YOSMA

By siyahbirkiz

249K 9.4K 1K

Her şey beyazın masumluğuna aldanmakla başladı. Uyuşturucu kliniğinde uyuşturucu kullanmayan bir adamın ne i... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15 - 1. KISIM
Bölüm 15 - 2. KISIM
DUYURU
Bölüm 16
Uyarı!
Bölüm 17
Ahsen'in günlüğünden.
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27 - 1. KISIM
Bölüm 27 - 2. Kısım
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Konumuz: karakterler
Yazar'dan
Bölüm 40
Yosma'nın birinci yılı!
Bölüm 42 - Final
Tam yıllar olmuşken
8. YIL

Bölüm 41

3.7K 147 29
By siyahbirkiz


Uzun bir aradan sonra herkese merhaba, bölümü beklediğiniz için düzenlemeden yayınlıyorum. Yazım yanlışları olursa affola. Umarım beğenirsiniz. Öpüldünüz. 

Zihnim sisli bir düzlükten ibaretti. İstediğim yere rahatça gidebilirdim ama önümü göremiyordum, her yer kapkaranlıktı. Bu karanlıkta önüme çıkacak tehlikelerden bihaberdim. Tehlikeli bir denizde boğuluyordum, bedenim içgüdüsel olarak çırpınmak istiyordu ama her kollarımı hareket ettirdiğimde daha fazla dibe batıyordum. Her türlü sonum belliydi, gideceğim her yol, yolumu ya uzatıyordu ya da kısaltıyordu ama bu yoldaki sonuç hep belliydi. Tek bir rota vardı ve bu rotanın ucu yalnızca bir noktaya çıkıyordu, bu yoldaki yoldaşım sevaplarım ve günahlarımdı ama bu benim için pek de iyi değildi. Zira günah benim hayatımın her yerindeyken yanımda yoldaş olarak sevap beklemek ziyadesiyle absürttü.

Gideceğim yer cehennemdi. Yaşarken her gün yandığım gibi sonsuz hayatta da her gün yanacaktım. Sonuç matematik problemi gibiydi, farklı çözümlerle de aynı sonuca ulaşılabilirdi ama sonuç hep aynıydı.

Buz tutan bedenim derin bir uykuya meyil ediyordu ama bu tatlı hisse uyarsam eğer farkında bile değildim, ölecektim. Eğer ona uyarsam ölecektim. Eğer onun zihnindeki sisleri rotama katarsam beni daha tehlikeli bir yola çekecekti, tırnaklarımla kazıya kazıya geldiğim bu yolda, tırnaklarımın içi yaşanmışlık doluyken; onun yanında kan dolacaktı. Binlerce parçaya ayrılmış ruhum yama tutmazken, ruhum onunkine dönecekti; kan ve lekelerle dolacaktı.

Onun yanındayken hissettiğim korku ruhundan geliyordu, onun ruhu tehlike doluydu. Bu tehlikeye sebebiyet veren ise zihnindeki dengesiz düşüncelerdi. O düşünceler belki de beni bu denli hayret ettiriyordu.

Pençelerini bedenimde gezdirirken ben kollarında yalnızca bir av gibi duruyordum. Böylesine korku verebilen bir canlı nasıl olurda böyle güzel kokabilirdi? İnsanı korku duygusuna hayran bırakan bedeni, vücudumu adrenaline alıştırmıştı. Pür iştiyak ile dolmuş bedeninden gelen arzuyu, bedenimin her noktasında hissedebiliyordum.

Bir elini sahiplenmek ister gibi belime sarınca, diğer eliyle çenemin altını okşadı. Karanlık odada seçilebilen bir görüntü yoktu, yalnızca hisler vardı. Onun kaslı bedenini bana dokundukça hissedebiliyordum. Burnumun ucundaki kokusu ise milyonlarca his ile sarılmış bedenimde hala aşina olduğum o tatlı hissi uyandırıyordu.

''Bu anı uzun zamandır düşlüyordum,'' diye fısıldadı. Sesi yakınlardan geliyordu. Ürperdim. Saçımı kibarca kulağımın arkasına itti ve çok yakınlarımda olduğunu hissederken derin bir nefes aldı. ''Çok güzel kokuyorsun.''

Az önceki cüretkâr tavırlarım yerini korkak bir kediye bırakmıştı ve Buğra bunun farkındaydı. Başından beri farkındaydı, asla onunla oyun oynayamazdım; çünkü o oyun oynama yaşını benim aksime geçmişti ve oynatılandan çok oynayan rolünü üstlenmişti. Buğra Erez bir piyon değildi, ben bir piyondum o ise bir vezirdi.

Ağzımı cevap vermek için açtığım sırada titrek bir nefes alarak kapattım. Bedenim kaskatıydı, korkuyordum.

''Korkma benden,'' dedi, sesi yumuşacıktı. ''Korkma benden Ahsen, az önce olduğun gibi cüretkâr olmanı istiyorum.'' Biraz sustuktan sonra ekledi. ''Etkile beni.''

''Ben...'' diye düşünürken, o benim yerime cevap verdi.

''Dokun bana.''

Şaşkın bakışlarımı karanlıkta gezdirirken aniden dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Acemi tavırlarımla ona ayak uydurmaya çalışırken o benim aksime gayet rahat ve bilinçliydi. Nasıl hareket edeceğini, benim tavırlarımı önceden kestirebiliyordu.

Çıplak belimde gezinen elini yukarı doğru kaydırarak sutyenimin kopçasının üzerinde duraksadı. ''Beni istiyor musun Ahsen?''

Yanaklarım, bedenim aniden alev almıştı. Cehennemi tam vücudumda hissediyordum. Az önceki korkuyla karışık üşüme hissi yerini derin bir sıcağa bırakmıştı. En acı ölümün yanarak ölmek olduğunu duyduğum günden beri yanarak ölmekten hep korkmuştum ama en korktuğum her şeyin bir bedende toplandığını gördüğümden beri yanarak ölmeye karşı da inancımı yitirmiştim. Beni en çok korkutan şey ölüm değildi, Buğra Erez ve onun tavırlarıydı.

''Sen gündüzsün,'' diye fısıldadı ve ekledi. ''Bu parlak bir güneş demek...'' bir süre düşündükten sonra devam etti. ''Ben ise geceyim Ahsen,'' dedi. ''Bu da yıldızlı bir gece demek...''

''Eğer içimdeki yıldızları görebilirsen, ertesi gün güneşli bir gün bizi bekliyor demektir Ahsen, biz birleşirsek akşamüzeri güneşi olur ve bu günün en güzel anıdır. Aynı görüntü hem güneş doğarken yaşanır, hem de batarken ama bir o kadar da kısa sürer, gün içinde iki kere görmek çok zordur...''

''Bu ne demek oluyor?'' sesim kısık ve pürüzlüydü.

''İçimdeki yıldızlara güvenmeni istiyorum Ahsen, ben kötü biriyim, gece kadar da karanlık bir geçmişim var ama o geçmişte bir o kadar da yıldız var... Eğer bulabilirsen o yıldızlardan biri senin her dileğini gerçekleştirir.''

''Yıldızların kaymasını beklemeyi bırak Ahsen, kendine bir yıldız bul.''

Ben cevap vermeden söylediği cümlelerdeki milyonlarca anlamı düşünürken o hala kulağımın yakınlarında hırıltılı sesiyle mırıldanıyordu. ''Şu anki arzum herhangi bir kadına karşı olan çekimlerden değil Ahsen, seni istiyorum. Herhangi bir kadını değil, seni.''

''Ben...'' diye fısıldadım. Bana söylediği o lanet kelimeden sonra içime dolan öfkeden eser kalmamıştı. Her türlü duygu yerini korkuya bırakmıştı. ''Korkuyorum.''

