercesine onunla birlikte yürüdüm. Beni nereye çektiğinden bihaberdim. Rahatsız edici bir rahatlıkla, tamamen ona güvenmiştim.

Sadece on saniye kadar kafamı göğsüne bastırdıktan sonra bana bir asır gibi gelen yalnızlığın sesi, insanların çığlığını duymaya başlamamla son buldu. Kafamı etrafa bakınmak için kaldırmaya çalışsam da koca bir el buna engel olmuş, göğsüne daha çok bastırmıştı.

"Buraya gelin!" diye bir kadın çığlığı duydum. Ardından ambulansın siren seslerini. "İki yaralı daha var!" diye bağırdı aynı ses. "İki sedye daha getirin! Acele edin hadi!"

Kulaklarım kalabalığın çığlık sesleriyle birlikte sızlamıştı.

Kafam, sert göğsünden ayrıldığı an büyük bir boşluğa düşmüştü ve bu boşluğu gelen iki acil tıp teknisyeni de dolduramamıştı.

Tıp teknisyenleri, acil bir göz taramasıyla bedenimde yanık olmadığına kanaat getirerek hemen yanımda duran Savaş Bey'e döndüler.

Kafamı beni çok zorlasa da ona doğru çevirdim. Hali benden farksızdı. Burnu, yüzü ve elleri simsiyahtı. Gömleğini kendi elleriyle parçalamış, bölük pörçük bir hale getirmişti.

"Onun astımı var, onunla ilgilenin." dedi sağlık çalışanına. "Dumandan etkilenmesin diye burnunu kapatmaya çalıştım."

O an için hiç hissetmediğim kadar bir nefes darlığına düştüm. Boğazım tıkandı, gözlerim yandı, beynim ona yaptığı haksızlığı parsel parsel tüm bedenime yaydı.

Sırf astım atağım dumandan destek alarak kendini katlamasın diye gömleğini parçalayarak burnuma defalarca kez bastırmıştı. Ben ise beynimin tüm odacıklarında onun acımasız bir patron olduğunu avaz avaz bağırmıştım.

"Teşekkür ederim." diye fısıldadım ama büyük bir hiçliğe.

Sağlık çalışanları etraftaki diğer yaralıların yanından hızlı adımlar ile gelerek bedenimi dikkatli bir şekilde sedyenin üzerine yatırdığında etrafımda en azından bir teşekkür edebileceğim Savaş Bey aramıştım ama sonuç koca bir hiçti.

Etraf tamamen kıyamet alanı gibiydi. Şoktan ahmak ahmak etrafına bakanı mı ararsın yoksa baygınlık geçireni mi? Olay ile ilgili olan olmayan herkes vardı. Sadece o yoktu. Bu kadar kısa sürede nereye gidebilirdi ki? Üstelik o da dumandan nasibini almıştı. Belki yarası bile vardı.

Hiçbir şey söylemeden sadece gitti.

Sedye sarsıntılı bir şekilde havaya kalktığında düşecek korkusu ile kenarlardan tutmaya gücüm yoktu.

"Sık sık, derin derin nefesler alın." diye ikazda bulunan kadının dediğini yapmaya çalışırken, ambulansın içine henüz yeni girmiştik.

Alel acele bir şekilde burnumun ve ağzımın üzerine yerleştirilen büyük ihtimalle de içinden vücuduma bolca saf oksijen verilecek olan maskeyi suratıma sabitledi.

Gözlerim kötü bir karanlığın içinde kaybolmaya meyilliydi. Kirpiklerim bir daha açılmak üzere kapanırken hayal meyal ambulansın içine suratında oksijen maskesi ile binen bir Savaş Bey gördüm.

Hayal veya meyal.

∞ ∞ ∞

Burun deliklerimin arasından sızarak beynime yerleşen havanın damağımda bıraktığı tat, çürük bir domatesin paslı bir bıçak ile kesilmesine yakındı. Gece, koyu renk bir sayfaya dökülen siyah mürekkep misali, gözlerimin önünde dalgalanırken yavaşça nefes aldım.

Sanki ciğerimin üzerine ince bir jelatin geçirilmiş ve üzerine de sert bir demirden çark yapılmıştı. Her nefes aldığım anda içime saplanarak bana acı çektirmeye bayılan sadist bir çark.