''Korkma,'' diye fısıldadı. ''Gözlerim yorulursa gözün, bedenin yorulursa bedenin olurum. Bana güvenmeni istiyorum Ahsen. Bu çok zor biliyorum ama bana güvenmek zorundasın; çünkü tek ihtiyacım olan şey senin bana olan lanet olası güvenin.'' Öfkeyle iç geçirdi. ''Bana güveneceksin Ahsen, başka birine değil sadece bana.'' Eli sutyenimin kopçasındaydı, kopçayı zorlanmadan açtı. Bir süre eli çıplak sırtımda gezindikten sonra burnunu boynuma doğru sürttü. ''Bu bir tür ibadet olmalı.''

Sırtımda gezinen eli yavaşça bedenimin ön tarafına doğru yaklaşırken sırtımı duvara yasladı. Ayağımdaki yüksek topuklar işini bir hayli kolaylaştırıyordu. Aniden beni hızla kucağına aldı. Onun hızlı hareketiyle dalgalanan saçlarım omuzlarıma doğru düşerken kendimi aniden beline yaslı bir şekilde buldum. ''Yasak elma bu kadar lezzetli olmamalıydı.''

Bir eliyle beni kucağında sabitlerken üzerindeki ceketi bir çırpıda sıyırarak yere attı. Ben ona korkuyla bakarken o üzerindeki beyaz gömleği açmaya yelteniyordu. Aniden duraksadı. Karanlıkta okların bana çevrildiğini hissediyordum. ''Gömleğimi çıkarmanı istiyorum.''

''Ben... Çıkaramam Buğra.'' Ellerim titriyordu, bütün bedenim titriyordu. Gerçekten çok korkuyordum. Cümlelerindeki gizli anlamlardan, benden istediklerinden...

Yumruk yaptığımı sonradan fark ettiğim ellerimden biri eline alarak gömleğinin göğüs kısmına doğru çıkardı. ''Yapabilirsin,'' dedi. Elimin üstüne küçük bir öpücük kondurdu, bu bile heyecanlanmama yetmişti. ''Soy beni.''

Ben ağzımı açmadan elime bir öpücük daha kondurdu. ''Her zaman sana emir vermemden şikâyet edersin,'' dedi. Daha sonra kravatının ucunu avucumun içine koydu. ''Bu gece patron sensin.''

Beline sarılı halde duran bacaklarımı belinden ayırarak beni yere indirdi. Kravatı hala elimdeydi. ''Bana ne kadar sert olabileceğini göster.''

Ses tonu öyle davetkâr ve kibardı ki, bu ses tonu ile istediği her şeyi çok rahat alabileceği aşikârdı. İlk cinsel deneyim... Bu öyle korku dolu ve karışık bir histi ki... Buğra'nın benden önce milyon kız ile yattığını biliyordum, bu hareketlerinden ve öğretmen gibi bana her şeyi öğretmeye çalışmasından da belliydi ama ben bu konuda oldukça acemiydim.

''Korkma.'' Diye emir verdi.

Karşısında kardeşinin ölümüne izin veren, aradığı düşmanın durduğunun farkında değildi. Karşısında bir suçlu duruyordu. Bu düşünceler içimi derinden sızlatırken, ona istediğini vermek zorunda olduğumu, bunu en azından ona borçlu olduğumu fark ettim. Bu belki bir vicdan muhaberesi belki de zihinsel bir çöküntüydü ama onu mutlu etmek zorundaydım, istediği olmalıydı. Ona bunca zaman mutsuz eden olaya sebep olmuştum, isteyerek ya da istemeyerek bunu yapmıştım. Ben zaten kaybetmiştim, ruhumu çoktan hayata karşı kaybetmiştim... Sıra bedenimdeydi, onu da Buğra Erez'e karşı kaybetmeliydim. Belki de benim kaybım, onun için bir kazanç olabilirdi. Ki bu düşünce bile milyonlarca acıya değerdi.

Derin bir nefes alarak, ''sana istediğini vereceğim,'' diye fısıldadım. Onun cevap vermesine müsaade etmeyerek avucumun içindeki kravatı hızla elime doladım ve bağı boynunun gerisine doğru çevirerek, bir elim gömleğindeki düğmelerde gezinirken dudaklarımı dudaklarına sertçe bastırdım. Bu hızlı hareketim derinden inlemesine sebep olmuştu. Onun bir eli de benim iç çamaşırımın bağında, diğer eli ise saçlarımı karıştırmakla meşguldü.

Elimden geldiğince sert bir şekilde dudaklarını emerken, o bu işte olan acemiliğimi fark etmiş gibi hafifçe kıkırdadı ve benim yavaşlığımdan sıkıldığını belli ederek ellerimi pantolonunun kemerine doğru bıraktı ve gömleğindeki düğmeleri hızla çözmeye koyuldu. Gömleğini bir çırpıda çözdükten sonra hızla üzerinde sıyırdı ve ceketinin olduğu kenara doğru fırlattı. Teni çırılçıplak kalınca kemerini çözmekle uğraşan ellerimi kaslı göğsüne sertçe yasladı. Daha sonra dudaklarımı dudaklarında kısa bir süre ayırdı. ''Kemeri sen çözeceksin ama hızla.''

Kaşlarımı çatarak göğsünde gezinen ellerimi kemerine indirdim ve olabildiğince hızlı bir şekilde çözmeye çabalayarak kemeri çözmeyi başardım. Kemeri belinden sıyırdıktan sonra ondan gelen emri beklemeden pantolonunun düğmesini açtım ve fermuarını indirdim.

Aniden duraksadım ve gözlerimi açtım. Odanın içinde yer değiştirdiğimizden pencerenin kenarına yaklaşmıştık bu nedenle dışarıdan gelen beyaz ışık Buğra'nın tek gözünü aydınlatmıştı. Buğra'nın gözleri açıktı ve dikkatlice yüzüme bakıyordu. Göz göze geldiğimizde duruşunu bozmadı. Ben ise çoktan iki ton atmıştım. ''Utanmana gerek yok.''

''Şey...'' diye fısıldadığım sırada, ''devam et.'' Diye emir verdi. ''Her ne yapıyorsan iyi hissettiriyor.''

Dudaklarımı birbirine bastırarak pantolonunun belinden tuttum ve pantolonu aşağı doğru çekiştirdim, pantolon Buğra'nın bileklerine indiğinde ayakkabılarından çıkarak pantolonu tamamen vücudundan çıkardı.

İkimiz de yarı çıplaktık. Üzerimizde yalnızca çamaşırlarımız kalmıştı ama uzun süre kalmayacaklarını anlamak zor değildi.

Buğra belimde duran soğuk ellerini çamaşırıma indirince derin bir nefes aldım ve gözlerimi sıkıca kapattım. Küçük ellerim belinde donakalmıştı. Kapalı gözlerimin ardından bana bakan bir çift siyah gözü hissediyordum, her duygumun yüzüme yansımasını görmek istiyordu.

''Gözlerini aç.''

Yüzümü buruşturarak gözlerimi açtım, heyecandan titriyordum. Benim aksime karşımdaki adam rahat ve kendine güveniyordu. Onun kendine olan güvenini yüzünden anlayabiliyordum, yüzünün her santimetresine özgüven işlemişti. Bazen bir bakışı bile bana kendimi aşağılık bu yüzden hissettiriyordu; çünkü onda olan özgüvenin üçte biri bende yoktu. Ben her türlü güvenden yoksundum.

Gözlerime dikkatle bakıp, her türlü düşüncemi zihnine geçirirken elleriyle çamaşırımın iplerini tuttu ve gözlerini gözlerimden çekmeden çamaşırımı olması gereken yerden uzaklaştırarak çamaşırın bacaklarımdan aşağıya, ayak bileklerime bıraktı. Onun karşısında ilk kez çıplak değildim ama bu öyle farklıydı ki. Bir erkeğin karşısında çırılçıplakken gözlerine bakmak insana kendini hem kötü, hem de iyi hissettiriyordu. Kötü hissettirmesinin yanı kıyafetlere olan aşinalıktan geliyordu, iyi yanı ise artık yalanlar ve gerisine saklandığımız hiçbir şey yoktu. İnsan çırılçıplakken yalan söyleyemezdi; çünkü anneden doğma bir biçimdeyken beden, yalanı belli ederdi.

Gözlerini gözlerimden çekmeden derin bir nefes aldı. ''Çok güzelsin.'' Sesi ibadet eder gibi çıkmıştı, bütün vücudu bir dua halinde gibiydi, gözlerime imkânsıza bakıyormuş gibi bakıyor, bana her dokunuşunda parmaklarının vücudumda bıraktığı izlerde bir teşekkür olduğunu bana hissettiriyordu. Belimde durarak bana destek olan elini vücuduma sürterek kalçama doğru indirdi. Ben büyümüş gözlerle yüzüne bakarken o gayet rahat bir biçimde elini kalçamda gezdirerek elini vücudumun ön kısmına doğru getirdi. Elini tam kadınlığım üstünde getirdiği sırada nefesimi tuttum. Artık korkunun yanı sıra heyecandan titriyordum. ''İlkin olmak öyle güzel ki...'' gözlerini kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra gözlerini yeniden açtı. ''Pişman etmeyeceğim Ahsen.''

Titrek bir nefes alarak, kendimi ona teslim etmek üzere ellerimi onun çamaşırına doğru indirdim. Kalçasını sıkı sıkıya saran siyah renkte iç çamaşırının bel kısmından tutunarak derin bir nefes aldım ve bakışlarımı ondan kaçırarak karanlığa diktim. Hiçbir şey görmek istemiyordum. Belki de bazı gerçeklerden korkuyordum.

Çamaşırının bel kısmını nazikçe çekerek bacaklarına doğru indirdim. Buğra bu anı bekliyormuş gibi hızla çamaşırın içinden çıktı ve beni hızla kucağına alarak, gerisindeki yatağa doğru götürdü. Onun kucağımdayken kendimi yok olacak kadar hafifmiş gibi hissediyordum, zaten şu an beden olarak buradaydım, ruhum beni çoktan terk etmişti.

Sırtımı soğuk çarşafa dayadığında gözlerimi kapatarak kendimi olacaklara hazırlamaya çalıştım. Bu konudan öyle uzaktım ki, korkuyordum. Canım yanacak mıydı? Ne kadar sürecekti? Peki, ben bu hisle baş edebilecek miydim?

Etmeliydim. Bu ona borçluydum, ondan her şeyini aldıktan sonra en azından bunu ona vermeliydim. Ona verecek başka hiçbir şeyim yoktu.

Buğra bacaklarımı usulca öperek, bazen küçük ısırıklar bırakarak yukarı doğru kaydıktan sonra ellerimi ellerinin arasına aldı. İki elim kafamın yanında, Buğranın ellerinin arasındaydı. Buğra ellerimi sıkıca tutuyordu. Üzerime henüz ağırlığını vermemişti, bacakları vücudumun iki yanındaydı. Aniden dudaklarını dudaklarıma bastırınca şaşkınlıkla gözlerimi açtım, bu sefer onun gözleri kapalıydı. Dudaklarımı vahşice öpüyor, bazen ıslak dudaklarını çeneme, oradan boynuma kaydırıyordu. Kendimi farklı hissediyordum. Kasıklarımda hareketlenen ve tenimi kavuran hissin ne olduğundan bihaberdim, bu hisse öyle uzaktım ki. Buğra'nın cinsel organını tenimde hissettiğim her an çığlık atmak istiyordum, bu duygu çok garipti. Buğra Erez'le cinsel bir ilişkiyi hiç düşünmemiştim, aslında cinsellikle ilgili hiçbir şey düşünmemiştim ama şu an yaşadığım her şey bunun gerçekliğini bana onaylıyordu.

Buğra bir elini elimden çekerek belime, oradan da kalçama indirdi ve kalçama destek olmak için tek eliyle kalçamı yukarı doğru kaldırdı. Daha sonra hararetli sesiyle bana, ''hazır mısın?'' diye fısıldadı.

Yutkundum ve ne dediğimi bilmez halde kafamı salladım.

Bedenim çığlık çığlığaydı. Fiziki yönden bütün hücrelerim buna hazırken ruhum, köşeye oturmuş bana onaylamayan bakışlar atıyordu. O da bir şeyleri kanıtlamak için kendimi Buğra'ya vermem taraftarı değildi ama benimde artık bir bedel ödemem gerekiyordu. Buğra için, annem için, babasının neredeyse ölümünü izleyen küçük kız çocuğu için.

Gözlerimi kapattığım saniye de gözümün önünde elleri kanlı küçük kız canlandı. Simsiyah bir odada ellerine bakarak çığlık atıyor, karanlıktan gelen uğursuz fısıldamalara karşı bir köşede korkuyla titriyordu. Belli aralıklarla bağırıyor, elindeki kan lekesinden uzaklaşmaya çalışıyor ama tenine işleyen hayat sıvısı onun çığlıklarını duymuyor ve varlığını sürdürüyordu. Kan bir bedel demekti ve masum çocuğun ellerindeki kan benim ruhuma aitti.

Terli bedenime yapılan her baskı ufak çığlıklar atmama sebep oluyordu, attığım her acı çığlığı ise Buğra'nın inlemesine sebep oluyordu. O benim aksime çok rahattı ve bilinçli hareketler yapıyordu ama ben ter içinde titriyor, çığlık atıyordum; çünkü tarifi imkânsız bir biçimde canım acıyordu.

Bir ara Buğra duraksayarak kendi sırtını yatağa verirken, beni onun vücudunun üstüne yerleştirdi. Belimden tuttuğu için yine bütün iş ona aitti. Bense ellerimle kollarını sıkıca tutmuş, bu olayın bir an önce bitmesini bekliyordum. Bir ara içimde bir şeyler hareketlenince Buğra duraksadı, garip bir çığlık attıktan sonra Buğra'nın üstüne kendimi bıraktığımda nefes nefese kalmıştım. Buğra'da bu sefer benim gibi nefes nefeseydi, bedenimi üzerinden çekerek yatağın boş tarafına yatırdı ve yatağın ayak kısmındaki yorganı çekerek üzerimizi örttükten sonra beni terli bedenine çekti.

''İyi misin?'' kafamı onun göğsüne bastırmıştım. Konuşmak istemiyordum, yalnızca sessiz bir ortamda düşünmeye ihtiyacım vardı. Eli terli sırtımda geziniyordu.

''Ben çok iyiyim.'' Ses tonunda neşe vardı. Buğra Erez gerçekten mutluydu.

Sırtımda gezinen elini yanağıma değdirdikten sonra duraksadı ve beni göğsünden geriye çekerek yüzümü açığa çıkardı. ''Neden ağlıyorsun Ahsen?'' şaşkındı.

Yatağın içinde doğruldu ve yüzünü yüzüme yaklaştırarak dikkatle suratıma baktı. ''Çok mu canını yaktım?''

Neden ağladığımı bilmiyordum, aslında o söyleyene kadar ağladığımın farkında bile değildim. Gözyaşları belki de giden çocukluğuma veda etmek için akıyordu, artık gerçek bir yetişkindim.