"Teşekkür ederim." diye fısıldadım kurumuş dudaklarla. "Beni oradan çıkardığınız için."

Titreyen parmak uçlarımı yattığım hastane yatağına hizalayarak bir kaç saniye viraneye dönmüş halinden kurtulmasını bekledim. Sahi kaç saattir uyuyordum? Ya da kaç asır mı demeliyim? Bedenim, bilhassa kemiklerimi kaplayan et yığını adeta uyuşmuşluktan hissiz bir hale ulaşmıştı.

Burnumu gıdıklayan borunun verdiği rahatsızlık kendini iyiden iyiye göstermeye başlamışken, yavaş bir nefes daha aldım.

Bir hastane odasında yalnızdım.

Elimin üzerine vuran yanma hissi ile gözlerimi oraya çevirdim, lanet bir serum yaşatılmak üzere damarıma bağlanmıştı. Elimin üst yüzeyinde, sanki bir şey tenimi pençeleriyle ya da sivri dişleri ile yaralamış gibi iki üç çizgi belirmişti.

Ve birden güçlü, sert ve insanın aklını başından alacak bir şekilde kapıyı açarak bana endişeli gözler ile bakan Gazel'e şaşkınca baktım.

"Leyna." diye fısıldadı, sarı saçları karman çormandı. Gözleri ise bir gecenin uykusuzluğunu taşırcasına kırmızı, mor halkalar ile kaplıydı.

"Gazel..." diyebildiğimde sesim o kadar boğuk çıkmıştı ki bir an için durup kendime acıdım.

Ağlak gözlerle yanıma koştu, "Şükürler olsun iyisin." dedi. "O kadar korktum ki."

Sızlayan dudağımı ısırdım ve "Ben iyiyim, korkma." diye teselli verdim. Vücudum dostluk ile uyuşmuştu sanki. Ta ki aklıma gelen o isimle birlikte.

Savaş Bey.

Sanki kalbim bir hiçliğin içinden geçti ama bu frijit gibi bir hiçlikti ve odacıklarının buz gibi bir soğuk ile kesildiğini hissettim.

"Savaş Bey?" dedim, çok meraklı çıkan sesim beni ve bana sarılmayı bırakan Gazel'i rahatsız etmeye yetecek cinstendi.

Gözlerini kırpıştırarak baktı, "Doktorlar senin duman yüzünden nefessiz kaldığını söyledi." dedi şaşkınca. "Yoksa... Yoksa beynine oksijen gitmeyince... Sen iyi olduğuna emin misin Leyna?"

Acıyan ve halsizlikten neredeyse kullanılmaz hale gelen ellerimi havaya kaldırarak omzuna bir tane geçirdim.

"Dalga geçme de söyle, o nasıl?"

Gazel'in yüzündeki kireç rengine bulanmış ifade daha çok şaşkınlık içinde ölü bulunan bir balığa benzerken tepkisizce bana son bir kez daha bakıp dudaklarını araladı.

"Sen delirdin mi?" diye sordu ve en acısı bunu cidden soruyor olmasıydı. "Savaş Bey ne alaka?"

Gözlerimi yana doğru hızlı bir şekilde devirip Savaş Bey'in beni o cehennem çukurunun içinden çıkardığını, Gazel'e nasıl anlatmam gerektiğini düşünürken zihinsel sıkıntım arttıkça artmıştı.

Onu orada gördüğüme emindim. Benimle konuştuğuna adım kadar emindim. Bir anda, nereden çıkıp geldiğini anlamadan ateşin arasından yardırarak koşmuştu. O, sadece bedenimin arkasından bakan bulanık bir yüz değildi.

"O da vardı." dediğimde zihnimdeki parçalar karmaşıktı. "Barda o da vardı, benimle birlikteydi."

Parmak uçlarımı, başımın iki yanına bastırarak hissettiğim sızıyı dindirmek istercesine bastırdım.

Orada bir sürü şeye şahit olmuştum. Savaş Bey gelmişti, abisini sormuştu. Onun bir abisi vardı. O barda onun dışında olan bir başka Kaner vardı.

Sansar diye seslendiği bir adam vardı. Barda silahlar, kurşunlar havada uçuşurken tüm kaosu iyice körüklemek için içkileri yerlere boca etmiş ve sigarasını da kızıl sıvıların içine fırlatmıştı.