Elini yüzümde gezdirdi, kaşları çatılmıştı. ''Ahsen, ben... Ben canını yaktığımın farkında değildim.''

Kafamı salladıktan sonra elimin tersiyle gözlerimi silmeye çalıştım ama büyük elleri beni durdurdu. ''Ağlama lütfen, kendimi çok kötü hissediyorum.'' Güzel yüzü şaşkındı. Yüzünden ne yaptığını şaşırdığı açıkça belli oluyordu.

''Söyle bana,'' diye fısıldadı. ''Senin için ne yapabilirim?''

O böyle yaptıkça içimden daha fazla ağlamak geliyordu; çünkü bana karşı vicdanı olmayışına öyle alışmıştım ki böyle beni umursaması beni hayrete düşürüyordu. Kafamı salladım, hiçbir şey yapmak istemiyordum.

''Ahsen,'' dedi tedirgin bir ses tonuyla. ''Ben...'' bir süre düşündü. ''Daha önce kimse ağlamamıştı.'' Duraksadı. ''Çok mu canını acıttım?'' elini terli saç diplerimde gezdirdi. Dokunuşu bir ninni gibiydi. ''Bana canının acıdığını neden söylemedin?'' iç geçirdi. ''Şunu bilmeni istiyorum, ben ilk kez bir şeyleri böyle yaptım.''

''Yani...'' dedi. ''Bir babanın kızına dokunurken hissettiği masumiyet duygusunu sana dokunurken hissettim. Hani küçük bir çocuğun canını yakmaktan çekinirsin ya, ben de öyle oldum sana karşı Ahsen. Gerçekten canını yakmamaya dikkat ettim. Sadece seks yapmadım ben Ahsen, seviştim seninle.''

Buğra bir elini yanağımda gezdirdikten sonra beni kendine çekerek ıslak yüzümü sıcacık bedenine bastırdı. ''Sanırım hissettiğim kadar mutlu hissettiremedim.''

''Ben...'' dedim, ses tonum yorgundu. ''Sadece şaşkınım.''

''Uyu Ahsen,'' dedi. ''Yorgun olmalısın.''

Yorgundum. Ama bu sadece fiziksel bir yorgunluk değildi, aynı zamanda ruhum yorgun ve bıkmıştı. Derin bir sükût içindeki ruhum, çığlık çığlığa olan bedenime küsmüştü. Artık ruhum konuşmuyordu, çünkü cinsel tecrübesini bir bedel ödemek için değil de istediğim içim yapmayı arzu ederdi. Ruhum kendime haksızlık ettiğimi, onu incittiğimi düşünüyordu. Kalbim de ona hak veriyordu ama beynim benden taraftı. Artık bir şeyler için bedel ödemem gerektiğini düşünen yalnızca ben değildim. Ben vicdanım için bedenimi terk etmiştim. Peki, pişman mıydım? Değildim. Buğra'yı mutlu ettiğim için vicdanım rahattı. Giden bakirelik aslında hiç önemli değildi. Zira bakireliğe önem veren biri değildim. Bana göre cinsel tecrübe yaşamayan biri çocuktu, yaş ve beden olarak olmasa da ruh olarak öyleydi ve ben çocuk tarafımı terk etmiştim. Artık yetişkindim ve akan gözyaşları da yok olan çocukluğum içindi.

''Kendine haksızlık etme,'' dedim. ''Bunun seninle olmasına mutluyum.''

İç geçirdi, usulca sırtımı kaşıyordu. ''Ben ilk kez bir kıza ilk dokunan erkek olduğum için kendimi mutlu hissettim Ahsen,'' sesi içtendi. ''Sana benden önce dokunan başka bir erkek olması...'' beni iyice kendine bastırdı. ''Beni çılgına çevirirdi. O adamı öldürmek isterdim, parmaklarını yok etmek ister,'' elini tenime sürttü. ''Parmak izlerini vücudundan söküp atmak isterdim Ahsen.''

''Bana aitsin değil mi?'' diye sordu.

Gözlerimi bir noktaya dikmiş, bana anlattıklarını düşünüyor, tartıyordum. Kafamı salladım.

''Peki kalbin? Hala beni seviyor musun?'' Sesi duygusuzdu ama merak ettiği açıktı.

''Ben...'' alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. ''Sanırım.''

''Sanırım mı?'' dedi şaşkınca. ''Beni sevmiyor musun?''

Bir çocuk gibiydi. Bu kadar güçlü olmasının yanında yalnızca sevilmediğini bilmek onu şaşırtıyordu. O bir insana sahipse her yönden ona ait olmasını isteyen bir erkekti. Kalbimi, ruhumu, avucumun içinde ne varsa ona ait olmasını istiyordu. O, ona verilenle yetinmez daha fazlasını isterdi. Zira doyumsuzdu.

''Bilmem.'' Kasti bir şekilde tepkisini ölçmek için böyle cevaplar veriyordum.

Beni kendinden uzaklaştırdı. ''Beni sevmiyor musun?'' Sesi gerçekten öfkeliydi. Güzel yüzünün aldığı hali merak ediyordum ama odanın karanlığı onu görmeme engeldi.

''Sevebileceğim tek kişi sensin Buğra,'' dedim. ''Bana katlanan başka kimse yok.''

Duraksadıktan sonra beni yeniden kollarına aldı. Bir süre sustu, hatta öyle derin bir sessizlik oldu ki uyuduğundan şüphelendim, daha sonra sessizliği yine o darmadağın etti. ''Aslında,'' dedi. ''Seni boş bıraksam bir sürü kişi kapmaya hazır.''

Kaşlarımı çattım. ''Sadece kuruntu ediyorsun.''

''Hayır,'' dedi. Sesinde gizli bir öfke vardı ama tonu sakindi. ''Mesela bugünkü o adam,'' vücudu gerildi. ''Kimdi?''

Aynı gerginliği ben de bedenimde hissederken sustum. Alp'i ona kim diye anlatacaktım? Eski sevgilim? Ölümüne neden olduğum kardeşin sayesinde tanıştığım adam? Beraber defalarca uyuşturucu kullandığım aynı zamanda torbacılık yapan adam?

''Tanımıyorum.'' Diye yalan söyledim. Başka çarem yoktu, bazen yalana gerçeklerden çok ihtiyacım oluyordu. Yeri geldiğinde çıkış yolunun tek anahtarı yalan oluyordu.

''Peki, neden senin yanındaydı?'' sorgulaması beni korkutuyordu, tatmin olacağı cevapları vermezsem araştıracağını biliyordum.

''Bilmiyorum,'' dedim yalan bir rahatlıkla. ''Galiba alkolü fazla kaçırmıştı.''

Sustu. Ama düşüncelerindeki kavga ve gürültü onun kafasından, ta benim beynimde hissediliyordu.

''Şimdilik bu konunun üzerinde durmayacağım,'' dedi ve esnedi. ''Ama bu konu yeniden açılacak, yalanı hissederim.'' Sesi kinayeliydi.

''Yalan söylemiyorum.'' Sesim donuktu.

''Umarım öyledir,'' cümlesinde apaçık tehdit vardı.

Kafamı göğsüne gömerek kafamdan bütün düşünceleri uzaklaştırmayı denedim. O da benim gibi sessizliğin içinde bir sürü düşünceyle baş başaydı. İkimizde çıplak bedenlerimizle, bir yorganın altında, türlü düşüncelerle ahlaksızlaşıyorduk, ama yorgan üzerimizde olduğu için yine yalanlara başvurabiliyorduk. Çünkü görünmüyordu, bu yüzden yalanlarla dilediğimiz kadar küçülebilirdik.

Onun göğsü sükûnetle inip kalkmaya başladığında onun çoktan uyuduğunu anladım, ama ben bir türlü uyuyamıyordum.