"Savaş Bey..." Gazel endişeli gözlerle beni izliyordu. "Beni..."

Yaşanan cehennemin, kendi ölümünün tasarımı olduğunu söylemişti. Sonra, sonra hepsi bir anda kaybolmuştu. Kafamı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Zihnimin içine hapsolan bu şeyler, alev döngüsü içinde her türlü mantık algısını bozan soluk bir ışığın oyunu muydu?

"Gazel, Savaş Bey..." diye başladığım ve bir çırpıda bitirmeyi düşündüğüm cümle hastane odasının kapısını çalmadan açan bir adam ile bölündü.

Odağımı tamamen kapıyı çalmadan saygısızlık içinde odaya dalan adama verdiğimde Gazel oturduğu koltukta huzursuzca kıpırdandı.

"Yanlış bir zamanda gelmedim umarım." dedi adam ve gözlerini gözlerimden ayırmadan ekledi, "Gazel Hanım, size demli bir çay sözüm vardı."

Adam avucunun içindeki kafeterya fişini Gazel'in eline sıkıştırırken "Afiyet olsun." diye fısıldadı. "Yanına kek de isterseniz söylemeniz yeterli, bizimkiler halledecektir."

Gazel, adamı daha önce görmüş hatta konuşmuştu. Kim olduğunu anlamadığım adama itaat ederek ayağa kalktığında gözlerinde okuyabildiğim tek şey saf korkuydu.

"Birazdan gelirim." diye mırıldanarak elimin üzerini güven verircesine okşadı. "Beni merak etme."

Tedirgin adımlarla hastane odasını terk ederken gözleri, adam ve benim aramda mekik dokuyordu.

"Fındıklı." diye seslendi adam arkasından, değişik bir tarzı vardı. Aslında bir o kadar rahat ve yine bir o kadar gerici. "Fındıklı olanları öneririm, güzeldir."

Gazel başını onaylarcasına aşağı yukarı salladığında dişleri, yanak içlerini resmen kemiriyordu. "Fındıklı kek." dedi tiz bir tınıyı andıran sesiyle. "Olur, denerim."

Adam bundan memnun olmuş gibi kafasını hafifçe sallarken yataktan biraz daha doğrularak düz bir oturuşa geçtim. Bu sayede yabancı adamı inceleme fırsatım olmuştu.

Açık bir teni vardı ve otuzlu yaşların sonu, kırkın başında olan bir yaşı. Kalıplı ve atletik vücudunu gizlemeyen beyaz gömleği, beyaz gömleğini tamamlayan siyah ceketi onu tam bir film yıldızlarına benzetiyordu.

Karizmatikti. Fazlasıyla.

Gazel, avuç içlerini kaşıya kaşıya odadan çıkarak kapıyı kapattığında içeride kalan adam, hastanenin büyük ihtimalle gelen ziyaretçiler için koyduğu koltuğa oturdu.

"Merhaba küçük hanım." dedi, sesi öylesine soğuk öylesine düzdü ki bu onun otoriter biri olduğunu gösteriyordu. "Geçmiş olsun. Belli ki senin için zor bir gece olmuş."

İçimde oluşan korkunç önseziyi hiçe sayarak "Sizi tanıyor muyum?" diye sordum. Gözleri her bir zerremi tane tane süzerken dudaklarından tek bir kelime çıkmadı. "Kimsiniz?"

Tek kaşını çevik bir hareket ile kaldırması, kapalı olan pencerelerin arasından bir kasırga dolusu hava çıkarmaya meyilliydi. Oturduğu koltukta arkasına yaslandı.

"Ben İskender." dedi mekanik bir ses tonu ile. "İskender Kaner."

Kaner, dedim kendi kendime. Kaner. Çok tanıdık bir soy isim gibi gelse de dilimin ucundaki kelimeler, kendilerini beynimdeki isim ile öldürüyordu.

"Savaş Kaner." deyiverdim birden. Bir an için avuç içimi dudaklarıma ve arasından sızan ismin üzerine bastırmak gelmişti. "Savaş Kaner mi gönderdi sizi?"

Adamın vücudundaki pazular neredeyse gömleğini yırtıp bana doğru koca bir yumruk gibi fırlatılacakmış gibi duruyordu.