Bir süre daha yatağın içinde oyalandıktan sonra Buğra'yı uyandırmamaya özen göstererek göğsünden ayrıldım ve yatağın yanındaki battaniyeyi vücuduma sardıktan sonra yataktan uzaklaştım. Güneş doğmuş, odanın içini aydınlatıyor, dün geceden kalma izleri birer birer gözler önüne seriyordu. Güneş Buğra'nın yüzünü de aydınlatıyordu. Huzurlu görünüyordu. Dağınık saçları ve uyurken dışarı sarkan alt dudağı ona uyurken bile çekici bir hava katıyordu. Vücudu beline kadar yorgan ile örtük, geri kalan kısmı sabah güneşinin rengine bürünmüştü. Onun güzel teninin yanına bir de turuncu sabah güneşi eklenince ortaya can alıcı bir görüntü çıkmıştı.

Gözümü bir süre odada gezdirdim, yerlerdeki saçılmış ve rastgele atılmış kıyafetler dün gece neler olduğunu apaçık ortaya çıkarıyordu. Daha sonra odadan çıkmadan önce gözüm yatağın üzerindeki kırmızı lekeye takıldı. Çocukluğumun gidişinden akan birkaç damla kan yatağın üzerinde bunu gözler önüne seriyordu. Kırmızı kan lekesi, bir ruhun daha çocukluğundan arındığını anlatıyordu.

Buğra o kan lekesinin tam yanında yatıyordu, her şeyden habersiz uyuyan güzel adam, dün gece ondan kardeşini alan bir düşmandan çocukluğunu aldığının farkında değildi. Ben bir düşmandan fazlası değildim onun için. Ben Buğra Erez'in sadece düşmanıydım. Ama onun bundan haberi dahi yoktu.

Bedenime sardığım battaniyeyi iyice sıkarak odanın çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Dün gecenin izlerini bedenimde de görmek mümkündü. Her yerim ağrıyor, kadınlığım ise attığım her adımda nefes kesici bir biçimde sızlıyordu.

Tam kapıdan çıkacağım sırada gözüm Buğra'nın sırtına takıldı. Sırtında bir sürü çizik ve birkaç damla kan izi vardı. Hayretle bütün bedenimi ona doğru çevirdim. Dün gece Buğra'nın sırtında olan ellerim, yaşanılanları kanıtlar gibi sadece ben de ve odada değil aynı zamanda Buğra'da da bir sürü iz bırakmıştı. Sırtındaki çizikler ince değildi. Ensesinden başlayan bir çizik omuzlarına kadar inmişti ve çaprazında da iki büyük çizik vardı. Onun haricinde sırtındaki sol kürek kemiği de çizik doluydu ve tam belinin üstünde birkaç damla silik kan izi vardı.

Tek acı çeken ben değilmişim, diye düşünürken elimi kapının koluna götürdüm ve kapıyı açarak sessizce odadan çıktım, kapıyı yavaşça kapattım. Koridor sabahın sessizliğini üzerinde taşıyordu. Dünyanın en güzel vakitleriydi aslında bu zamanlar. Herkes uyurken farklı bir sessizlik oluyordu her eşyanın, her odanın üzerinde. Saat bile sanki daha sessiz tur atıyordu. Sabahın güzelliği beni biraz olsun sakinleştirirken, merdivenlere yöneldim. Teras falan varsa, bu güneşin tadını daha net çıkarmak istiyordum.

Kış günlerinin en güzel yanı bu serin ve yalancı sabah güneşleriydi. Bu saatlerde sadece evde olmak güzeldi aslında. Eğer bu saatte kalkmak bir sorumluluğa dönüşürse, gerçekten nefret ettiriyordu sabahtan ama eğer keyfi bir şekilde bu güneşi görmek için uyanılıyorsa, işte o zaman gerçekten mutlu hissettirirdi insana kendini.

Çıplak ayakla merdiveni adım adım çıktıktan sonra, çıktığım ikinci katın bir üst katı daha olduğunu gördüm ve bu katta oyalanmadan bir üst kata daha çıktım. Bu kat son kattı ve gerçekten bir çatısı vardı. Yani ne teras kadar büyüktü, ne de balkon kadar küçüktü. Burada, cam bir kapının arkasında, gökyüzünü rahatça görebildiğin bir çatı vardı. Kış günü üzerimde bir battaniye ile açık alana çıkmanın delilik olduğunu biliyordum ama bunu öyle istiyordum ki. Üşümeyi seviyordum yeri geldiği zaman. Bazen de sevginin dışında insan, kendine gelmek için üşümek istiyordu. Küçük adımlarla battaniyeme sıkıca sarılarak, cam kapıya doğru ilerledim ve yanına ulaşınca hiç düşünmeden kapıyı açtım. Bu evin pek kullanılmadığı özensiz çatıdan anlaşılıyordu. Erez'lerin daha ne kadar evleri olduğunu bilmiyordum ama mülke çok fazla yatırım yaptıkları sonu gelmeyen evlerden anlaşılıyordu.

Yerdeki terlikleri ayağıma giydikten sonra battaniyemin altından içime giren soğuğa aldırmadan manzarayı rahatça görebileceğim bir yere doğru ilerledim. Soğuk acı içinde olan vücudumun belli kısımlarına da iyi geliyordu. Aslında düşüncelerle boğuşmasam rahatça üşüdüğümü, hatta donduğumu hissedebilirdim ama psikoloji öyle garip şeydi ki, insan düşünmediği sürece bir sürü duyguyu hissetmemeyi sağlayabilirdi. Bu sadece düşünmekle alakalıydı. Mesela bir insan istese, olmayan bir şeyi rahatça kuruntu yaparak onu beyninde var edebilirdi, ama bunu yine kendisi düşünceleriyle yok edebilirdi.

Soğuk hava vücudumdaki tüyleri havaya kaldırmış, dağınık saçlarım omuzlarımdan aşağı doğru rastgele dökülüyordu. Rüzgâr saçlarıma doğru esiyor, saçlarımı kendi arasında bir savaşa sokuyordu. Dağınık saçlarımdan esmesi gereken yalnızca benim kokum iken bu sefer başka bir koku da hem tenimden, hem de saçlarımdan bana doğru esiyordu. Bu koku beni tüketene aitti.

Bu ev denize yakın bir evdi, manzaraya bakınca, birkaç evin gerisinde denizin dalgalanmasını rahatça görebiliyordum. Sabah güneşi sokakları, bahçeyi aydınlatırken denizi de mutlu etmiş gibiydi; deniz çılgın ve sert bir şekilde dalgalanıyordu. Yazları deniz nasıl insanda içine girmeği isteği uyandırıyorsa, kışın da o kadar ürkütüyordu. Deniz, insan gözünde yazları dost, kışları ise el oluyordu.

Kışları sabah güneşinin yalancılığı estirdiği kuru soğuktan geliyordu, soğuk rüzgâr aynı zamanda uçsuz bucaksız denizin kokusunu da burnuma getiriyordu. Deniz kokusunu alıp, sesini dinleyip aynı zamanda güneşin altında üşürken tabiatın güzelliğini bir kez daha rahatça anladım. İnsanı yaz mevsiminde gibi hissettirirken aynı zamanda üşütmek... Bu doğa ananın bize armağanıydı, insana olmaz denilenin de olabileceği bize ispat ederken; imkânsızın da imkânsızlığını yani olmayışını bize kanıtlıyordu.

Her şey imkânlıydı aslında. Nasıl bir zamanlar Buğra Erez ile böyle olacağım bana imkânsız geliyorsa, olmuştu. Çünkü hiçbir şey imkânsız değildi, her şey Tanrının parmağındaydı. O neye ol, derse o olurdu.

Omuzlarımda bir ağırlık hissedince kafamı yavaşça çevirdim. İki el boynumda sıkıca duruyordu. Buğra, gözlerinde uykunun izlerini taşırken beni kendisine doğru çevirdi ve iki elini belime sardı. ''Bu şekilde burada ne yapıyorsun?''

''Sadece seyrediyorum,'' dedim sessizce.

''Hasta olacaksın,'' diye uyardı. Oysa farkında bile değildi, o bana böyle bakarsa ben zaten en ölümcül hastalığa tutulurdum.

''Bana içten içe deli diyor olmalısın,'' dedim hafifçe gülümseyerek. Yüzüme düşen birkaç tel saçı kulağımın arkasına doğru bıraktı.

''Bana böyle hissettirebilen bir kadının normal olacağı fikri aklıma zaten gelmezdi.''

Dağınık saçları ve ona ilaveten güzel yüzü bana kendimi iyi hissettiriyordu. Bir tarafım böyle melek gibi bir görüntüye sahip olan bu adamı üzdüğüm için bana kızarken; öte tarafım her şeyi unutmuş bir şekilde hayran hayran onu seyre dalıyordu.

''Bana neden öyle bakıyorsun?'' diye sordu.

''Belki de bu dünyaya ait olman fikri beni şaşırtıyordur,'' dedim.

Güldü. ''Aptal kız,'' dedi. Cevap vermedim. Sadece ona baktım, zaten ona böyle bağlanmam aptal olduğumu bana kanıtlıyordu.

Esen rüzgâr ikimizi de kendimize getirirken, beni kolumdan tutarak, soğuk açık alandan çıkararak, sıcacık olan evin içine aldı. Aşağı girdiğimizde bir banyoda o, bir banyoda ben duşa girdim. Duş sırasında fazla oyalanmadım, fakat dün gecenin izlerini daha rahat bir şekilde bedenimde gördüm. Vücudumda bir sürü morluk, bunun yanında ise boynumda diş izleri vardı.

Banyodan çıktığımda yatağın üzerinde bir yüksek bel kot pantolon ve bir adet kısa boğazlı kazak buldum. Bordo rengindeki boğazlı kazağın, boynumdaki izler için düşünüldüğü belliydi. Kot pantolon ise tam bedenime göreydi. Saçlarımı kurutma makinesiyle kuruttuğum için saçlarım biraz kabarmıştı. Bu durumdan ziyadesiyle rahatsız olan biri olduğumdan ötürü saçlarıma yüksek bir atkuyruğu yaptım. Daha sonra spor ayakkabılarımı giyerek odadan çıktım.

Aşağı indiğimde Buğra bir şeyler tıkanmakla meşguldü. Böyle bir fiziğe sahip bir erkek için oldukça fazla yiyordu. Saçlarını kurutmadığından ve yalnızca alt kısmına bir eşofman giyip üst vücudunu çırılçıplak bıraktığından saçlarından damlayan su damlaları omuzlarına, oradan da sırtındaki çiziklere akıyordu. Sırtındaki çizikleri görmek bana kendimi garip hissettiriyordu. Ben dün gecenin izlerinden fazlasıyla utanıyordum ama Buğra'nın pek ar etmediği aşikârdı.

Beni görünce sırıttı. ''Artık daha fazla Ahsen gibi görünüyorsun.''

Yanaklarımın kızardığını hissediyordum. ''Sen de hala Buğra gibisin.''

Sırıtarak bana sırtını döndü. ''Bu izlerin hesabını sormayacağımı mı sandın?''

Kafamı yere eğerek buzdolabına doğru ilerledim. ''Beş saniye öncesine kadar, evet, öyle sanmıştım.''

''Göründüğünden daha güçlüymüşsün ve tırnaklarını kesmelisin.''

Bir elim buzdolabının kapağındayken, vücudumu ona doğru döndürdüm. ''Bütün gün bu kinayeli sözlerini dinlemeyeceğim.''

Kaşlarını kaldırdı. Daha sonra bana doğru yaklaşarak tam arkamda durdu. Çenesini omzuma dayarken, bir elini kısa kazağımın altına soktu ve göbeğimi usulca okşadı. ''İstersen bütün gün başka şeyler yapabiliriz?''

Duraksadım. Daha sonra şaşkın bakışlarımı ona doğru çevirdim. Onun önce gayet ciddiyken, benim bakışlarımdan olsa gerek yüksek bir kahkaha attı. Elini göbeğimden çekerek tam önüme geldi, hala benimle eğleniyordu. ''Korkma, bir şey yapmayacağım. ''

Ben onu dikkatle izlerken, o mutfağın çıkışına doğru ilerledi. Daha sonra bana doğru döndü. ''Aslında ben isterdim ama senin için pek sağlıklı olmayacağı kesin.'' Kaşlarımı çattım, o ise benim tepkilerime pis pis sırıtarak mutfaktan çıktı.

Bir süre arkasından baktıktan sonra kafamı sallayarak buzdolabını açtım ve içinden yiyebileceğim şeyleri aramaya başladım. Biraz tavuk salatası vardı. Bu evde kimse yaşamıyordu, yani ben öyle biliyordum. Öyleyse bu yiyecekleri buraya kim koymuştu?

Tavuk salatasını dolaptan aldıktan sonra bir çatal alarak masaya oturdum. Hakikaten acıkmıştım, midem de beni onaylar gibi guruldayınca iştahla yemeğimi yemeye başladım. Yemeğimi bitirince tabağı makineye koydum, daha sonra tam mutfaktan çıkacağım sırada Buğra'nın sesini duydum. ''Ben dışarı çıkıyorum.''

Merakla yanına gittim. Montunu giyiyordu, kafası yerdeydi. ''Nereye?'' şaşırmıştım.

''İşim var,'' dedi.

''Ne zaman gelirsin?''

''İşim bitince.''

Ağzımı açacağım sırada anahtarını aldı ve evden çıktı. Öylece arkasından bakakalmıştım. Daha sonra toprak yolda arabasının sesini ve toprak yolda kayma sesini duydum. Çok şaşırmıştım, bir sorun mu vardı? Aniden nereye gitmişti?

İş ile ilgili bir telefon gelmiş olmalıydı. Yani öyleydi sanırım.

Bir süre öylece dikildikten sonra yavaşça oturma odasına geçtim. Bahçe kapısı aralıktı ve oda oldukça soğumuştu. Önce bahçe kapısını kapattım daha sonra televizyon kumandasını alarak, Buğra'dan kalan spor kanalını değiştirdim. Kendime uygun bir film bulduktan sonra kafamı dağıtmak için filmi izlemeye başladım. Nafile. Filme odaklanmak öyle zordu ki, bir gece önceden uykusuz olmamda beni çok yormuştu. Bu nedenle televizyonu kapatarak koltuğa uzandım ve gözlerimi kapattım. Buğra gelene kadar uyuyabilirdim.

Gözlerimi kapattıktan sonra kafamda türlü düşüncelerle huzursuz bir uykuya daldım. Üst üste gördüğüm karışık rüyalar da beni sürekli uykumdan sıçratarak uyandırdı. En sonunda uyumadan önceki halimden daha yorgun bir biçimde gözlerimi açtım. Ruhani bir yorgunluğum vardı ve içimde sürekli beni huzursuz eden bir gerginlik vardı. Derin bir nefes aldım ve koltukta oturur pozisyona geçtim. Buğra hala gelmemişti.

Kumandaya uzanarak televizyonu açtım, akşam olmuştu. Huzursuz bir uyku olsa da yaklaşık on saat uyumuştum. Hayret ederek saate baktım. Bu kadar uyuyama karşın hiç dinlenmiş hissetmiyordum, üzerine bir de gördüğüm kâbuslar beni fazlasıyla yormuştu.