"Savaş'ın abisiyim." dedi ve oturduğu yerden bana doğru uzanarak elini sıkmam için salladı. Yorgun gözlerim nasır tutmuş kadar sert gözüken elleri üzerine gittiğinde refleks olarak elimi uzattım.

"Ya da her neyse." dedi ve saniyesinde elini geri çekti, sıkmama izin vermedi. Kafa karışıklığıyla benimle oynayan adama baka kaldım. "Metreslerle el sıkışmam."

"Anlamadım?" dedim şaşkınca. Bana taktığı o ucuz tabir, karnıma sağlam bir yumruk yemişim gibi bedenimi inletti. Yaşadığım şok yerini hızlıca baş dönmesine ve yoğun bir öfkeye bırakmıştı.

"Yanlış anlama." dedi yüzümdeki öfkenin sebebini anlamıştı. "Prensip meselesi."

"Ne dediğinizin farkında mısınız?" diye çıkıştım. İçimde bir yerlerde kaynayan şiddetli gazap, iç organlarımı yerinden oynatacak kadar kuvvetliydi. "Benimle nasıl böyle konuşmaya cüret edersiniz?"

Adam tepkimden hiç ama hiç etkilenmemişti. "Savaş'la bir geceden fazla mı yattın?" diye sordu küstahça. "İki gece seviştiniz diye bu seni onun sevgilisi yapıyorsa tamam."

Oturduğum yerde sinirle kavlanırken dudaklarımdan bir kurt gibi ulumak, haykırmak ve tükürükler saçmak istedim. İçime sinsi ve hayvansı bir vahşet peydah olmuştu.

"Kardeşinizi tanımıyorum." Kelimelerimin üstünü bir zımpara ile geçiyordum adeta. "Metresi, sevgilisi ya da herhangi bir şeyi değilim!"

"Güzel." dedi sakince. Nasıl bu kadar sakin kalabildiğini merak etmiştim. "Aranızda duygusal bir bağ yoksa işimiz daha kolay."

Adamın, Savaş Bey'in abisinin ya da adıyla İskender'in sözlerindeki kemik kadar sert tınılar hastane yatağına mıhlanmama sebep olduğunda gözlerimi kıstım.

"Neden bahsediyorsunuz? Benden ne istiyorsunuz?"

Kusursuz dudakları yavaşça kenara doğru kıvrıldı.

Ruhumda taht kuran duygu karmaşası yavaşça bedenimden içeriye süzüldü. Ve her geçen saniye artan, şiddeti yer yer öylesine yoğun oluyordu ki bir dakika içinde birkaç kez kendimi titrerken bulmuştum.

"Size diyorum." diyerek tekrardan uyardım. "Buraya neden geldiniz?"

Duygu karmaşamın arasındaki kaos denizine bir kulaç daha attığımda böylesine gizemli bir adamla bir anda dalış yaptığım bu soğuk deniz, beni ortasındaki makasa doğru çekiyordu.

"Dışarıda şu yangın olayı için ifadeni almak isteyen iki polis bekliyor." dedi adeta tehlike kokan bir sesle. "İfadendeki birkaç noktayı değiştirmek için buradayım."

"Nasıl?" diye sordum şaşkınlık nidası içinde. Ne kadar mantıksız gelse de kendimi şu an tehlikeli bir mafya filminin en suçlu başrolü gibi hissediyordum. Pis işlere karışmış, tüm suçlar üzerine yıkılmış, hapse tek başına atılmış...

"Yangın yanlışlıkla çıktı. Bilerek ve isteyerek yapılan bir şey değildi."

İçimden nükseden büyük bir coşku, doruk noktasına ulaştığında kaşlarımı çatmış bir şekilde ona baktım. Kuru dudaklarım, ıslak bir çığlıkla aralandı. "Barı kundaklayan adamı gördüm!"

"Görmedin."

Aklımdaki binlerce hücre önce bozulup çürüyor sonra da küfleniyordu.

"Gördüm." diye direttim.

Eğer o Sansar denen adamı bu işgüzar herif yüzünden adaletten gizlersem benim de elini kana bulamış bir katilden farkım kalmazdı.

"Artık görmedin."

Gözlerimi hedefini bulmak isteyen bir yay ve ok gibi gerdiğimde bundan gram etkilenmedi. Resmen bu gece yaşanan kirli ve kanlı hesaplaşmanın üzerini örtmek için benden yalan ifade vermemi, avuç içleri kara kan lekelerine bulanmış bir katile yardım etmemi istiyordu.