Ayrıca Buğra hala neredeydi? Nasıl olur da işi bu denli uzun sürerdi? Hava karardığı için az da olsa korkmaya başlamıştım.

Televizyon kanallarında bir türlü karar veremeyerek gezmeye başladım, ne izleyeceğim konusunda emin değildim. Daha sonra bir yabancı diziyi gözümde kestirerek izlemeye başladım. Bir saat geçip dizi bittikten sonra saate baktım. Buğra'dan hala ses yoktu. Gerçekten meraklanmaya başlamıştım.

Ev ormanlık alan içinde olduğu için ve genelde yazlıkçı mekânı olduğu için de buradaki tenhalık beni ürkütüyordu. Ve saat gece yarısına yaklaştıkça hem Buğra için ürküyor, hem de kendi adıma korkuyordum. Beni bu saate kadar yalnız bırakacağını düşünmezdim, neden gitmişti ki? Bir iş için aranmış olmalıydı ama beni hiç mi düşünmüyordu? Bu saatte korkacağım bariz belliydi.

İç geçirerek televizyonun sesini iyice açtım. Evde bir ses olması beni az da olsa rahatlatıyordu. Koltuğa uzanarak dikkatimi televizyonda toplamaya çalıştım. Bir dizi başlamıştı, iki adama âşık olan bir kadın hakkındaydı.

Gözlerimi açtığımda güneş çoktan tepeye ulaşmıştı. Mahmur bir şekilde çevreme bakındım. Buğra gece boyunca gelmemiş olmalıydı, peki neredeydi? Artık onun adına endişelenmeye başlamıştım. Oturduğum koltuktan kalkarak, evin telefonuna doğru ilerledim. Telefonu elime alınca Buğra'nın numarasını çevirdim ve heyecanla telefonu kulağıma tuttum.

Aradığınız aboneye şu anda ulaşılamıyor.

Bir kere daha aradım.

Aradığınız aboneye şu anda ulaşılamıyor.

Yaklaşık on cevapsız arama bıraktıktan sonra hayal kırıklığına uğramış bir şekilde telefonu yerine bıraktım ve öylece şaşkın bir biçimde çevreme bakakaldım. Çok şaşkın, biraz da korkmuştum. Buğra ilk kez böyle bir şey yapıyordu. Başına bir şey gelmiş olamaz mıydı? Babasının numarası burada kayıtlı olmalıydı, onu aramalı mıydı?

Hayır... Babasını da telaşa sokmamalıydım, en azından şimdilik. Hem Buğra'ya ne olabilirdi ki? Belki de bir yerde uyuya kalmıştı? Buğra eninde sonunda buraya gelecekti. Bundan emindim.

Gün içerisinde Buğra'ya yüzlerce cevapsız arama bıraktıktan sonra, onlarca da sesli mesaj bırakmıştım. Buğra'nın telefonu kapalıydı. Hava karardığında hala ondan bir haber yoktu. Şaşkındım, korkuyordum.

Ağzıma bir lokma bile sokmamıştım, böyle anlarda iştahım iyice kapanırdı. Korkuyla yeniden koltuğa oturdum ve televizyonu açtım. İki gündür korkumu bu şekilde yenmeye çalışıyordum. Bu gerçekten çok ürkütücüydü. Eğer şehirlik bir alanda olsam, evde tek kalmak benim için sorun olmazdı ama böyle bir yerde tek kalmak beni haddinden fazla korkutuyordu.

Televizyonun karşısında gözlerim kapanırken, iki gündür uyuduğumdan farksız olarak yeniden huzursuz bir şekilde uykuya daldım. Kâbuslar iki gündür beni bırakmıyordu, rüyalarım ise birbirinden farksızdı. Hep deli gibi koşuyor, bir şeylerden kaçıyordum. Daha sonra ise kapkaranlık bir ormanın içinde kayboluyordum. Türlü sesler kulağıma geliyordu lakin cevap verecek gücü kendimde bulamıyordum, zira bedenim yorgundu. Daha sonra bir aslan kükremesiyle kendimi bir aslanın karşısında buluyordum. Aslanın avına bakarken gözlerinde hâkim olan soğukkanlılık hafızama işleniyor, uyandığım anda da hafızam bir çift gözde takılı kalıyordu.

Terler içinde kalmış bedenimi koltuktan ayırarak evin içinde gezmeye başladım. Bu Buğra'nın gidişinin üzerinde korkutucu geçen üçüncü gündü ve artık bir şeyler yapmalıydım. Hafızamı yokladım, üzerimde hala gördüğüm rüyanın etkisi vardı. Odanın içinde turlayarak ona ulaşmanın yollarını aradım, telefon elimde, defalarca sesli mesaj bıraktım. Artık korkuyordum, başına bir şey gelmiş olmalıydı.

O kadar daralmıştım ki, üç gündür birbiri ardına kopyalanmış aynı günü yaşıyormuş gibi hissediyordum. Sanki zaman geçiyor ama ben kıyısında bile yer almıyordum.

Bahçeye çıkıp biraz hava almaya karar vererek, üzerime battaniyeyi sardım ve bahçe kapısından dışarı çıktım. Buraya geldiğimiz ilk gece Buğra'nın kardeşine yapılan akşam içindi ve şu an o gecenin ihtişamından eser yoktu, her şey toplanmış ve temizlenmişti. Bahçede usulca gezerek Buğra'nın nerede olduğunu düşünüyordum, ne yaptığını, nasıl olduğunu... Bu düşünceler ardını kesmeyerek zihnimde bir keşmekeş oluştururken çıldıracakmış gibi hissederek bahçenin içinde derin nefesler aldım. Bir şekilde her şey yoluna girecekti.

Bahçenin kenarına geldiğimde, geçen gece Alp'in bana zorla enjekte etmeye çalıştığı eroin aklıma takıldı. Onu Buğra'nın görmemesi için bir çalılığın dibine atmıştım. Hala orada mıydı?

Merakla Alp'in beni sıkıştırdığı yere gittim. Buğra'nın Alp'i deli gibi dövdüğü an zihnimde canlanınca ürkerek o ağaca baktım. Daha sonra ağacın çaprazındaki yeşilliğe doğru döndüm. Yeşilliğin başına gelince dizlerimin üzerine çöktüm ve ellerimle enjektörü aramaya başladım. Ortada enjektör falan yoktu.

''Ama buraya attığıma eminim,'' diye mırıldanarak ellerimi çalılığın arasında gezdirmeye başladım.

Yoktu.

Varlığından emin olduğum enjektör yerinde yoktu.

Korkuyla çöktüğüm çimenlerden kalktım ve gözlerimi çevremde gezdirmeye başladım. Buralarda bir yerlerde olmalıydı!

Aniden hafızama Buğra'nın evden gittiği gün aklıma geldi. Buğra gittikten sonra oturma odasına girdiğimde bahçe kapısının açık olduğunu net bir şekilde hatırlıyordum. Hatta kapıyı ben kapatmıştım... Buğra enjektörü bulmuş olabilir miydi?

Korkuyla çevreme bakındım. Delirecekmiş gibi hissediyordum, eğer Buğra enjektörü bulursa Alp'i bulur, ona hesap sorardı. Alp ise beni, onunla ilişkimizi ve kimin tanıştırdığını anlatırdı. Alp'i Buğra'dan önce bulmalıydım.

Koşarak bahçenin çıkışından yola çıktım. Acilen şu lanet olası yerden kurtulmalıydım. Alp'i Buğra'dan önce bulmalıydım. Açıkçası Alp'i bulmak benim için pek de zor değildi. Ama Buğra içinde çok zor olacağını sanmıyordum. Buğra istediği her şeye çok rahat ulaşabilecek biriydi.