"Ya gördüysem?" diye rest çektim, beni kolay bir lokma gibi görmesi canımı yakmıştı.

"Okulunu tamamlamak için bir moda evinde staja başlaman gerekiyor." dediğinde benimle ilgili böyle bir detay biliyor olması beni şaşırtmamıştı, adam resmen kara kutuydu. Tehlikeliydi. "Öyle değil mi?"

Sessizce onu onayladım, bunları bu kadar kısa bir zamanda nereden öğrenmişti?

İfadesindeki soğukluk ve ürkütücülükte en ufak bir değişim bile olmadan sanki günlük bir olaydan konuşuyormuşuz gibi rahatça nefes alıp verdi.

Tehditvari bir şekilde söze girdi, "Elim kolum uzundur." diye başladığında kaşlarım çatılmış bir şekilde onu dinliyordum. "Seni istediğim yerde işe sokabileceğim gibi, istediğim yerden de attırırım."

Sözlerinden hiç etkilenmemiştim. Varsın bardaki vasıfsız işimden olayım diye düşündüm. Zaten öyle bir çukura asla geri dönmek istemezdim. Yeter ki bu gece yaşadığım o cehennemin failleri cezalarını bulsundu.

"Kaner markası bana ve aileme ait." dediğinde bunları bana neden anlattığına anlam veremedim. "Moda tasarım okuyan biri bu markaya aşinadır. Ne kadar büyük bir tasarım firması olduğumuzu bilirsin."

"Bunları bana neden anlatıyorsunuz?"

"İfadeni istediğim şekilde değiştirmen karşılığında seni mağazalarımızdan birine önce stajyer, okulun bitince de istediğin başka bir pozisyona getirmeyi teklif ediyorum."

Hiç düşünmeden, "Kabul etmiyorum!" dedim sert bir dille.

Bu adam kendini ne sanıyordu? Bu gece o barda birileri vurulmuş, bir sürü insanı canlı canlı yakmak istemişlerdi. Aralarındaki hesaplaşmanın ne olduğunu bile bilmeyen masum insanları.

"Kocaeli'nde yaşayan ev hanımı annen Hafize Hanım, emekli öğretmen baban Veysel Bey okulunu tamamlayamadığını duyunca ne kadar üzülecek..."

Duymayı beklediğim tehdit cümleleri bunlar değildi. Kesinlikle bunlar değildi.

Bunlar ölümün sancılarıydı, kulaklarımda uğuldayan.

Zaten uyarılmış olan zihnimde öylesine bir etki yaratmıştı ki başımdan aşağıya buzlu bir kova dökülmüş gibi üşüdüm. Tüylerim bir bir havaya dikilmiş, içimdeki dehşet nefes almamı bile engellemişti.

"Tüm bunları..." dedim, şaşkın, korkmuş ve ızdırap dolu bir halde. "Nereden, nasıl öğrendiniz?"

"Her daim gözümün önünde dur istiyorum." diyerek sorularımı duymazdan geldi. "Gözümün önünde dur ki yanlış bir şey yaptığını görmeyim."

Nefesimi, kaybolan dengemi, kaybettiğim irademi, zaman ve mekan kavramını bir araya getirmeyi başardığımda tüm ciğerlerime kocaman bir hava bahşettim. Göğüsüm telaş içinde kalkıp inmişti.

"Beni rahat bırakın."

İçimde bir yerlerde eğri büğrü, kanlı ve nemli bir şey karanlığın içinde boynundan asılmış halde duruyordu. Biraz yaklaşıp gözlerinizi kıstığınızda ne olduğunu görebilirdiniz. Bu benim vicdanımdı, sağ duyumdu, insanlığımdı.

"Kardeşim Savaş'ın yanında stajyer öğrenci olarak çalışmanı sağlayacağım." dedi ve ekledi. "Hem okulunu bitireceksin, hem de sana bu iyiliğimin karşılığını orada bana çalışarak ödeyeceksin."

~ ~ ~

Selamlar! ♡

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı çok merak ediyorum, hepsini okumak için heyecanla bekliyorum.

Küçük yıldıza dokunarak vote vermeyi unutmayınız, şimdiden hepinize teşekkür ederim.

Görüşmek üzere. ʕ•ᴥ•ʔ

Continue Reading