Çevreme bakındım. Lüks ve boş evlerin dışında hiç insan yoktu. Koşarak sitenin çıkışına yöneldim. İleride bir adet güvenlik görevlisi vardı. Yazlıkları koruyor olmalıydı. Koştum, aynı rüyamdaki gibi nefes nefese kalana kadar koştum.

Sonunda kulübeye ulaşınca, çay içen orta yaşlı adam beni gördü. Şaşkındı. Kulübenin kapısını çaldım.

Adam oturduğu yerden kalktı ve kulübeyi açtı. Beyaz renkte güvenlik kulübesinin önünde dikildim. ''Merhaba,'' dedim telaşla. ''Beni şehre götürme imkânınız var mı?''

Orta yaşlı, bıyıklı adam da şaşkındı. ''Dur kızım,'' dedi. ''Söyle bakalım. Sen kimsin?''

''Ben...'' duraksadım. ''Buğra Erez'in arkadaşıyım.''

''Erez'lerin eve mi konuk gelmiştin?'' kafamı salladım.

''Buğra Erez nerede?'' adam şüphelenmişti. Tek kaşı kalktı.

''Bir işi çıkınca beni bırakmak zorunda kaldı,'' kaşlarımı çattım. ''Şu an beni bekliyor, güvenlik görevlisi beni tanır. Söylersen sana yardımcı olur dedi ama...'' diye yalan söyledim. İçimden yalanların doğru olmasını diliyordum.

Adam bir süre durduktan sonra, ''tanıyorum tabi,'' dedi. Sonra kafasını salladı. ''Ben seni götüreyim o zaman, arabam şu arkada sen burada bekle. Ben arabayı getireyim.''

Rahatlayarak sakince kafamı salladım. Adam yanımda geçerek arabasını almak üzere ilerledi, bir süre sonra gözden kayboldu. Geri geldiğinde arabasının içindeydi. Kornayı çalınca kulübeden çıkarak arabanın arka koltuğuna doğru hızla ilerledim. Daha sonra eski model arabanın içine bindim. Araba sıcaktı.

Adam önce benimle sohbet etmeye meyilliydi ama ben kısa cevaplar verince konuşmak istemediğimi anladı. O da sessizce arabasını sürdü. Daha sonra beni gideceğim yere kadar bırakmakta ısrar etti. Ben de acelem olduğu için kabul ettim ve onu bizim mekânın yakınlarına kadar getirttim. Daha sonra arabadan teşekkür ederek indim ve arkama bakmadan mekânın sokağına girince aşina olduğum o ürkütücü his beni buldu. Kararan yüreğimi göz ardı ederek mekâna girdim. Yine o insan trafiği, ölüm yarışı mekânda vuku buluyordu.

Öyle ki şundan bir zaman önceki beni, baktığım her yerde görüyormuş gibi hissediyordum. Buranın barmenini tanıyordum. Hala değişmemişti. Heyecanla yaşıtım gencin yanına gittim. Adı Mustafa'ydı. Beni görünce önce kaşları çatıldı, sonra gülümsedi.

''Ahsen?''

Acelem olduğu için yalnızca tebessüm etmekle yetindim. ''Merhaba Mustafa. Alp'i soracaktım. Buralarda mı?''

Duraksadı. Bir süre düşündükten sonra, ''arka tarafta olabilir,'' dedi.

Satacağı malları temin ediyor olmalıydı, gündüzleri buralarda, geceleri annelerin kâbuslarında gezinmeyi severdi Alp. Hızlı adımlarla bilindik yollardan yürüdüm ve malın satın alındığı arka tarafa geçtim. Kapıyı tıklamadan hızla içeri girdim. Alp koltukta uyuyordu. Yalnız olmasına şükrederek hızla Alp'e dokundum. Uyku arasında mırıldandı, sertçe dokundum. Yüzünü bana doğru dönerek gözlerini açtı. Yüzünde bir sürü yara izi vardı. Ya geçen geceden kalmaydı, ya da Buğra güncellemişti.

''Ahsen?'' dedi mahmur bir şekilde.

''Uyan,'' dedim sertçe.

Esnedi. Daha sonra doğruldu. ''Ne içi buradasın, yoksa yeniden mi başlamak istiyorsun?'' pis pis sırıttı.

Yüzümü iğrenircesine buruşturdum. ''Boş lafları bir kenara bırak,'' ses tonum otoriterdi. ''Buğra Erez sana uğradı mı?''

Kemiklerini gevşettikten sonra kafasını salladı. ''Neden soruyorsun?''

''Alp!'' diye bağırdım. ''Beni delirtmeden sorularıma cevap ver.''

''Karşılığı?''

''Seni polise gammazlamamak olur.'' Yüz hatları gerildi.

Bir süre sustuktan sonra, ''geldi,'' dedi.

Şaşkın bir biçimde olduğum yere oturdum. ''Ne?''

''Duydun.''

''Ne dedi peki?''

''Sana eroin verdiğim için beni bu hale getirdi,'' yüzünü gösterdi. ''Daha sonra eroin kullandığını nereden bildiğimi sordu.''

''Sen ne söyledin?'' korkuyordum.

''Anlattım işte,'' dedi düz bir şekilde. ''Eski sevgilim olduğunu, burada tanıştığımızı.''

''Başka?'' Alp'in saçı ve sakalı pislik içindeydi. Üzerindeki kıyafette öyleydi. Sanki yaptığı pis işin lekesi yüzüne işlemiş gibiydi, korkutucu görünüyordu.

''Özge'yi tanıdığımızı söylediğimde oldukça şaşırdı. Sonra gitti.''

''Ne zaman gelmişti?'' diye sordum.

''Dün gece.''

Kafamı ellerimin arasına aldım. İşte şimdi gerçekten çok korkuyordum, Buğra'nın Özge'yle olan bağımı öğrenmesi demek, her şeyi öğrenmesi demekti. Buğra apartman dairesindeki evinde beni Özge'nin odasında bulmuştu. Onunla olan olayımı öğrenmesi an meselesiydi. Belki de öğrenmişti.

Ayağa kalkıp odadan çıkacağım sırada Alp arkamdan seslendi. Ruhsuz bir şekilde ona döndüm. ''Bu arada bana bir video izletti ve oradaki kızı tanıyıp tanımadığımı sordu. Videodaki kız sendin, sevdiğin adam seni tanımıyor,'' diye dalga geçti. ''Âşık olduğun adamın sana âşık olduğunu pek sanmıyorum Ahsen, daha seni tanıyamıyor bile.'' Ben odadan korku içerisinde ayrılırken, Alp'in kahkahaları hala odada yankılanıyordu. Benimse çığlıklarım ve korkularım bütün bedenimde yankılanıyordu.

Artık âşık olduğum adam düşmanını tanıyordu. Buğra Erez için videodaki o kız bir gölgeydi, artık o gölgenin kime ait olduğunu biliyordu ve rüyamda gördüğüm o gözler, Buğra Erez'e aitti. Buğra Erez pençelerini bu sefer kardeşinin ölümüne sebep olan kız için çıkartıyordu ve avcı çok güçlüydü, avın aksine.

Continue Reading

You'll Also Like

29.2K 2.4K 7
Keskin bakışlarıyla herkesi ürperten bir mafya lideriydi o... Küçük bir çocukken okul önlüğüne bulaşan kan lekeleri, koyu bir katrana dönüşüp ruhuna...
387K 12.1K 14
Şimdi bir çığlık olsanda sussam seni .Bir ağaçtan yabani içime saldığın kökleri, ellerimle kestiğimi görsende utansan. İlerde birgün , çok acımasız b...
176K 10.8K 25
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...